Kadiri Yolu
Muhabbet-Takva



18. Sohbet: Muhabbet-Takva


Ey oğul!

Tevhid kılıcını eline al. Vera zırhını kuşan. Sıdk ve irade atına bin. İhlâs hamlen ile nefis, hevâ, heves, şirk, şeytan ve dünya üzerine hamleni yap. Zafer ve yardım sana Allah (CC) katından mutlaka gelecektir.

Sufiler nefislerini hapsettiler. Az ile yetindiler de, çoğa ulaştılar. Kendileri için hazırlanmış elbisenin kader direkleri üzerinde asılı olduğunu gördüler. Dünyevî ve uhrevî nasipleri kendilerine gelinceye kadar eski elbise giymeye sabrettiler. Eğer kalp, Hakk’tan (CC) gayrı her şeye zâhid olursa marifet sahralarına, ilim çöllerine düşer. Emân ve emniyet evine girer. Asilerin tasallutundan, şeytanın takibatından ve Rahmân’a (CC) muhalefet etmekten kurtulur.

Ey aceleciler!

Sebat edin. Ey isteklerinin zamanından önce gelmesini isteyenler! Böyle yapmayın. Hz. Peygamber (SAV)’in: “Acelecilik şeytandan, sükûnet Rahman’dandır (CC).”(1) buyruğunu işitmediniz mi? Şeytan, durumları bilmediği için insana aceleci davranmayı ve Rahman’a (CC) isyan etmeyi emreder.

Teenni (sükûnet) ise Rahman’dandır (CC), çünkü O (CC) kulun hayrına olan şeyleri bilir. Allah-ü Teâlâ’yı (CC) seven kimsenin O’na (CC) karşı iradesi kalmaz. Zira muhibbin mahbubuna karşı iradesi olmaz. Muhabbet yemeğinden yiyen her muhip bunu bilir. Muhip, mahbubunun yanında, efendisinin yanındaki köle gibidir. Akıllı ve itaatkâr bir köle hiçbir şeyde efendisine itiraz ve muhalefet etmez.

Yazık sana!

Sen ne muhipsin, ne de mahbupsun. Ne muhabbet, ne de mahbubluk yemeğinden yemişsin. Muhib sakınma ve sıkıntı içerisinde olur, mahbup ise sakin olur. Muhip acı içerisinde olur, mahbup sükûnet. Muhabbet iddiasındasın ama mahbubundan gâfilsin, uykudasın. Allah-ü Teâlâ (CC) bir kelâmında şöyle buyurmuştur: “Bana muhabbet iddiasında bulunup da gece gelince uyuyan kimse yalancıdır.” Oysa muhipler ancak mecbur kaldıkları için veya sünnet olduğu için uyurlar. Hatta secdede uyuyakalırlar.

Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivayet olunmuştur: “Kul secdede uyuyakaldığı zaman Allah-ü Teâlâ (CC) meleklerine onunla övünür ve şöyle der: Kulumu gördünüz mü? Ruhu benim yanımda, bedeni huzurumda bana itaatte.”(2) O namazda iken uyku ona galip gelmiş. O hâlâ namazdadır; çünkü niyeti namazda olmaktı, ama uykuya yenik düşmüştür. Cenâb-ı Hakk (CC) surete, şekle bakmaz, o niyete ve manaya bakar.

Arif ahirete karşı zâhid olunca ona şöyle der: “Benden uzak dur. Ben Cenâb-ı Hakk’ın (CC) kapısının talibiyim. Seninle dünya benim nazarımda aynı. Dünya benim için sana karşı perde idi, sen de Rabbime (CC) karşı perdesin. Beni O’ndan (CC) perdeleyen hiçbir şeye acımam.”

Bu sözü duyun; bu söz “ilmullâh”ın (Allah’ı CC. bilmenin) ve O’nun (CC) mahlukatından istediğinin özüdür ki, bu Nebîlerin (AS), Resullerin (AS), Evliyanın (RA)ve Salihlerin hâlidir-.

Ey dünyanın ve ahiretin köleleri! Sizler ne Allah-ü Teâlâ’yı (CC), ne O’nun (CC) dünyasını, ne de ahiretini biliyorsunuz. Sizler duvar gibisiniz. Senin putun dünya. Senin putun ahiret. Senin putun şehvetler ve zevkler. Senin putun halkın seni övmesi, methetmesi ve seni benimsemesi. Allah-ü Teâlâ’dan (CC) gayrı her şey puttur. Sûfîler sâdece O’nun (CC) rızasını isterler.

Yazıklar olsun size!

Kıyamet size çok yakın. O med ve cezirdir. O biraz uyku, biraz uyanıklıktır. O kabul veya reddir. “Sabah yakın değil mi?”(3) Kıyamet günü muttakilerin günüdür. O gün muttakilere yardım günüdür. Muttakilerin “ferah” (düğün, sevinç) günüdür. Muttakiler, halvetlerinde ve celvetlerinde, darlık ve bolluk anlarında, sevdikleri ve sevmedikleri şeylerde Allah-ü Teâlâ’ya (CC) karşı takva sâhibi olan, O’ndan (CC) sakınan kimselerdir. Onlar Allah (CC) kulu ve erleridir. Onlar erler ve kahramanlardır. Onlar önderlerdir, reislerdir. İmanın temeli ve binasına onlardır sâhip olan. Açık olsun, gizli olsun şirkten ve nifaktan sakınırlar. Dünyadan ve halktan yüz çevirirler. Nefsani arzulardan nefret ederler.

Allah-ü Teâlâ’ya (CC), O’dan (CC) gayrı her şeyi terk eden kimseler ancak kurbiyet kesbedelidir. Sen dünyayı istiyor ve onun için çabalıyorsun, O’nun (CC) indindekine nasıl ulaşacaksın? Bir şey infak edince elindekinin en değersizini veriyorsun. Oysa sâlihlerin önde gelenlerinden birisine güzel bir yemek gelince, hizmetçisine: “Bunu falanca fakirin evine götür” dermiş.

Yazık sana!

Zekat borcun olunca cebindeki en değersiz altını (parayı) çıkarıyorsun: Bundan utanmıyor musun? Veya böyle gerçek altını değil de, parçacıklarını çıkarıyorsun! Yanında cevherler varken, gümüş çıkarıyorsun! Yanında bir dinar varsa onu bir buçuk yapmaya çabalıyor, ama iş fakirlere gelince azaltmaya çalışıyorsun! Yanında yemek olsa, onun lezzetsizini fakirlere veriyorsun, fakat kendine gelince en güzel yemekleri yiyorsun! Sen nefsinin kölesinin; ona muhalefet edemiyorsun, sen hevâna, şeytanına ve kötü akranına tâbisin.

Muttakiler, aşiretlerini (yakınlarını) binlerce defa terk etmişlerdir. Boşa yorulmayın, Allah-ü Teâlâ (CC) sizden saflık, tertemizlik dışında bir şey kabul etmez! Muttakiler, sâhibinin eliyle hazırlanmamış bir sofraya icabet etmezler; onlar murdarı kabul etmezler. Dünyayı ve halkı talep eden kimse murdardır, kirlenmiştir, sert ve pis çamurdur. Halkı ve sebepleri şirk koşmak necasettir. Rabbimiz (CC) ancak ve ancak rızası için olanı kabul eder. O (CC) şirk koşanlardan müstağnidir.

Akıllı olun ve sizi ilgilendirmeyen şeyi konuşmayın. Emrolunduğunuz şeyle meşgul olun. Zamânınızı boşa harcamayın. Rabbinize (CC) karşı takvâ sâhibi olun. O’na (CC) karşı takvâ sâhibi olanı O (CC) korur ve yüceltir; onu kurbiyet kapısına ve ebedî güzel hayata yüceltir. Onu perdelenmişlikten yüce derecelere ve yıldızlardan yedinci kat semâya yüceltir.

Yakında kıyâmeti göreceksiniz.

Allah-ü Teâlâ’nın (CC), diğer insanlar sıcaktan ve terden boğulurken, muttakilerini arşının gölgesinde nasıl haşrettiğini, onları üzerinde beyaz balların bulunduğu sofralara nasıl oturttuğunu göreceksiniz. Oysa bu sofralara oturmuş müttakîler halkın bu durumlarına da şâhit olurlar: Bir topluluk cennete götürülür, bir topluluk da cehenneme götürülür. Cennetlikler orada otururlarken, cennetteki evleri de tam karşılarında durur. Hurileriyle, gılmanlarıyla onlara görünür. Onlar cennete kavuşmadan önce kendileri için hazırlanmış şeyleri görürler.

Hiçbir mü’min yoktur ki, ölümü ânında basireti açılmasın; o cennette kendisi için hazırlanmış şeyleri görür, hûrilerin ve vildanların kendisine işaret ettiğini görür. Cennetin güzellikleri ona ulaşır. Sekerât ve ölüm hâli güzelleşir. Allah-ü Teâlâ (CC), Firavun’un hanımı Âsiye’ye yaptığını onlara da yapar. Firavun ona türlü türlü azaplar etmişti. Ellerini ve ayaklarını demir halkalarla bağlamıştı. Basîretinden (gözlerinden) perde kaldırıldı ve göğün kapıları ona açıldı. Cenneti, içindekileri ve orada kendisi için bir bina yapan melekleri gördü de şöyle dedi: “Rabbim (CC)! Benim için cennette bir binâ yap.”(4) Ona denildi ki: “İşte bu senin için.” Gülüverdi. Bunun üzerine Firavun şöyle konuştu: “Ben size dememiş miydim, o delidir, diye… Bakın, bu azap içerisindeyken bile nasıl gülüyor?”

İşte bütün mü’minler böyledir; ölüm ânında Allah-ü Teâlâ (CC) katında kendileri için olan şeyleri görürler. Onlardan bazıları da ölümden önce bunu bilirler. Bunlar “müferrid” (ibâdette öne geçmiş) murâd mukarreblerdir.

Cennet için amel eden kimsenin ameli amel sayılmaz, kabul edilmez. Allah rızası (CC) için amel edin. Oruçtan, namazdan ve bütün hayırlı fiillerden geri durmayın, ama ihlasla birlikte… Bu zahirî emirleri sapasağlam yapın. İhlaslı amel sizi ilim vâdisine götürür. Rabbinizin (CC) kapısına iman ve ikan (yakın) ayaklarıyla koşun. İşte o zaman, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşerin kalbine gelmeyen şeyi görürsünüz.

Ey kalpler!

Beni dinleyin. Ey güzel konuşanlar! Beni duyun. Ey akıllılar! Beni işitin! Cenâb-ı Hakk (CC) çocuklara hitap etmez; O (CC) ancak akıllılara ve büyüklere hitap eder. Nefislere hitap etmez; mü’minlerin kalplerine hitap eder. O’nun (CC) kelâmını ve hitabını dinleyin. Müşrikler O’nun (CC) hitabına karşı sağırdırlar.

Allah’ım (CC)! 

Gaflet uykularımızdan bizi uyandır. Bütün ahvâlimizde bizim üstümüzü ört; hayırda da, şerde de üstümüzü ört. Bizimle Senin gayrın arasında bir muamele (alışveriş) olmasın. Ne övgü, ne yergi. Ne bir medih bizim gönlümüzü çelsin, ne de bir ayıp bizi rezil etsin. Ne bundan, ne ondan, yâ Rabbi (CC)! (Âmin) “Bize dünyada da, ahirette de güzellik ver ve cehennem azabından bizi koru.”

(1) Tirmizî, es-Sünen, “el-Birru ve’s-Sıla” hadîs no: 2013.

(2) İbn Hacer el-Askalânî, Telhîsu’l-habîr, I/120, (Beyrut-1986).

(3) Hûd S. A.81.

(4) Tahrîm S. A.11.



Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Cilâü’l-hâtır fi’l-bâtın ve’z-zâhir

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs