Seyr-i Sülûkte “İşittik ve İtaat Ettik”
Hak Yolunun Sırrı: Teslimiyet ve Kalbin Uyanışındadır.
Seyr-i sülûkta, kul edep ve ihtiyaçla Rabbinin kapısına yönelir. Bu ulvi yakınlık arzusu ile çıkılan yolculuk, aklın rehberliğini, kalbin uyanışını ve nefsin tezkiyesini birlikte ister. Bu yolun en parlak iki kandili vardır: “İşittik” ve “İtaat ettik.” Kul, hakikati işitmeden kıyamaz; işittiğine itaat etmeden de vuslata eremez.
Tasavvufta “işitmek”, kulakların duymasından çok, kalbin selimleşip hakikate yönelmesidir. Kulağa gelen söz, gönülde bir karşılık bulmadıkça salike fayda vermez.
Seyyid Abdülkâdir Geylânî (k.s.) bu hakikati şöyle anlatır:
“Söz, kalbe varmadıkça ses olmaktan öteye gidemez. Kalbini hazır et ki, her söz sana bir kapı olsun.”
Mevlânâ (k.s.) da hakikatin işitilmesini kalbin berraklığına bağlar:
“Hak sözü işitmeyen kulağın suçu yoktur; gönül paslıdır. Gönlünü arıt ki, duyduğun söz hayat bulsun.”
İşitmek, hakikatin insana değdiği andır. Bu yüzden mürşidin kelamı, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sünneti ve Kur’an’ın ayetleri, salikin kalbine nur olarak iner; yeter ki gönül kapıları açık olsun.
İşitilen bir söz, itaatle amele dönüşmediği sürece hikmet eksik kalır. İtaat, nefsin hoşuna gitmese bile Hakk’ın rızasını öncelemektir.
İmam Gazâlî (r.h.) şöyle buyurur:
“İlim, amel ile meyve verir. Amel, teslimiyetle güzelleşir. Teslim olmayanın ilmi, daldaki kurumuş meyve gibidir.”
İmam Rabbânî (k.s.) ise itaatin manevi yükselişteki yerini şöyle anlatır:
“Nefsini zelil kılmadıkça izzet bulamazsın. Teslimiyet kapısı açılmadıkça marifet şehrine giremezsin.”
İtaat, sadece yapılması kolay olanlarda değil, nefse ağır gelen hallerde de devam etmelidir. Çünkü salikin imtihanı, çoğu zaman nefsinin hoşlanmadığı yerde başlar.
Seyr-i sülûk yolunda mürşide itaat, kör bir bağlılık değil, şeriatın rehberliğinde yürüyen bir teslimiyettir. Kamil mürşid, “sünnetin canlı hâli”dir. Ona tabi olmak, saliki sünnet çizgisine taşır.
Mevlânâ (k.s.) buyurur:
“Mürşid, karanlık gecenin kandilidir. Kendisini ışık yapan, güneşi (Resûlullah’ı) takip etmesidir. Ona uyarsan karanlığın aydınlığa döner.”
Abdülhakim Arvâsî (k.s.) ise şu inceliği hatırlatır:
“Mürşid, senin nefsini senden daha iyi tanır. Çünkü nefis kendini hep temize çıkarır; mürşid ise hakikati söyler.”
Kul, mürşidine teslim oldukça, aslında Allah’a ve Resûlü’ne teslim olur. Zira hakiki mürşid, saliki kendisine değil, bütünüyle Allah’a yöneltir.
“İşittik ve itaat ettik” anlayışı, salikin iç dünyasında büyük bir inkılâp doğurur. Nefsin arzularından sıyrılan gönül, ilahi huzurla dolar. Şeytanın vesveseleri zayıflar; kalp, nurla parıldar.
Cüneyd-i Bağdâdî (k.s.) teslimiyetin bu yönünü şöyle ifade eder:
“Teslimiyet öyle bir denizdir ki, içine düşen gamdan kurtulur.”
Hak yolcusu, itaat ettikçe kendi benliğini değil, Allah’ın rızasını merkeze alır. Böylece manevi mertebeler bir bir açılır.
Tasavvufta itaat sınırsız değildir. Hiçbir mürşid, hiçbir söz, hiçbir işaret şeriatın dışına çıkamaz. Şeriata aykırı olan emirlerin itaat değeri yoktur.
Kuşeyrî (r.h.) bunu şu veciz ifadeyle özetler:
“Şeriatın dışında kalan işarette nur yoktur. Mürşide itaat, şeriat dairesinde geçerlidir.”
Tasavvufun maksadı; kulun Rabbine yakınlaşması, Resûlullah’ın sünnetine daha sıkı sarılması ve nefsini arındırmasıdır.
Seyr-i sülûk, kalbin “işittik” demesiyle başlar, nefsin “itaat ettik” demesiyle kemale yürür. Bu iki sırrı taşıyan yolcu, Hakk’ın dostluğuna yaklaşır, muradına erer.
Allah Teâlâ bizleri, Hakikatin sözünü işitenlerden, İşittiğine tereddütsüz itaat edenlerden, Mürşidine güzelce teslim olup sünnet yolundan ayrılmayanlardan eylesin. Amin.

Yorum Gönder
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...