Siret-i Nebi
Ders Notları
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
İslam'ın Medine’ye Gelişi Ve Akabe Biatları
İslam, Medine’ye, hicretten önceki üç sene içinde girmiştir. İslam'ın Medine'ye girişinin başlangıcı, Evs kabilesinin Mekke'ye bir heyet göndererek, amcaoğulları ve aralarında sürekli bir çekişme olan Hazrec kabilesine karşı Mekkelilerle ittifak kurmaya çalıştıkları zamana rastlar. Medinelilerden İslam'ı ilk işitenler onlardır ve içlerinden biri müslüman olmuştur. Daha sonra recep ayında Medine'den Mekke'ye umre yapmak üzere bir heyet daha gelmiş, Rasulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) onlarla bir araya gelerek, islam'a davet etmişti. Bu kişiler müslüman olarak Medine'ye dönmüşler ve orada İslam'ı yaymaya başlamışlardı. Bu davet sonucunda Medine'de müslümanlar çoğalmaya başlamış, onlardan gücü yetenler hacca giderek, Birinci Akabe Biatında Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’a biat etmişler, sonra yurtlarına dönmüşlerdi.
Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) onlarla birlikte ya da onların peşi sıra Mus'ab bin Umeyr'i Medine'ye göndermişti. Mus'ab, Medine'de İslam'ı yaymaya devam etmişti. Sonunda İslam, Medine'de güçlenmiş ve oraya hakim olmuştu. Müslüman olanlardan yaklaşık yetmiş kişi hac mevsiminde Mekke'ye gitmişler ve böylece İkinci Akabe Biatı yapılmıştı. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم), onlara içlerinden oniki kişiyi temsilci olarak seçmelerini, bu kimselerin kabileleriyle kendisi arasında aracılık görevini üstlenmesini istemişti. Bundan kısa bir süre sonra da Hz. Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) hicreti emretmişti.
Cabir bin Abdullah Radıyallahu anh'ın Şöyle dediği rivayet edilmiştir: “ Hz Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) Ensar'ın temsilcileri ile yaptığı görüşmede şöyle buyurdu: “Beni barındırıp, himaye edeceksiniz.”Bunu yaptığımızda, bize ne verilecek” dediler. Hz Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم): “ Cennet” buyurdu.
Medine halkının İslam'ı kabul edip, Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’a destek olmasıyla birlikte aynı anda iki hedefe ulaşıldı. Medine ahalisinin müslüman oluşu ve Hz. Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’e yardımları...
Bildiğimiz gibi Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’ın bir dönem Mekke'deki siyasî hedefi, Rabbinin davetini tebliğ ederken kendisini himaye edip, destek olacak kişileri bulmaktı. Hz. Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم), bu kişilerin mutlaka müslüman olmaları şartını koşmamıştır. Günümüzün deyişiyle, Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) davet ve ibadet hürriyetini, bu hürriyeti himaye etme gücüne sahip bir toplum içinde aramaktaydı.
İbn Hacer el-Askalânî 'Fethu'l-Bâri'de şöyle der:
"Musa bin Ukbe, Zuhri'den rivayetle şöyle der: Bu yıllarda (Hicretten önceki yılları kastediyor.) Hz. Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم), kabilelerle temasa geçip, onların ileri gelenleriyle konuşuyordu. Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) onlardan kendisini koruyup himaye etmelerinden başka bir şey talep etmiyor ve şöyle diyordu: "Sizi herhangi bir şeyi kabule zorlamıyorum. Sizden Rabbimin risâletini tebliğ edebilmem için, bana eziyet edenlere engel olmanızı istiyorum." Ancak onlardan hiçbiri bu isteği yerine getirmeye yanaşmamıştı. Şöyle diyorlardı: "Bir adamın kavmi onu en iyi tanıyandır."
Şayet yardım etmeye gücü olan arap kabileleri Hz. Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’in davetine icabet etselerdi, Medine halkının müslüman olup, Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’ı desteklemesiyle birlikte, islamî davetin aldığı mesafeyi daha daha hızlandıracaklardı. Zira başlangıçta islamî davet, islam'ı kabul edip, kendilerini himaye eden bazı kimseler sayesinde yaşamaya çalışan insanların bir araya getirilmesini hedeflemekteydi. Daha sonra bu insanlar, yaşadıkları topraklardan, başka bir diyara gittiler. Ensar'ın hem islam'ı hem de Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’a yardım etmeyi kabul edişiyle bir anda iki merhale birden katedilmiş oluyordu. Buna rağmen, başlangıçta Ensar’dan sadece savunma sözü almış olan Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم), onlara bu biat çerçevesinde muamele ediyordu. Bu yüzden Bedir Savaşı öncesindeki askeri harekatlara, sadece muhacirler iştirak etmişti. Bedir Savaşında bile Ensar ile istişare edilmiş, Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’a olan desteğin, savunmadan ibaret olduğunu zannetmelerinden endişe edilmişti. Halbuki bilindiği gibi Ensar müslüman olmuş, islam ahkamını kabul etmişti. Muhacirlerle islamî yükümlülük açısından eşit olmalarına rağmen, Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) onlarla olan ilişkilerinde bu şartları göz önünde bulundurmuştu.
İşte buradan da anlıyoruz ki, İslam'ın en büyük siyasi zaferi, Medine halkının müslümanlara destek olmayı kabul edişleri ve bunu izleyen hicret olayıydı. Bunu göz önünde bulundurarak, zayıf düşen müslümanların hicret edecek bir islam diyarı bulamadıkları zaman, kendilerine geçici bir siyasi hedef tayin etmeleri gerektiğini söyleyebiliriz. Bu geçici hedef, davet ve ibadet özgürlüğünü elde etmek olabilir. Şayet herhangi bir toplum, onlara bu hürriyeti verecek olursa, müslümanlara düşen, orada islam'ı geliştirip kökleştirerek islam'a destek olmalarıdır.
Üstad en-Nedevî, Medine-i Münevvere'yi islam'ı kabule hazırlayan nedenleri şöyle tahlil eder:
"Bu, Allah Teala'nın, Resûlü ve islam için takdir etmiş olduğu bir şeydi. Allah Teala, Yesrib şehrindeki, iki büyük arap kabilesi olan Evs ve Hazrec kabilelerini en büyük nimet olan islam'ı takdir etmeye, islam'a girmede yaşadıkları çağın insanlarına, özellikle de Arap yarımadası'nda bulunanlara önderlik etmeye hazırlamıştı. Başta Kureyş olmak üzere arap kabilelerinin islama karşı çıktığı bir zamanda, Evs ve Hazrec'in bu tutumu, ancak Allah Teala'nın "Allah dilediğini doğru yola eriştirir." ayetiyle izah edilebilirdi."
Elbette, Evs ve Hazrec'i bu sonuca götüren birçok etkenler vardı ve bu etkenler Allah'ın takdir, teysir ve inayetiyle oluşmuştu. Mekke ehli ve Kureyş ile Medine'deki arap kabileleri arasında kişilik bakımından bazı farklılıklar vardı. Medineliler yumuşak tabiatlı, alçak gönüllü, hakka karşı çıkmada aşırılık göstermeyen, merhametli insanlardı. Bu, onların kan ve soylarından gelen bir özellikti. Nitekim Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) şöyle buyurmuştur: "Yemen ehli size geldi. Onlar yumuşak kalpli ve merhametli insanlardır." Bu iki kabilenin aslı Yemen'liydi. Ve çok eski zamanlarda dedeleri oradan Medine'ye göç etmişlerdi. Kur'an-ı Kerim Medinelileri şöyle medheder:
"Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler." (Haşr Suresi: 9)
Evs ve Hazrec kabilelerinin islama girip, Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’ı desteklemelerindeki bir başka etken de yıllar süren iç savaşlardan bıkmış olmalarıdır. Başta "Buas günü" olmak üzere bu savaşlar onları perişan etmiş, bu harplerin ateşiyle kavrulmuş ve acılarını tatmışlardı. Bu yüzden artık harplerin kesilmesini, birliğin, dirlik ve düzenliğin sağlanmasını arzu ediyorlardı. Bu arzularını şu cümlelerle dile getirmişlerdir: "Biz kavmimizi bırakıp geldik. İçinde düşmanlık ve kötülüğün böylesine hüküm sürdüğü bir başka kavim yoktur. Dileriz Allah senin elinde onların birliğini sağlar. Eğer Allah bunu senin elinde gerçekleştirirse, senden daha aziz bir insan olmaz."
Hz. Aişe (r.a.) der ki:
"Buas günü, Allah'ın kendi Resulü için hazırladığı bir gündür. bunun üzerine ( Yani bu savaşın sonuncu üzerine) Rasulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) Medine'ye hicret edip gelmiştir. Zira hicret esnasında Evs ve Hazreclilerin birliği bozulup dağılmış, kavimlerin ileri gelenleri öldürülmüş ve yaralanmıştı. İşte onların bu perişanlıkları üzerine Allah, muhariplerin İslam camiasına girmeleri için bu günü Resulune önceden hazırlamıştır. Buas günü Allah’ın resulüne bir lutfu olmuştu." Buhari
Başta Kureyş olmak üzere arap kabilelerine yüzyıllardan beri peygamber gelmemiş, peygamberlerle bir yakınlıkları olmamıştı. Aradan geçen bu uzun süre nedeniyle, peygamberliğin ihtiva ettiği gerçekleri unutur olmuşlar, okuma yazma bilmemelerinin tesiriyle putperestliğe dalmışlardı. Araplar -sonraları tahrif edilmiş olsa da- kendilerine Allah katından kitap verilen ümmetlerden de uzak yaşıyorlardı. Kur'an-ı Kerim bu gerçekleri şöyle dile getirmektedir:
"O Kitap sana, ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir. Yasin / 6
Evs ve Hazrec kabileleri ise Yahudilerle iç içe yaşadıklarından, onların peygamberlik ve peygamberler hakkındaki görüşlerine şahit oluyorlar, Tevrat okuyup tefsir ederken onları dinliyorlardı. Dahası Yahudiler onları, ahir zamanda gelecek bir peygamberle korkutuyor ve “onunla beraber sizi öldüreceğiz. Aynı Ad ve İrem milleti gibi.” diyorlardı.
Seleme bin Selame bin Vaks (Ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Abdüleşheoğulları arasında bizim bir Yahudi komşumuz vardı. Onların evinin önüne geldi. Seleme der ki: “o sıralar ben çocuktum üzerimde abam vardı, ona sarılmış bir vaziyette, ailemin avlusunda bulunuyordum. (Yahudi komşumuz) Kıyamet, Diriliş, Hesap, Mizan, Cennet ve Cehennemden söz etti. Bütün bunları, ölümden sonra dirilişe inanmayan, putperest Yesrib (Medine) halkı içerisinde anlatıyordu. Ona şöyle dediler: “Ey filan! Ne diyorsun? Böyle şey olur mu? İnsanlar ölümlerinden sonra, dirilip Cennet ve Cehenneme mi götürülecekler? Orada yaptıkları amellerin karşılığını mı görecekler?” (Yahudi) “Evet” dedi ve buna yemin edeceğini söyledi. (Medineliler) dediler ki: “ey filan bu söylediklerinin işareti nedir, konuş bakalım?” Yahudi eliyle Mekke'yi işaret ederek: “Bu taraftaki topraklardan bir peygamber gönderilecek” dedi. Medineliler: “onu ne zaman göreceğiz? dediler. Yahudi bana baktı orada bulunanlar içinde yaşça en küçük bendim. Şöyle dedi: “Hele bu çocuk ömrünü geçirsin Peygamber ona yetişecek.” Seleme diyor ki: “Allah'a And olsun ki geceleri ve gündüzleri geçti Ve nihayet Allah Celle Celalühü Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم)’ı gönderdi. işte aramızda bulunuyordu ve hayattaydı. biz ona inandık. Oysa o Yahudi hasedinden ve zalimliğinden inkar etti. Ona şöyle: dedi “Ey filan sen değil miydin bize o sözleri söyleyen?” Yahudi: “evet ancak benim kastettiğim peygamber o değildi” dedi.” el-Hakim
Bu konuda Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“Daha önce kafirlere karşı yardım isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki Tevrat'ı doğrulayan bir kitap gelip de Tevrat'tan bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince derhal inkar ettiler. İşte Allah'ın laneti böyle inkarcılaradır.” Bakara / 89
İşte bu yüzden Evs ve Hazrec başta olmak üzere, Medine halkını oluşturan Müşrik Araplarla, dini mefhumlar ve ilahi sünnetler arasında, Mekke ve civarındaki Araplar kadar derin bir uçurum yoktu. Mekkeliler dini mefhumlara cehalet ve nefretle yaklaşırken, Medineliler ehli kitaptan daha önce bu konuları işitip alıştıkları için Mekkeliler gibi davranmıyorlardı. Zira Medine halkı aynı şehirde yaşamalarından dolayı başta Yahudiler olmak üzere kitap ehli ile sıkı ilişkiler içerisindeydi. Aralarında komşuluk, savaş, barış ve karşılıklı anlaşmalar olmuştu. Hac mevsiminde Mekke'ye geldiklerinde Resulullah (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) ile tanışıp, onun islama daveti ile karşılaşınca gözlerinden gaflet perdesi kalktı. Sanki iman etmek için Hz Peygamber (صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم) ile randevulaşmış gibi rahat hissetmişlerdi kendilerini.
Yorum Gönder
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...