Kadiri Yolu
Korku Ve Ümit (Havf Ve Recâ )


Korku Ve Ümit (Havf Ve Recâ )


Arapça bir kelime olan “havf”, sözlükte “korkmak, endişelenmek, kaygılanmak” gibi anlamlara gelmektedir. Bu kavram çoğunlukla “kişinin hoşlanmadığı bir şeyin başına gelmesinden veya arzu ettiği bir şeyi elde edememekten duyduğu kaygı ve korku” olarak tarif edilmiştir. Tasavvufi bir terim olarak ise daha özel bir anlam kazanarak Allah korkusu ve kişinin âhiretteki durumuyla ilgili taşıdığı endişeler anlamında kullanılmıştır.

Burada “Allah korkusu” daha ziyade, kişinin Allah katındaki durumunun ne olduğunu bilmemesinden kaynaklanan endişe ve üzüntü ile Allah’ın hoşnutluğunu kaybetmekten duyduğu kaygıyı ifade etmektedir. Yine Arapça bir kelime olan “recâ’nın sözlük anlamı ise, “ümit, beklenti, istek ve emel”dir.

Havfın bir şeyden sakınma güdüsü oluşu gibi recâ da bir şeyi isteme güdüsüdür. Tasavvufi bir kavram olarak recâ, “kulun Allah’ın rahmetine güvenerek ümit içinde olması” dır. Bu sebeple havf ile reca bir kuşun iki kanadına benzetilir ve bunlardan biri olmadan diğerinin bir işe yaramayacağı kabul edilir.

Bunun bir neticesi olarak işinin dalma havf ile reca arasında (beynel havf ve’r-reca) bulanması gerekir. Zira havf insanı cehenneme götürecek şeylerden sakındırırken reca ona cenneti kazandıracak şeyleri kolaylaştırır. İman da ancak bu ikisinin birlikteliğiyle tam olur. Çünkü havf ve reca imanın özelliklerindendir. “Müminin havfı ile recası tartıldığında ikisinin eşit geldiği görülür” denilmiştir.

“…Kim Rabbine kavuşmayı ümit (ve arzu) ediyorsa güzel amel işlesin ve Rabbine ibadette hiçbir kimseyi (O’na) ortak koşmasın.” Kehf / 110

“Yoksa o, ahiret (azabın)dan korkarak, Rabbinin rahmetini ümit ederek gecenin saatlerinde secdeye kapanır, kıyamında durur bir halde taat ve ibadet eden kimse (gibi) midir?” Zümer / 9

“O kimseler ki (öldükten sonra) bizim huzurumuza çıkacaklarını ummayanlar ve dünya hayatına razı olup gönülleri ona ısınmış bulunan kimselerle bizim bunca ayetlerimizden gafil olanlar var ya! İşte bunların varacakları yer, kazandıkları günahlar sebebiyle ateştir.” Yunus / 7-8

“Rabbinin huzuruna durmaktan korkan için iki cennet vardır.” Rahman / 46

“Kim Rabbinin huzurunda durmaktan korkmuş ve nefsini heva ve heveslerden alıkoymuşsa, muhakkak cennet onun varacağı yerdir.” Naziat / 40-41 

“De ki: Ben, Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım.” Zümer / 13


Hadislerle Havf ve Recâ


Ebu Hureyre’den (r.a.);

Rasulullah (ﷺ)şöyle buyurmuştur: “Mü’min, Allah katındaki azabı bilse, cennetine asla tama etmezdi. Kafir de. Allah nezdindeki rahmeti bilse, cennetinden asla ümidini kesmezdi. [Müslim Tevbe 23 : Tirmizi, Deavat, 99 ; Ahmed,2/334 ,397,484]


Ebû Hureyre’den (r.a.):

Rasulullah (ﷺ) şöyle buyurmuştur: “Yedi sınıf vardır ki Allah onları hiçbir gölgenin bulunmadığı (kıyamet) gün(ün) de kendi (arşının) gölgesinde gölgelendirecektir. 

(Bunlar):

1- Adil hükümdar.

2- Allah’a ibadet içerisinde yetişen genç

3- Kalbi mescitlere bağlı olan kimse.

4- Allah için birbirini seven, o sevgi) Üzerine bir araya gelen (sevgi) üzerine birbirinden ayrılan kimse.

5- Kendisini mevki sahibi, güzel bir kadın (fenalığa) davet ettiği halde, ‘Ben Allah’tan korkarım’ diyen adam.

6- Sağ elinin verdiğini sol eli duymayacak derecede gizli sadaka veren kimse.

7- Tenha bir yerde Allah’ı zikrederek gözleri boşanan kimse. (Buhari, Ezan, 36, Rikak, 24, zekat, 16, Hudud, 19: Müslim, Zekat,91(5/420): Tirmizi, Zühd, 53; Nesai, Kudat, 2)


Ebu Hureyre’den (ra):

Rasûlullah (ﷺ) şöyle buyurmuştur: “Allah korkusundan ağlayan kişi. (sağılan) süt tekrar memeye dönmedikçe cehennem ateşine girmeyecek ve Allah yolunda (gezilere) bulaşan tozla cehennem dumanı bir araya gelmeyecektir.”


Ebu Hureyre’den (ra): 

Rasulullah (ﷺ)şöyle buyurmuştur: “Kim (yolda kalmaktan) korkarsa geceleyin de yola koyulur ve kim geceleyin de yola koyulursa menziline ulaşır. Dikkat edin. Allah’ın satılık malı pahalıdır. Dikkat edin, Allah’ın satılık malı cennettir.” (Tirmizi, Sıfatu’l Kıyamet, 19.)


Bir ayette şöyle buyurulur:

“Allah şüphesiz Allah yolunda savaşıp öldüren, öldürülen mü’minlerin canlarını ve mallarını -Tevrat. İncil ve Kuran’da söz verilmiş bir hak olarak- cennet karşılığında satın almıştır. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır.” Tevbe / 111


Hz. Ömer (r.a) anlatır:

Rasulullah’a (ﷺ) esirler geldi. Bir de baktık ki, esirlerden bir kadın (sağa-sola) koşuyor, esirler içinde bir çocuk buldu. Onu aldı bağrına bastırdı ve emzirdi. (Onun bu halini gören) Rasulullah (ﷺ): “Bu kadının, çocuğunu ateşe atacağını sanır mısınız?” buyurdu. Biz “Hayır vallahi” dedik, Rasulullah’da (ﷺ): “Muhakkak Allah kullarına bu kadının çocuğuna olan şefkatinden daha merhametlidir” buyurdu. (Buhari, Edeb, 18, Müslim. Tevbe. 22 (1/103) : Ebu Davud Cenaiz, 1: İbn Mace Zühd,35)


Hz. Aişe (ra) anlatır:

Onlar ki verdiklerini, kalpleri korku içinde olarak verirler. Şüphesiz onlar Rablerine dönücüdürler.” Müminun / 60 ayetini Rasulullah’a (ﷺ)sordum ve: “Onlar şarap içenler, hırsızlık edenler midir dedim. Resulullah (ﷺ): “Hayır, ey Sıddık’ın kazı!” dedi. “Fakat onlar, kendilerinden kabul edilmemesinden korkarak oruç tutan namaz kılan ve zekat verenlerdir. Onlar yararlı işlere koşanlardır” (Tirmizi, Tefsir, 23/60; İbn Mace, Zühd, 20)


(Ayet ve hadisler, Müslümanda olması gereken önemli bir sıfatı ortaya koymaktadır. Korku ve Ümit arasında olmak. Bu Güzellik ile Müslüman, hiçbir zaman yaptığı ibadeti ile mağrur olmayacak kendisi kadar ibadet yapmayan insanlara yukarıdan bakmayacaktır. Aksine yaptığı bu ibadetlerin Allah (r.a) katında makbul olup olmadığı endişesini taşıyacak. 

Yaratıcının engin rahmetinden ümit var olarak fakat O’nun gazabına ve hışmına uğramaktan da her zaman için korkacaktır. Böylece hiçbir kimseyi -eğer Allah’ın (r.a) rahmeti olmasa- ibadetinin kurtaramayacağını bilecek ve tevazu gösterecek, kula yaraşır hareketlerde bulunacaktır.)

Sûfiler genellikle havf ve recayı hal (kişinin kendi gayreti olmadan elde ettiği manevi durum) olarak kabul ederler. Bu hallerin sürekli olup olmadığı veya ikisinden hangisinin daha üstün olduğu gibi konuları üzerinde de dururlar (bk. HAL). Gazzâli, bütün vaktini Hakk’ın cemalini müşahede (seyretme) ile geçirebilecek bir mertebeye ulaşan kimsede, geleceği düşünecek vakit bulamayacağı için, korku ve ümidin kalmayacağını belirtir. Nitekim sevgilisine kavuşan bir kimsenin bu esnada ayrılık korkusuyla meşgul olması bir eksikliktir. Yine Gazzâli’ye göre havf mi yoksa recâ mı daha üstündür sorusu, ekmek mi yoksa su mu daha önemlidir sorusu gibi anlamsızdır. Aç için ekmeğin, susuz için suyun önemli olması gibi günahkâr için havf, samimi bir dindar içinse recâ daha faydalı olabilir. Havf ve recâ, manevi hastalıkların tedavisinde kullanılan iki ilaç gibidir.

—*-*—

Yerine göre bazen biri bazen de diğeri daha fazla önem kazanabilir. Sûfiler havf ve recânın ifrat ve tefritinden (gereğinden fazla veya gereğinden az bulunmasından) sakınmanın lüzumuna da dikkat çekerler. Müellif Sûfilerden Ebû Tâlib el-Mekki, olumlu bir havf halinin kişinin tutkularını dizginlemek, kötü alışkanlıklarını yok etmek ve nefsinin arzularının ateşini söndürmek gibi etkileri bulunması gerektiğini söyler. Bu tesirleri göstermeyen bir havf, olması gereken bir havf değildir. Çünkü havfın zayıf olması durumunda istenilen maksat elde edilemez. Havfın aşırı derecede olması halinde de kişinin arzu ve istekleri tamamıyla ölür, aklı ve tabiatı bozulur, kişiyi ümitsizliğe sevkeder. Havfın mutedil olması gerektiğine dikkat çeken Gazzali de, zayıf olmasının kişiyi gevşekliğe ve laubaliliğe; fazla olmasının ümitsizlik ve karamsarlığa sürükleyeceğini belirtir. Hatta aşırı derecedeki havfın kişide birtakım psikolojik rahatsızlıklar meydana getireceğine dikkat çekerek bunun mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğunu söyler. Benzer şekilde recanın ifratı kişiyi gevşekliğe, tefriti ise ümitsizliğe sevk eder.


Sufilerin Havf ve Recâ Hakkında Söyledikleri


Ebu Said Harraz anlatıyor: Ariflerden birine havftan şikayet ettim. O bana: “Ben Allah’tan korkmanın ne demek olduğunu bilen bir adam görmek istiyorum” dedi. Sonra da şunları söyledi: “Havf ehlinin ekserisi nefislerinden korktuklarından ve Allah’ın emrinden nefislerini kurtarmak için amel etmek üzere Allah’tan korkarlar.”


İbn Hubeyk: “Bana göre havf ehli vaktin hükmüne göre amel eder. Mahluk bir vakit O’ndan korkar, bir vakit de O’na güven duyar” der.


Kannad der ki: “Havfın alameti nefsine “belki de, ileride” gibi lafızlarla sebep göstermemek; ümid vermemektir.”


Bir başka sufi de söyle konuşur: “Allah’tan korkmanın (havf) alameti, korkunun şiddetinden kalplerin ürpermesidir.”


İbn Hubeyk: “Gerçek havf ehli, şeytandan korktuğundan daha çok nefsinden korkandır.” der.


Havastan olan kimselerin havfını Sehl b. Abdullah şöyle anlatmaktadır: “Bu anlamda bir havfa sahip olanların korkusunun bir zerresi yeryüzü halkına taksim olunacak olsa bu onların hepsini mutlu kılmaya yeterdi” Sehl’e “Böyle bir korku kaç kişiye nasip olabilir?” diye sorulduğunda o “Dağlar kadar insana” dedi.


İbn Cella der ki: “Bana göre gerçek havf ehli, Allah’tan başka hiç kimseden korkmayandır.”


Vasiti der ki: “Büyükler mahrum kalmaktan korkarlar, küçükler cezadan Büyüklerin korkusu daha keskindir. Çünkü nefse aid bazı şeylerin nefiste varlığını sürdürmesi sahibini ihsan makamına ermekten alıkor. Böyle biri, her ne kadar teslimiyet ve tevekkül sahibi olsa da.”


Sufilerden biri de: “Havf ve recâ amelin iki kanadıdır ki onlarsız uçulmaz.” der.


Ebû Bekir Verrak der ki: “Reca havf ehlinin kalplerine Allah’tan gelen bir ferahlama ve rahatlamadır. Eğer recâ olmasa onlar helak olur, akılları başlarından giderdi.”


Şibli’den “recânın ne olduğu” soruldu. O şu cevabı verdi: “Recâ, Allah’ın seninle arana başka bir şey koyup seni kendisinden uzaklaştırmamasını ummandır.”


Zünnün anlatıyor; Ben bir çölde esir gibi şaşkın dolaşıyordum. Bir kadınla karşılaştım. Kadın bana: “Sen kimsin?” diye sordu. Ben de “Garip bir adam”, dedim. Kadın bana dedi ki: “Allah ile olan kimsede hiç gariplik ve yalnızlık hali bulunabilir mi?”


Havf ve recâ konusunda tahkik ehlinden olan ve bu yolun nihayetine gelenlerin görüşünü Ahmed b. Atâ’nın şu sözünde bulmak mümkündür. Nitekim kendisine havf ve recânın ne olduğu” sorulduğunda şöyle konuşmuştu: “İnsanlar havf ve recâ ile tehdit olunmuşlardır. Kul havf ve recâ yollarına sarılıp birinden birinde terakki etmedikçe havf ve recânın hakikatine vâsıl olamaz.”

Havf ve recâ konusunda gerçekte elde edemediği bir konumda kalır. “Ahmed b. Ata’ya bu sözlerinden sonra “havf ve recâ nedir?” diye soruldu. Şu karşılığı verdi: “Havf ve recâ nefsin iki dizginidir ki, o sayede nefs, doğru yolda olmayı, emniyeti kendinden bilmez; ümitsizlik ve ye’se de kapılmaz.”


Ebû Bekir Vasiti de şöyle der:

Havf’ın bir takım zulmetleri vardır ki buna sahip olan onun altından çıkmayı arzu etmez. Recâ bütün ziyâsıyla gelince kul, rahat ve genişlik bölgesine çıkar. Bu sefer de ona temenni hâli galebe çalar. Nasıl ki kâinatın düzeni, gece ve gündüzün varlığında ise ve gündüzün güzelliği ancak gecenin karanlığı ile anlaşılabilirse havf ve recâ da öyledir. Kalp bazen havf karanlığının içine düşer, esir olur, bazen da recâ kapısını çalıp emîr olur.

Aslında muhabbet, havf ve recâ birbirine yakın kavramlardır. Nitekim sûfîlerden biri şöyle der: “Korku ile beraber bulunmayan muhabbet âfet doludur. Recâsı olmayan havf da aynı şekilde âfet doludur. Havfi bulunmayan recâ da aynen öyledir. Recâ ve muhabbet, havfi gerektirir.

Kaynak: Temel İslam  Ansiklopedisi- İslami hayat- Gerçek Tasavvuf vb.  Eserlerden istifade edilmiştir.


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs