Kadiri Yolu

Bakara Suresi 75-86. Ayetlerin Tefsiri

       Bakara Suresi 75-86. Ayetlerin Tefsiri

Tarih: 05.02.2024

بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم

 

75. ayetle başlayan bu bölümde, Yahudilerin iman etmeyişlerinin sebeplerinde temel iki noktayı açıklanmaktadır. Bu iki nokta, iki yüzlü olmaları ve kitabı tahrif edici akli yapıya sahip olmalarıdır. Bunun yanı sıra onların avamı arasında cahilce bir temenni, alimleri arasında da Allah'a iftira atma yaygındır. 

Her şeye karşı cüretkar oluşlarının sebebi ise belli bir süre azap gördükten sonra cennete gideceklerine dair düşüncelerinin kendilerinde baskın olmasıdır. 

Bakara suresinde bu İsrailoğullarının anlatılması Muhammed ümmetinin daha önceki ümmetlere gelen vahiy ve o ümmetlerin bu vahye karşı tavır ve tutumlarının örneklendirilmesi ile bu ümmetin gerekli dersleri çıkarmasını sağlamak içindir. 

İsrailoğullarının pek çok konuda Muhammed ümmetine katkıda bulunduğu bir boyutu da vardır. Örneğin; İsrailoğulları'nın imana davet edilmesi, onlara karşı delil ikame edilmesi, sakınılması için kendilerine gazap edilenlerle sapıtanların yollarının açıklanması, sırlarını Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği daha pek çok husus vb. Ayetlerde yer almıştır. 

Yahudi kişiliğinin belirgin özellikleri ortaya çıkmaktadır. 

1- Şirke girme de elini çabuk tutuyorlar. 

2- “Allah'ı görmek” gibi, istenmesi yerinde olmayan şeyleri isteyen inatçı bir karaktere sahipler. 

3- Fasık ve tahrif edici olmaları 

4- Fesat çıkarıcı ve şehvani davranışları 

5- Kafir ve, ayetleri yalanlayıcı olmaları 

6- Haktan tiksinen, hak ehlini peygamber dahi olsa öldüren olmaları 

7- Emir ve yasaklara karşı çeşitli hilelere başvurmaları 

8- Allah ile dahi olsa ahitlerini bozan hain bir tabiata sahip olmaları 

9- Tartışmaya düşkün bir tabiata sahip olmaları 

10- Yalan konuşup yalana kulak vermeleri



75-86. Ayetlerin, Tefsiri

75- “Onların size inanacaklarına mı umuyorsunuz? Onlardan öyle bir zümre vardır ki Allah'ın kelamını dinlerlerdi de akılları onu kavradıktan sonra, bile bile bunu değiştirirlerdi.”

Ey iman edenler, "Onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz?" Yahudilerin sizleri tasdik etmelerini, size itaat edip davetinize olumlu karşılık vermelerini mi bekliyorsunuz? Halbuki "Onlardan" geçmiş atalarından, "Öyle bir zümre vardı ki Allah'ın kelâmını" Tevrat'ı, "dinlerdi (Not 1) de akılları onu kavradıktan sonra değiştirirlerdi." Olmadık şekilde onu te'vil ederlerdi ve bunu yüce manalarını uygun olarak anladıktan sonra yaparlardı. Bununla birlikte onlar bildikleri halde Allah'ın kelâmına muhalefet ediyorlar, bu yaptıkları tahrif ve te'villerde hata ettiklerini bile bile bunu yapıyorlardı.

Bundan şunu anlıyoruz: Bu şekilde tahrife düşkün bir akli yapının var olduğu yerde, artık onun hakkı kabul etmesi ve hakka tabi olması beklenemeyecektir.

Not 1: Muhammed b. İshak ve Rebi' b. Enes'e göre; İsrailoğullarının, Allah'ın kelamını dinlemeleri. Tur dağında Hazret-i Mûsa ile beraberken olmuştur, özel bir grup ise Hazret-i Mûsa ile birlikte, Allahü teâlânın konuşmasını dinlemişlerdir. Onlar bu kelamı dinledikten sonra geri dönmüş ve Mûsanın, Allah'ın emirlerini İsrailoğullarına tebliğ etmesi üzerine, onunla birlikte ilahi emirleri dinleyen yetmiş kişi Hazret-i Mûsayı yalanlamış ve Allah'ın emirlerini tahrif etmişlerdir. Allahü teâlâ bunları örnek göstererek Muhammed ümmetinin, İsrailoğullarının iman edeceklerini beklemelerinin isabetli olmadığını beyan etmiştir.


76- “Müminlerle karşılaştıkları zaman “iman ettik” derlerdi. Birbirleriyle başbaşa kaldıklarında ise “Rabbinizin katında  aleyhinizde delil göstersinler diye mi Allah'ın size açıkladığını onlara anlatıyorsunuz, buna aklınız eriyor mu?” diye birbirlerini uyarırlardı.” 

"Mü'minlerle karşılaştıklarında" Sizin arkadaşınız Muhammed'in Allah Resulü olduğuna "iman ettik." Şu kadar var ki o yalnız size peygamber olarak gönderilmiştir, ”derlerdi."

"Birbirleriyle başbaşa kaldıklarında ise; "Rabbınızın katında aleyhinize delil göstersinler diye mi Allah'ın size açıkladığını onlara anlatıyorsunuz, buna aklınız ermiyor mu? diye birbirlerini uyarırlardı." Yani onlar birbirleriyle başbaşa kaldıklarında karşılıklı olarak şöyle derler: Muhammed'in arkadaşlarına Rabbinizin huzurunda size karşı delil getirerek sizi susturmamaları için Kitabınızda Allah'ın size açıkladıklarını anlatmayınız. Aklınız buna eriyor mu? Bu hüccetin aleyhinize bir delil teşkil edeceğini anlamıyor musunuz? Çünkü siz hem onun peygamber olduğunu kabul edecek hem de ona uymayacaksınız. 

Nesefî bu âyet-i kerimeyi açıklarken şunları söyler: "Yani 'Muhammed (s.a.)'in arkadaşlarına, Allah'ın size Tevrat'ta açıklamış olduğu Muhammed'in niteliklerini haber vermeyiniz ki, bunun; Rabbinizin Kitabında indirmiş olduğunu delil getirip sizi susturmasınlar.' diyorlardı. Böylelikle onlar Muhammed'in arkadaşlarının Tevrat'ta yazılı olanı delil getirip, "Muhammed'den kitabınızda da söz ediliyor” demelerini, Allah katında kendileri hakkında delil getirilmiş gibi kabul ediyorlardı. Çünkü: "Allah'ın Kitabında şöyle söyledir" demek ile "O Allah'ın katında böyledir" demenin bir anlama geldiği açıktır.”

Mücahide göre ise Allah'ın, Yahudilere açıkladığı şey onların geçmişteki atalarının maymunlara ve domuzlara dönüştürülmeleridir. 

Resûlüllah, Kureyza oğullarının kalelerini kuşatma altına aldığında onlara "Ey, maymunların, domuzların kardeşleri, ey tağuta tapanlar," diye seslenmiş bunun üzerine Yahudiler" Bizim böyle olduğumuzu Muhammed'e kim bildirdi? Bu mutlaka içinizden biri tarafından söylendi. Siz, Allah'ın size açıkladığı şeyleri onlara açıklıyorsunuz, sizin aleyhinize onların elinde delil oluyor." dediler.


77- “Bilmiyorlar mı ki ne gizlerler, ne açıklarlarsa Allah hepsini bilir.”

Gerçek şu ki onlar, Allah hakkında bilgisizdirler. Bu bakımdan onlar bu sözleri söylüyorlar. Onların ilim sahibi olanlarının durumu bu ise, ya avamın (Tabanın) hali nasıl olur? İşte bundan sonraki âyet de avamın durumunu şu şekilde açıklamakta:


78- “Onlardan bir kısmı ümmidirler, kitabı anlamazlar. Onlar sadece bir takım batıl şeyleri zanneder dururlar”

Yahudilerden bir kısmının doğru dürüst okuyup yazması yoktu. Bu bakımdan onlar Tevrat'ı mütalaa edip onun anlamlarını tahkik edemiyorlar. Bu sebeple onlar, hiçbir amel işlemeksizin Allah'ın kendilerini sevdiği, kendilerini bağışlayacağı ve ne yaparlarsa yapsınlar kendilerine acıyacağı kuruntusuna kapıldılar. Fakat onlar bunu yaparken zanlarına göre hareket ediyorlardı. 

Avam ise çoğunlukla, Allah'ın kitabını değiştiren, yahut hevâlarına göre te'vil eden, ya da yüce Allah'a buyurmadığı veya hükmetmediği şeyleri nisbet eden kötü önderler sebebiyle saparlar. Bu alimlerin alacakları ceza hakkında bilgi verilmektedir: 


79- “Kitabı elleriyle yazıp da sonra onu az bir paha ile satabilmek için “Bu Allah katındandır” diyenlere yazıklar olsun! Ellerinin yazdıklarından dolayı onlara yazıklar olsun! O kazanmış oldukları yüzünden dolayı da onlara yazıklar olsun!” 

Hasan-ı Basrî de şöyle demiştir: "Az paha herşeyiyle dünyadır." Servet, liderlik, makam ve mevki de dünyalıktandır. Buna göre ayetin anlamı şöyle olur:

Yok oluş ve azâb, kendiliklerinden türlü kitaplar yazıp uyduran ve, Allah'ın kitabından olmadıkları halde "bunlar Allah katındandır" diye iddiada bulunup bütün bunları, şu fânî dünya ve ondaki her şeyi bunların bir kısmını ele geçirmek için yapanlar hakkındadır. Bunlara iki defa yazıklar "veyl" olsun, denmiştir. Birisi bu yazıp uydurdukları için, diğeri de kazandıkları haram servet için.

Bu âyet-i kerime her ne kadar İsrailoğullarından söz etsede, bu zikredilişin hükmü umûmîdir.

Abdurrahman b. Alkame şöyle der: İbn Abbâs (r.a.)'a yüce Allah'ın: "Kitabı kendi elleriyle yazıp da..." buyruğu hakkında soru sordum da bana: Bu âyet müşriklerle Kitab ehli hakkında nazil olmuştur cevâbını verdi.

Arkasından yüce Allah şöyle buyurdu:



80- “Sayılı günlerden başka asla bize ateş dokunmayacak” dediler. De ki: “Siz Allah katından bir söz mü aldınız? Öyle ise Allah asla sözünden dönmez. Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?”  

Yahudilerin Allah'ın Kitabını tahrif etme ve değiştirme cüretini göstermeleri, türlü hile, desise, kıskançlık, aldatmak, peygamberlere karşı gelmek ve bunlara benzer diğer nitelik ve konumlarının tümünün sebebi işte bu yanlış inanışlarıdır. Güya onlar ateşte sayılı birkaç gün kalacaklarmış. Bu da Al-i İmran Sûresi'nde yer alan şu âyet ile açıkça ifade edilmiş bulunuyor:

"Kendilerine kitaptan bir pay verilmiş olanları görmedin mi ki, aralarında hüküm vermek üzere Allah'ın Kitabına çağırılıyorlar da sonra onlardan bir zümre arkasını çevirerek gidiyor. Bu onların: "Sayılı günlerden başka bize asla ateş dokunmayacak" demeleri yüzündendir." (Âl-i İmrân, 3/23-24)

"Belirli sayıdaki günler" hakkında değişik görüşler vardır. Kimisine göre yedi, kimisine göre kırk gün... şüphe yok ki böyle bir sınırlama, İslâm âlimlerinin kendilerinden veya bu konu hakkında söylenenlerden işittikleri bilgilere dayanır. Burada Buhârî, Nesâî ve Ahmed'in rivâyet ettiği, yahudilerin Rasûlullah (s.a.)'ın huzurunda bundan bahsettiklerinden söz eden bir hadis vardır. 

Sözkonusu hadis-i şerif şöyledir: 

Ebû Hureyre (radıyallahü anh) diyor ki:

"Hayberin fethinde Resûlüllah'a, içine zehir konmuş bir koyun ikram edildi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Çevrede bulunan Yahudileri bana getirin." buyurdu. Toplanıp getirildiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara "Ben size bir şey soracağım. O hususta bana doğru cevap vereceğinze söz veriyor musunuz? " dedi. 

Onlar da "Evet ey Ebul Kasım." dediler. 

Resûlüllahonlara "Babanız kim?" diye sordu. 

Onlar: "Falan" diye cevap verdiler? 

Resûlüllah "Yalan söylediniz. Aslında sizin babanız filandır." dedi. Onlar: "Doğru söyledin. Haklısın." dediler. 

Resûlüllah: "Size bir şey daha sorsam bana doğru cevap vereceğinize söz verir misiniz?" dedi. 

Onlar: "Evet ey Ebul Kasım. Doğru cevap vermek zoundayız. Şâyet yalan söyleyecek olursak, babalarımız hakkında yalanımızı bildiğin gbi bunu da bilirsin." dediler. 

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara "Cehennemlikler kimlerdir?" diye sordu. Onlar : "Biz orada az bir zaman kalacağız. Sonra oraya bizim yerimize sizler gireceksiniz." dediler. 

Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara "Kesin sesinizi, orada sinip kalın. Allah'a yemin olsun ki biz sizin ardınızdan oraya girmeyeceğiz." dedi. Resûlüllahsözlerine devamla şöyle buyurdu: "Size birşey daha sorsam, bana doğru söyleyeceğinize dair söz verir misiniz?" 

Onlar: "Evet ey Ebul Kasım." dediler. Resûlüllah: "Siz bu koyuna zehir koydunuz mu?" diye sordu. 

Onlar da "Evet" dediler. 

Resûlüllah: "Sizi buna sevkeden sebep nedir?" diye sordu. 

Onlar "Dedik ki, eğer yalancı isen senden kurtulmuş oluruz. Şâyet Peygamber isen zaten zehir sana zarar vermez." dediler. Buhari, K. el-Cizye bab: 7, K. el-Tıh hab: 55

Kısaca bu âyetin tefsiri ile ilgili olarak şunları söyleyelim:

Aziz ve Celil olan Rabbimiz bu âyet-i kerimede yahudilerin naklettikleri ve sayılı günler dışında ateşin kendilerine dokunmayacağı, sonra da o ateşten kurtulacakları iddialarını haber veriyor, arkasından da onların bu iddialarını: "De ki" bu konuda "Siz Allah katından bir söz mü aldınız?” Eğer bu konuda öyle bir söz vermişse şunu bilin ki O, sözünden dönmez. Fakat böyle bir şey olmamıştır, olamaz da diyerek reddediyor. Yani, aslında sizler Allah hakkında gerçeğini bilmediğiniz şeyler hakkında yalan ve iftiralar düzmektesiniz. Arkasından yüce Allah işin kendi katındaki gerçek yüzünü açıklamak üzere şöyle buyurmaktadır:

Yahudiler dediler ki: "Buzağıya taptığımız kırk günden başka biz ateşe girmeyeceğiz."

Said b. Cübeyr ve İkrime'nin İbn-i Abbastan naklettiklerine ve Mücahide göre ise Yahudiler şöyle demişlerdir: "Dünyanın ömrü yedi bin senedir. Biz, her sene için sadece bir gün azap göreceğiz. Böylece bütün azap göreceğimiz gün sayısı yedidir. Ondan sonra azap kesilecektir.”


81-82- “Hayır kötülük yapıp da günahı kendisini kuşatan kimseler, işte onlar cehennemliklerdir. Onlar ateşte temelli kalıcıdırlar. İman edip salih ameller işleyenlere gelince, işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada temelli kalıcıdırlar.”

Yüce Allah buyuruyor ki: Durum hiç de sizin temenni ettiğiniz ve arzuladığınız gibi değildir. Gerçek şudur: Kim bir kötülük işler ve bu kötülük kendisini kuşatırsa o kıyamet gününe hiçbir iyiliği bulunmaksızın gelmiş olacaktır. Hatta bütün amelleri seyyiât, yani kötülük olacaktır. İşte bunlar cehennemliklerdir. Buradaki "günah" dan kasıt, İbn Abbas, Mücâhid ve başkalarından gelen rivâyete göre şirktir. Allah'a ve Rasûlüne iman edip şeriata uygun amel işleyenlere gelince, onlar cennetliklerdir.

Çünkü onlar başkalarının inkâr edip kâfir oldukları şeye iman etmişler, onların işlemekten kaçındığı Allah'ın emirleri ve hükümlerini işlemişlerdir.

Nesefî şöyle diyor: "Hayır, kim şirk işleyip de şirki üzere ölür ise artık onun için kurtuluş yolları kapanmıştır (yani günahı kendisini kuşatan kimse bu kimsedir, demektir). Mü'min olarak ölen bir kimsenin imanı ise en büyük itaattir. Bu iman ile birlikte artık günah onu kuşatmış olmaz. Ve böyle bir kimse bu nassın kapsamına girmez."

Abdullah b. Abbas buradaki "Hata"dan maksadın, "İnkârcılık" olduğunu, 

Mücahid, bundan maksadın "Allah'ın, cehennem, azabını gerektiren şeyler." saydığı günahlar olduğunu, 

Katade, maksadın "Büyük günahlar" olduğunu, 

Hasan-ı Basri bundan maksadın "Allah'ın, işlenmesiyle cehenneme koyacağını bildirdiği günahlar" olduğunu, 

Atâ ise, buradaki "Hata" dan maksadın, Allah'a ortak koşmak olduğunu söylemişlerdir.


83- “Hani israiloğullarından “Allah'tan başkasına ibadet etmeyin, anaya-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik yapın, namazı doğru kılın, zekatı verin” diye söz alıştık. Sonra pek azınız müstesna yüz çevirdiniz (ve hala) yüz çeviricilersiniz.” 

Ey İsrailoğulları topluluğu sizden “Allah'tan başka hiç bir şeye yönelmeyeceksiniz ve ondan başka bir şeyin rızasına bakmayacaksınız;” 

“Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, burada maksat Allah'a ihlasla ibadet edin ve onun dışında herhangi bir şeye kulluk etmeyin demektir.” 

“Anaya, babaya şefkat kanatlarını indirerek onlara acımak, onlara karşı ince kalpli olmak ve hayır dua etmek suretiyle onlara iyilikte bulunun. Yakın akraba ile münasebetinizi devam ettirin. Onların haklarını verin. Kız olsun erkek olsun yetimlere şefkat ve merhametle davranın. İhtiyaç ve fakirlikten dolayı sefil olanlara, sıkıntıda olanlara Allah'ın mallarınızdan farz kıldığı haklarını vermek suretiyle iyilik yapın. İnsanlara edeple ve iyi bir davranışla güzel söz söyleyin. Rükuunu, secdesini, kıraatini ve huşuunu tam yapmak suretiyle namazı eda edin. Zekatı almaya layık olanlara mallarınızın zekatını verin diye kesin söz aldığımızı hatırlayın. Ey Yahudi topluluğu bundan sonra siz pek azınız müstesna ahde vefa'dan yüz çevirdiniz. Zaten siz, haktan ve doğru yoldan yüz çeviren bir kavimsiniz.


84-85- “Hani bir de: “Kanlarınızı dökmeyin. Birbirinizi yurdunuzdan sürmeyin” diye sizden söz almıştık. Sonra da bunu ikrar ettiniz ve (ikrarınıza) şahit de oldunuz.” Sonra sizler birbirinizi öldüren, aranızdan bir takımını yurtlarından süren, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birleşen, onları (yurtlarından) çıkarmak size haram kılınmışken esir olarak geldiklerinde fidyeleşmeye kalkan kimselersiniz. Yoksa kitabın bir kısmına iman edip bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden böyle yapanların cezası ancak dünya hayatında rüsvaylıktır. Kıyamet gününde size onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.”

Medine-i münevvere'de hazreclilerle anlaşmaları bulunan kaynukaoğulları ve Evs’in anlaşmalıları olan nadiroğulları ile kureyza oğulları olmak üzere iki grupta idiler. Evs ile Hazrec arasında savaş olduğu zaman kaynuka oğulları Hazrecliler ile Nadir ve Kurayzaoğulları da Evs’lilerle birlikte savaşa çıkar ve her birisi anlaşmalı olduğu kabileye kendi dindaşlarına karşı yardımcı olurdu. Böylelikle kendi kanlarını döktüler. 

Tevrat ise ellerinde bulunuyor idi. Tevrat'ta lehlerine ya da aleyhlerine olanı da biliyorlardı. Evs ile Hazrec ise müşrik idiler. Putlara tapar, cennet ve cehennem, kıyamet, öldükten sonra dirilme, ne kitap, ne helal ne de haram bilirlerdi. Her taraftaki Yahudi öbürünü öldürüyor, biri ötekini evinden çıkarıyor bu evlerde bulunan ev eşyaları meta ve malları talan ediyor ve sahiplerini uzaklaştırıyorlardı. Eğer aralarında esir düşenler olur ise iki Yahudi Kabilesi birleşerek o esirleri kurtarıyorlardı. Yahudiler ise bize onları esaretten kurtarmak emredilmiş ve birbirimizi öldürmemiz yasaklanmıştır diyorlardı. 

Araplar da o halde niçin onları öldürüyorsunuz diye sorduklarında onlar biz kendileriyle anlaşma yaptığımız dostlarımızın zelil düşmelerinden utanıyoruz ve bu sebeple savaşıyoruz diyorlar. İsrailoğulları içlerinde zayıf olan bir kavmi gördüklerinde onları yurtlarına çıkartıp sürgün ediyorlardı. Halbuki onlardan Tevrat'ta birbirlerinin kanlarını akıtmayacaklarına ve birbirlerini yurtlarından çıkartmayacaklarına dair söz almıştı. İşte bu ayetler bahsedilmektedir.


86- “İşte onlar ahirete karşı dünya hayatını satın almış olanlardır. Bu yüzden kendilerinden azap kaldırılıp hafifletilmeyecek, onlara yardım da yapılmayacaktır.”

Bu doğruluk yolundan uzak kalmış olanlar, daimi nimet ve lezzet, ezeli ve sonsuz olan ahiret hayatını, fani ve aslında hiçbir şey olan dünya ile değiştirmişler, ikincisini birincisine tercih etmişlerdir. Bunların azapları hafifletilmeyecektir. Bunlar yanlış bir ticaret yapmışlardır. Her iki hayat’ta da yüzü karartan bir zarar ve sıkıntıya duçar kalacaklardır ve onlara yardım da yapılmayacaktır.



Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs