Kadiri Yolu

Ölümün Sevimsizliği Ve Zorluğu

Ölümün sevimsizliği, zorluğu ve insana yaşattığı korkunç sıkıntıları bilmeye dair neler söylenmiştir. Birlikte Er Riyaye Li Hukukillah adlı kitapta alıntılanan bu satırları okumak bize birçok hasleti kazandırabilir. Kimileri ölümü bin kılıç darbesinin vereceği acı olarak, bazıları insanı testere ile parçalayarak kesmesinin vereceği bir acıyla ifade etmiştir.

Cabir bin Abdullah'ın Peygamber (s.a.v.)'den rivayet ettiği hadis bunu açıklamaktadır. İsrailoğullarından bir grup, bir mezarlıktan geçerken birbirlerine "Ne halde olduğunu sormamız için Allah'tan mezarda yatan ölülerden birini diriltmesini isteyelim mi?" diye teklifte bulunurlar. Söyledikleri gibi Allah Azze ve Celle'ye dua edince mezarların arasından alnında secde izi olan melez bir adam çıkagelir ve şöyle der: "Sizler benden ne istiyorsunuz? Elli yıl önce ölümü tatmışım ama hala kalbimdeki acısı dinmiş değildir."

Mekhul, Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet eder: "Ölünün saçının bir telinin acısı, gök ve yer ehlinin üzerine indirilirse hepsi ölür." Çünkü her bir saç telinde ölüm vardır ve ölüm neye düşerse onu öldürür.

Rivayet edilir ki ölüm acısından bir damla dünyanın dağlarına damlatılırsa hepsi erir.

Allah Teala'nın İbrahim (a.s.) öldüğünde ona şöyle dediği rivayet edilir: "Ey Halilim! Öl. Ey Halilim! Öl. Ey halilim! Öl." Sonra şöyle dedi: "Ey Halilim, ölümü nasıl buldun?" İbrahim (a.s.), "Ey Rabbim! Ölüm, demir çubuğun ıslak yünün içine sokulup çekilmesi gibidir." deyince Allah "Onu sana kolaylaştırdık." buyurdu.

Musa (a.s.)'dan şöyle rivayet edilir: Ruhu Allah Teala'ya yükseldiğinde Rabbi ona şöyle dedi: "Ey Musa ölümü nasıl buldun?" Şöyle cevap verdi: "Kendimi kızartılan bir kuş gibi hissettim. Ne ölüp de rahatlar ne de kaçıp kurtulur."

Yine Musa (a.s.) başka bir rivayette şöyle der: "Kendimi kasabın elinde ölmeden derisi yüzülen bir koyun gibi hissettim."

Peygamber (s.a.v.)'in vefatı anında yanında bir bardak su vardı. Elini bardağa daldırıp yüzüne sürerek “Allah'ım ölüm anını bana kolaylaştır." diye dua ederdi. Fatima (r.a.), "Ey babam, çektiğin ıstıraptan vay hâlime!" diye ağlayınca o da "Bugünden sonra baban ıstırap görmeyecektir." cevabını verdi.

İsa (a.s.) şöyle dedi: "Ey Havariler topluluğu! Ölüm sekeratını kolaylaştırması için Allah'a dua edin. Ölümden öyle bir korku duymaktayım ki, korkum beni ölüm üzerinde durup düşünmemi sağlıyor."

Allah dostları ve sevgili kulları, kolaylaştırmasına rağmen ölüm sekeratından kurtulamadılar. Onların hâli böyle ise iyiliği ve kötülüğü birbirine karıştıranların, ölüm anında çekecekleri ıstıraplar ve acılar nasıl olabilir ki? Mutlaka had safhaya ulaşacaktır. O an ölüm meleğinin yüzü karşılarında beliriverir.

Miraç hadisinde Peygamber (s.a.v.) ölüm meleğine ölüm hakkında sorduğunda şöyle dedi: "Meleklerden yardımcılarıma ruhu gırtlağa kadar çekmelerini emrederim. Ruhu gırtlağına kadar getirdikten sonra oradan almaya başlarım. O an ölüm meleğinin yüzüne bakmak ne kadar zor. Eğer ölen bedbaht ve Allah'a düşmanlık edenlerdense yüzünün ne kadar çirkin ve korkunç olacağını sorma. O an nefs, içine düştüğü musibetin ve felaketin ne kadar vahim olduğunu anlar." 

Haris b. Esed el-Muhasibi'nin, vefat ederken etrafındakilere şunları söylediği nakledilmektedir: "Eğer durum iyi olursa, size gülümserim. Eğer başka bir şey görürsem bunu yüzümden okuyabilirsiniz." Nitekim az sonra gülümsedi ve arkasından vefat etti.

İkrime (r.a.), İbnu Abbas (r.a.)'in şöyle dediğini rivayet eder: İbrahim (a.s.) kıskanç bir adamdı. İbadet ettiği bir odası vardı. Odadan dışarı çıktığında kapıyı kilitlerdi. Bir gün kapıyı kilitleyip çıktı, döndüğünde evin içinde bir adam gördü. Aralarında şu konuşma geçti:

Hz. İbrahim: "Seni kim içeri aldı?"

Adam: "Evin sahibi."

Hz. İbrahim: "Evin sahibi benim."

Adam: "Benden ve senden daha çok malik olan zat beni içeri aldı."

Hz. İbrahim: "Sen meleklerden hangisisin?"

Adam: "Ben ölüm meleğiyim."

Hz. İbrahim: "Ey ölüm meleği, müminlerin ruhunu alırken ki suretini bana gösterir misin?"

Adam: "Elbette! Yüzünü çevir."

Hz. İbrahim ondan yüzünü çevirip tekrar baktığında gencecik bir insan suretinde gördü. Şeklinin, kıyafetlerinin ve kokusunun güzelliğini anlattı.

Hz. İbrahim: "Ey! Ölüm meleği, bir mümin ölüm anında bu güzel suretini görmesi onun için yeterlidir. Ey! Ölüm meleği, facirin ruhunu alırken ki suretini bana gösterir misin?"

Melek: "Buna dayanamazsın."

Hz. İbrahim: "Dayanırım."

Melek: "Öyleyse yüzünü çevir."

Yüzünü çevirip baktığında siyah, saçları koyu renkli, pis kokulu, siyah elbiseli, ağzından ve burnundan ateş ve duman çıkan bir suret gördü. İbrahim (a.s.) bayıldı. Kendine geldiğinde ölüm meleği öteki suretine geçmişti. Onu o hâlde görünce şöyle dedi: "Ey! Ölüm meleği, facirin ölüm anında bu çirkin suretini görmesi onun için yeterlidir."

Ebu Hureyre (r.a.), Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet eder: Davud (a.s.) kıskanç bir adamdı. Evinden çıktığında kapıları kilitlerdi. Bir gün yine kapıları kilitleyip çıktı. Hanımı evde yabancı bir adamla karşılaşınca "Bu adamı kim içeri aldı? Eğer Davud gelirse ondan çekeceği vardır." dedi. Davud (a.s.) eve geldiğinde onu görünce: "sen kimsin?" dedi. Adam: "Ben krallardan korkmayan, korumaların engelleyemediği biriyim." Dedi ki: "Öyleyse sen, ölüm meleğisin." Ebu Hureyre (r.a.): "Bunu dedikten sonra gözden kayboldu." (Hadisi Ahmed ve Ibn Ebi'd-Dünya, K. Mevt'te ve Ahmed "ceyyid" isnadıyla tahriç etmişlerdir.)

İsa (a.s.)'in şöyle rivayet edilir: Bir kafatasının yanından geçerken ayağı ile ona dokunarak "Allah'ın izniyle konuş." dedi. Kafatası dile gelip şöyle dedi: "Ey Allah'ın ruhu! Falan zamanın kralıydım. Başımda tacım, etrafımda askerlerim ve hizmetçilerimle krallık tahtında otururken ölüm meleği (a.s.) karşıma çıktı. Organlarımın her biri diğerinden ayrıldı. Ruhum çıkarak meleğin eline geldi. Keşke o büyük topluluklar bir araya geleceğine paramparça olsaydı. Keşke o birliktelik yerine tek başıma kalmış olsaydım."

Ölüm meleğinin yüzü, ölüme teslim olan birinin karşısına çıktığında nasıl bir hâlde olacağını düşünebilirsin ki? Şaşkın bakışlar, hüzünlü kalpler, soğuk bir beden içinde mutlaka o can sonunda oradan çıkmaya teslim olacaktır. Ayrıca ölüm meleğinin sesi iki müjdenin birini duymadan çıkmayacaktır: "Ey Allah'ın düşmanı! Seni cehennemle müjdeliyorum." Ya da "Ey Allah'ın dostu! Seni cennetle müjdeliyorum.” İşte akıl sahibi insanların ve âlimlerin korktukları an, bu andır.

Peygamber (s.a.v.)'den şöyle dediği rivayet olunur: "Sizden biriniz gideceği yeri bilinceye ve cennette ve cehennemdeki mekânının cennet mi yoksa cehennem mi olduğunu bilinceye kadar ruhu bedeninden ayrılmaz." (Hadisi, Müslim, Buhari, ve İbn Ebi'd-Dünya, Mevkuf olarak Ali diye adlandırılmayan bir kişinin rivayetiyle tahriç etmişlerdir. Ayrıca İhya, VI 49'dada hadis tahriç edilmiştir.)

Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: “Kim Allah ile buluşmayı severse Allah da onunla buluşmayı sever. Kim de Allah ile buluşmayı sevmezse Allah da onunla buluşmayı sevmez." Dediler ki: "Hepimiz ölümden nefret ederiz." Dedi ki: "Maksat o değildir. Mümine gideceği yer açıklanınca Allah Teâlâ ile kavuşmayı sever ve Allah onunla kavuşmayı sever. Kâfir ise gideceği yer açıklandığında Allah Teâlâ ile kavuşmaktan nefret eder, Allah Teâlâ da onunla kavuşmaktan nefret eder." (Hadisi tahriç edenler: Müslim, Sahih, K. Zikr 14: 18; Tirmizi, Sünen bab 67 K, Cenaiz bab 6, K. Zühd; Nesai, Sünen, K. Cenaiz'in 10. babı; Darimi, Müsned, bab 34 K, Rikak; Malik, Muvatta, Hadis 51 K. Cenaiz; İmam Ahmed, Müsned, 12/323, 346, 413, 420, 451, III/107, IV/259, 260, V/316, 321, VI/44, 55, 207, 218, 236, İbn Mubarek, Zühd 94, 345.)

Huzeyfe bin Yeman (r.a.), İbnu Mesut el-Ensari'ye "Gecenin hangi saatinde olduğumuza bakar mısın?" dedi. İbnu Mesut bakıp geri döndü ve şöyle dedi: "Zühre çıktı." Bunun üzerine Huzeyfe "Sonu cehennem olan sabahtan Allah'a sığınırım.” dedi.

Mervan, ölüm anında Ebu Hureyre (r.a.)'ın yanına girdi. Ve ona "Allah'ım onun hâlini hafiflet." diye dua etti. Ebu Hureyre (r.a.) "Allah'ım güç ver." diye dua ederek ağladı ve şöyle dedi: "Yemin ederim, dünya veya sizden ayrılacağım için ağlamıyorum. Ancak Allah'tan iki müjdenin birini cenneti veya cehennemi beklemekteyim." 

Muaz, ölüm anında gece vaktinde "Sabahladık mı?" diye sordu. Ona "Hayır." dediler. Sonra bir daha sordu yine "Hayır." dediler. Sonunda ona "Evet, sabahladık." dediklerinde "Sonu cehennem olan sabahtan Allah'a sığınırım." dedi.

Amir bin Abulkays'a ölüm anında neden ağladığı soruldu. Şöyle dedi: "Ölüm korkusundan ya da dünyaya bağlılığımdan ağlamıyorum. Ancak yükselmek ile alçalmak arasında kalmış bir durumdayım; cennete mi yoksa cehenneme mi gideceğimi bilemiyorum."

Cabir bin Zeyd (r.a.)'a ölüm anında "Bir şey istiyor musun?" diye sorulduğunda şöyle dedi: "el-Hasen'i görmek istiyorum." El-Hasen yanına girdiğinde ona "İşte el-Hasen." dediler. Ona bakıp şöyle dedi: "Bu saatte cennete veya cehenneme gitmek üzere sizden ayrılıyorum."

Muhammed Ibnu Vasi ölüm anında yanındakilere "Ey kardeşlerim! Allah'ın selamı üzerinize olsun. Allah Azze ve Celle affetmezse cehenneme gidiyorum." dedi.

Bazıları ruhlarının çekilip bir daha hiç dönmemesini, ne sevap ne de ceza için yeniden dirilmemesini temenni etmiştir.

Bunlardan biri Ata es-Silmi, vefat anında bayıldı. Ayıldığında etrafındakiler dua ediyordu. Onlara "Neyiniz var?" diye sordu. "Allah Teâlâ'ya sekeratı hafif kılsın, diye dua ediyoruz." dediler. Onlara "Bu duayı etmeyin. İsterdim ki can çekişmem boğazıma kadar ulaşsın da ondan sonra kıyamete hiç kalkmayım." dedi.

O iki müjdeden biri, ölüm ıstırabını çeken ve üzüntülü bir bekleyiş içinde olan şahsın kulağına geldiğinde kim bilir ne hale gelecektir. Eğer ona "Ey Allah'ın düşmanı! Ateşle seni müjdeliyoruz." denilirse o an Allah'ın merhametinden ümitsiz kalacağı kesindir. O zayıf hâliyle Allah'ın azabından kurtuluşu olmadığını kesin bir şekilde bilir. O an pişmanlıktan içi parçalanarak dönüşü ister. Ve şöyle der: "Nihayet onlardan birine ölüm gelince 'Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki terk ettiğim dünya da salih bir amel" yapayım. (Mü'minun, 99n.)

Ancak nerede! Fırsatı kaçırdı. Allah'tan da ümidi kesildi. Rabbinden hiç beklemediği bir durumla karşılaştı. Fırsatı kaçırdıktan sonra pişmanlığı ve tövbesi geri çevrildi. Kusurlarımı kapatmak, suçlarımı telafi etmek ve Rabbini razı etmek için dünyaya dönüş yolu kapandı. Bunlar olduktan sonraki halini hiç sorma.

Eğer Allah'ın razı olduğunu ve sonunun cennet olacağını duyarsa o zaman kalbinin mutluluğu ve sevincini hiç sorma. Rabbine beslediği hüsnü zannı ve ümidi yerine gelecek; Allah Azze ve Celle, uzun korku ve endişe sonrasında bedenini azaptan emin kılacaktır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: Korkmayın, üzülmeyin, size (dünya da iken) vadedilmekte olan cennetle sevinin!" (Fusilet, 30.)

Ayeti kerimede bu müjde; ölüm anında meleklerin "Önündeki korkunç süreçten korkma, arkanda bıraktığın dünya için üzülme, Allah'ın sana vadettiği cennetle sevin." demesi şeklinde tefsir edilir. Rabbinin meleklerinden bu müjdeli haberi duyduğunda sevinçten kalbinin ne hâle geleceğini sorma. O gün uzun süre uğruna çalıştığı rahatlık günüdür. Bazı abidlere "Neden bu kadar çalışıyorsun?" diye sorulduğunda "Ölüm gününde rahatlamak için." derlerdi.

El-Hasen'in şöyle dediği rivayet edilir: "Bir mümin için Allah Azze ve Celle ile buluşmak dışında rahatlık yoktur. Her kimin rahatlığı Allah Azze ve Celle ile buluşmakla gerçekleşirse işte kazanan odur. İşte onun sevinç ve mutluluğu, emniyeti izzeti ve şerefi ölüm günündedir."   

Peygamber (s.a.v.)'den rivayet edilen hadiste Allah Azze ve Celle bir kuldan razı olduğunda şöyle buyurur: "Ey ölüm meleği! Git, falan kulumun ruhunu getir. Dünyanın zorluklarından onu rahatlatayım. Yaptığı ameller yeterlidir. Onu sınadım ve sevdiğim yerde buldum." Bunun üzerine ölüm meleği beş yüz melekle birlikte yanlarında reyhan dalları ve zaferan kökleri ile iner. Meleklerin her biri onu farklı bir müjde ile müjdeler. Ruhu çıkarken melekler reyhanlarla birlikte karşılıklı dizilir. iblis, bu durumu görünce elini başına koyup bağırır. Askerleri ona "Efendimiz! Neyin var?" diye sorarlar. Şöyle cevap verir: "Olanları görmüyor musunuz? Bu şahıs bu mertebeye nail olurken sizler neredeydiniz?" Derler ki: "Saptırmak için çok çabaladık ama o korunuyordu."

Enes bin Malik ve Temim ed-Dari'nin Peygamber (s.a.v.)'den rivayet ettiği kutsi hadiste Allah Tebareke ve Teâlâ ölüm meleğine şöyle der: "Falan kuluma git ve onu bana getir ki onu rahatlatayım. Ben onu rahatlıkla ve zorlukla sınadım ve onu sevdiğim yerde buldum. "(Hadis, Babu İstirahati'l-Mukimin bil-Mevt, Nesai, Sümen, K. Cenaiz.)

İbnu Mesud, Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber, kapının iki direğini elleriyle tutup şöyle dedi: "Ölüm bütün zorluğu ile gelmiştir. Allah Azze ve Celle'nin düşmanlarına şiddet ve pişmanlık getirmiştir. Allah Azze ve Celle'nin dostlarına mutluluk ve sevinç getirmiştir."(Hadisi tahriç edenler; Tirmizi, Sünen, bab, 23 K. Kıyame; Ahmed b. Hanbel V/136; Yine bkz. Sünen'i Ebu Davud, bab 8, K. Et'ime, Sünen-i İbn Mace, bab 56, K. Et'ime.)

Geçmişte ölenlerden ibret almak meselesine gelince bu, ölümün kalpte tam anlamıyla hatırlanmasını sağlamaktadır. Kalbi dünya dan beklentisini azaltmaya ve ümidini kısa tutmaya teşvik eder. Zira Allah Teâlâ geçmiş nesillerle ilgili şöyle buyurur: "Biz onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Onlardan hiçbirini hissediyor yahut onların bir fısıltısını olsun işitiyor musun?" (Meryem, 98.)

İbnu Abbas (r.a.) "Hiç onlara ait bir ses duyuyor musun?" ayetini, "ölümün onları susturduğunu, artık seslerinin duyulmayacağı" şeklinde tefsir eder.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Yurtlarında dolaşıp durdukları kendilerinden önceki nice nesilleri helak etmiş olmamız, onları doğru yola iletmedi mi? Şüphesiz bunda akıl sahipleri için ibretler vardır,"(Taha, 128.)

Ebu Bekir (r.a.)'ın hutbesinde "O nurlu güzel yüzlü insanlar neredeler? Vallahi onlar toprağın altına girdiler." dediği rivayet edilir.

Yine ondan şöyle dediği rivayet edilir: "Şehirler inşa edip onları surlarla koruyanlar neredeler? Zaman onları öyle bir yıkıma uğrattı ki kaya ve toprakların altında kaldılar."

Ebu Derda (r.a.) tan rivayet edildiğine göre şöyle der: "Şehirler inşa edenler neredeler?" Bu sözün benzeri başkalarından da rivayet edilir.

Bu rivayetleri sunmaktaki amacım, kulun ölümle tefekkür ederek dünya dan ümidini ve beklentisini kısa tutmayı öğrenmesini sağlamaktır. Böylece ölümün ansızın, haber vermeksizin belirli sebeplerden ve zamanlardan emin olmaya fırsat bırakmadan geleceğini düşünebilsin. Belirli ömür, belirli sebep ve belirli zamanla sınırlı olmadığını fark edebilsin. Sonra ölümün sıkıntılarını, sekeratını ve can çekişmeyi tefekkür etsin. Allah'ın peygamberleri ve sevdiği dostlarının ölümden çektiklerini hatırlasın.

Ölüm meleğinin ve yanındaki Rabbinin elçilerinin gelişini ve ölüm anında onlardan iki müjdeden birisini duymayı göz önünde bulundursun. Önceden ölenlerin ve helak olanların hatırasından ibret alsın.

Kişinin kendiyle benzerlik taşıyan arkadaşlarından, örneklerden ve vakıalardan ibret alması  daha hızlı olacaktır. Onların ölümlerini, toprağın altına gömülmelerini, ölmeden önceki yaşamlarını, makamlarını, toprağın güzelim suretlerini nasıl silip yok ettiğini ve kabirlerinde nelere maruz kaldıklarını, kadınlarının dul, çocuklarının yetim kaldığını, meclislerdeki ve mescitteki yerlerinin boşaldığını, izlerinin nasıl birer birer kaybolup yok olduğunu hatırlamakla hasıl olan ibret; kalbine giden yolu daha hızlı buldurur. Suretlerini tahayyül eder; davranışlarını, gidip gelişlerini, kazançlarını, neleri infak ettiklerini, hayata dair beklentilerini, hayatta kalma ümitlerini birer birer hatırlar. Ölümden gaflet içinde olduklarını ya da ölümden bahsettikleri anları, birbirleri ile buluşmalarını, sevinçlerini, gülüşlerini hatırlar. Nasıl oldu da o dişlerin tamamı döküldü, o eklemlerin tamamı birbirinden ayrıldı, bedenlerinde hiçbir güç kalmadı?

Bütün bunları birer birer aklından geçirmelidir. Ölümün beraberinde birçok sıkıntı ile ani gelişini, ruhunu almakla görevli meleklerin suretlerine bakarak iki müjdeden birini alacağı anın ne kadar tehlikeli olduğunu, kalbinin tedirgin bir şekilde bekleyişini, ölen arkadaşlarının hâllerini, nasıl öldüklerini, onu bırakıp yok olup gittiklerini ve kendi sonunun da mutlaka onlar gibi olacağını zihninde bir araya getirerek düşünürse kişi için ibret hâsıl olacaktır.

Çünkü o diğerlerinden farksız olduğunu bilir ve onların başına gelenlerin kendi başına da geleceğinden haberdardır. Tıpkı Ebu Derda'nın şu sözünde olduğu gibi: "Ölüler anıldığında kendini onlardan biri gibi düşün."

Peygamber (s.a.v) Abdullah bin Ömer (r.a.)'a şöyle dedi: "Dünya da bir garip veya yolcu gibi yaşa. Kendini ölülerden say: " (Hadisi tahriç edenler: Buhari, Sahih, 3. Bab, K. Rikak, Tirmizi, Sünen, bab 23, K. Zühd; Ibn Mace, Sunen 3. Bab, K. Zühd; Ahmed b. Hanbel, Müsned 11/24, 41, 132, Ibn Mubarek, Zühd 5.)

İnsan bu şekilde tefekkür ettiği takdirde Allah'ın izniyle dünya da beklentisini kısa tutar ve eceli için teyakkuzda kalıp; Allah Azze ve Celle'nin huzuruna çıkmak için tövbe ile hazırlık yapar. Kendisine mühlet vererek kardeşlerinden ibret almasına fırsat sağladığı için O'na çokça şükürde bulunur. Ayrıca kendisi diğerlerinden önce ölüp de ibret alması engellenmediği için Allah'ın bahşettiği büyük nimetinin şuuruna varır. Şükreder ve Allah Teâlâ'nın bu nimeti ile ona mutluluğu takdir ettiğini düşünür ve bu nimetinden dolayı Allah'a karşı hüsnü zanda bulunur. 

Zira İbnu Mesut (r.a.) tan rivayet edildiğine göre şöyle der: "Mutlu kimse başkasından ibret alandır." Ömer bin Abdülaziz'in hutbesinde şöyle dediği rivayet edilir: "Ölülerin miraslarında yaşadığınızı ve yaşamınızı başkalarına miras olarak biraktığınızı görmüyor musunuz? Sizler mirasçıların en hayırlısına ulaşana kadar böyle devam edeceksiniz. Allah'ın yolcularını her günün gündüzünde ve gecesinde hazırlayıp uğurlayacaksınız. Onları kendi ellerinizle yerdeki yarıklara bırakacaksınız. Onlarsa toprağı yatak edinmiş, sevgililerini arkalarında bırakmış, dünya ile bütün bağları kopmuş, sadece hesap sorulmaya yönelmişlerdir. Arkalarında bıraktıklarının hiçbirine ihtiyaçları yoktur. Fakat önden gönderdikleri her şeye şiddetli ihtiyaç içindedirler." O, bu sözleri ile halkını tefekküre ve ölümü hatırlamaya yönlendiriyordu.

Eğer kul, bu anlattığımız şekilde tefekkür ederse dünya da beklentisini kısa keser ve Rabbiyle olan buluşmaya tövbe ile hazırlanır. Allah'ın sevmediği şeylere bir daha dönmemek için azim sahibi olur. 

Dedim: Bana ölümü hatırlamayı, dünyadaki beklentileri kısa tutmayı, ecelin ansızın gelmesini ve ölülerden ibret almayı anlattın. Bunların bir kısmını önceden düşündüğüm oluyordu ama kalbimde sonuç vermiyordu. Sonuç verse de uzun sürmüyor, kısa bir süre geçmeden etkisi tükeniyordu.

Dedi ki: Böyle olmasının sebebi senin bilgi olarak bunları zihninden geçirdiğin sırada kalbinin başka bir şeyle meşgul olmasıdır. Eğer onu kalbine dokunacak bir şekilde hatırlarsan mutlaka sonuca ulaşır; ecelin ani gelişinden korkup dünyadaki beklentini kısa tutardın.

Dedim: Ölümü kalbime dokunacak şekilde nasıl tefekkür edebilirim?

Dedi ki: Ölümü tefekkür ettiğinde kalbini onun dışındaki her şeyden boşaltacaksın. Bunu başardığında kalbinde ondan başka bir şey olmayacağı için ölümü düşünmek kalbine dokunacaktır. Uzun sürmeden etkisi bedenine yansır. Tıpkı Allah Azze ve Celle'nin Musa (a.s.)'in annesi hakkında kalbi Musa (a.s.)'ın dışındaki her şeyden boşalınca "Musa'nın anasının kalbi Yani kalbi Musa (a.s.)'dan başka hiçbir şey düşünmediğinde "Neredeyse bunu açıklayacaktı," Yani "Oğlum" diye yüksek seste haykıracaktı. (Kasas, 10.)

Allah Teala ayette Musa (a.s.)'in annesinin kalbi oğlunun üzüntüsü dışında her şeyden boşaldığında az daha oğlunun sırrını dışa yansıtacağımı bildirmektedir. Şayet orada sırrını açığa çıkarsaydı kazındığı şey olan oğlunun ölümüne sebep olabilirdi. Hat böyle iken nasıl olur da kalbi ölümü tefekkür etmenin dışında her şeyden boş olan kişinin bu durumu dışına ve ameline yansımaz. Üstelik Musa'nın annesinin tam tersine kurtuluşu kalbindekinin içindekileri dışa vurmasına bağlı iken.

Her kim kalbini ölümü anmak dışında her şeyden boşaltırsa kalbini üzüntü ve dert kaplar ve neredeyse ölümün tadını alır.

Tıpkı İsa (a.s.) 'in şu sözünde olduğu gibi: "Ey Havariler topluluğu! Dua edin Allah Azze ve Celle bana sekerati manini) kolaylaştırsın. Ölümden öyle bir korku duymaktayım ki bu korku benim ölüm üzerine durup düşünmemi sağlamaktadır."

Ölüm tefekkürü kimin kalbine temas ederse o kalp dünyadan kopup ayrılır. Dünyadaki sevinci, mutluluğu ve hasedi azalır. Ebu Derda (r.a.)'in "Ölüm tefekkürü kimin kalbine temas ederse sevinci ve hasedi azalır." sözü de bu anlamdadır.

Alıntı Kaynağı: Er Riyaye Li Hukukillah

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs