Kadiri Yolu

Günahların  Cezası Ve Temizlenme Yolları

Günahların Cezası Ve Temizlenme Yolları

Unutulmamalıdır ki her günah işlediğinde ve yazıldığında kul tevbe etmemiş amel defterinizde kaldığı zaman muhakkak bir cezası olacaktır. Allah kulunu dilerse affeder. Burada bizim bir tahdit koyma böyle olacak deme durumumuz yoktur. Kulun yaptığı hesaba göre şekillenmez Allah’ın dilemesine ve ezeldeki takdirine göre şekillenir. 


Günahın cezası çoğunlukla kalpte olur. Ceza çoğu kez de bedende, bazen mallarda, bazen ailede, bazen itibar ve mevki  kaybetmekle kendini gösterir. Bazen ahirete bırakılır. Bu cezaların en büyüğüdür. Allah bu tür hallere düşmekten muhafaza eylesin. Büyük günah işleyenler ve günahında ısrar edip fiilinde kibir ve büyüklenme halinde bulunanlardan olmaktan Allah Teala muhafaza buyursun. Eğer günahın cezası acilen dünyada verilseydi dünya ölçülerine göre olacağından, bu ceza kolay olurdu. Ahirete bırakılınca ceza ahiret ölçülerine göre verileceğinden bu şiddetli ve ağır olur. Allah bizleri muhafaza eylesin.


“Allah Teala bir kula hayır murad ettiği zaman günahının cezasını dünyada peşinden verir. Kötülük Murad ettiği zaman da cezasını geciktirir ve ahirette tam olarak verir.” (Ahmed B. Hanbel, el-Müsned, 4/87; Hakim, el-Müstedrek, 1/349; İbni Hibban, sahih nr. 2911; Heysemi, Mecmau'z zevaid 10/192)


Dünyada elde edemediğin şeylere üzülmek, bundan dolayı hırs ile dünyaya yönelmek kul için bir çeşit ceza olur. Dininden kaybettiğine hiç aldırış

etmeyerek eline geçen dünya malına sevinmek de bir tür cezadır.

Bazen, isyana sebep oldukları zaman, afiyetin devam etmesi ve zenginliğin artması da bir nevi cezadır. (Çünkü kul haline aldanıp isyana devam etmekte ve ahiretini unutmaktadır.)


Bir günahın cezası, onun gibi bir günah yahut ondan daha büyüğüne saplanmak olur. Nitekim bir taatin sevabı da kulun bazen onun gibi bir taate, bazan de ondan daha faziletlisine ulaştırılması şeklinde ortaya çıkar. Şu âyet-i kerimede ilk duruma bir işaret vardır:


"Allah size sevdiğinizi gösterdikten sonra isyan ettiniz" (Âl-i Imran 2/152).


Burada sevilen şeyin afiyet ve zenginlik olduğu söylenmiştir. Nitekim bazan de fakirlik ve hastalık, kulun günahtan korunmasına sebep olduğunda bu Allah Teâlâ'dan ona bir rahmet olmaktadır. Bununla birlikte günaha ve isyana sebep olduklarında da kötülüklerin kaynağı durumundadırlar.


Hilim (yumuşaklık) cezayı kaldırmaz, fakat geciktirir. Çok halim olan yüce Mevlâ'nın bir sıfatı da cezayı çok geciktirmek değil, bir zaman sonra vermektir. Bu manada Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: 


"Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında (indirmiş olduğumuz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin kapısını açtık. Nihayet kendilerine verilen şeylerle şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık" (En'âm 6/44).


Bu âyette bahsedilen kimselerin, şımarıp isyana dalmalarından altmış

sene sonra yakalanıp cezaya çarptırıldıkları söylenmiştir.


Bir haberde şöyle buyrulmuştur:


“Bir takım günahlar vardır ki onları ancak geçim sıkıntısı ve derdi temizler." Diğer bir rivayette ise; "Onları ancak çekilen keder ve üzüntüler temizler." (Taberâni, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 102; İbn Asakir, Tarihu Medineti Dimaşk, 54/200, Ebu Nuaym, Hilyetü'l-Evliya, 6/335; Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, 4/63.)


Mübah dünya ihtiyaçlarını gidermek için çekilen sıkıntılar fakirlerin günahları için birer kefârettir. Bu endişe ve üzüntü ahiret amellerinden kaçırılan şeylere olursa, o zaman müminler için birer manevi derece olur. Ancak bu endişeler dünya sevgisi ve hırsı ve onu toplama için olursa, sahibi için birer ceza olurlar.


Seleften biri demiştir ki: "Kişiye günah olarak, istiğfar etmediği dünya

sevgisi yeter."


Bir başkası da demiştir ki: "Kulun, başına gelen dünya sıkıntılarını gidermek için gösterdiği gayreti, kaçırdığı ahiret amellerine ve ona hazırlanmaya göstermemesi günah olarak kendisine yeter."


Hz. Âişe'nin rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyrulmuştur:

"Mümin kulun günahları çoğalıp da, onlara kefâret olacak amelleri bulunmayınca, Allah Teâlâ ona çeşitli gam ve üzüntüler verir; bunlar onun

günahlarına kefâret olur." (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/157, Bezzár, el-Müsned, nr. 3260; Beyhaki, Şuabü'l-Imân, nr. 9927 Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, 2/291, 10/192.)


Denilmiştir ki: "Herhangi bir zamanda kulun kalbine sebebini bilmediği bir üzüntü arız olursa bu, hatalara kefâret olan üzüntüdür." Bu üzüntünün, aklın bedenin işlediği hatayı düşünmesi ve muhasebe etmesi anında oluştuğu, aklın zaruri olarak bu hüzne kapıldığı ve sanki sebebini bilmiyormuşçasına onu kulun üzerinde tezahür ettirdiği söylenmiştir."


Yakub'un [aleyhisselâm] haberlerinde geçtiğine göre Allah Teâlâ kendisine şöyle vahyetmiştir: "Eğer ezelî ilmimde sana inayetimi takdir etmeseydim, uzunca yalvarış ve yakarışlarına icabeti geciktirerek sana karşı âmirlerin en cimrisi olarak davranırdım. Fakat sana (takdir ettiğim özel) inayetimden dolayı kendimi, senin kalbinde merhametlilerin en merhametlisi ve hüküm verenlerin en güzel hüküm vereni olarak yaptım. Sana katımda, başka bir amelinle değil, ancak Yusuf'a karşı çektiğin üzüntüyle ulaşabileceğin bir makam takdir ettim. Seni bu makama ulaştırmak istedim. (Onun için bu üzüntüyü sana tattırdım)"


Yine rivayet edildiğine göre, Cibril [aleyhisselâm] zindanda Yusuf'un [aleyhisselâm] yanına girince, Yusuf [aleyhisselâm], "Kederli ihtiyarı (babamı) nasıl (ne halde) bıraktın?" diye sordu. Cibril [aleyhisselâm], "Senin için yüz tane sevgiliyi kaybetmenin hüznü gibi acı çekmektedir" dedi. "Peki, bunca hüznüne karşı Allah Teâlâ katında kendisine ne var?" diye sorunca, Cibril [aleyhisselâm], "Yüz şehid sevabı var" cevabını verdi.


Seleften birinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kul herhangi bir günah

işlediğinde; üzerinde bulunduğu yer onu içine batırmak, kendisini örten

gök de bir parça halinde kafasına düşmek için Allah'tan izin isterler. Allah

Teâlâ da onlara, "Kulumu bırakın ve ona mühlet verin, onu siz yaratmadınız. Eğer onu siz yaratmış olsaydınız, hiç şüphesiz ona acırdınız. Bekleyin,

umulur ki, bana tövbe eder ve kendisini affederim. Belki kötü halini güzelleştirir, ben de kötülüklerini iyiliğe çeviririm" der.


Burada şu âyet-i kerimede anlatılan manaya bir uygunluk vardır. Âyette şöyle buyrulmuştur:

"Şüphesiz Allah zeval bulmasınlar diye yeri ve göğü tutmaktadır. Andolsun gökler ve yer yıkılsa onları Allah'tan başka kimse tutamaz. Şüphesiz O, halimdir, çok bağışlayandır" (Fâtır 25/41).


Yani Allah, insanların isyanları yüzünden gök ve yerin yıkılmasını engellemektedir. Onların isyanlarına karşı çok halimdir ve kötü hallerini de

çok bağışlayandır.


Bu âyetin tefsirinde şöyle denmiştir: "Allah Teâlâ kulların günahlarına

bakınca gazaplanır. Bunun üzerine yer sallanır, gök titrer. O zaman semanın melekleri inip yerin eteklerini tutarlar. Yerlerin melekleri de yükselip göklerin eteklerini tutarlar ve devamlı ihlâs sûresini okurlar. Nihayet Allah Teâlâ'nın gazabı sakinleşir. "Allah gökleri yıkılmaktan tutar, korur" âyetiyle anlatılan budur."


Âlimlerden biri demiştir ki: "Yeryüzünde (Allah'a isyan için) çan çalınınca ve câhiliye dua (ve işleri) yapılınca, Allah Teâlâ'nın gazabı şiddetlenir; yeryüzündekilere azap etmek ister. Fakat, yeni okuma yazma öğrenen

çocuklara, mescidleri imar edenlere, Allah için birbirini seven ve ziyaret

edenlere bakınca ve müezzinlerin sesini işitince, yumuşar ve affeder. "O,

çok halim ve affedicidir" âyetiyle anlatılmak istenen budur.


Kaynak : Kûtü’l_Kulûb alıntı olarak yazılmıştır.


 


1 Yorumlar

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

  1. "Kişiye günah olarak, istiğfar etmediği dünya sevgisi yeter." sözünün ağırlığını anlamak, anladığımızı da yaşamak duasıyla...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar