Kadiri Yolu
Sekr ve Sahv Tarikatı


Sekr Tarikatı


Kuvvetli bir hal ile kendinden geçmektir. Bu hal gaybet’in üstündedir. Sekr hali vecd sahiplerinde görülür. Kendisini güzel vasıflar gösterilen kul kendinen geçer ve kalbi mest olur.

Mutasavvıflar nezdinde kullanılan sekr, sevgiliyi görmenin verdiği sevinçle kendinden geçmektir. Bu kendinden geçmenin derecesi, sevginin kuvveti ile sevileni algılama gücü ile orantılı olur. Muhabbet ve algılama ikiside kuvvetli olursa kendinden geçme tam olur.

Peygamber efendimiz sav:” Bir şeyi sevmen seni kör ve sağır yapar.” (Ebu Davud, edep:116, İbni Hanbel, Müsned 5/194, 6/450) hadislerinde buna işaret vardır.
Ebu İsmail Abdullah el-Herevi: “Sekr, zevkten, kendine sahip olamamaktır.” Menazil: 45

İbn Kayyim: “ Sekr, neşeden bilincin kaybolması, kişinin ne dediğni bilemez hale gelmesidir.”

Muhammed İbn Hafif: “ Sekr, sevgiliyi anarken kalbin kaymamasıdır.”

Sekre cezbeye ve vecd hallerine ağırlık verir. Beyazıd-i Bestami tarafından temsil edilmiştir. Bu yolda taşkınlıklar, aşırılıklar, şathiyeler ve şeriatın zahirine zıt gibi görünen söz ve davranışlar çoktur.

Sahv Tarikatı

Uyanmak, uyanıklık demektir. Sekr halinde kulun, Allaha kulluk görevlerini yapabilmek için sekrinden uyanmasına sahv denir.

Temkin ve marifete ağırlık verir. Cüneyd-i Bağdadi tarafından temsil edilmiştir. İtidale ve şeriatın zahirine uymaya dikkat edilmiştir.

Bir de şu notu eklemek lazım Hallacı Mansur olayı idam edilmiştir. Ders aldığı şeyhlerini izinsiz olarak bırakıp Cüneyd-i Bağdadiye gitti ancak şeyhlerini izinsiz terk ettiği için Cüneyd-i Bağdadi tarafından kabul edilmedi. Hallac, sonra Mekke’ye gitti. Burada dayanılmaz bir mücadele devresi yaşadı. Türk illerinde ve Hindistan’a giderek burada irşat faaliyetlerinde bulundu. Daha sonra bağdada yerleşti. O yıllarda kastami isyanı başlamıştı. Hallac da kastami damgası yedi. Yakalandı ve hapse atıldı. Vezir Hamid onu “ Allahlık ve peygamberlik iddia etmekle” suçladı. Sonra o hac etmeye gerek olmadığını herkesin bulunduğu yerde de hac edebileceğini ileri sürdü. İdam edilmeden önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hatta tebessüm ediyordu. Bir dostu, gül attı. O zaman inledi. Sebebi sorulduğunda; "Taş atanlar beni tanımaz. Halden anlayanların bir gülü beni incit-ti" dedi. Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. İzin isteyip; "Allah’ım, bana senin için bu işkenceyi reva görenleri affet!" diye yalvardı.

Daha sonra dili ve başı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı. Atılan küller dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya başladı. Kabaran Dicle'nin suları Bağdat'ı basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve Dicle bir müddet sonra eski normal hâlini aldı. Hallac bu kimseye, şehit edilmeden önce: "Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atarlar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdat'ı basar. O zaman hırkamı nehre götürüp at" buyurmuştu. Hak dostunu böylece haksızca öldürmüş oldular.


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar