Kadiri Yolu

Allah'a Giden Yolda Ahmed er-Rifai’nin Öğütleri

Allah'a Giden Yolda Ahmed er-Rifai’nin Öğütleri


Efendiler 


Allah'a giden yol, bir beldeden diğerine giden yol gibidir. Onun da inişi ve çıkışı, düzü ve yokuşu, dağda ve ovada olanı vardır. Yol üzerinde sudan ve konaktan hâlî yerler bulunduğu gibi, yeşilliği, suyu, ağaçları ve insanları bol yerlere de rastlamak mümkündür. Bunlar yolun üzerinde olan şeyler, gidilecek yer ise bütün bunların arka tarafındadır. Her kim yolun inişinin lezzetine, çıkışının külfet ve düzgünlüğünün rahatına, dönemecinin zorluğuna, ovasının düzlüğüne, dağının yamacına, çölünün zorluk ve susuzluğuna, güzellik yeşillik, ağaçlık ve sularının zevkine, sâkinlerinin dostluk ve muhabbetine takılıp kalırsa maksûd-i hakîkîsine varamaz. Her kim de yolun zorluğuna katlanarak lezzetlerine aldırmaz ve bunlarla uğraşmazsa maksûd-ı hakîkîsine nâil ve vâsıl olur. Allah yolunun yolcusunun durumu da böyledir. Mânevî yolculuk boyunca karşılaşılacak güçlükler onu Muhavvilü'l-ahvâl olan Allah'tan koparır ve halkın gösterdiği teveccühün sarhoşluğu Mukallibu'l-kulüb olan Cenab-ı Mevlâ'dan alıkoysa işte o zaman sâlik, gerçek gayesini elden kaçırır ve maksûd-ı hakîkî'ye vâsıl olamaz. Fakat yolun acı ve tatlı bütün zorluklarına galebe çalan kimse ise, tam bir başarı ve kurtuluşa nâil olur.


Efendiler!


Ben Arafat dağında maldan, nefsten ve emelden vazgeçmek üzere Cenab-ı  Allah ile bey'at ettim. Bazı kimseler uykuda Rabblarına söyle münâcât ederler:


-Sana vuslatin yolunu bana göster. Söyle cevap gelir:

- Nefsinden geç de öyle gel!...


Musa -aleyhisselâm- doğum sancısı çeken zevce-i muhteremesine bir ebe aramak üzere giderken àilesine şöyle seslendi: "Yerinizde durun, benim gözüm bir ateşe ilişti. Belki size bir kor getiririm, yahut ateşin yanında bir yol gösterici bulurum."Taha, 20/10


Burada yol göstericiden maksat, ebeyi nasıl bulacağına yardımcı olacak bir mâlûmâtlı kişidir. Ateşe vardığı zaman kendisine nidâ olundu: "Ey Mûsâ! Haberin olsun ben senin Rabbinım. Sen her iki ayakkabını çıkar, çünkü mukaddes bir vâdîde bulunuyorsun."Taha, 20/11-12


Burada iki ayakkabı nefs ve zevce olarak tefsir olunmuştur. Aileni ve nefsini görmekten daha mukaddes bir vâdîde bulunuyorsun, demektir.


Efendiler!


Sizin mukaddes vadileriniz de mescidlerdir. Öyleyse câmiye girdiğiniz zaman masiva elbisesini çıkarınız. Kul namazda Rabbina münâcât hâlindedir. Öyleyse Rabbina nasıl münâcât edileceğini ve O'nun huzurunda nasıl durulacağını iyice öğrenmek lâzımdır. Herhalde bu duruş hadis-i şerifte ifâde buyurulduğu şekildeki ihsan duruşudur:


"Allah'a O'nu görüyormuşcasına ibâdet et! Her ne kadar sen O'nu göremiyorsan da O seni görüyor." Buhârî, Îman, 37; Müslim, Îman, 57; Ebû Dâvud, Sünne, 16; Tirmizî, Îmân, İbn Mâce, Mukaddime, 9; İbn Hanbel, 1/37, 51 vd 



Nefis ve evlâd ü iyâl ile uğraşmak câhillik alâmetidir. "Onları ihmâl et ve dağ başına bir çadır kur, orada yaşa."da diyemem, ama evlâd ü iyâline hizmetini Allah'a yakınlığa vesîle kıl, derim. Nefsinin de hakkını ver. Ama başkasından değil, Rabb'ın ile olmaktan, zevk almaya çalış. Çünkü Rubûbiyet, her türlü halde müşâreket vasfından uzaktır. Allah, hiçbir hususta kendine ortak bulunmasına râzı olmaz. Şirk amelleri müşriklere reddolunmuş, tevhîd ehlinin amelleri ise kabûl buyurulmuştur. 


"İyi bil ki, hâlis din ancak Allah'ındır. "ez-Zümer, 39/3 "Kim Rabbina kavuşmayı arzu ederse sâlih bir amel işlesin ve Rabbına yaptığı ibâdete hiçbir kimseyi ortak koşmasın."el-Kehf, 18 / 110 buyuruyor Hazret-i Allah.


Efendiler!


Allah'ın kullarından ve velîlerinden istimdâd ettiğiniz zaman göreceğiniz yardımı onlardan değil Allah'tan biliniz. Çünkü bu itikad şirktir. Fakat Allah'ın velî kullarına olan muhabbetine istinâden dilek ve ihtiyaçlarınızı bu vesile ile Allah'tan isteyebilirsiniz. "Nice tozlu topraklı, pejmürde ve kapılardan kovulan kimseler vardır ki edeceği andı Hak Teâlâ icrâ eder." Müslim, Birr, 138, Cenne, 48 


Yani böyle birisi bir konuda yemin ederse Hak Teâlâ onu, yemininde yalancı etmez; istediğini yapar, Allah Teâlâ bunlara kâinatta tasarruf imkânı bahşetmiş ve duâları berekâtıyla bazı şeyleri değiştirme ihsanında bulunarak onları "Ol deyince hemen oluverir."Yasin, 36/83 âyetinin sırrına mazhar kılmıştır. Nitekim İsâ -aleyhisselâm- Allah'ın izniyle çamurdan kuş yarattı ve ölüyü diriltti. Nebîler nebîsi Efendimiz (s.a.) için, hurma kütüğü inleyerek ağladı. Cemâdât kendisine selâm verdi. Allah Teâlâ diğer peygamberlere ayrı ayrı verdiği mûcîzelerin hepsini Peygamberimiz (s.a.)'de cem'etti. Peygamberimiz'in bu mûcizelerinin esrârı ümmetinin evliyasında kerâmet olarak devam etmektedir ki, bu aynı zamanda Peygamberimiz'in mûcizelerinin devamı demektir.


Ey oğul! Ey kardeş!


"Allah'ım senin merhametine tevessül ediyorum.” dediğin zaman sanki " Velî kulun Şeyh Mansûr veya evliyândan diğerlerine tevessül ederek bunu istiyorum." demiş gibi olursun. Çünkü velîlik Allah'ın husûsî bir ihsânıdır. "Allah bunu rahmetiyle dilediği kimseye tahsis eder." el-Bakara, 2/105  


Öyleyse Rahîm olan Allah'’ın merhametini rahmete muhtaç olan insana isnâd etmekten sakın. Çünkü fiil, kuvvet, kudret ancak Hak Sübhânehû ve Teâlâ'nındır. Vesîle ise onun velî kullarına tahsîs buyurduğu merhametidir. Binaenaleyh hâcet zamanında has kullarına tahsîs buyurduğu inâyet, muhabbet ve merhametle O'na yaklaşmaya çalışmalıdır. Her fiilde de mutlaka O'nu tevhîd etmeli, tek kudret sâhibi o'nun bulunduğunu itirâf etmelidir. Çünkü Allah Teâlâ gayûrdur, kendisine eş ve ortak koşulmasından asla hoşlanmaz.


Efendiler!


Tevâzû ve sükûnetle kapıyı çalana kapı açılır ve içeriye kabûl edilir. Boynu bükük olarak içeriye giren izzetle ağırlanır.


Ey kardeş!


Zahir ve bâtın her işte şerîata iyi sarıl, kalbini zikr-i ilâhiden gâfil olmaktan koru. Fakir ve gariblerin hizmetinde bulun. Usanmadan, yorulmadan amel-i sâlih işlemeye devam et. Hakk'in rızasını kazanmaya çalış ve Hakk kapısından ayrılma. Nefsini gece namazına alıştır ve fakat amellerde riyâ belåsından da sâlim olmaya bak. Halvette ve celvette; tenhâda ve halk içinde eski günahlarını hatırlayarak gözyaşı dök!


Ey oğul!


Dünya bir hayalden ibârettir ki, içindekiler de zevâle mahkûmdur. Ehl-i dünyânın himmeti dünyâya, ehl-i ukbâninki ise âhirete yöneliktir. Tevhîd deryâsına dalıp ona dair sözler söylemekten ve boş iddialarda bulunmaktan sakın. İtikadını sarsılmayacak şekilde sağlamlaştır. Zihnini şeytânî vesveseler işgal etmesin. Kötü arkadaşla sohbetten de sakın. Çünkü böyleleriyle sohbet ve arkadaşlığın neticesi nedâmettir, âhirette üzüntüden ibârettir. Nitekim Hak Teâlâ Hazretleri "Yazıklar olsun bana! Keşke beni yoldan çıkaran falanı dost ve arkadaş edinmeyeydim."el-Furkan, 25/28 diye kötü arkadaşın arkadaşlığından pişmanlık duyacağımızı haber veriyor.


Yine Kur'ân'da: "Keşke benimle senin aranda, doğu ile batı uzaklığı kadar uzaklık olaydı! Sen ne kötü arkadaşmışsın."ez-Zuhruf, 43/38 buyruluyor. Binaenaleyh bu iki âyet-i kerîmenin işâret buyurduğu şekilde huzûr-u  ilâhîde hayıflanmamak için kötü arkadaştan kendini koru. Sonra pişmanlık fayda vermez, sözün ve mâzeretin dinlenmez.


Ey oğul!


Yediğin yok olup gitmiştir, giydiğin eskimiştir, sana kalan ve seni karşılayacak olan sâdece amellerindir. Allah'a kavuşmak kaçınılmazdır, dostlardan ayrılık kesindir. Dünyâda insanın ilk hâli, acz ve zaaf, son hâli de ölüm ve kabirdir. Dünyadakilere bakâ olsa binâların yıkılmaması gerekir. Öyleyse bâkî olan Allah'a rabt-1 kalb et! Mâsivâdan yüz çevirir. Her hal ü kârda Allah'a teslîm ol. Tasavvuf yoluna sülükün tevâzû ile olsun. Şerîata uygun tarzda hizmete sarıl. Niyyetini vesvese kirlerinden arıt. Kalbini halka meyil ve muhabbetten koru.


Hak kapısında kuru ekmek ve tuzlu suya râzı ol. Fakat halk kapısında taze et ve bala tâlip olma. Helâlinden, meşrû yoldan kazanarak maîşetini temîne çalış, işlerine hile kariştırma! Fukarânın gönlünü incitmemeye ihtimam göster. Sıla-i rahim yaparak akrabaya ikramdan geri durma. Sana zulmedeni bağışla, sana kibirli davranana karşı bile mütevâzî ol. Vüzerâ ve hâkimlerin yanına sık sık gidip gelme! Fukarâyı sıkça ziyâretle arayıp sor.


Kabirleri çokça ziyâret et. Halka yumuşak bir dille ve onların anlayabilecekleri lisanla konuş. Ahlâkını güzelleştirerek insanlarla iyi geçinmeye bak. Câhil ve kaba insanlardan yüz çevir. Yetimlerin ihtiyâçlarını görmeye gayret et ve onlara ikramdan geri durma. Bîçâre ve terkedilmiş olan fakirleri sıkça arayıp sor, dulların hizmetine müdavim ol. Merhamet et ki, merhamete nail olasın. Cenâb-1 Allah ile kalben beraber ol ki, O da seninle beraber olsun. Her iş ve sözünde, ihlas arkadaşın olsun. Halkı tarîk-ı Hakk'a çağırmak vazîfen olsun.


Kerâmet ve havarik peşinde koşma. Evliyâ-yı kirâm, hayızlı kadının hayzını gizlediği gibi kerâmetlerini gizlerler. Hak kapısından ayrılma! Gönlün Fahr-i risâlet Efendimiz'e müteveccih olsun. Dergâh-ı Risâlet-meâb'da şeyhini; mürşidini sana vâsita kıl. Şeyhine mukabilinde herhangi birşey ummadan ve istemeden ihlâsla hizmet et. Huzûrunda ve giyâbında edebe riâyetkâr ol ve kendini onun hizmetine bağlayarak ev hizmetlerine dahî sıkça müdavim ol. Şeyhinin huzûrunda az konuş. O'na tâzîm ve vakar nazarıyla bak, asla tahkîr ve horlayıcı nazarla bakma!


İhvâna nasihattan geri durma. Onların kalblerini yakınlaştır. İnsanların arasını islah ile gücün yettiğince insanları tarîk-i Hakk'a çağırmaya bak. İnşanları sıdk ile dervişliğe ve tasavvuf yoluna sülûke teşvik et.


Kalbini zikirle tamir et, kalıbını tefekkürle güzelleştir. Niyyetini ihlas ile nurlandır ve Allah'tan yardım dileyerek musîbetlere karşı sabırlı ol. Allah'tan hoşnûd olarak her hâline elhamdülillâh de! Rasûl-i Ekrem (s.a.)'e çokça salâtü selâm getir.


Şehvet ve kibir tesiriyle nefis galeyâna gelecek olursa nâfile oruca devam et. Allah'a sığın, evinde otur, kadınların çokça bulunabileceği yerlerde; çarşı, pazarda dolaşma. Kadınlara düşkünlüğü terkeden feraha çıkar.


Misafirine ikram et. Evlâd u iyâline, hanımına ve hizmetçine merhametle muâmele et. Her işte zikr-i ilâhîye devam et. Gizli ve âşikâr dâimâ ihlas üzre ol. Âhiret için iyi hazırlık yap. Bu dünyada işin âhiret ameli yapmak olsun. "Habîbim sen, bu kitabı Allah indirdi, de. Sonra onları bırak, bâtıl dedikodularında oynayadursunlar. "el-En'âm, 6/91 buyrulmuştur. Bütün bunlar benim sana, benim tarîkatıma sülük edenlere, ihvânıma, bütün müslümanla ra ve beni sevenlere -Allah sayılarını artırsın- öğütlerimdir…


Gizli-âşikâr, büyük-küçük bütün günahlarınız için Allah'a tevbe eder, O'ndan mağfiret dilerim. Çünkü O, tevbeleri kabûl eden ve son derece merhametli olandır.


Ey oğul!


Seyyidü'l-enâm (s.a.) şöyle buyurmuştur:

- “Bir kul içinde ne saklarsa, Allah Teâlâ mutlaka onu sırtındaki cübbe gibi gösterecektir. Kul eğer hayırlı bir şey gizliyorsa hayır olarak, şer gizliyorsa şer olarak onu gösterecektir." Harâitî, İtilâu'l-kulûb; Süyüti, el-Kebir; Taberâni. Süyûtî, hadisin hasen olduğunu kaydetmiştir.



Ey oğul!


Yine Fahr-i âlem (s.a.) şöyle buyurmuştur:

-"Allah Teâlâ, kendisinden korkan zengin ve gösterişten uzak kulunu sever." Müslim, Zühd, 11; İbn Hanbel, I, 168, 177.


Oğlum, gerçek akla sahip olaydın dünya sana meyletse de sen ona meyletmezdin. Çünkü dünya, hâindir, yalancıdır, ehlinin yüzüne güler. Dünyaya meyletmeyen onun hiyânet ve yalanından; sahte tebessümünden selâmette kalır. Fakat ona gönül verip meyil gösteren belâsını bulur. Nitekim hadiste: "Her günâhın başı dünya sevgisidir."Beyhaki, eş-Şuab; ed-Deylemi, Firdevs'den Keşfü'l-hafa I, 344 buyurulmuştur. Şu halde dünyâya muhabbet, her günahın başı olduğuna göre ona buğz ile sırt çevirmek de her sevabın başıdır.


Dünya yılan gibidir. Dokununca yumuşaktır ama, zehiri öldürücüdür. Dünyevî zevklerin hepsi, gelip geçici şeylerdir. Baksanıza günler sanki hayal gibi geçip gidiyor, insan nefsini bu dünyada takva ile meşgul ederek bir lahza bile zikr-i ilahiden gâfil olmamaya çalışmalıdır. Arada bir, zerre miktarı da olsa gaflet ârız olacak olursa Allah'tan mağrifet

taleb et, murakabeye geç ve zikr-i ilâhîye sarıl da O'ndan hayà et. Yalnızken ve halk arasında dâimâ murâkabe vazîfesine devam et. Fakir veya zengin hangi halde bulunursan Allah'a hamd ve şükret. "Bu âlemde başkası yoktur ancak Allah vardır." diyerek mâsivâdan geç.


Ey oğul!


Sâf sûfî olmaya bak, münâfık sûfî değil. Yoksa helâk olursun. Tasavvuf: "Allah'tan başkasından yüz çevirmek ve O'nun zâtından başkasını düşünmemek, yalnız Allah'a dayanıp güvenmek, esbâba tevessül ettikten sonra işi Allah'a havâle etmek, fazl-ı ilâhîye güvenerek kerem kapısının açılmasını beklemek, her zaman Allah'tan korkarak her hal ü kârda O'na karşı hüsn-i zan beslemektir."


Öğrenilenle Amel


Ey oğul!


Bir bilgi öğrendiğin veya bir hadîs duyduğun zaman onunla amel et ki, bilip fakat amel etmeyenlerden olmayasın. Oğlum, âlimin necâtı bildiğiyle ameldir. Helâkı ise ameli terketmektir. Nitekim hadis-i şerîfte şöyle vârid olmuştur: “Kıyâmet gününde insanların en şiddetli azaba dûçâr olacak olanları ilmiyle âmil olmayan âlimler."Mevsûa etrâfi'l-hadis, et-Taberâni, İbn Adiy'den 


Artık sen de zamanını oyun ve eğlence ile, mûsikî dinleyerek ve muziplikle zâyi etme! Dünyada sevinmemelidir. Çünkü dünyada sevinmek delilik, mahzun olmak ise akıllılıktır. Dünyada ebediyyen kalınamayacağına  göre ona dört elle sarılmak cehâlet ve dalâlettir.


Geçmiş olan peygamberleri, sultanları ve zâlimleri düşün. Sanki hiç dünyaya gelmemiş gibi ölüp yok oldular. Onlar gelip geçtiler, biz de onlara kavuşacağız. Öyleyse kendileriyle beraber haşrolunmak için sâlihlerin usûlüne uy, onların yolunu izle ki, sâlihler fırkasından olasın. "Onlar Allah'ın taraftarlarıdır, iyi bilin ki Allah'ın taraftarları felâha erenlerdir. " el-Mücadele, 58/22


Efendiler!


Sırr-ı hakikat âşikârdır. Ma'rifet sancağı açılmıştır, vuslat kapısı da açıktır. Sizin bu yüksek hakîkatları göremeyişiniz dünya sevgisinden ve ölümü unutmanızdandır. Hayret o kimseye ki, öleceğini bilir, fakat ölümü unutur. Dünyadan ayrılacağını bilir ama ona gönülden bağlanır ve günlerini dünya sevgisiyle hebâ eder. Yine hayret şu kimseye ki, Rabbina döneceğini bilir fakat O'ndan kopup mâsivaya iltifat eder. Allah bilir ama bu büyük bir gafletin neticesidir. Yoksa, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhî'l-Aliyyi'l-Azim sözünü yalancıktan söylemekten mi hoşlanıyorsunuz? Yoksa cehâlet bostanında mı dolaşıyorsunuz. Yoksa rızık için mi böyle hilelere başvuruyorsunuz? Yoksa azab-ı ilâhiye teminat olsun diye mi böyle söylüyorsunuz? Sanki, "Siz boş yere yaratıldığınızı mı sanıyorsunuz? Halbuki bize döndürüleceksiniz." el-Mu'minun, 23/115 âyetini okumamış gibisiniz. Adeta "Ben insanları ve cinleri ancak beni tanısınlar, bana kulluk etsinler diye yarattım. Onlardan ne bir rızık ne de beni doyurmalarını taleb ediyorum." ez-Zariyat, 51/56-57 âyet-i kerîmesini hiç işitmemiş gibi bir hâliniz var.


Allah Teâlâ sizin nızkınızı tekeffül etmişken, siz hilekarlıkla meşgul bulunuyorsunuz. Halbuki cenneti hiç kimse için tekeffül etmediği halde sanki cennetle müjdelenmiş gibi amel ediyor ve ömrünüzü oyun ve nisyanla zayi ediyor, günlerinizi gaflet ve isyânla geçiriyorsunuz. Mizah ve şakalarınız nedâmetten emin olan kimselerin şakaları gibi rahat; eğlenceleriniz kıyâmeti duymamış kimselerin eğlencesi kadar ölçüsüz. Sanki siz hiç kabirlere bakmıyor, oraya konulanlardan ibret almıyorsunuz. Hani babalarınız ve dedeleriniz? Hepsi göçüp gittiler. Hani sizden daha fazla mal biriktirmiş olan zenginler ve cehâleti sizden fazla olan cahiller? Bunlardan ibret almadığınıza göre sizde kâfir mi oldunuz; yoksa Allah'a karşı büyüklük mü taslıyorsunuz?


Kardeşlerim!


Kendisinin fânî, Rabbinin bâkî olduğunu anlayan kimse, dünyaya meyil ve muhabbetten vazgeçer. Hak Teâlâ Hazretleri buyurur: "Kim de Rabbının makamından korkmuş ve nefsini şehevâttan alıkoymuşsa muhakkak cennet, onun varacağı yerdir."en-Naziat, 79/40-41 Habib-i Ekremine hitâben Cenâb-1 Mevlâ: "Sen öleceksin, onlar da ölecek. " ez-Zümer, 39/30 buyurmaktadır. Selef-i sâlihînin mertebelerine yükselmek ve Hâlık Teâlâ'nın şu âyetinin hükmüne dâhil olmamak için bütün himmet ve gayretinizi sarfedin: "Sonra bu peygamberlerle sâlih kimselerin ardından kötü bir nesil geldi. "Meryem 19 / 59


Kerim olan Allah'a dâimâ yokluk ve ihtiyacınızı arzedin ve O'nun kapısına tevazu ile boynu bükük olarak varın. Şüphesiz ben de, siz de öbür âleme göçeceğiz. Ve bende, siz de kabre gireceğiz muhakkak. “Kim zerre mîkdârı hayır işlerse onu görecektir. Kim de zerre mikdârı

şer işlerse onu görecektir. " ez-Zilzál, 99/7-8 Allah korkusuyla muâmelelerini islah edenler ve hayatta iken ondan korkanlar kurtuluşa ereceklerdir.


Kardeşler!


En zor şey dostlardan ayrılmak ve düşmanlara yakın olmaktır. En tatlı iş de düşmanlardan ayrılıp dostlara yakın olmaktır. Kabirlerinizde sâlih amellerin size yakın olması için kötü amellerden uzaklaşınız. Andolsun ki toprak altında, insana salih amelden başka yakın olacak arkadaş yoktur.


Kardeşlerim!


Emirlerin, âyânın elbiseleri ve müzeyyen silâhları sizi aldatıyor ve içinizi daraltıyorsa koşun gidin kabristana. Onların babalanının ve sizin babalarınızın toprak olduklarını görün. Hangisinin cennette, hangisinin azâbda olduğunu ancak Allah bilir. Sizin de bunlar gibi olacağınız şüphesizdir. "O zulmedenler, yakında hangi dönüş yerine

döneceklerini bileceklerdir." es-Şuara, 26/227


Ey oğul!


Boş sözlerle ve mânâsız işlerle uğraşmaktan sakın. Gaflet yolunu birak, teyakkuz kapısına yönel. Meydân-ı mezellette tevazu ile dur. Böbürlenme ve büyüklenmeyi bırak. Neyine böbürleniyorsun ki, evvelin murdar bir su, nihayetin de kokmuş bir laşeden ibârettir. Evvelin ile âhirin arasında; yani hal-i hayatında nasıl bulunman gerikiyorsa öyle ol.


Oğlum, hasedden sakın. Çünkü hased, bütün günahların anasıdır. Nitekim şeytan da Adem'e olan hasedinden dolayı büyüklenerek secdeden imtinâ etti. Ve Havva vâlidemize de: "Andolsun ki ben size nasihat ediyorum." el-A'ràf, 7/21. diyerek yalan söyledi. Allah da onu ebediyyen rahmetinden kovdu. Hased, kibir ve yalan kulun huzûr-i ilâhiden kovulmasına sebeptir. Binânealeyh bu hasletlerle muttasif olmaktan sakınmalıdır.


Sen kendini tamamıyla Hakk'a ver. Bilesin ki rızık taksim olunmuştur. Bunu kavrayabilsen hasedden kurtulursun.


Ölümün muhakkak olduğuna yakînen inanabilsen kibirden de kurtulursun. Hesaba çekileceğine mutlak sûrette inanabilsen yalan söylemeyi de bırakırsın…


İnsanların elindeki dünyalıklara göz dikme; fena muâmeleye düşersin. Çünkü sen ne muâmele edersen, öyle muâmele görürsün. Senin bir gözün varsa başkalarının, müteaddid gözleri vardır. Nasılsan öyle idare olunursun. Başkalarını zem husûsunda diline sâhip ol. Çünkü sen diline sahip olmazsan halkın dili daha çoktur ve onların diline düşmekten kurtulamazsın. Senin kendine bakıp kendi kusurunu araman yeterlidir. Çünkü sen insanlar hakkında ne söylersen, onlar da senin hakkında aynı şeyleri söylerler. Hergün nefsini muhasebeye çek. Allah'tan mağfiret dile ki, böylece kendinin manevi doktoru ve mürşidi olasın. Nefsinin muhâsebesinden gâfil olma ve onun hoşlandığı şeylere de kendini kaptırma.

 

Efendiler!


Kul için Allah ile ünsiyet, her türlü temizliğin tamamlanmasıyla, zikirle, kalbin tasfiyesi ve Allah'tan alıkoyan her türlü şeyden uzaklaşmakla mümkün olur.


Tevhid, kalbde teşbih ve atâletten uzak bir tazim duygusunun bulunmasıdır. Keşf kendi hassasından olan cazibe ile basiret nurunu gayb fezasına cezb eden bir kuvvettir ki, parlak şişenin ışık dalgalarına karşı durup ışık ile ittisal kesbetmesi gibi vuslat imkânı sağlar. Gayb fezâsının nüru, ziyasıyla kalb aynasına yansır. Sonra da âlem-i akla yükselerek aralarında mânevi bir birleşme gerçekleşir. Cezbe, aklın kalbe feyz vermesi husûsunda müessirdir. Sırr; yani basirete kalb nüfüz ederek gözlerin göremeyeceği, inceliğini idrakin kavrayamayacağı, manzarası bu hâle âşinâ olmayanlara gizli olan bir feyz meydana gelir.


Selim Kalb


Kalb salah bulunca vahy-i ilâhî, esrâr-ı Rabbânî, envar-ı Muhammedi ve ilhâm-ı meläikenin nüzül mahalli olur. Eğer kalb fäsid olacak olursa, o takdirde zulüm ve vesâvis-i şeytaniyenin nüzül mahalli olur. Sâlim ve salih bir kalb, önde, arkada olanı sahibine haber verdiği gibi başka bir yolla bilinemeyecek şeyleri de bildirir. Fasid bir kalb ise bir takim batil vesveseler vererek doğru yoldan saptırir ve saâdete engel olur. Bundan dolayı ben, dervişin her nefesini kibrit-i ahmer (Kibrit-i Ahmer Kırmızı kükürt demektir. Simya ilminde toprağı altın yapmaya yarayan bu müessir maddenin adı, mecazen "çok kıymetli eşya" hakkında kullanılır bir terim olmuştur. Tasavvufta "mürşidi kamil" manasına da gelir.) gibi, hatta ondan da kıymetli bilmelerinin şart olduğu ve bu yüzden her nefesi kendine en yarayacak şeyle alıp vermenin ve bir nefesi bile zayi etmemenin gerekli olduğu görüşündeyim. Yoksa iş, bildiğiniz gibi değildir. Ve sizin zannettiğinizden çok daha zor ve büyüktür. 


İbadetlerin ve taatların en faziletlisi devamlı süretle murakabe-i Hakk'a bağlanmaktır. Hak ile ünsiyet ve dostluğun alâmeti, kalb ile Allah arasındaki perdenin kalkmasıdır.


Muhabbet, kalbde yetişen ve akıl ölçüsünde meyve veren bir daldır. Mâruf ve meşhûr olmaktan ancak şekavet ehli hoşlanır, "Beni sevin, bana ikram edin ve benim ziyâretime gelin, gibi lâflar tasavvufî esaslara uygun değildir.


Marifet erbâbı kâmiller, ehl-i dünya olanların kapısında durmazlar. Halk ile ünsiyet etmek Hak'tan uzaklaşmaya müncer olur. Allah'tan başkasıyla izzet kazanmaya çalışanlar zillete dûçâr olurlar. Yakin duygusundan mahrum olan, muttakiler mertebesine nâil olamaz. Herşeyden Allah için vazgeçenler, vuslat-ı ilâhîye ererler. Allah için herşeyden vazgeçmek maiyyet-i ilâhîye şerefine nail olanların hâlidir. Size lisân-ı hal üzere söz söylemek istesem, Allah'ın inâyetiyle altmış deve yükü kitap yazardım. Fakat size şu kadarını söyleyeyim, eğer bir konuşmacı kulakları sağır edinceye kadar konuşsa da sözleri zahir-i şeriata ters olsa, onun susması konuşmasından evlâdır. Bir kimse de arkadaşları artık "bu hiç konuşmayacak" zannedecek kadar sükût etse sonra da batınında meydana gelen bir sünûhatla zâhir-i şeriata muvâfık bir söz söylese, Allah o sözü dinlemeye gönülleri müheyyâ kılar ve dinleyiciler o sözü şuurla dinlerler ve bir tek söz, dinleyenlere kâfî gelir. Şeriatin reddettiği her hakikat zındıklıktır. Mesela bir şahsı havada bağdaş kurmuş oturuyor görseniz, emr-i ilâhî ve nehy-i sübhânî hakkındaki durumunu anlayıncaya kadar iltifat etmeyiniz.


Kaynak: El- Bürhanü’l- Müeyyed - Ahmed Er-Rifai 



Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs