Kadiri Yolu

 

Habeşistana Hicret

Siret-i Nebi 

Ders Notları


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم


Habeşistan’a hicret

Hz Muhammed (ﷺ) aleni olarak halkı İslam dinine davet ettikçe, Müslümanların gördükleri eziyetler şiddetlenmiş, onlardan bir kısmını himaye edenler olmuşsa da bir kısmı korunmasız kalmıştır. Mekke’de adeta oturulamaz bir duruma gelinmişti. Korumasız kalanların ibadet hürriyetini elde edemedikleri için bir ümit ışığı doğdu ve Hz. Peygamber Efendimiz adil bir hükümdarın yönettiği Habeşistan’a hicret izni verdi. İlk kafile burada üç ay kadar kaldılar. 


Hz. Peygamber ()’e peygamberlik gelişinin yedinci yılında Mekke müşrikleri abluka başlatmıştı. Habeşistan’a hicret bundan tam iki yıl önce başladı. O zaman Hz. Ömer ve Hz. Hamza daha iman etmemişlerdi. 

Hz Ömer ve Hz Hamza’nın daha yeni Müslüman olmalarıyla birlikte Mekke’de ortaya çıkan yeni durum Kureyş’i yeniden düşünceye ve yeni tuzaklara yöneltti. Müslümanlara uyguladıkları ekonomik abluka bu tuzaklardan bir tanesiydi. Kafirler her vesileyle Müslümanlar üzerinde değişik eziyet metotları uyguluyorlardı.

Habeşistan’a İlk Hicret

Habeşistan’a İlk hicret Resulullah ()’in gelişinden sonraki beşinci senesinde olmuştu. Bu İlk hicrette kafile de 12 erkek ve 14 kadın Habeşistan’a sığınmıştır. Bunlardan bazıları necm suresinin okunması sırasında müşriklerin secde ettiği haberi üzerine tekrar Mekke’ye geri döndüler. Ancak orada durumun daha da şiddetlenmiş olduğunu görünce her biri bir müddet eman alarak Mekkede bir müddet kaldılar. 

Habeşistan’a İkinci Hicret

Habeşistan’a ikinci kez hicret ise bi’setin altıncı yılında yapıldı. Birinci hicret esnasında Habeşistan kralı Necaşi’nin ilk müslümanları iyi karşılaması onları teselli etmesi Mekke’de bulunan diğer müslümanlara anlatılınca eza görenlerde Habeşistan’a hicret etmek istediler. İkinci hicrette gruplar halinde 82 veya 83 erkek ile 19 veya 21 kadından müteşekkil müslümanlar kafile halinde Habeşistan’a gitti.

Mekke müşrikleri Müslümanların Habeşistan’a göç etmelerine kuşkulandılar. İslam’ın yayılmasından dolayı endişeye kapıldılar. Muhacirleri Necaşi’den istemeye karar verirler. Amr İbn’l As ve Abdullah bin Ebi Rebia’dan oluşan iki kişilik bir elçi heyetini Habeşistan’a gönderdiler. Gelen heyet gerek hükümdara gerekse kendilerine hükümdar yanında yardımcı olsun diye Necaşi’nin yakınlarına ve din adamlarına hediyeler getirdiler. Onlardan yardımlarını esirgememelerini istediler.

Kureyş heyeti hediyelerini vererek Necaşi’nin huzurunda niyetlerini açıkladılar. Necaşi her iki tarafı da bir araya getirerek konuşturdu. Müslümanların kafile başkanı Caferi Tayyar durumu arzederek, Kureyş’in kendilerine yaptıkları zulüm ve işkenceleri anlattıktan sonra, Necaşi’nin arzusu üzerine sözlerinin sonunda bir miktar Kur’an okudu. Necaşi Hristiyan olduğu için ilahi hitabı anlıyordu. Neticede Kureyşin elçilerini, “peygamberlerini yalanlayan kavmin hediyesi bana lazım değildir.” diyerek, Amr İbnul As ile Abdullah bin Ebi Rebia’yı geri çevirdi. Orada kalan Müslümanlara gayet güzel bir muamelede bulunuldu.

Habeşistan’a ikinci defa hicret eden Müslümanların bir kısmı da daha sonra Hz. Peygamberin Medine’ye hicretini duyunca oraya gittiler. Bir kısmı da hicretten sonra Hudeybiye antlaşması esnasında geldiler. Diğer bir kısmı ise ki bunlar son kafile idiler Hayber fethi esnasında geri dönerek Medine’ye geldiler. Böylece Habeşistan'da vefat edenler den başka hiçbir muhacir kalmadı. 

Umeyye bin el-mügüre ranın kızı Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin hanımı Ümmü Selam eden rivayet etmiştir: “ Habeşistan'a Vardığımızda orada hayırlı birinin komşusu olduk., o necaşeydi. dinimiz hususunda güvenlik içindeydik. Allah'a kulluk ediyorduk. Orada herhangi bir eziyete uğramıyor, bizi rahatsız edecek bir şey işitmiyorduk. kureyşliler bu durumu haber alınca bizim meselemizi konuşmak üzere necaşiye sert yapılı iki adamlarını yolladılar. onlar necaşiye Mekke'nin en değerli mallarından hediyeler getirmişlerdi. garip olan bir şey vardı ki o da necaşiye bu hediyelerinin yanında pek çok yiyecek de göndermiş olmalarıydı. necaşi'nin rahiplerden hediye vermedik tek bir rahip bile bırakmamışlardı. bu hediyeleri Abdullah bir rebia el Mahzuni ve Amir Bin El As bin vail essehmi ile göndermişler, gitmeden önce onlara şöyle tembihte bulunmuşlardı: “ necaşi ile Müslümanlar hakkında konuşmadan önce necaşi'nin rahiplerinden her birine hediyesini takdim edin. daha sonra necaşi'yi hediyelerini takdim edin. bundan sonra necaşiden kendileriyle konuşmadan Müslümanları teslim etmesini isteyin.”

 ümmü Seleme anlatıyor:

“ O iki adam çıkıp necaşi'nin yanına geldiler. Biz necaşi'nin yanında hayırlı bir yurtta, hayırlı bir Komşunun yanında yaşıyorduk necaşi ile konuşmadan önce rahiplerinden her birine hediyelerini verdiler. Daha sonra rahiplerine Kral necaşi'nin ülkesine gelen kişilerin kavimlerinin dinlerini terk etmiş akılsız adamlar olduğunu ileri sürerek: “ Onlar sizin dininizi de girmediler. Ne sizin ne de bizim bilmediğimiz bir din uydurmuşlar.” dediler ve sözlerini şöyle sürdürdüler: “ bizi onların kavimlerinin ileri gelenleri kral'a gönderdi ki, onları bize iade etsin. Biz kralla konuştuğumuzda, ona Müslümanlarla konuşmadan Bize onları iade etmesini söyleyin. Kureyş'in gözü onların üzerinde ve onları ne yüzden ayıplayıp muhasebe ettiklerini çok iyi biliyorlar.” rahipler onlara: “ istediğinizi yerine getireceğiz.” dediler. daha sonra hediyelerini rastaya takdim ettiler. O da kendisine sunulan hediyeleri kabul etti. “Ey kral! ülkeler Bizden bazı ahmak Adamlar geldi. onlar kavimlerinin dinini terk ettikleri gibi senin dinine de girmediler. ne senin ne de bizim bilmediğimiz uydurdukları yeni bir dini savunuyorlar. bizi sana, onların babaları, amcaları ve Yakın akrabaları olan kavimlerin ileri gelenleri gönderdi. onları iade etmeni istiyorlar. gözleri bu kimselerin üzerindedir. onları ne yüzden ayıpladıklarını ve muhafazana ettiklerini de gayet iyi bilmektedirler.”

 Ümmü seleme diyor ki:

“Abdullah Bin Rabia ve Amir bin el-As, Necaşi'nin Müslümanları konuşturup dinlemesinden endişe ediyorlar ve bunu istemiyorlardı. Etrafındaki rahipler: “Ey Kral! Onlara inan, kavimlerinin gözü onlar üzerinde ve ne yüzden onların muaheze ettiklerini de çok iyi biliyorlar. Onları bu iki adama teslim et ki kavimlerine iade etsinler.” dediler.

Necaşi bu sözlere kızarak şöyle dedi:

“Allah'a yemin olsun ki hayır! Onları, o iki adama bu şekilde teslim etmeyeceğim. Bana sığınmak isteyen, ülkeme konuk olan, sığınılacak yer olarak başkasını değil de beni seçen bu insanları çağırıp durumları hakkında kendilerine soru sormadan onlara teslim etmem. Eğer bu iki adamın dedikleri doğru ise onları kavmine iade ederim. Eğer söyledikleri doğru değilse, o iki adamı onlara yaklaştırmam. Benim yanımda kalmak istedikleri sürece onlara iyi muamelede bulunurum. 

Daha sonra Necaşi, Rasulullah (sav)’in ashabını bir elçi göndererek yanına çağırdı. Elçiyi görünce toplandılar. Onlara: “Yanına gittiğinizde o adama ne söyleyeceksiniz?” dediklerinde; Peygamberimiz (sav) bize ne öğretti ve neleri yapmamızı emretti ise onları söyleyeceğiz. Sözlerimizden dolayı ne olacaksa olsun” dediler. Necaşi'nin yanına vardıklarında, yanında rahipleri vardı ve biri incil'den açmış bekliyordu. Necaşi: “Size kavmimizin dinini terk ettiren bu din nasıl bir dindir ki, ne benim dinime ne de bu millete mensup herhangi birinin dinine tabi olmadınız? diye sordu. 

Ümmü Seleme: “Sözcü Cafer bin Talib'di şöyle dedi: 

Ey kral! Biz cahiliyet döneminde putlara tapan, ölü hayvanların etini yiyen, fuhuş yapan, akrabalarıyla ilişkisini kesen, komşuya kötü davranan bir topluluktuk. İçimizdeki güçlüler zayıfları ezerdi. Allah bize bir Resul gönderene kadar bu durumda kaldık. O peygamberin nesebini, doğruluğunu, emin oluşunu ve iffetini bilmekteydik. Bizi Allah'ı bir bilmeye, taş ve putlar gibi babalarımızı tapar bulduğumuz şeyleri terk etmeye davet etti. Doğru söylemeyi, emaneti yerine getirmeyi, sila-i rahimi, komşuya iyi davranmayı, haramdan ve kan davasından kaçınmayı emretti. Fuhşu, yalancı şahitliği, yetim malı yemeyi, iffetli kadınlara iftirada bulunmayı yasakladı. Yalnız Allah'a ibadet etmemizi, O'na ortak koşmamamızı, namaz kılmamızı, zekat vermemizi, oruç tutmamızı emretti."

Cafer, Necaşi'ye Islam'ın bütün emirlerini saydı. Sonra şöyle devam etti: 

"O'na inandık, tasdik ettik. Allah katından getirdiği şeylere ittiba ettik. Yalnız Allah'a ibadet ettik ve O'na ortak koşmadık. Bize helal kılınanı helal bildik, bize haram kılınan şeylerden de kaçındık. Bütün bunlardan dolayı kavmimiz bize düşman oldu ve dinimiz sebebiyle bize eziyet ettiler. Bizi Allah'a ibadetten men edip yeniden, puta tapıcılığa döndürmeye çalıştılar. Daha önce işlemiş olduğumuz pislikleri yeniden işlemeye çağırdılar. Üzerimizdeki baskıları iyice yoğunlaşıp yaptıkları zulümlerle dinimize engel olmaya başladıklarında, senin ülkene geldik. Başkalarına değil, sana sığınmayı tercih ettik. Ey Kral, senin yanında zulme uğramayacağımızı ümit ediyoruz." dedi.

Necaşi: "Yanında peygamberinizin, Allah katından getirmiş olduğu bir şey var mı?" diye sordu. Cafer: "Evet" dedi. Necaşi: "Onu bana oku" deyince Cafer; "Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sâd"ın başından bir bölüm okudu. Necaşi sakalları ıslanıncaya kadar ağladı. Rahipler de kendilerine okunanı dinlerken ağladılar ve önlerindeki İncil'leri ıslandı. Daha sonra Necaşi şöyle buyurdu: "Bu şüphesiz Musa'nın getirdiğiyle aynı nurdan ışığını alıyor. (Amr ve Abdullah'a hitaben) Buradan defolun! Allah'a yemin olsun ki onları size ebeddiyen teslim etmem."

Ümmü Seleme anlatıyor:

"Necaşi'nin yanından çıktıklarında Amr bin el-As: "Vallahi, yarın onların (karşı tarafı kızdıracak) kusurlarını söyleyeyim de köklerini kazısınlar." dedi. Amr bin el-As'dan daha merhametli olan Abdullah bin Rebia: "Sakın böyle yapma. Onların akrabaları bunu yaptığını duyarlarsa, bize düşman olurlar." dedi. Amr bin el-As: "Allah'a yemin olsun ki, Necaşi'ye onların Meryem oğlu İsa'nın kul olduğunu söylediklerini bildireceğim." dedi.

Ertesi gün Amr, Necaşi'ye: "Ey Kral, onlar, Meryem oğlu İsa hakkında yakışıksız bir söz söylüyorlar. Onlara bir elçi gönder de ne demek istediklerini öğren." dedi. Necaşi de bu konuyu öğrenmek üzere onlara bir elçisini gönderdi."

Ümmü Seleme anlatıyor:

"Böyle birşey başımıza gelmemişti. Herkes toplanmış, birbirlerine: "Şayet Necaşi soracak olursa İsa (a.s.) hakkında ne diyeceksiniz?" diye soruyordu. Dediler ki: "Allah'a yemin olsun ki Allah Teala ne söylüyorsa, peygamberimiz (a.s.) bize ne öğretmişse onu söyleyeceğiz. Bu sözümüzden dolayı ne olacaksa olsun."

Müslümanlar yanına geldiklerinde Necaşi: "Meryem oğlu İsa hakkında neler söylüyorsunuz?" diye sordu. Cafer bin Ebi Talib: "O'nun hakkında peygamberimiz (a.s.) ne söylüyorsa biz de onu söylüyoruz. O (Isa a.s.) Allah'ın kulu, Resulu ve Ruh'u olup, kendisini Allah'a adamış, bakire ve iffetli olan Meryem'e ilka ettiği kelimesidir."

Necaşi elini yere indirdi ve oradan bir ağaç parçası aldı ve şöyle dedi:

"İsa, senin söylediğinden şu ağaç parçası kadar bile farklı değildir." dedi. Bu sözler üzerine Necaşi'nin etrafındaki rahipler söylenenleri inkar edercesine homurdandılar. Necaşi rahiplere: "Homurdansanız da bu böyledir." dedi. Sonra müslümanlara dönerek: "Gidiniz. Topraklarım içinde güvenlik içindesiniz. Bana bir dağ büyüklüğünde altın verilse bile, sizlerden birine eziyet etmek istemem." Necaşi sözlerine şöyle devam etti: "Şu iki adamın getirdikleri hediyeleri iade edin. Benim o hediyelere ihtiyacım yok. Allah, verdiği mülk dolayısıyla benden rüşvet almadı ki, ben de sizden rüşvet alayım. İnsanları Allah'a itaat ettirdiğim gibi, ben de Allah'a itaat etmeliyim."

Ümmü Seleme anlatıyor:

"Kureyş'in elçileri tahkir edilmiş ve getirdikleri hediyeler iade edilmiş olarak Necaşi'nin yanından çıktılar. Bizler de Necaşi'nin topraklarında güvenlik içinde yaşadık. O bizler için hayırlı bir komşu idi. Bu durum Necaşi'nin elinden yönetimi almak isteyen biri ortaya çıkıncaya kadar devam etti. Allah'a andolsun ki bu yeni durum karşısında çok büyük bir üzüntüye kapıldık. Bu adamın Necaşi'ye galip gelip Necaşi gibi haklarımızı koruyan biri olmamasından endişe ediyorduk.

Necaşi ordusuyla yürüdü. Hasmıyla arasında Nil toprakları vardı. Resulullah'ın ashabı: "Bizden kim oraya gider de haber getirir?" dediler. Zübeyr bin el-Avam: "Ben" dedi. Zübeyr, Habeşistan'a hicret edenler arasında yaşı en küçük olandı. Bir su kırbasını şişirip göğsüne bağladılar. Bununla yüzerek Nil kıyısına kadar çıktı. Necaşi ile hasmı orada karşı karşıya geliyordu. Durumu haber alıp geri döndü."

Ümmü Seleme diyor ki:

"Necaşi'nin hasmına galip gelmesi, topraklarında hükümran olmaya devam etmesi için Allah'a dua ettik. Necaşi, Habeşistan'ın idaresini elinde tutmuştu. Mekke'ye Resulullah (a.s.)'ın yanına dönünceye kadar orada huzur içinde yaşadık."

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar