Kadiri Yolu

 

Yunus Sûresi 94-109. Ayetlerin Tefsiri

Yunus Sûresi 94-109. Ayetlerin Tefsiri

بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم

فَاِنْ كُنْتَ ف۪ي شَكٍّ مِمَّٓا اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ فَسْـَٔلِ الَّذ۪ينَ يَقْرَؤُ۫نَ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكَۚ لَقَدْ جَٓاءَكَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَۙ ﴿٩٤﴾ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَتَكُونَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ ﴿٩٥﴾ اِنَّ الَّذ۪ينَ حَقَّتْ عَلَيْهِمْ كَلِمَتُ رَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَۙ ﴿٩٦﴾ وَلَوْ جَٓاءَتْهُمْ كُلُّ اٰيَةٍ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَ ﴿٩٧﴾ فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ اٰمَنَتْ فَنَفَعَهَٓا ا۪يمَانُهَٓا اِلَّا قَوْمَ يُونُسَۜ لَمَّٓا اٰمَنُوا كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍ ﴿٩٨﴾ وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ لَاٰمَنَ مَنْ فِي الْاَرْضِ كُلُّهُمْ جَم۪يعًاۜ اَفَاَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتّٰى يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ ﴿٩٩﴾ وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تُؤْمِنَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ ﴿١٠٠﴾ قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَا تُغْنِي الْاٰيَاتُ وَالنُّذُرُ عَنْ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٠١﴾ فَهَلْ يَنْتَظِرُونَ اِلَّا مِثْلَ اَيَّامِ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْۜ قُلْ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ ﴿١٠٢﴾ ثُمَّ نُنَجّ۪ي رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كَذٰلِكَۚ حَقًّا عَلَيْنَا نُنْجِ الْمُؤْمِن۪ينَ۟ ﴿١٠٣﴾ قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ د۪ين۪ي فَلَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ اَعْبُدُ اللّٰهَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْۚ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ ﴿١٠٤﴾ وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۚ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ﴿١٠٥﴾ وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَۚ فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذًا مِنَ الظَّالِم۪ينَ ﴿١٠٦﴾ وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ يُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿١٠٧﴾ قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ ﴿١٠٨﴾ وَاتَّبِعْ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ ﴿١٠٩﴾


Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla hamd yalnız Allah’ındır. Salat ve Selam ise Allah’ın Resulüne onun aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen duaları işitensin herşeyi bilensin.


فَاِنْ كُنْتَ ف۪ي شَكٍّ مِمَّٓا اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ فَسْـَٔلِ الَّذ۪ينَ يَقْرَؤُ۫نَ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكَۚ لَقَدْ جَٓاءَكَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَۙ ﴿٩٤﴾


Fe-in kunte fî şekkin mimmâ enzelnâ ileyke fes-eli-lleżîne yakraûne-lkitâbe min kablik(e)(c) lekad câeke-lhakku min rabbike felâ tekûnenne mine-lmumterîn(e)

94- “Sana indirdiklerimizden şüphe ediyorsan senden önce kitabı okuyanlara sor! Andolsun ki hak sana Rabbinden gelmiştir. Sakın şüphe edenlerden olma!”

Ey Muhammed! Eğer sen, sana bildirdiğimiz şeylerin gerçekliği hususunda şüphede isen senin zamanına yetişen ehl-i kitabın takva sahibi olanlarına sor. İlk anda sadece peygamberimize yönelik görünsede bu hitap, aynı zamanda onun bütün ümmetine yani bütün insanlara bir hitaptır. Şüphesiz ki o ilimde öne geçen takva sahipleri sana, peygamber olduğuna dair kesinlik ifade eden gerçek haber gelmiştir. Onlardan senden önceki, peygamberlere indirilmiş olanlar hakkında bilgi sahibi olursun. Böylelikle yüce Allah, kafir ve şüphecilerin her türlü delilini ortadan kaldırdıktan sonra, resuller göndermek ve vahyin aslı hakkında duyulacak şüpheyi ortadan kaldırabilecek bir başka pencere daha açmakta, arkasından meselenin şüphe etmeyi hiç de gerektirmeyecek kadar açık ve net olduğunu dile getirmektedir. 

Aslında Resulullah (sav) kendisinin peygamber olduğunda ve kendisine Allah tarafından indirilen vahiy hususunda asla şüphe etmemektedir. Bu ifadenin böyle kullanılması arapçanın bir özelliğindendir. Buna bir misal verelim; bir kişi, oğlundan, bu işi kesinlikle yapmamasını isterse ona şöyle derdi: “Eğer sen benim oğlum isen bu işi kesinlikle yapmayacaksın.” Bu ifade baba çocuğunun, gerçek çocuğu olup olmadığı konusunda şüphe etmiş değildir. Bu ifade özel bir şekildir ve tekid ifade eder ve “Şu işi kesinlikle yapmayacaksın” demektir. Buradaki ifade işte böyle bir özelliği olan ifadedir.  

Bu öyle haktır ki, aklı başında olan hiçbir kimsenin en ufak bir şüphesinin kalmayacağı şeklinde delillerle ispatlanmıştır. Andolsun ki hak sana rabbinden gelmiştir.


وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَتَكُونَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ ﴿٩٥﴾ 


Velâ tekûnenne mine-lleżîne keżżebû bi-âyâti(A)llâhi fetekûne mine-lḣâsirîn(e)

95- “Sakın Allah’ın ayetlerini yalan sayanlardan olma! Yoksa zarara uğramışlardan olursun.”

İster yeryüzünde, ister semada, ister Kur'an'ı Kerim’de, isterse mucizelerle ortaya konulmuş olsun Allah’ın ayetleri hiçbir şekilde yalanmamalıdır. Bu yalanlama sebebi ile kaybedersin nehiy yüce resulümüze yönelik olduğundan ve Allah'ın emrini ilk uygulayan olduğundan dolayı: “Asla şüphe etmiyorum, kimseye de bu konuda soru da sormuyorum.” diye buyurdu. Zira bunu yapan, Allah’ın rahmet ve rızasını verip karşılığında gazap ve cezasını almıştır. 


اِنَّ الَّذ۪ينَ حَقَّتْ عَلَيْهِمْ كَلِمَتُ رَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَۙ ﴿٩٦﴾

İnne-lleżîne hakkat ‘aleyhim kelimetu rabbike lâ yu/minûn(e)

96- “Doğrusu üzerlerine Rabbinin sözü hak olanlar inanmazlar.”

Allah'ın kendileri üzerinde tahakkuk ettirdiği kelimesi şuydu: Allah hakikatı kabul etmeyenlerin, inatçılık ve dikkafalılık ederek önyargıyla Hakka karşı duranların, bu dünyanın sarhoşluğu içinde ahiret duyarlılığını kaybedenlerin imanını garanti etmez. Ayetlerin eksiklik sebebiyle veya ayetlerin büsbütün yokluğu sebebiyle değildir bu inanmayışları.


وَلَوْ جَٓاءَتْهُمْ كُلُّ اٰيَةٍ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَ ﴿٩٧﴾

Velev câet-hum kullu âyetin hattâ yeravû-l’ażâbe-l-elîm(e)

97- “Onlara her türlü ayet gelse bile, elem verici azabı görünceye kadar inanmazlar.”

Onlara her türlü ayet gelse bile onlar iman etmezler. Elem verici azabı görünceye kadar işte o zaman iman ederleri fakat imanlarının onlara faydası olmayacaktır. Ancak bundan sadece bir tek olay müstesna ki bu da Hazreti Yunus kavminin olayıdır. firavunun kavmi de böyle olmuştu zaten onlar tam boğulma anında iman etmeye kalkmışlardır. Ama bunun faydası olmamıştır Bu ayeti kerime resulullahı ve müminleri inatçı kâfirlerin iman etmemelerinden dolayı üzülmemeleri için teselli etmekte ve maneviyatlarını bozmamalarını öğütlemektedir.


 فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ اٰمَنَتْ فَنَفَعَهَٓا ا۪يمَانُهَٓا اِلَّا قَوْمَ يُونُسَۜ لَمَّٓا اٰمَنُوا كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍ ﴿٩٨﴾


Felevlâ kânet karyetun âmenet fenefe’ahâ îmânuhâ illâ kavme yûnuse lemmâ âmenû keşefnâ ‘anhum ‘ażâbe-lḣizyi fî-lhayâti-ddunyâ vemetta’nâhum ilâ hîn(in)

98- “İman edip imanı kendisine fayda veren bir kasaba halkı varsa, o da Yunus'un kavmidir. İman ettikleri zaman üzerlerinden bu dünya hayatında rüsvaylık azabını kaldırdık ve bir zamana kadar onları faydalandırdık.”

Azabın  belirtilerinin görüldüğü vakit, imanı kendisine fayda veren tek kasaba halkı Yunus'un kavmidir. onlar azabın emarelerini, belirtilerini görünce iman ettiler. İşte Allah'ın onlara rahmetinin bir neticesi olarak sadece bunlara, imanları böyle bir durumda faydalı oldu. Allah Celle Celalühü onlardan dünya hayatındaki rüsva edici azabı kaldırdı ve vadeleri (ölümleri) yerine gelinceye kadar onları faydalandırdı. Kurtuluşu arzu edenler ellerini çabuk tutmalıdır.

Yunus Aleyhisselam kavmini kendisine iman etmedikleri takdirde azaba uğrayacakları tehdidiyle uyarmış sonra aralarından ayrılıp gitmiştir. Yunus kavmi olan ninovalılar (Musul halkı) azap belirtilerini görünce pişman olarak iman etmişler. Allah'a boyun eğip yazarlarmışlar, çocuklarına hayvanlarını da yanlarına alarak Allah'tan gelecek olan azabın kendilerinden uzaklaştırılması için 40 gün dua etmişler ve bunun üzerine Allahu Teala onlara acımış ve gelecek olan azabı onlardan kaldırmıştır. 

Birden çok kişinin rivayetine göre bu kavmin kıssasının bir kısmı şöyledir: Yunus (a.s.), Musul yakınlarında Ninova halkına peygamber olarak gönderilmişti. Bura halkı kafir ve müşrik idiler. Onları bir ve tek Allah'a imana ve tapındıkları putları terketmeye davet etti. Kabul etmediler ve onu yalanladılar. Hz. Yunus üç gün içerisinde azabın onlara gelip çatacağını bildirdi. Üçüncü gece olunca gece karanlığında bırakıp ayrıldı. Sabahı ettiklerinde azabın belirtileri görüldü. Azab tepelerinin üstünde, kendileri ile arasında sadece üçte iki millik kadar bir mesafeye yaklaşmıştı. Gelen haberlere göre, gökyüzünde oldukça siyah ve müthiş bir bulut meydana geldi. İleri derecede duman çıkartıyordu. Şehirlerinin üstünü örtünceye kadar yere doğru çöktü, çatıları simsiyah kesildi. Helâk olacaklarından emin olunca peygamberlerini aradılarsa da bulamadılar. Kendileri, kadınları, küçük çocukları ve hayvanlarıyla sahraya çıktılar. Kıldan elbiselerini giydiler, iman ve tevbe ettiklerini izhar ettiler; insan ve hayvanların aná ve yavrularını birbirlerinden ayırdılar. Biri ötekine özlem duyup bağrışmaya hep birlikte feryad etmeye başladılar. Yüce Allah'a yalvarıp yakardılar, samimi bir niyetle O'na yöneldiler, Rableri onlara merhamet buyurdu, dualarını kabul etti, üzerlerine inen azabı açıp giderdi. O gün Âşûrâ günü idi ve Cuma'ya rastlamıştı.

İbn Mesud dedi ki: Onlar o derece tevbe ettiler ki, aralarındaki haksızlıkları giderip hak sahiplerine haklarını geri verdiler. Hatta adam gider, temel yaptığı taşı söker, sahibine geri verirdi. Katâde'den gelen bir rivâyete göre onlar kırk sabah yüce Allah'a yalvarıp yakardılar. Nihayet üzerlerine inen azabı giderdi. 

Ahmed, ez-Zühd'de İbn Cerir ve başkaları İbn Gaylan'dan, şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Azab Yunus kavmini bürüyünce ilim adamlarından kalmış bir yaşlının yanına gittiler ve:

Ne dersin? diye sordular, o da onlara dedi ki:

- Şöyle deyiniz: "Ey hiçbir canlının olmadığı zamanda hayat sahibi olan, ey ölüleri dirilten hayat sahibi, ey kendisinden başka ilâh olmayan hayat sahibi..." Onlar bu sözleri söylediler Allah da üzerlerinden azabı giderdi. 

Fudayl b. İyad dedi ki: Onlar şöyle dedi: "Allah'ım günahlarımız gerçekten büyüdükçe büyüdü. Sense daha azîm ve daha celîlsin. Bize sana yakışır şekilde muamele et; bizim lâyık olduğumuzu bize yapma!

Yunus (a.s.) da yanlarından ayrılıp gidince o yolda oturmuş ve -merfüû' olarak rivâyet edildiği gibi- gelip geçenden onların haberlerini soruyordu. Yanından bir adam geçti ve ona: "Yunus'un kavmi ne yaptı?" diye sordu. O da ona yaptıklarını anlattı. Bu sefer Hz. Yunus: Kendilerine karşı yalancı düştüğüm bir kavmin yanına geri dönmeyeceğim, dedi ve -yüce Allah'ın bir başka yerde Allah'ın izni ile geleceği üzere anlattığı şekilde- kızarak ayrılıp gitti. Bu ayeti kerimenin zahiri onların azabı müşahede ettiklerini ifade etmektedir. Çünkü kaldırdık kelimesi bunu gerektiriyor. haberlerin Çoğu da bunu ifade etmektedir.  Bu kanaattedir. Azabı müşahede etmelerinden sonra iman etmelerinin onlara fayda vermesi o kavmin özelliklerindendir. Çünkü kendilerine vaat olan azabı gördükten sonra kafirlerin iman etmesi faydası olmayan imani yeistir. Zira o esnada artık teklif ortadan kalkar ve bu durumda Yüce Allah'ın adeti firavunu helak ettiği gibi mühlet vermeksizin helak etmektir.


وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ لَاٰمَنَ مَنْ فِي الْاَرْضِ كُلُّهُمْ جَم۪يعًاۜ اَفَاَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتّٰى يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ ﴿٩٩﴾ 

Velev şâe rabbuke leâmene men fî-l-ardi kulluhum cemî’â(an)(c) efeente tukrihu-nnâse hattâ yekûnû mu/minîn(e)

99- “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi iman ederdi. öyleyken insanları iman etsinler diye sen mi zorlayacaksın?”

Ey Muhammed! Eğer Rabbin dilemiş olsaydı yeryüzündeki bütün insanlar ister istemez iman etmiş olurlardı. Fakat onun yaptıklarında bir hikmet vardır. Herkese iman edip etmemekle kendi iradesiyle baş başa bıraktı. O halde sen onları zorla iman ettiremezsin. Senin vazifen sadece tebliğ etmektir. Dinde zorlama yoktur. Hidayet ve yaratmak Allah'ın işidir. Allah'ın sünneti de fasıklara, zalimlere, büyüklük taslayanlara, zorbalara hidayet vermemek şeklinde cereyan ede gelmiştir.


وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تُؤْمِنَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ ﴿١٠٠﴾

Vemâ kâne linefsin en tu/mine illâ bi-iżni(A)llâh(i)(c) veyec’alu-rricse ‘alâ-lleżîne lâ ya’kilûn(e)

100- “Allah'ın izni olmadan hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. O dalaleti akıl etmeyenlerin üzerine bırakır.”

Allah izin vermedikçe hiçbir kimse iman edemez. O halde Ey Muhammed! Kafirlerin hidayete kavuşması için kendini zorlama. Allah kendi birliğini veya peygamberinin hak olduğunu gösteren delilleri düşünüp öğüt almayan kimseleri gazabına uğratır. 

Muhatapların sapıklık ve fasıklıkları Allah'tan gelen ayetleri gereğince akletmemeleri apaçık olan hak hakkında şüpheye düşmeleri ve açık seçik olan ayet ve delilleri yalan saymalarından kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda bu ayeti kerimeleri yalanlayanlara azabın gelip çatmasına karşı da uyarılmış olmaktadır. Allah’ın azabı gelince geri çevrilmez ve o anda olacak imanın faydası da olmaz.

قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَا تُغْنِي الْاٰيَاتُ وَالنُّذُرُ عَنْ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٠١﴾

Kuli-nzurû mâżâ fî-ssemâvâti vel-ard(i)(c) vemâ tuġnî-l-âyâtu ve-nnużuru ‘an kavmin lâ yu/minûn(e)

101- “De ki: “Göklerde ve yerde neler var bir bakın!” Fakat bunca ayetlerin ve uyarmaların inanmayanlar topluluğuna faydası ne?”

Ey Muhammed kavminin müşriklerine de ki: “Göklerde Allah'ın birliğini gösteren, Güneş, ay, gece, gündüz ve bulutlardan yağmur yağması gibi nice şeyler ve olaylar var. yeryüzünde de yine onun birliğini ve kudretini gösteren Dağlar, Irmaklar yarılıp bitkiler çıkaran topraklar gibi nice deliller var. Eğer aklınızı kullanacak olursanız bunlar da sizin için büyük ibretler vardır. Fakat bu çeşitli deliller Allah'ın cezalandıracağını söyleyerek uyaran peygamberlere iman etmemekte direnen bir topluluğa ne fayda verecektir ki. Bu gibiKimselerin, kalpleri kör olmuş, kulakları sağır olmuştur. artık onlar Hakkı göremezler, doğru işitemezler. bu gibi kimselerin durumu böyle olduğuna göre geriye azabı beklemekten başka ne kalır?

 

فَهَلْ يَنْتَظِرُونَ اِلَّا مِثْلَ اَيَّامِ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْۜ قُلْ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ ﴿١٠٢﴾

Fehel yentezirûne illâ miśle eyyâmi-lleżîne ḣalev min kablihim(c) kul fentezirû innî me’akum mine-lmuntezirîn(e)

102- “Kendilerinden önce geçenlerin karşılaştıkları günlerin benzerinden başka bir şey mi bekliyorlar? “ bekleyin” de. “Ben de sizinle beraber beklemekteyim.”

Kendilerinden önce geçen ümmetlerin Nuh, Hud ve Semud Kavmi gibi bizzat azabı görmekten başka neyi bekliyorlar ey Muhammed o müşriklere de ki: “Allah'ın cezalandırmasını bekleyin ben de sizi nasıl cezalandıracağınızı beklemekteyim.”


ثُمَّ نُنَجّ۪ي رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كَذٰلِكَۚ حَقًّا عَلَيْنَا نُنْجِ الْمُؤْمِن۪ينَ۟ ﴿١٠٣﴾

Śumme nuneccî rusulenâ velleżîne âmenû(c) keżâlike hakkan ‘aleynâ nuncî-lmu/minîn(e)

103- “Nihayet biz resullerimizi ve iman edenleri esenliğe kavuştururuz müminleri kurtarmak, üstümüzde bir haktır.”

Resullere iman etmeyip onları yalanlayan kimseleri de helak ederiz. onun yalanlayan kimselere azap gelip çattığında Resulü ve onunla birlikte iman edenleri kurtarır esenliğe kavuşturmayı İhsan Yüce Allah, Yüce zatına vacip kılmıştır iman edenleri kurtarmamız  bizim için şüphe götürmeyen bir gerçektir. göklere ve yere bakmanın kişiyi iman açısından bir noktaya ulaştıracağı beyan edilmektedir. tarihe, Günlerin değişip durmasına, resullerin hayatına, iman ehlinin hayatına, İman ve Küfür ehlini akıbetlerine bakan ve bunları tehdit eden kimseler Bütün bunlar da kendisini imana itecek birçok sebepler bulacaktır. ancak kalbi körleşmiş kimseler müstesnadır. o takdirde bu gibi kimseler, kalp karanlık bir geleceğe hazırlansınlar.

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ د۪ين۪ي فَلَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ اَعْبُدُ اللّٰهَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْۚ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ ﴿١٠٤﴾

Kul yâ eyyuhâ-nnâsu in kuntum fî şekkin min dînî felâ a’budu-lleżîne ta’budûne min dûni(A)llâhi velâkin a’budu(A)llâhe-lleżî yeteveffâkum(s) veumirtu en ekûne mine-lmu/minîn(e)

104- “De ki: “Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz, bilin ki ben Allah'tan başka taptıklarınıza ibadet etmem. Ancak, sizi öldürecek olan Allah'a kulluk ederim. Ben müminlerden olmakla emrolundum.”

Ey Muhammed, o müşriklere de ki: “Eğer sizler sizi davet ettiğim dinimden şüphe ediyorsanız şunu iyi bilin ki ben, sizlerin, Allah'ı bırakıpta taptıklarınız put ve tanrılara asla tapmam. Fakat ben, ömrünüz bittiğinde sizi öldüren Allah'a kulluk ederim. Rabbim bana, kendi katından gelenleri tasdik eden müminlerden olmamı emretti. 

 وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۚ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ﴿١٠٥﴾

Veen akim vecheke liddîni hanîfen velâ tekûnenne mine-lmuşrikîn(e)

105- “Ve bana: “Yüzünü dine hanif olarak döndür, sakın müşriklerden olma” diye emrolundum.”

Başka dinlerden yüzünü çevirerek ona doğru dinini yönetmek, Allah'ın emrettiği şeyleri yapmak, dosdoğru olup gitmek, sağa sola iltifat etmemek, ibadeti yalnızca Allah'a tahsis ederek sadece ona İhlas ibadet etmek haniflikle bütünüyle şirkten uzaklaşıp ayrılan olmakla, yaşayışıyla asla müşriklerden olmamak emri rasulullah'a verilmiş olmaktadır.


 وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَۚ فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذًا مِنَ الظَّالِم۪ينَ ﴿١٠٦﴾ 

Velâ ted’u min dûni(A)llâhi mâ lâ yenfe’uke velâ yadurruk(e)(s) fe-in fe’alte fe-inneke iżen mine-zzâlimîn(e)

106- “Allah'ı bırakıp da sana fayda da zarar da getirmeyecek olan nesnelere tapma! Eğer öyle yapacak olursan şüphesiz zalimlerden olursun.”

Allah'ı bırakıp da ibadet ettiğin takdirde sana fayda etmediği takdirde zarar da getiremeyecek olan nesnelere tapma kendisine dua edip yalvardığın zaman faydası dokunmayana, ona yöneldiğin zaman da sana zararı olmayan şeylere ibadet etme! böyle yapacak olursan yani Allah'tan başka sana faydası olmayan zararı dokunmayan şeylere tapar ve dua edersen Şüphesiz zalimlerden olursun Allah'a iman, ihlas, Tevhid, ibadet Yalnızca ona dua etmek emirlerini verdikten sonra burada fayda verenin sadece Allah olduğu gerçeği vurgulanmaktadır o bakımdan hiç bir kimse başkasından korkmak veya Ummak suretiyle Allah'a ibadet etmekten uzak durmamalıdır.

وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ يُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿١٠٧﴾

Ve-in yemseska(A)llâhu bidurrin felâ kâşife lehu illâ hu(ve)(s) ve-in yuridke biḣayrin felâ râdde lifadlih(i)(c) yusîbu bihi men yeşâu min ‘ibâdih(i)(c) vehuve-lġafûru-rrahîm(u) 

107- “Allah sana bir sıkıntı dokundurursa onu yine ondan başka giderecek yoktur. Sana bir iyilik dilediği takdirde onun lütfunu engelleyecek de yoktur. O bunu kullarından dilediğine eriştirir. O Gafur’dur, Rahim’dir.”

Allah sana fakirlik hastalık Darlık Veya buna benzer bir sıkıntı dokundurursa veya isabet ettirirse onu yine Ondan başkası giderecek değildir Sana afiyet ve zenginlik veya Yeryüzünde halife kılmak gibi bir iyilik dilediği takdirde de onun lütfuna engelleyecek olan kimse de yoktur o bunu Yani bu hayrı kullarından dilediğine verir o Bela ve sıkıntılarda günahları örten gafurdur ihsanları ile afiyete esenliğe eriştiren rahimdir.

Bu ayeti kerime Hayrın da şerrin de faydanın da zararında Allah katından olduğunu bu hususta ona hiçbir şeyin ortak olmadığını, Bu sebeple ibadet edilmeye de sadece onun layık olduğunu beyan etmektedir.

Bu hususta Abdullah b. Abbas (Ra) şu hadisi şerifi rivayet etmektedir: Abdullah b. Abbas diyor ki: “Bir gün Resulullah'ın terkisine binmiştim. Rasulullah (Sav) bana şöyle dedi: “Ey genç sana bazı şeyler öğreteceğim. Sen Allah'ın emrini gözet ki Allah da seni korusun. Allah'ın emrini gözet ki onu yanında bulasın. Bir şey istediğinde Allah'tan iste. Bir yardım dilediğinde Allah'tan dile. Ve şunu iyi bil ki bütün ümmet bir araya gelip sana herhangi bir fayda sağlamaya çalışsa Allah’ın, senin için takdir ettiğinin dışında sana hiçbir fayda sağlayamazlar. Yine bütün ümmet sana herhangi bir zarar vermek için bir araya gelecek olsalar, Allah'ın, senin için takdir ettiği dışında sana herhangi bir zarar veremezler. Artık kalem kırılmıştır, sahifeler durulmuştur.” 


 قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ ﴿١٠٨﴾ 

Kul yâ eyyuhâ-nnâsu kad câekumu-lhakku min rabbikum(s) femeni-htedâ fe-innemâ yehtedî linefsih(i)(s) vemen dalle fe-innemâ yadillu ‘aleyhâ(s) vemâ enâ ‘aleykum bivekîl(in) ((s)Devam edilmelidir, gerektiğinde durulabilir.)


108- “De ki: “Ey insanlar! Size rabbinizden hak gelmiştir. Artık kim hidayeti kabul ederse o ancak kendi faydası için hidayete ermiş, kimde saparsa kendi zararına sapmış olur. Ve ben sizin başınıza bir bekçi değilim.”

Ey Muhammed de ki: “Ey insanlar, size, hak olan Kur'an geldi. onda Hidayet ve açıklamalar vardır. Kim hak yolu tutar, dosdoğru giderse, ancak kendi lehine hareket etmiş olur. Kim de Allah katından gelen hak dinden ve kitaptan sapacak olursa, kendisine Zarar vermiş olur. Ben, sizi düzeltmek için üzerinize gönderilmiş bir zorba değilim. Ben ancak tebliğ eden bir Peygamberim. Dalalet ve sapıklığı tercih eden de sadece kendisine zarar vermiş olur. Özgürlük naraları altında kafasına göre yaşayan, modayı ve yaşam tarzını farklı bir şekilde islam'dan uzak kılarak hayatlarını devam ettirenler yanlış bir tercih yapmışlardır. İşiniz bana havale edilmiş ve o bakımdan sizi hidayete yöneltmeye mecbur etmek üzere görevlendirilmiş bir yapım yoktur. Yani dinde zorlama yoktur. Bu ayeti kerime Kur'an-ı Kerim'in hak olduğunu hidayetin ona uymakla söz konusu olabileceğini vurguladıktan sonra Allah'ın Resulüne ve ona uyan müminlere Kur'an'a uymalarını ve bu konuda sabır ve sebat göstermelerini emretmektedir.

وَاتَّبِعْ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ ﴿١٠٩﴾

Vettebi’ mâ yûhâ ileyke vasbir hattâ yahkuma(A)llâh(u)(c) vehuve ḣayru-lhâkimîn(e)

109- “Sana vahyedilene uy! Allah hükmünü verinceye kadar sabret! O hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”

Rabb'inden sana gelen vahye Allah'ın emri üzerine indirdiklerine tabi ol uy! Onları izle! Seni muzaffer ve galip getirecek olan O’dur. Yani Allah seninle onlar arasında ayırıcı bir hükmün verinceye kadar sabret. Onların yalanlamalarına, eziyetlerine katlan! Allah'ın emrini yerine getirmeye sana aykırı hareket edenlere sen de Allah için muhalefet etmeye devam et! 

O hüküm verenlerin en hayırlısıdır adalet ve hikmetiyle ayırıcı hükmü verenlerin en hayırlısı odur çünkü bütün gizlediklerinden haberdardır onun Delil ve şahitlere ihtiyacı yoktur. Allah'ın resulü de kendisine verilen bu emri Aynen yerine getirmiş; Allah da ona verdiği sözü tutmuştur.  

İbni Zeyd demiştir ki: “Bu ayeti kerime, müşriklere karşı Cihad etmeyi ve onlara sert davranmayı emreden, Enfal suresinin 73 ayeti ve Tevbe suresinin 123 ayeti gibi ayetlerle neshedilmiştir. Zira Allahu Teala artık müşriklere karşı Cihad etme hükmünü vermiş Resulullah'ın sabretmesi meselesini sonra erdirmiştir.


(m) 

Muhakkak durulmalıdır.

(لا)

Durulmadan geçilmesi gerekir

(s)

Devam edilmelidir, gerektiğinde durulabilir.

(k)

Durulmalıdır, gerektiğinde devam edilebilir.

(c)

Durmak da devam etmek de aynıdır.


Peşpeşe iki tane birden gelir. Birinde durulduğunda diğerinde durulmamalıdır.


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar