Hud Sûresi 50-68. Ayetlerin Tefsiri
ﷺ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla hamd yalnız Allah’ındır. Salat ve Selam ise Allah’ın Resulüne onun aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen duaları işitensin herşeyi bilensin.
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُودًاۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُونَ
Ve-ilâ ‘âdin eḣâhum hûdâ(en)(c) kâle yâ kavmi-’budû(A)llâhe mâ lekum min ilâhin ġayruh(u)(s) in entum illâ mufterûn(e)
50- “Ad kavmine de kardeşleri Hud'u gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim Allah'a ibadet edin. Ondan başka ilahınız yoktur. Siz sadece yalan uyduran kimselersiniz.”
Nuh Aleyhisselamın kıssası bittikten sonra Hud Aleyhisselam’ın da kavmiyle olan kıssası az ve öz olarak bundan sonra gelen ayetlerde anlatılmaktadır. Ad kavminin de Allahu Teala'ya ortak koştukları ortak koşulan bu şeylerin de ilah oldukları iddia ederek Allah'a karşı iftirada bulundukları zikredilmektedir.
يَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًاۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى الَّذ۪ي فَطَرَن۪يۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Yâ kavmi lâ es-elukum ‘aleyhi ecrâ(an)(s) in ecriye illâ ‘alâ-lleżî fetaranî(c) efelâ ta’kilûn(e)
51- “Ey kavmim, ben sizden bunun için bir ücret istemiyorum benim ecrim yalnız beni yaratana aittir. Akıl etmez misiniz?”
Hud peygamber Ad kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim Allah'a ibadet edin onu tanıyın Tevhid edin itaat edin çünkü ondan başka ilah yoktur tek başına ilah ibadete layık olan sadece O’dur. Siz sadece yalan uyduran kimselersiniz. Yani başkasına ilah diyerek uluhiyetin haklarını ondan başkasına vermek suretiyle yalan söyleyen kimselersiniz. Ey kavmim sizden davetim karşılığında birşey istemiyorum. Benim mükafatımı ancak alemlerin rabbi olan Allah verecektir. Hiç düşünmüyor musunuz? Şayet ben size öğüt vermekten başka bir maksat gütmüş olsaydım yaptığım davete karşılık sizlerden bir kısım dünya menfaatlerini elde etmeye çalışırdım. Her peygamber ümmetine Allah'ın emirlerini tebliğ ederken hiçbir ücret istemediğini de söylemiş ve yaptığı tebliğ çalışması karşılığında hiçbir şey almamıştır. Zira onların bu çalışmalarının karşılığı, ahirette Allahu Teala'nın tarafından kendilerine verilecektir.
وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًا وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً اِلٰى قُوَّتِكُمْ وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِم۪ينَ
Veyâ kavmi-staġfirû rabbekum śümme tûbû ileyhi yursili-ssemâe ‘aleykum midrâran veyezidkum kuvveten ilâ kuvvetikum velâ tetevellev mucrimîn(e)
52- “Ey kavmim, rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra ona tevbe edin ki size gökten bol bol yağmur indirsin, gücünüze güç katsın. Suçlular olarak yüz çevirmeyin.”
Hud (a.s) devamla kavmine şöyle dedi: Ey kavmim kendisine ortak koştuğunuz için rabbinizden af dileyin. Sonra da geçmişteki günahlarınızdan dolayı tevbe edin ki gökten üzerinize bol bol yağmur indirsin de onunla memleketinizi bereketlendirip sizi kıtlıktan kurtarsın, gücünüzü daha da arttırmış olsun. Sizi davet ettiğim şeyi inkar ederek, yüz çevirip suçlardan olmayın.
Ayeti kerimede tevbe eden kimselerin haklarının bol olacağına işaret etmektedir. Bu hususta bir hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah'tan devamlı olarak tevbe dilerse Allah onun için, her darlıktan çıkacak bir yol ve her üzüntüden kurtulacak bir sebep gösterir ve onu, beklemediği bir taraftan rızıklandırır.”
قَالُوا يَا هُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِك۪ٓي اٰلِهَتِنَا عَنْ قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ
Kâlû yâ hûdu mâ ci/tenâ bibeyyinetin vemâ nahnu bitârikî âlihetinâ ‘an kavlike vemâ nahnu leke bimu/minîn(e)
53- “Dediler ki: “Ey Hud sen bize bir beyyine ile gelmedin. Sen söyledin diye ilahlarımızı terk etmeyiz ve biz sana inanmayız.”
Bunlar bu sözleriyle istedikleri bir beyyine delilsiz bir iddiada bulunuyorlar ve yalan söylüyorlardı. Çünkü istisnasız olarak bütün resullere insanların iman etmeleri için yeterli olacak türde ve seviyede mucizeler verilmiştir. Şu kadar var ki yalan ve inkar onların imanlarına engel olur. Sen ilahlarınızı terk edin dedin, diye senin sözüne uygun hareketle ilahlarımızı bırakacak değiliz ve biz sana inanmayız. Bizim gibi kimselerin kendilerini davet ettiğin hususlarda senin gibi bir kimseyi tasdik etmelerine imkan yoktur; bu yerinde bir davranış olmaz. Bu sözleriyle Hud As. çağrısını kabul etmeye, veya edebileceklerine dair bir umudun var ise, bunu da kesmeye çalıştıklarını görüyoruz.
اِنْ نَقُولُ اِلَّا اعْتَرٰيكَ بَعْضُ اٰلِهَتِنَا بِسُٓوءٍۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهَدُٓوا اَنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۙ
İn nekûlu illâ-’terâke ba’du âlihetinâ bisû-/(in)(k) kâle innî uşhidu(A)llâhe veşhedû ennî berî-un mimmâ tuşrikûn(e)
54- “Dediğimiz şu ki: Seni olsa olsa ilahlarımızdan biri fena çarpmış! Dedi ki: “Doğrusu ben Allah'a şahit tutuyorum. Siz de şahit olun ki, sizin ondan başka şirk koştuğunuz şeylerden ben uzağım.”
Dediğimiz şu ki seni olsa olsa ilahlarımızdan biri çarparak delilikle yahut ahmak etmek suretiyle sana dokunmuştur. Bizim sana söyleyebileceğimiz tek bir laf vardır. O da şöyledir: İlahlarımızdan birisinin seni çarparak delirttiğini, akli dengeni bozduğunu zannediyoruz. Buna sebep ise senin putlarımıza ibadeti yasaklaman ve onları ayıplamandır.
Hud onlara dedi ki: Ben Allah'ı kendime şahit tutuyorum. Sizler de şahit olun ki ben Allah'ın dışında sizin tapmış olduğunuz şeylerden uzağım. Yani sizin Onun dışındaki İlahları ona ortak koşmanızla benim hiçbir ilişkim yoktur. Yani: Bütün ortaklarınızdan, bütün putlarınızdan uzak olduğuma Allah'ı şahit tutuyorum. Siz de aynı şekilde benim onlardan uzak olduğuma şehadet ediniz.
مِنْ دُونِه۪ فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعًا ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ
Min dûnih(i)(s) fekîdûnî cemî’an śümme lâ tunzirûn(i)
55- "Hepiniz birlikte tuzak kurun bana, sonra da hiç mühlet vermeyin.”
Hep birlikte yani sizler ve ilahlarınız tuzak kurun bana sonra da bana hiç mühlet vermeyin. Ben size ve sizin kuracağınız tuzaklara aldırış etmiyorum. Sizin vereceğiniz zararlardan korkmuyorum. İsterseniz bana karşı birbirinize yardımcı oluruz. Hem sizin ilahlarınızın bana zararı nasıl dokunabilir ki? Bunlar cansızdırlar, faydaları da yoktur, zararları da. Ben onlara dil uzatacak ve onlara ibadeti engelleyecek olsam, nasıl olur da bunlar beni çarpıp delirterek benden intikam alabilirler? Rabbim Allah olduğu halde, ben nasıl olur da sizden korkarım? Onun bu şekilde meydan okuması başlı başına bir mucizedir.
اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
İnnî tevekkeltu ‘ala(A)llâhi rabbî verabbikum(c) mâ min dâbbetin illâ huve âḣiżun binâsiyetihâ(c) inne rabbî ‘alâ sirâtin mustekîm(in)
56- “Ben, Benim de sizin de rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. Yürüyen hiçbir canlı yoktur ki o alnından tutmasın. Elbette benim rabbim dosdoğru yoldadır.”
Hud Aleyhisselam kavmine yine şöyle söyledi: “Sizden gelecek kötülüklere karşı ben benim de sizin de rabbiniz olan Allah'a sığındım. Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, Allah onların sahibi olmasın ve onlar, Allah'ın tasarrufu ve idaresinde bulunmasınlar. Şüphesiz ki rabbim, iyilik yapanı iyilikle, köt, herkese karşı adaletini uygulamaktadır. Hud Aleyhisselam burada Allah'a tevekkül ettiğini onların tuzaklarına karşı Allah'ın koruyup himaye ettiğini belirtti; onun rububiyetinin kapsamına kendisinin de kavminin de girdiğini belirterek, ona tevekkül etmek gerektiğini söyleyip Rabbini niteledi; bütün canlıların onun egemenliği ve hakimiyeti altında olduğunu belirterek Onların da ona tevekkülü gerektiğini hatırlattı. “Alnından yakalamak” ise bütün bunları anlatan temsili bir ifadedir. Rabbim hak üzeredir, hakkın dışına çıkmaz. Benim Rabbim dosdoğru yolu gösterendir demektedir Hud as.
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ اِلَيْكُمْۜ وَيَسْتَخْلِفُ رَبّ۪ي قَوْمًا غَيْرَكُمْۚ وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْـًٔاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ
Fe-in tevellev fekad eblaġtukum mâ ursiltu bihi ileykum(c) veyestaḣlifu rabbî kavmen ġayrakum velâ tedurrûnehu şey-â(en)(c) inne rabbî ‘alâ kulli şey-in hafîz(un)
57- “Yüz çevirirseniz bilin ki ben, size neyi bildirmek için gönderildim ise onu bildirdim. Rabbim yerinize sizden başka bir kavmi de getirir ve siz ona bir zarar veremezsiniz. Doğrusu Rabbim her şeyi hakkıyla koruyandır.”
Yapılan bu çağrıyı kabul etmeyip hakka sırtınızı dönerseniz, Allah'a ibadet etmek yalnızca ona kulluk ederek tevbe edip ona yönelmek gereğini ifade eden bu tebliğimi size getirdiğimde kabul etmeyip yüz çevirirseniz, şunu bilin ki: Allah'ın benimle gönderdiği mesajı size tebliğ etmekle size karşı delil de ortaya konulmuş olmaktadır. Hz Hud'un: “Ben size neyi bildirmek için gönderildim ise onları bildirdim buyruğu zımnen (üstü örtülü olarak, kapalı bir biçimde, dolaylı olarak, dolayısıyla): size karşı deliller ortaya konulmuş bulunuyor, manasını ihtiva etmektedir.
Allah sizleri helak eder ve bir başka kavmi sizin bu topraklarınız ve mallarınıza sahip kılarak halife yapar. ve siz ona Ondan yüz çevirmekle bir zarar da veremezsiniz aksine bunun vebali yine size döner. doğrusu Rabbim her şeyi hakkıyla koruyandır koruyup gözeten ve her şeyin üzerinde Egemen olandır. sizin amelleriniz ona gizli kalmaz. Sizi sorgulamaktan asla Gafil. o görüp gözetir, kullarının söz ve fiillerinin muhafaza eder ve onlara göre karşılıklarını verir. Hayır işlemişlerse Hayır, kötülük işlemişler ise kötülükle karşılanırlar. Bütün her şeyi koruyup gözeten kim ise, her şey ona zararlardan korunmak için ihtiyaç duyar; sizin gibi korunmaya muhtaç olan korunmaya muhtaç olmayan Allah'a asla zarar veremez.
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُودًا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّاۚ وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ
Velemmâ câe emrunâ necceynâ hûden velleżîne âmenû me’ahu birahmetin minnâ venecceynâhum min ‘ażâbin ġalîz(in)
58- “Emrimiz gelince Hud’u ve beraberindeki müminleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Onları çok ağır bir azaptan kurtardık.”
Hud Aleyhisselam’ın Ad kavmine azap emrimiz gelince hutbu ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir lütuf olmak üzere kurtardık. Biz onları gazaptan ve büyük bir azaptan kurtardık.
Allahu Teala şu ayetlerde, ad kavmine gelen azap ile, onları nasıl helak ettiğini beyan ederek buyuruyor ki: “Ad kavmine ise, uğultu çıkaran, her şeyi kasıp kavuran ve şiddetle esen bir rüzgarla yok edildi.” “Allah onların köklerini kazımak için, o kasırgayı, yedi gece sekiz gün aralıksız esirdi. eğer orada olsaydın onların, kökünden sökülüp küf hurma kütükleri gibi yere serildiklerini görürdün.” “Sen onlardan hiç kurtulup kalanı gördün mü” Hakka / 6-8
İtalyan arkeoloji ekibi tarafından 1974-75 yılları arasında antik kent Tell Mardikh kazıları sırasında keşfedilen ve M.Ö. 2500 ve şehrin yıkıldığı M.Ö. 2250 yılları arasına tarihlenen Ebla tabletlerinde İrem şehrinin adı geçmektedir. Bu şehir hakkında İbn-i Haldun, Mukaddime isimli eserinde İrem hakkında şöyle söylemektedir: "İrem Kenti, İrem oğlu Avs oğlu Ad'ındı. Şedid ve Şeddad diye iki oğlu vardı. Ad'ın. Ki, Şeddad kendinden sonra hükümdar olduydu. Şedid ölünce hükümdarlık Şeddad'a kalmıştı. Ve tüm hükümdarlar boyun eğmişti ona. Şeddad Aden sahrasında İrem kentini yaptırdı. 300 yılda yaptırdı bu kenti. Kendisi de 900 yıl yaşadı. İrem, çok büyük bir kentti. Sarayları altından, sütunları zebercedden ve yakuttandı. Kentte türlü ve birbiriyle uyumlu ağaçlar ve ırmaklar vardı. Sırf Hud As. onlara Allah’ın müminlere bahşedeceği cenneti anlatmasına karşılık oda bu sahte cennetle Hud’a karşı övünerek bir küfründe azgınlığa düştü. Kendisi de burada fazla oturmadan pişmanlıklar içinde bu dünyadan ayrıldı.
Cebrail Aleyhisselam bir gün İbrahim Aleyhisselam'a şu vahiy getirdi şu dağın içinde ne olduğunu bilmediğin bir mağara var o mağaraya git orada Allah'ın en büyük düşmanlarından birisi yatmaktadır. İbrahim Aleyhisselam da mağaraya girdi ve bir kabir gördü kabrin üzerinde 70 tane ipekten örtü olduğunu gördü kabrin başına geçti şeddadın yazmış olduğu bir lahit ve yazıyı gördü şeddad şöyle yazmıştı: Benden ibret alasınız. Ey ömür uzunluğuna mağrur olanlar ve ey şevketine ve kuvvetine inananlar ve ey mülk çokluğuna ve asker gücüne dayananlar bilesiniz ki ben Adoğlu şeddad’ın kuvvetime ve malıma dayanırdım dünya mülkü benimdir sanırdım. Cihan padişahları benden korkularından emrime boyun eğerlerdi. Hud as. bizi dinine davet etti. Fakat biz kuvvetimize güvendik de onun sözüne itibar etmedik. Ona asi olduk sonunda gökten bir hışım indi ordumu da, beni de helak etti. Halimi göresiniz benden ibret alasınız. Ad Kavmi ve şeddad Hz Hud Aleyhisselam'ın bedduası üzerine şiddetli kasırgalar ve fırtınalarla 7-8 gün içinde helak oldular. Mikail meleği her yere ne kadar yağmur yağacağını veya ne kadar rüzgar eseceğini zerresine kadar biliyordu. Fakat o gün ad kavmine gelen kasırga ve rüzgarların ne kadar eseceğini sadece Allah biliyor melekler hesap edemiyorlardı. Ad kavmi kendilerini rüzgarda savrulmamak için dizlerine kadar toprağa gömüyorlardı. Boyları 40 metreyi aşkın bu insanlara Allah büyüklüğünü göstermek için fırtınalarla sağdan sola içi boşaltılmış hurma kütükleri gibi fırlatarak savurup helak ediyordu.
Sahabe döneminde bu kemiklere rastlandığında metrelerce yüründüğünde ancak diz kemiğine gelindiğini söyleyen sahabeler vardır.
وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُٓوا اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍ
Vetilke ‘âd(un)(s) cehadû bi-âyâti rabbihim ve’asav rusulehu vettebe’û emra kulli cebbârin ‘anîd(in)
59- “İşte Ad kavmi, rablerinin ayetlerini bile bile inkar ettiler, onun peygamberine isyan ettiler ve her inatçı zorbanın emrine uydular.”
İşte Ad kavmi bu ifadede onların kabirlerine ve bıraktıkları eserlere bir işareti ifade eder şöyle denilmiş gibidir. Haydi yeryüzünde dolaşınız ve bunları görüp ibret alınız. Rabbinin ayetlerini bile bile inkar ettiler onun peygamberine isyan ettiler. Böylelikle sure onları bütün resullere karşı gelmiş olmakla nitelendirdi. Çünkü bir tek Peygamberi inkar eden bir kimse bütün peygamberleri inkar etmiş olur ve her inatçı zorbanın emrine uydular resulleri yalanlamak için çaba sarf edip çağrıda bulunan liderlerini takip ettiler resullerin dosdoğru yolunu izlemediler. Azgınlık ve zorbalık içinde olan her kim varsa onun emrine uydular.
وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَٓا اِنَّ عَادًا كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ اَلَا بُعْدًا لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ۟
Veutbi’û fî hâżihi-ddunyâ la’neten veyevme-lkiyâme(ti)(k) elâ inne ‘âden keferû rabbehum(k) elâ bu’den li’âdin kavmi hûd(in)
60- “Bu dünyada da kıyamet gününde de peşlerine lanet takıldı. Bilin ki Ad kavmi rablerini inkar etti ve yine bilin ki Hud'un kavmi ad Allah'ın rahmetinden uzaklaştı.”
Onlar resullerin dışında kalanlara uyduklarından dolayı dünyada da ahirette de lanet, onların arkasını bırakmadı. Bilin ki Ad Kavmi rablerini inkar ettiği ve yine bilin ki Hud'un kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklaştı. Hud kıssasında bu son ayetle Salih Peygamberin Semud kavmine geçiş yapılıyor. Resullerin Allah'a ibadete olan çağrılarını terk edenlerin akıbetini ifade etmek suretiyle surenin anlatımı içindeki fonksiyonunu yerine getirmekte ve Allah'a ibadete davetin karşı karşıya kaldığı benzer tavırların bir türünü bunlara verilmesi gereken karşılıkları ve bu davete karşı gösterilen tepkinin batıl olduğunu anlatıyor.
وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحًاۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ هُوَ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ ف۪يهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ اِنَّ رَبّ۪ي قَر۪يبٌ مُج۪يبٌ
Ve-ilâ śemûde eḣâhum sâlihâ(an)(c) kâle yâkavmi-’budû(A)llâhe mâ lekum min ilâhin ġayruh(u)(s) huve enşeekum mine-l-ardi vesta’merakum fîhâ festaġfirûhu śümme tûbû ileyh(i)(c) inne rabbî karîbun mucîb(un)
61- “Semud kavmine de kardeşi Salih'i gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur. Sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi isteyen O’dur. Af dileyin ondan. Sonra da ona tevbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır, duaları kabul edendir.”
Semud kavmine de kardeşleri Salih'i peygamber olarak gönderdik. O da kavmine: “Ey kavmim, sadece Allah'a kulluk edin. Sizin Allah'tan başka hiçbir ilahınız yoktur. Atanız Adem'i topraktan yaratarak, sizin aslınızı yerden icap ettiren odur. Sizlere, yeryüzünü imar etme ve orada yaşama imkanı verdi. Orayı sizin yaşamınıza müsait kıldı. Yaptıklarınızdan dolayı rabbinizden af dileyin. Bir daha ona ortak koşmayacağınıza dair ona tevbe edin şüphesiz ki rabbim, kendisine samimiyetle kulluk edene pek yakındır, ona yalvaranın duasını çokça kabul edendir.
Semud Kavmi, Tebük ile Medine arasında bulunan Hicr bölgesinde yaşamış olan bir kavimdir. Bunlar dağları oyarak kendilerine emniyet içinde yaşayacakları evler yapan bir kavimdi. Kendilerine peygamber olarak gönderilen Salih aleyhisselamı yalanlayıp onun, mucize olarak getirmiş olduğu deveyi kestiler. Bunun üzerine Allahu Teala onları yerle bir etti. İşte bu kavmin kıssası bundan sonra gelen ayetlerde şöyle anlatılmaktadır:
Gazze'de Müslümanlar parçalanırken suudi topraklarındaki bu yer küfrün mekanı olmaya devam etmekte burada partiler düzenlemekte ve atalarını anmak da olan Semud kavminin torunları kendilerini hatırlatmaktadırlar…
Resûl-i Ekrem, Tebük Gazvesi sırasında askerleriyle birlikte Semûd kalıntılarının bulunduğu Hicr’e gelmiş, askerler Semûd halkının içtiği kuyulardan su içmiş, hamur yoğurup ekmek yapmış ve yemek hazırlamıştır. Fakat Resûlullah yemeği dökmelerini ve ekmekleri develere yedirmelerini emretmiştir. Daha sonra onları konakladıkları yerden kaldırarak Sâlih’in devesinin su içtiği kuyunun başına götürmüş, bu davranışının sebebini açıklarken de, “Onların yaşadığı felâketin sizin başınıza gelmesinden korktum” demiştir (Müsned, II, 117). Başka bir rivayette Resûl-i Ekrem’in, Hicr’de bulunduğu bir sırada Hicr halkının başına gelenlerden duyduğu üzüntüyü dile getiren ve yanındakileri bu olaydan ibret almaya teşvik eden sözler söylediği belirtilmektedir (Müsned, II, 58, 72; Buhârî, “Meġāzî”, 80; Müslim, “Zühd”, 38).
قَالُوا يَا صَالِحُ قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُوًّا قَبْلَ هٰذَٓا اَتَنْهٰينَٓا اَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا وَاِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ
Kâlû yâsâlihu kad kunte fînâ mercuvven kable hâżâ(s) etenhânâ en na’bude mâ ya’budu âbâunâ ve-innenâ lefî şekkin mimmâ ted’ûnâ ileyhi murîb(un)
62- “Dediler ki: “Ey Salih aramızda bundan önce kendisine umutla bakılır bir kimseydin sen. Şimdi kalkıp da babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi çevirmek mi istiyorsun? Doğrusu bizi çağırdığın şeyden şüphe ve endişe içindeyiz.”
Sen bizim aramızda önderlik makamına veya değişik işlerde danışılacak bir konuma geleceksin diye umuyor idik. yani Bizler bu sözlerini söylemeden önce senin ileri derecedeki aklından birçok faydalar bekliyorduk. Şimdi kalkıp da babalarımızın taptıklarına tapmaktan geçmişlerimizin izledikleri yolda gitmekten bizi çevirmek vazgeçirmek istiyorsun doğrusu bizi çağırdığın şeyden yalnızca Allah'a ibadet etmekten şüphe ve endişe içerisindeyiz burada ruhsal bir huzursuzluk ve rahatsızlık manası çıkmaktadır Allah'ın Yoluna çağıran bir davetçiye yönelik bir başka üslupla karşılaşmaktayız Şöyle ki davete başlamasından önceki hali övülmekte ataları taklit etmek gerekçesiyle hak inkar edilmekte ve dava hakkında şüphe ve tereddüt ortaya konulmaktadır. İşte bu çeşit tavır ve hitaplar Allah'ın yolundan alıp koyma için izlenen hain ve Sinsice bir yolun bazısıdır.
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي مِنْهُ رَحْمَةً فَمَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ عَصَيْتُهُ فَمَا تَز۪يدُونَن۪ي غَيْرَ تَخْس۪يرٍ
Kâle yâkavmi eraeytum in kuntu ‘alâ beyyinetin min rabbî veâtânî minhu rahmeten femen yensurunî mina(A)llâhi in ‘asaytuh(u)(s) femâ tezîdûnenî ġayra taḣsîr(in)
63- “Dedi ki: “Ey kavmim, Rabbimden apaçık bir delilim varken ve bana kendi katından bir rahmet vermişken, ben de ona baş kaldırırsam, söyleyin bakalım, Allah'a karşı bana kim yardımcı olur? Siz hüsrandan başka bir şeyimi artıramazsınız.”
Salih kavmine dedi ki ey kavmim söyleyin bana Eğer benim rabbim tarafından apaçık bir delilin varsa, ben de onu kesin olarak biliyorsam, Rabbim katından bir rahmet olarak bana peygamberliği ve İslam'ı vermişse, buna rağmen ben, Rabbimin emrine karşı gelirsem, Allah'ın cezalandırmasına karşı beni kim kurtaracaktır. Sizi Hakka davet etmeyi bırakacak olsam sizler, benim zararımı arttırmaktan başka bir şey yapmamış olursunuz.
وَيَا قَوْمِ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ
Veyâ kavmi hâżihi nâkatu(A)llâhi lekum âyeten feżerûhâ te/kul fî ardi(A)llâhi velâ temessûhâ bisû-in feye/ḣużekum ‘ażâbun karîb(un)
64- “Ey kavmim bu Allah'ın dişi devesidir. Size bir ayet olarak verildi. Bırakın onu da Allah'ın toprağında otlasın. Ona kötü maksatla ilişmeyin. Yoksa sizi pek yakın bir azap yakalayıverir.”
Ey kavmim bu Allah'ın dişi devesidir size bir ayet olarak verildi yani benim Allah'ın resulü olduğuma şahitlik eden mucize ve bir belge olarak verilmiştir. Araf suresinde bu dişiyi Devenin kıssasını görmüş bulunuyor O bakımdan burada sadece nasların anlaşılması gerekecek kadarını zikredeceğiz bırakın onu da Allah'ın toprağında otlasın Yani bu dişi Devenin size faydası vardır rızkını da siz vermiyorsunuz O halde ona herhangi bir eziyet verecek olursanız, bunda sizi haklı çıkılacak hiçbir sebep olmaz, anlamında söylemiş gibidir işte bundan dolayı daha sonra da sözlerini şöylece devam ettirdiğini görüyoruz ona kötü maksatla ilişmeyin boğazını kesmek veya ona eziyet vermek gibi bir maksadınız olmasın Yoksa sizi pek yakın bir azap yakalayı verir Böylece Salih Aleyhisselam Allah'a davette bulunmayı terk etmesinin mümkün olmadığını açıkça ortaya koyuyor Ve mucizeyi de onlara hatırlatıyordu Diğer taraftan Hz Hud'un karşılığı kavmine bir meydan okuma ve Allah'a da bir tevekkül ifadesini taşımaktaydı. Hz Nuh ise kavminin söyledikleri bütün sözleri tek tek etrafsızca alıp tartışıyordu. her birine davet yolunda uyulacak bir örnektir her bir sözünü söylenecek yeri vardır. insanların karakter farklı. her karaktere söylenecek uygun bir söz. Aynı karakter. kur'an-ı Kerim ise bütün Beşer ruhunu, tabiatını kapsayabilecek kadar geniştir ve bu kur'an-ı Kerim'de her bir nefse hakkın çerçevesi içerisinde uygun düşen buyruklar örnekler vardır.
Kıssa hakkında bilgi:
Önceki peygamberlerde görüldüğü gibi kavminden küçük bir topluluk Sâlih peygambere iman ederken başta ileri gelenler olmak üzere çoğunluk onun peygamberliğini inkâr etti. Bunlar Sâlih’i büyülenmiş ve uğursuz olmakla, ayrıca şımarıklık ve yalancılıkla suçladılar (en-Neml 27/47; el-Kamer 54/23-25).
Sâlih peygamberin tebliğinde ısrar etmesi üzerine ondan peygamberliğini doğrulayıcı bir mûcize getirmesini istediler ve ancak o zaman iman edeceklerini söylediler. Sâlih de onlara apaçık bir mûcize olarak dişi bir deveyi getirdi. Bu devenin mûcize olma yönü İslâm kaynaklarında sert bir kayadan canlı bir hayvan olarak çıkarılması, bütün kavmin tükettiği miktarda su içmesi ve içtiği su kadar süt vermesi şeklinde açıklanmıştır (M. Ali Sâbûnî, s. 306).
Sâlih peygamber kavminden bir günü deveye, bir günü kendilerine tahsis etmek üzere su içme konusunda belli bir sıraya uymalarını istedi (eş-Şuarâ 26/155-156). Ayrıca kendilerine gönderilen bu deveye zarar vermemeleri, aksi takdirde ilâhî azabın üzerlerine ineceği hususunda onları uyardı (el-A‘râf 7/73; Hûd 11/64). Fakat devenin varlığından rahatsızlık duyan bir grup inkârcı deveyi öldürme planları yapmaya başladı. Kur’an’da bozguncu diye nitelendirilen ve dokuz kişiden oluştuğu belirtilen (en-Neml 27/48) bu grup içinden rivayete göre Kudâr b. Sâlif adlı bir kişi deveyi yakalayıp ayaklarını kesti, diğerleri de kılıçlarıyla onu parçaladılar. Ardından kendilerini korkuttuğu azabı getirmesi için Sâlih peygambere meydan okudular (el-A‘râf 7/77). Sâlih peygamberin onlara üç günün sonunda istedikleri azabın geleceğini bildirmesi üzerine (Hûd 11/65) kendisini ve ailesini öldürmek istediler (en-Neml 27/49). Fakat Allah, dördüncü günün sabahında korkunç bir gürültü ve yıldırımların ardından gelen, şiddetli bir sarsıntı ile onları helâk etti (el-A‘râf 7/78; Fussilet 41/17; el-Kamer 54/31). Helâkin ertelenmesiyle ilgili üç günlük süre içinde birinci gün inkârcıların yüzlerinin sarardığı, ikinci gün kızardığı, üçüncü gün karardığı ve bu şekilde içeriden bir bozulmanın ortaya çıktığı, üç gün tamamlandığında âsi kavmin tamamen yok olduğu belirtilmiştir (İbnü’l-Arabî, s. 125). Bir rivayete göre Sâlih peygamberle birlikte ona tâbi olan 120 kişi helâkten kurtulurken geri kalan 5000 kişi helâk olmuştur (M. Ali Sâbûnî, s. 310). Bunun üzerine Sâlih’in kendisine inanan toplulukla birlikte Mekke’ye göç ettiği nakledilir. Bir diğer rivayete göre ise Hz. Sâlih vefat edinceye kadar Filistin’de Remle yakınlarında yaşamıştır.
فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُوا ف۪ي دَارِكُمْ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ
Fe’akarûhâ fekâle temette’û fî dârikum śelâśete eyyâm(in)(s) żâlike va’dun ġayru mekżûb(in)
65- “Fakat onu kesip devirdiler. O da dedi ki: “Yurdunuzda üç gün daha oyalanın, bu yalanlanamayacak bir sözdür.”
Peygamberleri Salih'i yalanladılar ve ikazlarını dinlemeyerek kendilerine bir mucize olarak Allah tarafından gönderilen deveyi kesip devirdiler. Bunun üzerine Salih onlara dedi ki: “Dünyada üç gün daha yaşayın. Bu tehdidim gerçektir. Bunun sonucunu mutlak göreceksiniz. Ben bunda yalancı değilim.”
فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحًا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ
Felemmâ câe emrunâ necceynâ sâlihan velleżîne âmenû me’ahu birahmetin minnâ vemin ḣizyi yevmi-iż(in)(k) inne rabbeke huve-lkaviyyu-l’azîz(u)
66- “Emrimiz gelince Salih'i ve beraberindeki müminleri tarafımızdan bir rahmet eseri olarak kurtardık. O günün rüsvaylığından da kurtardık. Doğrusu Rabbin Kavi olandır Aziz olandır.”
Azap ile emrimiz gelince Salih'i ve beraberindeki müminleri tarafımızdan bir rahmet eseri olarak kurtardık Çünkü Allah'ın onlara rahmeti olmasaydı onları hidayete iletmez ve böylelikle kurtuluşu hak etmezlerdi. Emir onundur, Her şey onun mülküdür. o günün rüsvaylığından da kurtardık o günün rezilliklerinden rezaletinden de onları koruduk Allah'ın gazabı ve intikamı dolayısıyla helak edilen kimsenin rüsvaylığından rezilliğinden daha büyük bir rezillik olamaz. burada o günden kasıt kıyamet günü'nün kastedilmiş olması mümkündür. Doğrusu Rabbim Kaviyy olandır yani Veli dostlarını korumaya kurtarmaya kadirdir. Aziz olandır düşmanlarını helak ederek galip ve üstün gelendir.
وَاَخَذَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ
Veeḣaże-lleżîne zalemû-ssayhatu feasbehû fî diyârihim câśimîn(e)
67- “Zulmedenleri o çığlık tuttu, yurtlarında diz üstü çöküverdiler.”
Zalimleri baygın düşüren o çığlık onları tuttu Araf suresinde onların sarsıntı azabı ile yakalandıklarından söz edilmişti. Görüldüğü kadarıyla Allah'ın en iyi bilendir onlar zelzele ve bayıltıcı bir çığlıklar ile helak edilmişlerdir.
كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ اَلَٓا اِنَّ ثَمُودَا۬ كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ اَلَا بُعْدًا لِثَمُودَ۟
Keen lem yaġnev fîhâ(k) elâ inne śemûde keferû rabbehum(k) elâ bu’den liśemûd(e)
68- “Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki Semud kavmi rablerini inkar etmişlerdi ve yine bilin ki Semud kavmi Allah'ın rahmetinden uzaklaştı.”
Onlar evlerinde ölüler olarak düşüverdiler. Sanki orada hiç yaşamamışlar hiç ikamet etmemişler gibi bilin ki Semud kavmi rablerini inkar etmişlerdir o bakımdan da azabı hak etmişlerdir ve yine bilin ki semûd kavmi Allah'ın rahmetinden uzaklaştı dünyada da ahirette de uzak düştüler Böylelikle Salih'in kavmi sayha ile hud'un kavmi de fırtına ile Nuh'un kavmi Tufan ile helak oldu sonları geldi nihayette Hz Nuh, Hz Hud, Hz Salih (Allah’ın selamı üzerlerine olsun) kurtuldu. İşte Allah'a ibadete ondan mağfiret dilemeye davet edenler için en büyük ders.
Yorum Gönder
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...