Hicr Sûresi 1-22. Ayetlerin Tefsiri
ﷺ
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.
Hicr Suresi, çeşitli peygamber kıssaları ve kozmik ayetleri bir araya getirerek İlahi Koruma ve Kur'an'ın Özelliği, Evrenin ve Yaratılışın Delilleri, İnsan Yaratılışı ve Şeytan'ın İnkârı, Uyarıcı Kıssalar ve Helak Olan Kavimler hakkında bilgiler verilmektedir.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla hamd yalnız Allah’ındır. Salat ve Selam ise Allah’ın Resulüne onun aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen duaları işitensin herşeyi bilensin.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم
Hicr Suresine Genel Bir Bakış
Hicr Suresi Kur’an-ı Kerim’in 15. Suresidir. Kur'an-ı Kerim'in Mekke döneminde inen surelerinden biridir. 99 ayetten oluşmuştur. 87. ayeti Medine’de diğerleri Mekke’de nazil olmuştur. Miun sureler kısmının ikinci grubun ilk suresidir. Adını, 80. ayette bahsedilen ve Semûd kavminin yaşadığı bölge olan Hicr (günümüzde Medain-i Salih olarak bilinen yer) halkından almaktadır. Sure, temel olarak, inananları teselli etme, inkarcıları uyarma ve Allah'ın evren üzerindeki mutlak kudretini gözler önüne serme amacını taşır.
Ana Temalar ve Odak Noktaları
Hicr Suresi, çeşitli peygamber kıssaları ve kozmik ayetleri bir araya getirerek, ana mesajlarını şu başlıklar altında yoğunlaştırır:
1. İlahi Koruma ve Kur'an'ın Özelliği
Sure, hemen başında Kur'an'ın apaçık Kitap (el-Kitâbü'l-Mübîn) olduğunu ilan eder ve inkarcıların sonradan pişman olacaklarını bildirir. En önemli vurgu, Kur'an'ın bizzat Allah tarafından indirildiği ve kesinlikle korunacağı vaadidir (Ayet 9). Bu, hem Hz. Muhammed'i hem de ilk Müslümanları karşılaştıkları zorluklar karşısında güvence altına alan merkezi bir noktadır.
2. Evrenin ve Yaratılışın Delilleri
Surenin önemli bir kısmı, Allah'ın mutlak kudretini ve birliğini kanıtlamak için kozmik ayetlere odaklanır.
> Gökyüzü: Gökyüzünün burçlarla (yıldız kümeleri) donatılması, kötülüklerden ve şeytanlardan korunması.
> Yeryüzü: Yerin yayılması, dağların yerleştirilmesi ve ölçülü bir şekilde bitkilerin yetiştirilmesi.
> Yaşamın Kaynağı: Rüzgârların aşılayıcı olarak gönderilmesi ve gökten su indirilmesi gibi doğal döngülere dikkat çekilir.
3. İnsan Yaratılışı ve Şeytanın İnkârı
Surenin orta kısmı, insanlığın başlangıcına döner. İnsanın çamurdan/salsalden yaratılışı ve ruh üflenmesi anlatılır. Bu kıssada, özellikle İblis'in (Şeytan), Allah'ın emrine karşı gelerek Hz. Âdem'e secde etmeyi reddetmesi ve bunun sonucunda kıyamete kadar sürecek olan düşmanlığına değinilir. Şeytan'ın amacı, Allah'ın samimi kulları dışındaki herkesi saptırmak olarak belirtilir.
4. Uyarıcı Kıssalar ve Helak Olan Kavimler
Sure, peygamberlere karşı çıkan ve Allah'ın ayetlerini alaya alan kavimlerin acı sonlarını hatırlatarak inkarcıları uyarır:
> İbrahim Kıssası: Meleklerin Hz. İbrahim'e gelip ona İshak'ı müjdelemesi ve Lût kavminin helakini bildirmesi.
> Lût Kıssası: Lût kavminin sapkınlıkları nedeniyle helak edilmesi.
> Hicr (Semûd) Kıssası: Surenin adını aldığı bu kısımda, Semûd halkının mucize olarak kendilerine gelen kayaları oyarak yaptıkları sağlam evlere rağmen helak edilişi anlatılır. Bu, onların güvenlerinin yanlış şeylere dayandığını gösterir.
Sonuç ve Emirler
Surenin son kısmı, Hz. Peygamber'e ve dolayısıyla tüm inananlara yönelik moral verici ve yönlendirici emirlerle biter:
> Sabır ve Tevekkül: İnkarcıların alaylarına ve tehditlerine karşı güzel bir sabırla (es-safhu'l-cemîl) hareket etmesi emredilir.
> Yüksek Sesle Tebliğ: İnanmayanların aldırmadığı şeyleri açıkça tebliğ etmesi söylenir.
> İbadet ve Şükür: Rabbe hamd ile tesbih etmesi ve ömrünün sonuna kadar ibadet edenlerden olması emredilir.
Hicr Suresi, inananlara Kur'an'ın hakikatine sarılmayı, sabırlı olmayı ve Allah'ın evrensel delilleri üzerinde düşünmeyi öğütleyen, Mekke döneminin zorlu şartlarında teselli ve kuvvet kaynağı olan önemli bir süredir.
الٓرَ تِلْكَ ءَايَٰتُ ٱلْكِتَٰبِ وَقُرْءَانٍ مُّبِينٍ
Elif-Lâm-Râ. Tilke âyâtü’l-Kitâbi ve Kur'ânin Mübîn.
1- "Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar Kitabın ve apaçık Kur’an’ın âyetleridir.”
“Elif Lam Ra.”
Bu harflerle ilgili olarak daha önce açıklama yapılmıştı bunlar surenin itibar etmiş olduğu ayeti kerimeler kitabın açık ve açıklayıcı mucizeleridir. Kuranı Kerim Allah ve sıfatları hakkında Allah ve resulleri hakkında açıklamalarda bulunmaktadır. Allah'ın sünnetleri şeriatı ve dinini açıklayıcıdır. insanın tabiatını, özelliklerini, hastalıklarını, hastalıkların tedavi yollarını açıklamaktadır. Kuranı Kerim kısaca insanın gerek duyacağı her şeyi açıklayıcıdır.
Hicr Suresi'nin başlangıcı, okuyucunun dikkatini (Hurûf-u Mukattaa ile) toplayarak, elindeki metnin sıradan bir metin olmadığını, ilahi kaynağa dayalı yazılı bir sistemin parçası olduğunu ve en önemlisi, açık ve anlaşılır bir rehber olduğunu (Mübîn) ilan eder. Bu, surenin ilerleyen kısımlarında anlatılacak olan ilahi kudret, yaratılış delilleri ve helak olan kavim kıssalarının temel dayanağıdır.
Mesaj: Kur'an, kökü ilahi bilgide olan (Kitab) ve mesajı açık, anlaşılır, hak ile batılı ayırt eden (Mübîn) ayetlerdir. Okuyucuyu, sonraki ayetlere dikkat etmeye çağırır.
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ
Rubemâ yeveddu-lleżîne keferû lev kânû muslimîn(e)
2- "İnkar edenler, keşke müslüman olsaydık temennisinde bulunacaklardır."
Bu buyruk bizlere kafirlerin, içinde bulundukları küfürlerinden dolayı bir zaman gelip pişmanlık duyacaklarını ve “dünyada iken keşke müslüman olsaymışlar” diye temenni edeceklerini haber vermektedir.
Acaba bu ne zaman olacaktır? Perdenin kaldırılacağı, ruhun alındığı vakit mi, yoksa kendi durumlarını ve müslümanların hallerini kıyamet günü mü, yoksa günahkar müslümanların ateşten çıktıklarını görecekleri vakit mi, sırat üzerinde müslümanların geçmekte olduklarını göreceklerinde mi, cennetlikleri cennette görecekleri zaman mı yahut bu hallerde mi olacaktır?
İlim adamlarının değişik görüşleri vardır. Abdullah b. Abbas (R.a) bu ayetin izahında diyor ki: “Kafirler kıyamet gününde Allahı birleyip müslüman olan kimselerden dolayı temenni edeceklerdir. Zira müslümanlardan bazıları günahkarlar, günahlarından dolayı cehenneme girecekler. Müşrikler onlara: “Allah'tan başka ilah yoktur.” demenizin ne faydası oldu ki işte siz de bizimle birlikte cehennemdesiniz” diyeceklerdir. Fakat Allah Teala onların bu sözlerine gazaplanarak, günahkar müminleri cehennemden çıkaracak ve işte o zaman kafirler: “Keşke biz de dünyadayken Müslüman olsaydık” temasında bulunacaklardır.
Mesaj: İnkarcılar, hayattayken reddettikleri hakikati, ölüm ve kıyamet sonrası apaçık gördüklerinde şiddetle pişman olacaklar ve keşke Müslüman olsaydık diyeceklerdir. Bu, imanı ertelemeye karşı sert bir uyarıdır.
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Żerhum ye/kulû veyetemette’û veyulhihimu-l-emel(u)(s) fesevfe ya’lemûn(e)
3- "Bırak onları yesinler, eğlensinler. Onları emel oyalayadursun. Yakında göreceklerdir."
Hz. Peygamber'in tebliğde karşılaştığı şiddetli inkâr ve alaycılık karşısında, ona teselli vermek ve inkarcıların akıbetini bildirmek için inmiştir. Ey Muhammed! Bırak o kâfirleri, dünyada yiyip içsinler zevk ve arzularıyla eğlenip dursunlar. Boş ümitler onları oyalasın da, ebedi hayatları için hiçbir hazırlık yapmasınlar. Yakında onlar, dünyada şehevi arzularının ve maddî lezzetlerin mahkumu olmanın neticesinin ne olduğunu çok iyi anlayacaklardır.
Allah teala bu âyette, kâfirleri tehdit etmektedir. Kur’an-ı Kerimde bu hususta başka âyetler de bulunmakta ve onlarda da şöyle buyrulmaktadır: "Müşrikler, insanları Allah'ın yolundan saptırmak için, Allah'a ortaklar koştular. Ey Peygamber, onlara şöyle de: "Yaşayın bakalım. En son varacağınız yer, ateştir.” İbrahim/30 "Ey kâfirler, dünyada az bir zaman, yeyin ve eğlenin bakalım. Şüphesiz siz, suçlularsınız." "O gün, yalanlayanların vay haline.” Mürselat/46
Mesaj: Ey Peygamber, inkarcıları bırak; yesinler, geçici dünya zevkleriyle oyalanıp (meta') eğlensinler ve boş arzular (emel) onları oyalasın. Yakında (azap geldiğinde) gerçeği öğreneceklerdir. Bu, mü'minlere sabır tavsiye ederken, inkarcıların akıbetinin kesin olduğunu bildirir.
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ
Ve mâ ehleknâ min karyetin illâ ve lehâ kitâbün ma’lûm.
4- “Biz hiçbir kasabayı belli bir yazısı olmaksızın helak etmedik."
Önceki ayetlerde bahsedilen helak tehdidinin ilahi bir yasa olduğunu ve keyfi olmadığını açıklamak için inmiştir.
Allah teala bu âyet-i Kerimede, helak ettiği ülkelerin halkı için, Levh-i Mahfuzda yazılı ecelini, tayin ettiği bir süre bulunduğunu, bu süre dolmadan önce onları helak etmeyeceğini, bu sebeple kâfirlerin, kendilerine mühlet verilmesine aldanarak şımarmamalan gerektiğini beyan etmektedir.
Mesaj: Allah, hiçbir toplumu, onlar için önceden belirlenmiş (kitabün ma’lûm) bir süresi ve yazılmış bir hükmü olmadan helak etmemiştir. Her toplumun bir sonu vardır ve bu son ilahi takdire bağlıdır; ne acele edilir ne de ertelenir.
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ
Mâ tesbiku min ümmetin ecelehâ ve mâ ye’te’hirûn.
5- “Hiçbir ümmet kendi ecelinin önüne geçemez. Geciktiremezler de.”
4. ayetteki ilahi yasa temasını pekiştirmek için inmiştir. Allah teala bu âyet-i Kerimede sınırları belirlenmiş, hiçbir ümmetin, helak edilme zamanı gelmeden önce helak edilmeyeceğini, helak edilme vakti gelince de asla ertelenmeyeceğini beyan etmektedir. Ey Muhammed; sana karşı inad gösteren bu kafirlerin azab edilecekleri ecelleri gelecektirç. Bu bakımdan sen onları içinde bulundukları durumda bırak, onların işini bize havalet et, onu biz üstlendik.
Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyrulmaktadır: "De ki: "Allah’ın dilediğinin dışında, benim, kendime ne bir zarar ne de bir fayda sağlamaya gücüm yeter. Her Ümmetin bir eceli vardı. Ecelleri geldiğinde onu ne bir an geciktirebilirler, ne de öne alabilirler. [Yunus/49]
"Eğer Allah, insanları, zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah onları, belli bir vakte kadar erteler. Vâdeleri geldiğinde, onu ne bir an erteleyebilirler ne de bir an öne alabilirler
Mesaj: Hiçbir toplum ecelini (belirlenmiş vadesini) ne öne alabilir ne de geciktirebilir. Yıkım tehditleri gerçekleştiğinde, ne bir an önce gelebilir ne de bir an ertelenebilir. İlahi takdirin değişmezliğini vurgular. Nahl/61
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ اِنَّكَ لَمَجْنُونٌۜ
Ve kâlû yâ eyyühelleziy nüzzile ‘aleyhiz zikrû inneke lemecnûn.
6- “Dediler ki: “Ey kendisine zikr indirilen kişi, sen mutlaka delisin.”
Mekke müşriklerinin Hz. Muhammed'e (s.a.v.) yönelik alay ve ithamlarına cevap vermek üzere inmiştir. Özellikle Velîd b. Muğîre ve benzeri Mekke liderlerinin sözleri bağlamında inmiştir.
Allah teala, müşrik ve kâfirleri, akıbetlerinin kötü olacağı hususunda uyardıktan sonra, bunların, Peygambere karşı nasıl iftira ve ithamlarda bulunduklarını bizlere bildirerek buyuruyor ki: "Kâfirler, Peygamberle alay ederek ona şöyle dediler: "Ey, kendisine, Allah’tan kitap indiğini iddia eden kişi, şüphesiz ki sen, bize yaptığın davetle deli olduğunu gösteriyorsun." [Taberi Tefsiri]
Mesaj: İnkarcılar (alaycı bir ifadeyle), "Ey Zikr (Kur'an) kendisine indirilen kişi! Şüphesiz sen mecnunsun (delisin)" dediler. Bu, tebliğ sırasında peygamberlere yapılan en yaygın iftiradır ve Allah, bu iftirayı naklederek inkarcıların hakikate körlüğünü ortaya koyar.
لَوْ مَا تَأْت۪ينَا بِالْمَلٰٓئِكَةِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Lev mâ te’tiynâ bilmelâiketi in künte mines sâdikîn.
7- “Doğru söyleyenlerden isen bize Melekleri getirmeli değil miydin?”
Önceki ayetteki alaycılığın bir devamı olarak, müşriklerin Hz. Peygamber'den mucize talepleri üzerine inmiştir. Onlar, peygamberin doğruluğunu kanıtlamak için meleklerin bizzat inmesini istemişlerdir.
O müşrikler, sözlerine devamla: "Ey Peygamber, şayet sen, Allah tarafından bize gönderilmiş bir Peygamber olduğun iddiasında doğru isen, bize, senin doğruluğuna şahitlik edecek bir Melek getirsene." dediler. [Taberi Tefsiri] Bu hakaret ve kainat düzeninin aşılması teklifini getirecek kadar aşağı bir mantık düzeyine sahip olan bir topluluğa elbette ki önem vermeye değmeyen bir topluluktur. Onlara karşı takılacak uygun tavır onları terk etmektir.
Mesaj: Müşriklerin alaycı meydan okuması: "Eğer sen doğrulardan isen, bize (kanıt olarak) melekleri getirmen gerekmez miydi?" Bu, onların imana değil, sürekli olarak maddi mucizelere ve şüpheye odaklandıklarını gösterir.
مَا نُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُٓوا اِذًا مُنْظَر۪ينَ
Mâ nünezzilül melâikete illâ bilhakkı ve mâ kânû izen münzarîn.
8- “Biz Melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman da kendilerine mühlet verilmez.”
Allah teala da, Peygamberden, doğru söylediğine şahitlik edecek bir Melek getirmesini isteyen kâfirlere cevaben buyuruyor ki: "Melekler ancak hak ve hikmet ile inerler. Peygamberlere, Peygamberlik getirmek, yada onlarla birlikte azabı hak edenlere cezasını uygulamak gibi önemli vazifelerle göndeririz. Azabın belirli bir süresi, risaletin de layık kimseleri vardır. Şayet biz Melekleri, onların istediklerine göre gönderirsek ve onlar da buna rağmen inkârlarına devam ederlerse artık o andan sonra onlara hiç mühlet verilmez azapları sonraya bırakılmaz. Geçmiş ümmetlere yaptığımız gibi onları da derhal cezalandırırız." Müşriklerin mucize talebine kesin bir cevap vermek için inmiştir.
Mesaj: Biz (Allah), melekleri ancak hak ve gereklilikle (bilhakkı) indiririz (yani azap veya kesin hükümle). O zaman (melekler azapla indiğinde) inkarcılara mühlet verilmez (münzarîn olmazlar). Bu, meleklerin keyfi bir gösteri için değil, ilahi hükmü yerine getirmek için geleceğini ve bunun bir uyarı değil, son olacağını bildirir.
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
İnnâ nahnü nezzelnez zikra ve innâ lehû lehâfizûn.
9- “Muhakkak ki zikri Biz indirdik, Biz. Onun koruyucusu da elbette biziz.”
Mekke müşriklerinin Kur'an'ın bir sihir, yalan veya şair sözü olduğu iddialarına ve Kur'an'ı ortadan kaldırma girişimlerine kesin bir cevap ve ilahi bir teminat vermek için inmiştir.
Allah teala bu âyet-i Kerimede, Peygamberle alay ederek ona: "Ey kendisine öğüt verici bir kitap indirilen kimse, şüphesiz ki sen, delisin." diyen kâfirlere cevaben buyuruyor ki: "Ey kâfirler, o öğüt veren kitabı biz indirdik biz. Onu olduğu gibi muhafaza edecek olan da biziz. Ona ne bir şey ilave edilebilir ne de ondan birşey eksiltilebilir. O, değiştirilemez."
Kur’an-ı Kerim, Allah teala’nın kelamı olması hasebiyle, mânâsı ve ifade şekilleri bakımından da mucizedir. Herhangi bir insan sözüne benzememektedir. Bu itibarla ona bir insan sözünü karıştırmak veya onun herhangi bir kısmını değiştirmek imkânsızdır. Böyle.birşey yapıldığında durum hemen ve çok açık bir şekilde anlaşılır.
Diğer taraftan Allah teala birçok kullarını Kur’an’a hizmetçi kılmış, onu tam olarak ezberlemelerini nasip etmiştir. Öyleki, dünyanın bir ucunda bulunan bir hafızın, tek bir kelimeyi dahi yanlış okuması, diğer ucundaki hafız tarafından tespit edilmekte ve düzeltilmektedir.
Ayrıca Allah teala’nın, mânevi bir güçle Kur’an-ı Kerimi muhafaza ettiği muhakkaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim, asırlardan beri kitaplarda ve insanların zihninde muhafaza edilmiş, herhangi bir değişime maruz kalmamıştır.
Mesaj: Şüphesiz Zikr'i (Kur'an'ı) biz indirdik ve onu mutlaka biz koruyacağız (lehâfizûn). Bu ayet, Kur'an'ın ilahi kaynağının ve tahriften korunmuşluğunun en temel delilidir. Allah, bizzat kitabının korunmasını garanti etmektedir.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي شِيَعِ الْاَوَّل۪ينَ
Ve lekad erselnâ min kablike fî şiya'il evvelîn.
10- “Andolsun ki senden önce çeşitli ümmetlere de peygamber göndermiştik.”
9. ayetteki Kur'an'ın korunması teminatından sonra, Hz. Peygamber'e hitaben inerek onun görevindeki yalnız olmadığını vurgular. Mekke'deki inkâr ve alaycılığın tarihsel bir tekrar olduğunu göstermek amacıyla gelmiştir.
Allah teala bu ve bundan sonra gelen âyet-i Kerimelerde Resulullahi, kendisini yalanlayan kâfirlere karşı teselli etmekte ve kâfirlerin, Peygamberleri yalanlamalarının, devam edegelen kötü huylarından olduğunu bu itibarla onun üzülmemesi lâzımgeldiğini bildirmektedir.
Mesaj: Biz (Allah), senden önce de geçmişteki toplulukların (şiya') arasına elçiler gönderdik. Bu, Hz. Peygamber'e yönelik tesellidir; karşılaştığı zorluklar yeni değildir, önceki peygamberler de aynı deneyimleri yaşamıştır. Aynı zamanda, Mekke müşriklerinin de helak olan geçmiş kavimlerin yolunda ilerlediğine dair bir uyarıdır.
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Ve mâ ye’tîhim min resûlin illâ kânû bihî yestehziûn.
11- “Onlara gelen peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.”
10. ayette bahsedilen geçmiş toplulukların, kendilerine gönderilen peygamberlere karşı nasıl bir tavır takındığını açıklamak için gelmiştir. Bu, Hz. Peygamber'e yapılan alaycılığın bir gelenek olduğunu ortaya koyar.
O kâfirlere, Allahı birlemeye ve ona itaat etmeye davet eden hiçbir Peygamber gelmedi ki, onlar, sırf inatları ve gururlarından dolayı o Peygamberlerle alay etmemiş olsunlar. Bunlar da geçmişlerinin gittikleri yolu takib ediyorlar.
Mesaj: Onlara (geçmiş topluluklara) hiçbir elçi gelmedi ki, onunla alay etmesinler (yestehziûn). Bu ayet, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) karşı müşriklerin takındığı alaycı tavrın, tarih boyunca hakka karşı çıkanların ortak özelliği olduğunu göstererek manevi destek ve teselli sağlar. İnananlar için bu alayların geçersiz olduğu vurgulanır.
كَذٰلِكَ نَسْلُكُهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۙ
Kezâlike neslükuhû fî kulûbil mücrimîn.
12- “Biz böylece onun suçluların kalplerine sokarız”
Önceki ayetlerde bahsedilen alay etme geleneğinin, günahkârların (mücrimîn) kalplerine nasıl yerleştiğini açıklamak için gelmiştir.
Önceki geçmiş ümmetlerde kâfirlerin kalplerine, küfür veya Peygamberleriyle alay etmek yolunu ortaya koyduğumuz gibi küfür ya da alay etmeyi yahut Allah'a ortak koşmayı ya da iman etmemeyi o suçluların kalplerine sokarız. Suçluluk niteliğine sahip oldukları için onlara bir ceza olmak üzere, bu ümmetin suçlularına bu küfür ve yalanı böylece sokarız da onlar, Kurana iman etmezler.
Mealde tercih edilen görüşe göre ise, kâfirlerin kalplerine sokulan, kendilerine tebliğ edilen Kur'andır. Yani, Kur’an kendilerine tebliğ edilmiş, buna rağmen onlar ondan faydalanmamışlardır. Zira kalplerin hepsi bir değildir, işledikleri amelleri yüzünden bazı insanların kalpleri paslanmıştır. Bu sebeple gerçeği kabul edemezler.
Mesaj: İşte biz (alay etme ve inkâr etme eğilimini) aynı şekilde suçluların/günahkârların (mücrimîn) kalplerine yerleştiririz. Bu, alaycılığın ve inkârın sadece bir dış tepki değil, kalpte kök salmış bir inançsızlık ve suçluluk hali olduğunu gösterir.
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ
Lâ yü'minûne bihî ve kad meḍat sünnetül evvelîn.
13- “Yine de ona inanmazlar. Halbuki kendilerinden öncekilerin sünneti de geçmiş bulunmaktadır.”
Mücrimlerin kalplerindeki bu inkârın sonucunu ve tarihsel döngüyü pekiştirmek için gelmiştir.
Allah’a ve Zikr’e inanmazlar. Halbuki kendilerinden öncekilerin sünneti onları helak etmek konusundaki sünnetini, yahut da onlar hakkında uyguladığı sünnetini de geçmiş bulunmaktadır. Bu bakımdan bu tavrı takılan ve bu durumda olan kişilerin İslam'a girecekleri umulmaz. Dolayısıyla bırak onları yesinler faydalansınlar…
Mesaj: Onlar (o mücrimler) ona (Kur'an'a ve mesaja) inanmazlar. Oysa (onlardan önceki helak olan) öncekilerin yolu (sünnetül evvelîn) geçmiştir. Bu, imansızlığın kalplerine yerleştiğini, ancak bununla birlikte daha önceki inkârcıların başına gelen ilahi cezanın da bir yasa (sünnet) olarak varlığını sürdürdüğünü vurgular.
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا مِنَ السَّمَٓاءِ فَظَلُّوا ف۪يهِ يَعْرُجُونَۙ
Ve lev fetehnâ ‘aleyhim bâben mines semâ’i fezallû fîhi ya’rûcûn.
14- “Onlara gökten bir kapı açsak da yukarı çıkmaya koysalardı”
Mekke müşriklerinin inatçı taleplerine ve meleklerin inmesi (7. ayet) gibi mucize isteklerine karşı onların inanmaya niyetlerinin olmadığını göstermek için inmiştir.
Şayet biz bu kâfirlerin aşırı inatları o dereceye ulaşmıştır ki, onlara semanın kapılarından bir kapı açılacak, üzerinde tırmanacakları bir merdiven sağlanacak olur ve yükselirlerse ve orada birçok şeyi görecek olurlarsa; bu gördüğümüz gerçeği olmayan bir hayaldir Hatta büyülendik diyeceklerdir. küfürlerinin ileri derecede oluşu, hakka karşı inat ve boş kibirleri onlara bunu söyletecektir. Bu durumda olan kimselere verilecek karşılık, sadece onları terk'ten ibaret olabilir. Çünkü onları uyarmanın hiçbir faydası yoktur. Zira onların inkârları katmerleşmiştir. Mucizeler onlara tesir etmez. Mucizeleri sihir sayarlar.
Mesaj: Eğer Biz onlara gökten bir kapı açsaydık da, onlar oradan sürekli yukarıya yükselselerdi (mucizeyi bizzat gözlemleselerdi)... Mutlaka derlerdi ki: "Şüphesiz gözlerimiz (ancak) kamaştırıldı/perdelendi ve biz büyülenmiş bir kavmiz." Bu ayet, inkârcılığın öyle bir noktaya ulaştığını gösterir ki, açıkça görünen en büyük mucizeler bile onlar tarafından "göz yanılması" veya "büyü" olarak reddedilecektir. Onların kalplerindeki mühürlenmeye dikkat çeker.
İnkârdaki inatçılığın sınırını gösteren bir faraziye sunar.
لَقَالُٓوا اِنَّمَا سُكِّرَتْ اَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ۟
Le kâlû innemâ şükkirat ebsârunâ bel nahnü kavmün meshûrûn.
15- “Gözlerimiz döndürüldü, biz herhalde büyülendik.” derlerdi.”
14. ayetteki faraziyenin sonucunu bildirerek, müşriklerin en büyük mucize karşısında bile nasıl bir tepki vereceklerini açıklar. Yukarıdaki ayette iki ayet açıklanmıştır.
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ
Ve lekad ce’alnâ fîs semâ’i burûcen ve zeyyennâhâ lin nâzırîn.
16- “Andolsun ki biz semada burçlar yarattık ve onu bakanlar için donattık.”
Önceki ayetlerde inkârcıların inatçı tavırları ve mucize talepleri ele alındıktan sonra, Allah'ın evrendeki sınırsız kudretini ve yaratılışın ihtişamını göstermek için inmiştir.
Yıldızlar, yıldızların kat edecekleri merhaleler, yörüngeler ve onların izleyecekleri yollar veya yeryüzüne nispet ile Güneş’in ve Ay’ın kat edeceği merhaleler yarattık. Onu izleyen takip edenler seyredenler, gökbilimciler vb. gibi, çeşitli gezegenlerle donatılmıştır.
Mesaj: Şüphesiz biz, gökyüzünde burçlar (yıldız kümeleri/gezegen yörüngeleri) yarattık ve onu seyredenler için süsledik. Allah, gökleri düzenlemiş ve güzelleştirmiştir. Bu, hem bir düzenin varlığına hem de ilahi sanattaki estetiğe dikkat çeker.
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ
Ve hafıznâhâ min külli şeytânin racîm.
17-“Ve onu kovulmuş şeytandan koruduk”
16. ayetteki göklerin düzen ve güzelliğinden sonra, o düzenin korunmuşluğuna dikkat çekmek için gelmiştir.
Semayı lanetlenmiş şeytandan koruduk. Mesaj: Ve onu (gökyüzünü) kovulmuş/lanetlenmiş her şeytandan koruduk. Bu, göklerin sadece bir seyirlik güzellik değil, aynı zamanda şeytanların bilgi çalmasını ve müdahale etmesini engelleyen ilahi bir koruma altında olduğunu bildirir.
اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ
İllâ menistereka’s sem’a fe etbe’ahû şihâbün mübîn.
18- “Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa apaçık görülen bir ateş onu kovalar.”
Şeytanların göklerden bilgi çalma girişimlerinin nasıl engellendiğini detaylandırır. Onlardan kulak hırsızlığı yapan olursa apaçık görenler tarafından fark edilebilecek bir ateş yıldızların maddesinden bir parça onu kovalar.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: "Allah teala gökte bir emrin yerine getirilmesine hükmettiği zaman Melekler, Allah’ın emirlerine boyun eğdiklerini göstererek kanatlarını çırparlar. Allah, düz kayalar üzerinde hareket eden zincirlerin çıkardığı ses "gibi heybetli bir ses çıkaran emri Meleklere uygulatır. Meleklerin kalbinden (Bu ilahi emrin dehşetiyle meydana gelen) korku gidince melekler, (mertebeleri daha yüce olan diğer meleklere) derler ki: "Rabbimiz ne emretti " Onlar da cevaben derler ki: "Hakkı emretti. O, yücedir, büyüktür. "Bu sırada kulak hırsızı Şeytanlar, yerden göğe kadar birbirlerinin üstünde zincirleme dizilmiş ve kulak hırsızlığına hazırlanmış bulunurlar. Şeytanlar bu vaziyette iken bazı kere, Meleklerin konuşmasını işiten en üstteki Şeytana bir ateş parçası yetişip, altındaki Şeytana o haberi ulaştıramadan o Şeytanı yakar. Bazı kere de ateş o Şeytanı yakalamadan, haberi bir sonraki Şeytana ulaştırır, o da altındakine ulaştırır... Böylece haber yeryüzüne ulaşır, sihirbazların ve kâhinlerin ağzına düşer. Onlar da bu haberin yanına yüz yalan katarak insanlara söylerler. Nihayet o ilahi emir yeryüzünde meydana gelir ve böylece de bu sihirbaz veya kâhinin söylediği doğru çıkmış olur. Onlardan bu haberi işiten taraftarları da derler ki: "Nasıl, bunlar vaktiyle şöyle şöyle olacak diye bize haber vermemişler miydi Gördünüz ya, sihirbazın, gökten işitildiğini söylediği sözün gerçek olduğu ortaya çıktı."(Buhari - Tirmizi)
Abdullah b.Abbas diyor ki: "Birgün Resulullah, sahabeleri ile beraber otururken bir yıldız aktı ve ışığı göründü. Resulullah: "Cahiliye döneminde bunu gördüğünüz zaman ne diyordunuz " diye sordu. Sahabiler dediler ki: "Biz, "Büyük bir şahsiyet öldü veya büyük bir şahsiyet doğdu." derdik." Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Yıldız, kimsenin ölümü veya doğumu üzerine akıtılmaz. Fakat güçlü ve yüce olan rabbimiz bir şeyin olmasına hükmettiği zaman, arşı sırtında taşıyan melekler onu tesbih ederler. Sonra onların altında bulunan gök sakinleri tesbih ederler. Sonra, onlardan daha aşağıda bulunan varlıklar tesbih ederler. Tesbih etme nihayet bu semada (Dünya semasında bulunanlara) kadar ulaşır. Sonra altıncı semada bulunanlar, Yedinci semada bulunanlara "Rabbimiz ne dedi " diye sorarlar. Yedinci semada bulunanlar onlara rablerinin ne dediğini haber verirler. Ondan sonra her semadakiler bir üstte bulunandan haber alır. Böylece o haber dünya semasındakilere kadar ulaşmış olur. Şeytanlar da kulak hırsızlığı yaparak bu haberlerden bir kısmını kaparlar. Onu dostlarına ulaştırırlar. O getirdikleri haber aslında doğrudur. Fakat onlar o haberi değiştirir ve ona başka şeyler katarlar. (Tirmizi, Hadis no; 3224)
Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyrulmaktadır: "Biz, dünya semasını, lamba gibi parlayan yıldızlarla donattık. Onlarla Şeytanların taşlanmasını sağladık. Ahirette de biz, Şeytanlara, alev alev yanan bir azap "Biz dünyadaki göğü, bir zinet olan yıldızlarla süsledik." "Biz, o göğü her isyankâr Şeytandan koruduk." (Mülk / 5)"Böylece onlar, o yüca topluluğu dinleyemezler. Kovulmak için her taraftan kendilerine ateş atılır. Kıyamet gününde de onlar için devamlı bir azap vardır." "Ancak o yüce topluluktan bir söz kapanların da, peşine, her şeyi delip geçen bir alev takılır.´(Saffat/6-10)
Mesaj: Ancak kulak hırsızlığı yapmak isteyen olursa, hemen onu apaçık bir ateş parçası/parlak bir alev (şihâbün mübîn) takip eder (ve onu yakalar). Bu, ilahi âlemin kutsallığını ve korunmasını pekiştirir.
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ
Vel arda medednâhâ ve elkaynâ fîhâ ravâsiye ve enbetnâ fîhâ min külli şey'in mevzûn.
19- “Yeri de döşeyip yaydık. Oraya sabit kazıklar bıraktık; orada her şeyden ölçülü olarak yetiştirdik.”
Gökyüzü tasvirinden yeryüzü tasvirine geçiş yaparak, Allah'ın kudretinin yeryüzündeki delillerini sıralar.
Hayatı onun üzerinde insan yaşayabilmesi için gereği kadarıyla genişlettik ve yaydık. Yeryüzü (Arzı) çalkalanmaktan koruyan, dengesini sağlayan sabit dağları hikmet terazisi ile ölçülmüş ve tayin edilmiş belirli bir miktarda koyduk.Bu ölçüde ne fazlalık ne eksikliği söz konusudur. hiçbir tür bir başka Türe veya diğer türlerin aleyhine hiçbir çeşit bir başka çeşidi veya diğer çeşitlerin aleyhine bir gelişme kaydetmez.
Mesaj: Yeryüzünü yayıp döşeyen (medednâhâ) ve ona sarsılmaması için sabit dağlar (revâsiye) yerleştiren biziz. Yeryüzünde ölçülüp biçilmiş (mevzûn) her şeyden bitki bitirdik. Yeryüzünün insanın yaşamasına uygun şekilde hazırlanmış olmasına ve tabiatın kusursuz dengesine (ölçülülüğüne) dikkat çeker.
وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ
Ve ce’alnâ leküm fîhâ me’âyişe ve men lestüm lehû bi râzikîn.
20- “Orada hem sizin için geçimlikler meydana getirdik, hem de rızıklarına temin edemeyecekleriniz için”
19. ayetteki yeryüzü nimetlerinin bir devamı olarak, rızık ve geçim kaynağı temasını vurgular. Biz, sizler için, yeryüzünde hayatınızı sürdürecek ve geçim vasıtası olacak geçimlikler meydana getirdik. Sizin rızıklarını vermediğiniz hayvan ve davarlar içinde rızıklar verdik.
Bu âyet-i Kerimenin Mesajı: Allah teala'nın, Yeryüzünde insanoğluna bahşettiği çeşitli nimetler, geçimlikler/rızıklar (me'âyiş)i ona hatırlatmakta ve sizin rızık vermediğiniz/ veremeyeceğiniz kimseler (diğer canlılar, insanlar) için rızıklar kıldık. O nimetleri kendisine veren rabbini tanımaya ve ona boyun eğmeye davet etmektedir.
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ
Ve in min şey'in illâ ‘ındenâ hazâinühû ve mâ nünezzilühû illâ bi kaderin ma’lûm.
21- “Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizim katımızda olmasın. Ve biz onu ancak belli bir ölçüye kadar indiririz.”
Allah'ın mutlak malikiyetini ve kudretini pekiştirmek için inmiştir.
Allah teala kulların kendisiyle faydalandığı herşeyin sahibi olduğunu, her ne var ise Bizler onu var etmeye, yaratmaya ve nimet olarak onu sunmaya kadiriz. bu nimetleri ise sonsuz Hikmet ve rahmete uygun olarak belli bir miktarda geçimlik olarak veririz. Allah'ın, kullarına bu nimetlerinden vermesi, sadece onun bir lütfudur. Allah, kulları için herhangi birşey yapmak mecburiyetinde değildir. O halde kullar bu lütufları bilmeli ve lütufkâr olan rablerine karşı nimetlerinin şükrünü eda etmelidirler.
Mesaj: Hiçbir şey yoktur ki, onun hazinesi (hazâinühû) Bizim katımızda olmasın. Ve Biz onu ancak belli bir ölçü (kaderin ma’lûm) ile indiririz. Allah her şeye sınırsız sahip olmakla birlikte, nimetleri hikmet ve plan dahilinde (ölçülü) gönderir.
وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ
Ve erselner riyâha levâkıha fe enzelnâ mines semâ’i mâen fe eskaynâkûmûhû ve mâ entüm lehû bi hâzinîn.
22- “Rüzgarları da aşılayıcı olarak gönderdik. Gökten de bir su indirip onunla sizi suladık. Siz onu biriktiremezdiniz”
Doğadaki en temel mucizelerden biri olan yağmurun ve rüzgârın işlevini anlatır.
İbni Kesir der ki: “ rüzgarlar Bulutlara aşlar ve bulutlar da su boşaltır aynı şekilde rüzgarlar ağaçları da aşılar..” nesefi de şöyle der: “ biz Rüzgarları bulutları taşıyıcılar olarak gönderdik. Çünkü bulutlar adeta rüzgarların kucağındadır ve rüzgarlar da adeta dişi Devenin ilgah olup hamile kalması gibi hamile bırakıcıdır…”
Gökten yani buluttan indirmiş olduğumuz suyu kolay içilen tatlı ve kendisiyle yararlanılan bilecek bir su haline getirdik. Sizler onun hazinelerine Malik olamaz ve onu veremezdiniz veya sizin gücünüz onu böyle biriktirmek için yeterli değildir. İbni Kesir şöyle diyor: “Bundan maksat şu olabilir: Sizler onu koruyamazdınız. Halbuki onu indiren ve sizin için muhafaza edenler, onu kaynaklar haline, yeryüzünde Pınarlar haline getirenler bizleriz. Yüce Allah dileyecek olsa o suları yerin dibine geçirir ve susuz bırakır. Ancak onun rahmetinin bir tecellisi olarak o suyu indirdi, onu içilebilecek tatlılıkta halk etti. Onu kuyularda nehirlerde ve başka yollarda bizim için muhafaza etti ki, sene boyunca onlar o sudan içsinler hayvanlarını, ekinlerini sulama yapabilsinler.”
Mesaj: Biz, rüzgârları aşılayıcılar (levâkıha) olarak gönderdik. Sonra gökten su (mâen) indirdik ve onunla sizi suladık (eskaynâkûmûhû). Siz onun hazineleri/depolayıcıları (hâzinîn) değilsiniz. Rüzgârın ve yağmurun ilahi bir döngü olduğunu işaret ederken, insanın bu hayati kaynağı yaratma gücüne sahip olmadığını vurgular.

Yorum Gönder
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...