Kadiri Yolu

 

Fukara İle Sohbet

Fukara İle Sohbet

Fukaralarla sohbet ederken, onları daima kendine tercih edecek­sin. Hemen her şeyde; Yemekte, içmekte, giymekte, hoşa giden şeyler­de, oturulan yerlerde, hemen her güzel şeyde, kendini daima onlardan alt görmelisin. Eşyaların hiçbirinde, kendini onlardan faziletli görmemelisin. Ebu Said b. İsa’nın şöyle dediği anlatıldı; Otuz sene fakirlerle sohbette bulundum. Onları sıkacak hiçbir söz benden çıkmadı. Onları tiksindirecek hiç mesele aramızda cereyan etmedi. Kendisine şöyle sordular;

–  Bu iş nasıl oldu? Şöyle dedi;

–  Ben onlarla olurken, daima nefsimin aleyhinde bulundum. On­ların yanına vardığım zaman, sürür ve yumuşak huylu gittim. Onların yanına güzel huylu, hediyeli ve sebeplerden bir sebep bularak gittim.

Anlatılan sebeplerden ötürü, kendini onlardan üstün görmeyesin. Senin onlara hizmet etmeni kabul etmelerini canına minnet bil­melisin. Olmaya ki onlara minnet edesin, başlarına kakasın. Yapılan işi senden göresin.

Hatta bu işte sana kolaylık verip de başarılı kıldığı için, Allah’a şükür etmelisin. Seni, kendi seçme kullarına, yakınlarına, sevdikleri­ne hizmet ettirdiği için tekrar tekrar Allah’a şükür etmelisin. Zira salihlerden olan fakirler Allah’ın yakınlarıdır. Onun seçme kullandır. Nitekim bu manada, Resulullah (s.a.v) efendimiz şöyle bu­yurmuştur;

“Kur’ân okumasını bilenler, Allah’ın yakınları ve seçme kullarıdır.”

Ancak, asıl Kur’ân okumasını bilenler, Kur’ân hükümle­ri ile amel edenlerdir. Bir kimse Kur’ân okumasını bilir de, onunla amel etmez ise, onun Kur’ân ile bir yakınlığı yoktur.

Resulullah (s.a.v) efendimiz, bir başka hadis-i şerifinde ise şöy­le buyurmuştur;

– “Bir kimse, Kur’ân’ın haramını helâl sayar ise, Kur’ân’a iman etmemiştir.”

Asıl ihsan, senden iyiliği kabul edenindir, senin değil.

Fakirlere İstemeden Vermek.

Fakirlerle sohbet edepleri arasında şu da vardır; Onları dilene­cek duruma getirmeden vermek. Hiçbir şekilde onlar, istemek duru­muna getirilmemelidir.

Şayet bir fakir sana rastlar da borç ister ise, ona hemen verme­lisin. Ama dışta, sonra içinden o verdiğin borcu hibe edersin. Kısa za­manda da o borcu kendisine hibe ettiğini haber verirsin.

Fakire vereceğin şeyi bahşiş verir gibi açıktan ortaya atmaya­sın. Böyle bir durumda onu minnet altında bırakırsın ve utandırırsın.

Fakir ile sohbet edepleri arasında, onun ihtiyacını tezce yerine getirmek de vardır. Onun kalbini bu şekilde korumalısın. Zamanı uzatıp da onun dirliğini bozmayasın.

Zira fakir gününü gün edip günübirlik geçiren kimsedir. Nite­kim bu manada şöyle gelmiştir;

– İnsanoğlu, gününün adamıdır. Onun, geleceği düşünecek vak­ti yoktur.

Şunu da fakirlerle sohbet edepleri arasında saymak gerekir ki; Fakiri çoluk çocuk göresin. Yani; kendisi çoluk çocuk sahibi ise.

Şayet fakire, çoluk çocuğundan ayrı, sadece kendisine yetecek miktar bir şey verecek olursan, onu sıkıntıdan ve gönül darlığından kurtarmış sayılmazsın. Ona vereceğin her şey; Ona ve çoluk çocuğu­na yeteceği kadar olmalı. Böyle olduğu takdirde, kalbini meşgul eden şeylerden de kendisini kurtarmış olursun.

Şunu da fakir ile sohbet edepleri arasında saymak gerek; Hâlin­den ne anlatılır ise, onu sabırla dinlemelisin. Seninle konuştuğu hâl­lerin tümünü, kendisini güler yüzlü karşılamalısın. Asık yüz, sert ba­kış, kaba sözle karşılamamalısın.

Şayet senden bir talepte bulunur ise, o talep ettiği şey de o an­da sende yok ise, onu güzellikle sav. İmkân müsait olunca da diledi­ğini ver. Onu bir red ürküntüsü ile ümitsizliğe düşürme. Ta ki; Bir şey bulamamak, istediğin sende yerine gelmesinin ümitsizliği içinde ya­nından ayrılmamalıdır. Sırrını da sana açtığına pişman olmamalıdır.

– Niçin ona hâlimi anlattım? Diyerek kendi kendine hayıflanma­malıdır.

Bu durumda, çoğunlukla tabiî hâli ona ağır basar. Nefsi, kendi­sine saldırır, cehalet hâl âlemine üstün gelir. Durum böyle olunca, hem sana darılır, hem de Rabbine itiraz eder. Bilhassa, kendisine az kısmet verdiği ve halkına muhtaç bıraktığı için. Kendisine az, diğer halkına bol verdiği için.

Böyle bir şey onun kalbini kör eder. İman nurunu da söndürür. Böyle bir şeyden sorumlu olursun. Şayet onu geri çevirirken, edep dı­şı bir tavır takınırsan, onun kalbinin kırılmasına, kötü yönde kabar­masına sebep olursan.

Anlatılan durumda, fakir kimse, çok kere halktan bir şey iste­me durumu ile; O hâlinde gizli duran ilim, maarif, yararlı şeylerden de mahrum kalır. Şayet sabredip bekleseydi, edebini de güzel eyleseydi, anlatılan hâller meydana gelirdi ve kendisine el, kalp ve ev zen­ginliği verilirdi. Yüce Allah’ın fazilet, nimet askerleri gelirdi. Kendisi­ne rahmet, şefkat, kötülüklerden koruma eli yol gösterirdi. Şu ayet-i kerimenin manası, onun yanında bir gerçeklik kazanırdı;

–  “Salihleri yöneten odur.” (A’râf Sûresi /196)

Bu manadan olarak, Yüce Allah kendisini korur; başkasına bırakmazdı. Bu arada kendisi eşyanın yaratanı Yüce Allah ile olurdu; onlara ihtiyacı kalmazdı.

Hemen her şey kendisine gelirdi, kendisi hiçbir şeye gitmezdi. Hemen her niyetli kendisini niyet ederek gelirdi. Onlar, kendisinden sır yolu ile faydalanır ve nur alırlardı. Onun güzel kokusundan koku alırlardı. Ama kendisi hiç de bunun farkına varmazdı. Zira o; Kalp yo­lu ile onların dışındadır. Mevlâ’sı ile meşguldür. Rabbi onu kendisine çekmiştir. Halka karışmak, nefse uymak, hevai arzulara kanmak, dünya ve ahiret işlerini isteme bağına tutunmak zulmetlerinden kur­tarmıştır. Bu mana, bir ayet-i kerimede şöyle anlatıldı; “Hiç şüphe edilmeye ki; Cennet ehli bugün bir sürür ve sevinç içinde yaşar dururlar.” (Yâsin Sûresi /55) Cennet ehli dünyada iken, canlarını ve mallarını Yüce Rableri­ne vermişlerdir. Onun karşılığında cenneti almışlardır.

Bu manadaki ayet-i kerime de şöyledir;

– “Hiç şüphe edilmeye ki, Allah müminlerden canlarını ve mallarını satın alıp onun karşılığında kendilerine cenneti vermiştir.” (Tevbe Sûresi /111)

Böylece onlar dünyada iken, yokluğa razı olmuşlardır. Canların­da, mallarında, çoluk çocuklarındaki tasarruf Yüce Rablerine ısmarlamışlardır. Hemen bir şeyi, Şanı Yüce Mevlâ’ya ısmarlamışlardır. Ancak emirleri yerine getirmek, yasaklardan kaçınmak müstes­na. Zira onlar, emirleri yerine getirirler, yasaklardan da kaçınırlar. Takdir edilen işlere teslim olurlar. Mahlûk şeylerden sakınırlar. Yer­siz arzulardan ve ümitlerden geçerler. Hemen bütün yersiz istekleri terk ederler. İşte anlatılan manadan ötürü, Yüce Allah onları cennetine ko­yar. Orada, onlara öyle güzel şeyler verir ki, onları ne bir göz görmüş, ne bir kulak duymuş, ne bir kalbe gelmemiştir.

Nitekim üstte anlatıl­dığı gibi, Allah-û Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur;

“Hiç şüphe edilmeye ki; Cennet ehli bugün bir sevinç içinde yaşar durular.” (Yâsin Sûresi / 55)

İşte dünyada anlatıldığı gibi yaptığı takdirde, fakirin durumu üstte anlatıldığı gibidir. Ameli ile Kur’ân emrinin zahirine göre yaşa­dığı takdirde kendisine cennet verilecektir. Rabbinden cenneti satın almıştır. Ev almadan evvel komşu al­mıştır. Allah rahmet eylesin, Rabia-i Adeviyye şöyle demiştir; “Komşu evden önce gelir.” Allah-û Teâlâ bir başka ayet-i keri­mede şöyle buyurdu; “Her daim onun yüzünü görmek dilerler.” (Kehf Sûresi /28)

Allah-û Teâlâ geçmişte gelen peygamberlerin bazısına yolladığı kitaplarında şöyle buyurmuştur; “Sevgililer sevgilisi bana göre o kuldur ki, sırf rubûbiyet hakkını vermek için ibadet eder, başka bir dileği yoktur.”

Resulullah (s.a.v) efendimiz, bir hadis-i şerifinde şöyle buyur­muştur; “Allah-û Teâlâ cenneti ve cehennemi yaratmamış olsay­dı; ona ibadet eden olmazdı.” Hz. Ali (r.a) de şöyle demiştir; “Allah cenneti ve cehennemi yaratmasıydı; ibadet ehli kimse olmazdı.”

Yüce Allah sırf zatı için ibadet edenleri şöyle anlattı; “Onlar takva ve mağfiret ehlidir.” (Müddessir Sûresi /56)

Bir fakir, anlatılan sıfatları özünde topladığı, Mevlâ’sından baş­ka her şeyden özünü temizlediği, kalbini de eşya ile bağlantıdan alıp kötü olduğuna inandığı zaman hakiki manada bir mürid olur. Yüce Rabbi dışında her şeyden yana da kötü bulur. Bu durumda, Yüce Al­lah’ın keremine kalır ki, onu yönetimine almalı, ona delil olmalı ve zatı ile karşılaşıncaya kadar onu dünya nimetleri ile beslemelidir. Hatta daha ziyadesini de ihsan etmelidir.

Sonra onun için çeşitli mana rütbeler, nurlar, nimetler, temiz hayat, Yüce Allah’ın veli kullarına ve sevdiklerine vereceğini haber verdiğini o kuluna da verir. Bu manada Allah-û Teâlâ şöyle buyurdu; “Hiçbir nefis bilmez ki, gözü aydın edecek şeylerden on­lar için neler saklanmıştır. Bütün bu olacaklar, onların amel­lerine birer mükâfattır.” (Secde Sûresi /17)

Resulullah (s.a.v) efendimiz de bir kudsi hadis-i şerifinde Allah-û Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu anlatmıştır; “Ben salih kullarıma öyle şeyler hazırladım ki, onları bir göz görmemiştir. Bir kulak duymamıştır, hiçbir beşerin kalbine de gelmemiştir.” Bu hadis-i şerifi rivayet eden Ebu Hureyre (r.a) şöyle dedi; İsterseniz, şu ayet-i kerimeyi okuyabilirsiniz.

“Hiçbir nefis bilemez ki, gözü aydın edecek şeylerden onlar için neler hazırlanmıştır.” (Secde Sûresi /17)

Sana gelen bir fakirin eli dardır, ama kalbi zengindir. Mevlâ’sı­nın emrini de daima yerine getirir. Sana gelen bu kimse, kendinden, çoluk çocuğunun hâlinden bahseder.

Yine bu durumunda o kimse, Rabbine itaatkârdır. Ondan kor­kar. Bütün bu hâller içinde senden bir şeyler istemeyi de bırakamaz. Zira bu hâl, Allah-û Teâlâ’nın ona vurduğu bir yüktür; bu hâlle onu iptilaya uğratmıştır. Bu manada, Allah-û Teâlâ şöyle buyurdu; “Biz, sizi birbirinizle denemeye tâbi tutarız; buna sabre­decek misiniz?” (Furkan Sûresi / 20) Şunu da bilmek gerekir ki, o fakirdeki hâl devamlı değildir. Kı­sa zamanda geçebilir. O kimse de Yüce Allah’ın kendisine kısmet et­tiği şeye kavuşur. Rabbinin yakınlığına kavuşmak sureti ile izzet bu­lur. Yüce Rabbinin bol ihsanlarına kavuşur.

Sana gelince, o fakiri hoş görmediğin, boş çevirdiğin, dileğini ye­rine getirmediğin için Allah-û Teâlâ seni cezalandırır.

Onun dileğini yerine getirebilirdin ne var ki, elin zengindi ama kalbin fakirdi. Nefsini ve Rabbini bilmez bir hâl almıştın. Nereden geldiğini ve nereye gittiğini bilmez bir hâlde idin. Senden zenginlik alınabilir. Daima eli boş fakir olursun. Tıpkı; Daha önce kalben fakir olduğun gibi. Bundan sonra, eşyaya daima muhtaç bir hâle gelirsin. Onlara karşı hırsın artar ki, doymak nedir bilmezsin. Her daim eşyayı arar durursun. Onu istemekle daimî bir azap içinde kalırsın. Senin kısme­tin olmadığını bilmeden arar durursun. Bu manada şöyle denmiştir;

Cezaların en şiddetlisi, kısmette olmayanı aramaya koyulmak­tır. Ancak Allah-û Teâlâ seni rahmetine boğmuş ise, o hâlden kurtu­labilirsin. Allah seni ayıktırır, günahını anlar, istiğfar edersin. Allah’a tövbe edersin. Aşırı hareketini itiraf edersin. Bu durumunda Allah-û Teâlâ senin tövbeni kabul buyurur; seni bağışlar. Bütün bu hâlleri düşünerek Yüce Allah’a tövbe et. Zira O merhametliler merhametlisidir. Gafur Rahim’dir.

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs