Kadiri Yolu

 

İmza Attıkları Bu din Belalı Bir Dindi

İmza Attıkları Bu din , Belalı Bir Dindi

Ben de, kesip yok edilen bir ağaç olmayı kuvvetle arzu ettim”. (Tirmizi: 2414)

Dağların yüklenmekten çekindikleri ilahî emaneti insanoğlu üzerine almıştı. Takdir edilen bir ömür, ilahi ölçüler istikametinde tüketilecek, yaşanan hayat bütün yönleri ve bölümleriyle tek yaratıcı olan Hz. Allah’a sunulacaktı.

Zerre miktarı şer ve hayırdan hesaba çekilecek olan müslüman insan, meseleyi enine boyuna düşünmüş, baskı altında olmaksızın ilahi yapı olan İslâm dinini yaşanacak hayat tarzı kabul etmişti.

İnandığı İslam’ın şartları sanki mukavele niteliğindeydi. Yaratan ve yaratılan arasında gerçekleşen bir mukavele… İslâm’ın yaşanması ile vazife bitmiyordu müslüman insan için… Bir başka ciddi vazifesi de yaşatma mücadelesi vermekti. Yani Allah’ın emrettiği bir hayatı ölüm pahasına yaşamak ve yaşatmak…

-*-

Dünyaya gelişi yaratılış sebebi buydu. Yani tek kelimeyle Ona kul olmak. İmza attığı dinin tamamının yaşanması için mücadele vermek…. Yasak savar kabilinden yaşanacak bir din değildi İslam… Ve bir kısmı yaşanınca, diğer kısımlarının sakit olunacağı bir din de değildi İslam.. Ya hep. ya hiç. imzayı atan bu inançla atmıştı imzasını… Önceden düşünmeliydi. İmzaladığı İslamin belalı-kazalı bir din olduğunu bilerek imzalamalıydı.. Heyecana kapılarak maddi menfaatlere kafayı takarak, her hangi bir rica ve tehdit zemini altında tutulmaksızın karar verilmesi icab eden bir din olduğunu bilmeliydi.

Mevzuun mücerredlikten kurtulması için, şimdi o diyarın sakinlerine bir göz atmamız gerekiyor. Dağların yüklenmekten kaçındığı bu ilahi emaneti yüklenenlerin taşıdığı ve taşıması gerekli olan mesuliyeti anlamamız için, o diyarın sakinlerinin yaşadığı hayata bir göz atmanız icab etmektedir:

O Diyarın Sakinleri 

İmanları uğruna her şeyi göze almışlardı. Onlar için önemli olan kendi varlıklarının kalması veya ölmesi değildi. Önemli olan inandıkları imanın, İslam’ın varlığı-yokluğu mücadelesiydi. İslam adına kurtulmak ve kurtarmak onların inancının özüydü. Tevhidin tebliğinde bu hususa önem verirlerdi.

O Diyarın Sakinleri‘nden bir genç tevhid uğruna girdiği savaşta esir alınmıştı yemesi ve içmesi dayak, yatması ve uyuması dayak olan bu genç tüm baskı ve işkencelere rağmen imanından dönmemişti. Neticede hristiyan mahkemesi idamına karar vermişti. Halk, müslüman birinin idam edileceğini duyunca yollara dökülmüş. heyecanla gencin gelmesini bekliyordu. Hapishaneden çıkan ve elleri-ayakları bağlı genç idam edileceği meydana götürülüyordu. Çok sevinçliydi. Yürümekte zorlansa bile vakarlı adımlarla ilerlemesi, herkesi hayrete düşürmüştü. Kiliseden hadiseyi seyreden bir papaz koşa koşa gelmiş ve gencin kulağına eğilerek:

– “Anlıyorum, dirençli bir îman anlayışın var. Ama seni idam edecekler. Eğer hristiyanlık dinine girersen, hemen mahkeme heyetine gidip infazı durduracağım. Sana beş dakika müsaade. İyi düşün ve kararını ver” demişti.

Müslüman genç, papazı dinledikten sonra:

– “Bana beş dakika müsaade verdiğin için sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Çünkü bu beş dakika içinde, hak din olan İslâmı sana öğretir ve müslüman olmana sebep olursam, Ölsem dahi gam yemem.”

O Diyarın Sakinleri ‘nden zayıf ve fakir olan tevhid erlerinden bazılarını yakalıyorlar, bir kısmının boynuna ip takarak şehirin azgın gençlerine teslim ediyorlardı. O genç ve çocuklar, bu mazlum insanları cadde cadde, sokak sokak gezdiriyorlardı. Sokaklarda dolaştırılan bu insanların anne ve babaları hadiseyi seyrediyor, içlerinden bir kısım anneler yerlerde sürünen çocuklarına hakaret ediyor, bazan tekmeliyorlar ve bazen da küfür ediyorlardı.

Hak davada ısrarlı olarak taviz vermiyorlar, kendilerine bu işkenceyi yapanların hidayetleri için dua ediyorlardı.

O Diyarın Sakinleri ‘nden bazılarını bu haliyle gören büyük rehber, mertebesine erişilemez olan büyük insan, faziletli Nebi, onlara sadece cenneti vaad ediyordu. Dünyalıklarına yönelik bir vaadde bulunmaksızın Allah davasına davet eden yüce İnsan, işkence altında onlara ahiret mükafaatinı vaadediyordu. Ancak devlet olunca, belli bir kuvvete erişince, İslâmi kıyafetine müdahale edilen müslüman bir hanım için savaş îlan edecekti. Bu haşmetli, mütevazi, olgun ve dolgun Nebi, çok zaman mescidden evine geldiğinde sabah kahvaltısı için bir şeyler ister, ancak kendisine verilen cevap:

“Bir şey bulup hazırlayamadık” denince, hiç kızmadan, darılmadan: “Ben de bugün oruçluyum” buyururlardı.

O Diyarın Sakinleri’nin rehberi, tüm Nebi ve Resullerin çektiği sıkıntıyı, eziyeti fazlasıyla çekmişti. Tevhidi tebliğ ederken, azgın bir takım ayak takımı, o güzel insanın nurlu yüzüne tükürür, bir kısmı’ toprak atar, bazısı da küfrederdi. Kabe’nin bir köşesine çekilerek Rabbine ibadet ederken, azgın o kafir gelmiş ve gömleğini O yüce Resûlün boynuna dolayarak sıkmıştı. Cennet ve cehennemin onun hürmetine yaratıldığı büyük insan, dayanamıyor ve diz üstü düşüyordu. Bu sefer de işkence sahipleri öldü zannederek Peygamberimizi bırakıyorlardı. Ayılan, kendisine gelen ve ayağa kalkacak gücü kendisinde bulan nurlu Nebi, tekrar müşriklerin yanına gidiyor, sıkılan boğazını gösteriyor ve kainati dolduracak sözü ilan ediyordu: “Allah’a yemin ederim ki, sizi hizaya getirecek bir din ile geldim…”

O Diyarın Sakinleri’nden biri vardı. Ayağı topaldı. Yürürken aksak yürürdü. Tevhidin tebliğine vesile olan savaşlara katılmaya can atıyordu. Ne var ki evlatları babalarına müsaade etmiyordu. O da Peygamberimize gidiyor ve evlatlarını șikayet ediyor, savaş için izin istiyordu. Tek önder, büyük insan, meşru mazereti sebebiyle savaşa katılmamasını istiyordu. Cihad aşkı  kalbine kıvılcım olarak düşen topal insan:

– “Ya Resûlallah, savaşır ve şehit düşersem cennete girerken bu topal bacağım düzeltilecek mi?” diye bir soru yönelti. Kendisine “Evet” cevabı verilince savaş sevdalısı gidiyor ve şehit düşüyordu. Ufkun derinliklerine bakan yüce Resul müjdeyi vermişti:

– “Kardeşinizi yürür halde cennete girerken gördüm..”

Her zaman söyledik, yine diyoruz ki o diyarın sakinleri, İslâmî bir rehberimizdir. Her biri semayı donatmış birer yıldız gibidir. 20. asırda yaşayıp, içini çekerek:

“Keşke O diyarın sakinlerinin zamanında yaşasaydr” diyenlere sadece şu kadarcık bir sual yöneltiyoruz:

“Sizleri Allah’ın yaşatmadığı bir zamanda yaşamak istemeye sevk eden sebep nedir? O devirde yaşamış olsaydınız, Resülullah’a karşı tavrınızın ne olacağını biliyormuydunuz? Halbuki, Resülullah’ı gördügü ve O’nun zamanında yaşadığı halde nice nice insanlar, yüzükoyun cehenneme atılmıştır.”

Bu Diyarın Sakinleri

Başlarını aynı hedefe çevirdiği, aynı fikir ve harekette ittifak ettiği müddetçe, o diyarın sakinleri ile aynı asırda yaşamış gibi değer bulurlar. Ebu Zerr (ra) in rivâyet ettiği bir hadis şöyledir:

Bir gün Peygamberimiz “Kardeşlerimi ne kadar görmek istiyorum” buyurdu. Ashab:

“Biz senin kardeşlerin değil miyiz, Ya Resúlullah?” dediler. O da;

“Siz benim arkadaşlarımsınız, ashabımsınız, kardeşlerim, benden sonra gelip beni görmedikleri halde iman edenlerdir. Sonra kıbleye yöneldi ve Allah’ım onların nuru ile gözümü aydınlat buyurdular. Bu diyarın sakinlerinden o diyarın sakinlerine selam olsun…

Abdullah Büyük 

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs