Kadiri Yolu

Günahın Getirdiği Kötü Sonuçlar

Günahın Getirdiği Kötü Sonuçlar 


Günah işlemekte kötü netice olarak, taattan mahrumiyet, hizmetin tadını yitirmek ve Mevla'nın gazabından başka hiçbir şey olmasaydı, bunlar insana en büyük ceza olarak kâfi gelirdi. 


Günahın getirmiş olduğu kötü sonuçlarla alakalı örnekler verelim;  Bir haberde nakledildiğine göre, Adem (aleyhisselam) yasak ağaçtan yediği zaman, bedenindeki elbiseler üzerinden uçtu gitti, avret yerleri açıldı, başındaki taç ve alnındaki süs üzerinde durmaktan haya ettiler. Bunun üzerine Cebrail (aleyhisselam) gelip başından tacı, Mikail (aleyhisselam) da alnındaki süsü çözüp aldı. Adem ile Havva'ya arşın üstünden, "Huzurumdan (aşağı-yeryüzüne) inin, bana isyan eden huzurumda bulunamaz." hitabı geldi. Bunun üzerine Adem (as.) ağlayarak Hz. Havva'ya döndü ve, “Bu, işlediğimiz günahın ilk uğursuzluğudur, bizi dostun huzurundan çıkardı" dedi.


Rivayet edildiğine göre Süleyman [aleyhisselam) bir hatası yüzünden mülk ve saltanatı kırk gün elinden alınmış, yüz üstü meydanda kalmış, nihayet kırk gün bitiminde, hatası affedilmiş saltanatı geri verilmiş, kuşlar baş ucunda birikmiş, cinler ve vahşi hayvanlar etrafına toplanmışlardır. Daha sonra kendisini hor ve hakir görüp itip kakanlar, şimdi huzurunda boyun eğip, özür dilemişler, o da onlara, "Ben, bundan önce yaptıklarınızdan dolayı sizi kınamıyor, şimdiki yaptığınız hürmet için de sizi övmüyorum. Bu, gökten / Allah'tan gelen bir iştir, olması muhakkaktı oldu" demiştir.


Alimlerden biri bu manada şöyle demiştir: "Kim Allah'tan korkarsa, her şey ondan korkar. Kim de Allah Teâlâ'dan başkasından korkarsa, Allah onu her şeyden korkutur. Aynı şekilde, kim Allah Teâlâ'ya itaat ederse, Allah her şeyi onun emrine verir. Kim de O'na isyan ederse, Allah o kulu diğer varlıkların hizmetçisi yapar ve ona korktuğu şeyleri musallat eder."


Eğer günahta ısrarda uğursuzluk olarak sadece kulun eline geçen her imkânın kendisi için bir ceza olmasından başka bir şey olmasaydı, bu bile kafi gelirdi. Çünkü, (bu halde olan bir kulun eline geçen) zenginlik olsa, bununla cezalandırılır ve istidraca düşmesinden (haline aldanıp isyana devam ederek azaba yaklaşmasından) korkulur. Eğer eli dar olup sıkıntı içindeyse bu zaten onun için bir cezadır.


Bir haberde, "Şüphesiz kul, işlediği günah sebebiyle rızkından mahrum olur" (İbn Mâce, Mukaddime, 10; Fiten, 22; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/227, 280, 282; Zebidi, İthafü’s-Sâde, 10/780-81.) buyrulmuştur.


Haramdan rızık kazanmak kulu salih amellere sevk edecek ilâhî tevfikin / yardımın azlığındandır, denilmiştir. İbn Mesud derdi ki: "Ben, kulun işlediği günah yüzünden ilmi unutacağını düşünüyorum."


Şayet tövbenin, ilmin ve istikamet üzere itaatin (bu halde iken) elde ettiklerinden başka bir bereketi olmasaydı, bu onun için hayır olarak yeterdi. Bu kimsenin eline geçen zenginlik ise, Allah Teâlâ'nın ona bir rahmet ve ihsanıdır. Eğer darlık (sıkıntı) ise bu, Allah'tan bir imtihandır, kulu için yaptığı bir tercihtir. Bunu anlayan kul o halin lezzetini tadar. Çünkü o, Allah Teâlâ'nın yolundadır, kendisi O'nun taatinde sabit ve daim olduğu halde başına böyle bir durum gelmiştir.


İnsanlara karışmakta hiçbir uğursuzluk ve zarar olmasaydı bile, din ve dünya işlerindeki muamelelerinde onlarla birlikte zulme (haksızlığa) ortak olması günah olarak ona yeter de artar bile. İnsanlar içinde bildik ve tanıdıkları az olan kimselerin, onlarla işleyebileceği hataları da az olur.


Seleften bir zat demiştir ki: "Lâneti gerektiren yüzdeki siyahlık ve maldaki noksanlık değildir. İnsanı lânetlik eden ancak bir günahtan çıkar çıkmaz bir benzerine veya daha beterine dalmaktır." Bunun sebebi şudur: Lânet, kovulma ve uzaklaşma demektir. Kul, taatten uzak kalır, artık kendisi için iyiliklerin yolu açılmaz ve onlarda muvaffak kılınmaz ise; lânete uğramıştır.


Az önce yukarıda geçen, "Kul, işlediği günah yüzünden rızkından mahrum olur" haberi hakkında şöyle denmiştir: "Kul günaha daldığı için helâlden mahrum olur ve onu kazanmaya muvaffak kılınmaz." Hadis hakkında şu yorumlar da yapılmıştır.


"Günaha dalan kul, âlimlerin meclisinden mahrum olur ve kalbi, ehl-i hayrın sohbetine açılmaz (onların sohbetinden sıkılır)."

"Salihlerden ve mârifetullah sahibi âlimler, günahta ısrar eden kimseye kızar ve kendisinden yüz çevirirler."

"Günaha dalan kul tamamen cehalete saplandığı için halini güzelleştirecek ve amelini ıslah edecek ilimden mahrum kalır. Şehvetlerine daldığı için şüpheli şeyleri farkedemez, tam tersine bütün işler birbirine karışır. Bu durumdaki bir kul, Allah Teâlâ'dan bir korumaya mazhar olmadığı için işlerin içinde bocalar durur, en doğrusuna en faziletlisine ulaşmaya muvaffak olamaz."


Fudayl b. İyâz derdi ki: "Zamanın değişmesinden, (din) kardeşlerinin eziyetlerinden hoşuna gitmeyen bütün şeyler; senin günahların yüzünden

başına gelmiştir, bunu böyle bilesin."


Denilmiştir ki: "Kur'an'ı ezberledikten sonra unutmak, en şiddetli cezalardan birisidir. Onun tilavetinden mahrum olmak, okurken kalbin daralması ve ona zıt olan şeylerle meşgul olmak günahta ısrarın cezasıdır."


Seleften biri demiştir ki: "Ben yaptığım bir hatanın cezasını, merkebimin (bana karşı) huysuzlaşmasından anlıyorum."


Bir başkası ise, “Yaptığım hataların cezasını evimdeki ateşte elimin yanmasına varana kadar her şeyde fark ediyorum" demiştir.


Cezanın konusu, şiddet ve sıkıntıdır. Her kulun cezası, üzerine fazla düştüğü şeyden olur. Dünya ehli kimseler, kazancın zorlaşması ve malların helâk olmasıyla dünya rızkından mahrum edilerek cezalandırılır. Ahiret ehli ise, salih amellere sevk edecek ilâhî tevfikin azlığı ve doğru ilimlerin yolunun açılmasındaki zorlukla ahiret rızıklarından mahrum bırakılırlar. Bu, her şeye hükmü geçen ve her şeyi en iyi bilen Allah'ın takdiridir.


Ebû Süleyman ed-Dârânî, "Uykuda ihtilam olmak (ehlullah için) bir (nevi) cezadır" derdi. Şu söz de ona ait: "Bir kimsenin cemaatle namazı kaçırması, ancak işlediği yeni bir günah sebebiyledir."


Cezaların nazikleşmesi (ve çeşitlenmesi) derecelerin yükselmesine göre farklı olur. Bir haber de şöyle buyurulmuştur: "Zamanınızdaki hoşlanmadığımız şeyler amellerinizdeki bozukluklar yüzündendir." (Beyhaki, ez-Zühdü'l-Kebir, nr. 709; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, 10/231, Zebidi, Itháfü's-Sade, 10/783 (Beyrut-Lübnan baskısı) Heysemi isnadının hasen olduğunu belirtmiştir.)


Eğer, kul bir günah işlediğinde kalbin değişmesi (ve bu değişmenin sonucu oluşan zulmet) yüzüne vuracak olsaydı, yüzü simsiyah olurdu. Fakat Allah (celle celâluhû] yüce hilmi (ve rahmeti) ile kulu bu halden koruyup günahı saklıyor ve onu kalpte örtüyor. Ancak, günah kalpte tesirini gösterir, sahibine perde olur, kalbi Allah'ın zikrine karşı katılaştırır, hayır ve iyilik arzusunu ve hayırda koşma şevkini yok eder. İşte bu da cezaların en büyüğüdür.


Denilmiştir ki: "Kul bir günah işlediği zaman, kalpte bir zulmet oluşturur, ondan kalpte bir duman yükselir. İman ona şahit olur. Bu hal, kendisini günahın rahatsız ettiği bir kulun üzüleceği bir noktadır. Bu duman bulutun güneşi perdelemesi gibi, kul için ilâhî ilimleri almaya ve anlatmaya karşı bir perde olur. Bu hal görülmez ancak, kul halka karşı tavırlarında onu fark eder. Kul, tövbe edip halini ıslah edince, zulmet perdesi açılır, iman ortaya çıkar ve artık kula hak ilme göre hareket etmesini emreder. Güneşin

bulutun altından çıkıp ortalığı aydınlatması gibi, kalbin üzerindeki perde kalkınca kalp aydınlanır, hak ile bâtılı iyice fark eder. Şu âyet-i kerime de kalbin günahlarla iyice kaplanıp kapanmasını anlatmaktadır: "Hayır! Bilakis, onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kapatmıştır" (Mutaffifin 83/14).


Kalbin bu hali için denilmiştir ki: "Âyetteki hale düşen kul, günah üstüne günah işler. Öyle ki sonuçta, kalp iyice kararır, iman perdelenir, artık iyiliği tanımadığı gibi herhangi bir kötülüğü de çirkin görmez. Kalbin siyahlığı son noktasına gelince üstü altına çevrilip ters, yüz edilir. O zaman kalp tamamen nifak türü işlerle dolar, onunla huzur bulur ve Allah Teâlâ'nın (rahmet nazarıyla) nazar edip fazlıyla kendisine acımasına kadar öylece kalır.


Hasan-ı Basrî demiştir ki: "Kul ile Rabb'i arasında malum bir günah sınırı vardır. Kul onu aşınca, Allah kalbini mühürler ve bundan sonra onu hayırda muvaffak etmez."


İbn Ömer yoluyla gelen bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Mühür arşta asılıdır. Yasaklar çiğnendiği ve haramlar helâl görülüp işlendiğinde Allah Teâlâ (bir melek ile) mührü gönderir, kalpler içindeki (nifak, küfür ve isyan) sebebiyle mühürlenir." (Bezzâr, el-Müsned, nr. 3298; Beyhaki, Şuabü'l-Imân, nr. 7213; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid. 7/269; Münziri, et-Tergib, 1/332)


Mücâhid de şöyle demiştir ki: "Kalp (ilk haliyle) açılmış bir avuç gibidir. Kul her günah işlediğinde bir parmak kapanır ve nihayet bütün parmaklar kapanır. Kalp de işlenen (ve peşinden tövbe edilip temizlenmeyen) her bir günah ile iyice kapanır ve sonunda kilitlenir. (üzerine mühür vurulur)."


Denilmiştir ki: "Her günah için kalpte biten bir bitki vardır. Günahlar çoğalınca kalbin etrafını meyve kabuğu gibi sarar ve kalbi kapatır. İşte bu durum, kalbin kılıfla örülmesidir."


Bu halin, Allah Teâlâ'nın âyet-i kerimelerde zikrettiği(En'âm 6/25; İsra 17/46; Kehf 18/57), kalbin hakkı işitip anlamasına mani olan perde olduğu zikredilmiştir.


Velilerden biri bana, Ebû Amr b. Ulvan'ın uzunca bir kıssasında şöyle söylediğini anlattı:

"Bir gün namaz kılıyordum; kalbime kötü bir arzu düştü ve uzun bir zaman fikrimi meşgul etti. Sonra bende erkeklerde oluşan şehvet meydana geldi. O an yere yıkıldım, bütün bedenim simsiyah oldu. Bunun üzerine üç gün eve kapandım, dışarı çıkamadım. Banyoya girip sabun ve benzeri şeyler ile bu siyahlığı gidermeye çalıştım, fakat temizlemek bir yana, vücudumun siyahlığı daha da arttı. Üç günden sonra vücudumun rengi beyaza dönüştü. Ben de dışarı çıktım. Ebü'l-Kasım Cüneyd-i Bağdâdî ile buluştum. Hazret, Rakka tarafına gelmiş ve beni görmek istiyormuş. Yanına vardığımda, bana; "Allah Teâlâ'nın huzurunda iken, içinden bir takım şehevî şeyler geçirerek Rabb'inin huzurundan çıkmaya hayâ etmiyor musun? Eğer Allah Teâlâ'ya dua edip senin adına tövbe istiğfar etmeseydim, hiç şüphesiz Allah Teâlâ'ya o siyah renkte kavuşacaktın?" dedi. Ben buna şaşırdım. O Bağdat'ta, ben Rakka'da iken ve bu halimi de Allah Teâlâ'dan başka hiç kimse bilmiyor iken onu nasıl bildiğine hayret ettim."


Ben bu hadiseyi âlimlerden birisine anlatınca, o, "Bu, Allah Teâlâ'nın ona bir acıması ve hayret edilecek bir ihsanıdır. Çünkü günah kalbini siyahlatmamış, günahın zulmeti dışına vurmuş. Eğer günah kalbinin derinliklerinde yer etseydi onu helâk ederdi" dedi ve şunları ekledi,


"Kulun işlediği ve ısrarla devam ettiği her günah, bu adamın cesedini siyahlattığı gibi kalbi siyahlatır. Onu ancak tövbe temizler. Fakat herkes, günahı için ne İbn Ulvan'ın yaptığını yapar, ne de Ebü'l-Kasım Cüneyd gibi kendisine acıyıp Allah'tan affını isteyecek kimse bulabilir.




Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar