Kadiri Yolu

 
Hayret Vâdisi

Hayret Vâdisi 


Tasavvuf eğitiminin altıncı merhalesi “hayret vadisi” olarak isimlendirilmiştir. (Cemâleddin İshak Karamanî, Risâle fî Etvâri’s-Seb’a, vr. 26a, 27a; Akşemseddin, Ahvâlü’s-sülûk, vr. 84b; Bâlî Efendi Sofyavî, vr. 68a; Çelebî Halife, Risâle fi’l-etvâr ve’l-Merâtıb, vr. 51b-52a; vd.) Hayret şaşırmak ve yolunu kaybetmek anlamına gelmektedir. 


Sûfîlerin lisanında ise hayret sâlikin Yüce Allah’ı tanıması neticesi bütünüyle kendisini O’nun hâkimiyeti altında görmesidir. Kendi varlığının, hareket ve sükûnunun Allah’tan olduğunu gören sûfî bu kudret karşısında hayrete düşmektedir. Bir yönüyle de bu hayret sûfînin Hakk Teâlâ’nın vücûdunda kendi ezelî ve ebedî yokluğunu idrak etmesidir. (Bkz. Erhan Yetik, “Hayret”, DİA, XVII, 6) Bu ise hayretin fenây-ı mutlakın bir neticesi olduğu anlamına gelmektedir. (Etvâr-ı Seb’a müelliflerinden Cemâleddin İshak Karamânî (ö. 933/1527) hayret halini fenây-ı mutlak kavramı ile birlikte değerlendirmiştir. Bkz. Cemâleddin İshak Karamanî, Risâle fî Etvâri’sSeb’a, vr. 27a.)


Bazı sûfîler hayret halini tasavvuf eğitiminin nihayeti olarak değerlendirmişlerdir. Bunun sebebi sâlikin Hakk Teâlâ’yı mezâhirde müşâhade kılması neticesi seyr u sülûkun bir yerden bir yere doğru doğru olmayıp Hakk’ta, Hakk’tan ve yine Hakk’a doğru gerçekleştiğini idrak etmesidir. (Bkz. İbnü’l-Arabî, Füsûsü’l-Hikem, s.72-3.)


Etvâr-ı Seb’a müellifleri ise hayreti tasavvuf eğitiminin nihai mertebesi olarak değerlendirmemişlerdir. Müelliflere göre sâlik bu mertebede Hakk Teâlâ’nın vahdetini kesrette müşâhade kılmak sûreti ile hayrette kalmıştır. Bunun sebebi ise sûfînin henüz bu mertebede kadîm ile hâdisi birbirinden ayıramamış olmasıdır. Öyle ise hayret sâlikin kesrette vahdeti, vahdette de kesreti aynı anda görmesine mani olan bir perde olmuştur. Sâlik bu noktada kendisine yaratan ile yaratılanı birbirinden ayırıp gösterecek bir mürşide ihtiyaç duymaktadır. Ne zamanki sûfî fenâ fi’l-fenâyı tahsil eder yani fenâ ve bekā halini biri diğerine mani olmaksızın idrak eder işte o zaman nefs-i kâmile ve mükemmileyi tahsil etmiş olur. Böylelikle ârifler arasına katılır. Nitekim “Ârifin iki gözü vardır” sözü sûfînin hayretten kurtularak tasavvuf eğitiminin nihayetine ulaşmasını ve kesrette vahdeti, vahdette de kesreti aynı anda müşâhade kılmasını ifade etmektedir. (Bkz. Cemâleddin İshak Karamânî, Risale fi Etvari’s-sülûk, vr. 132a; Çelebî Halife, Risâle fi’l-Etvâr ve’l-Merâtıb, vr. 49b-50a.) 


Ferîdüddin Attar hayret vâdisini manevî yolculuk esnasında aşılması gereken bir vadi olarak değerlendirmektedir. Attar’a göre hayret vadisi sâlikin Yüce Allah’ın aşkı sebebiyle durmadan elem çektiği, dert ve hasretlerle dolu olan bir vadidir. (Bkz. Ferîdüddin Attâr, Mantıku’t-tayr, II, 147-158.)


Yahyâ Şirvânî’de sûfî için aşkın bu vadide kalıcı bir makam olduğunu belirtmektedir. Bu kimse ne varlık gamı ne de yokluk korkusu çekmektedir. Aşkın kemali ile başı dönmüş ve yolunu kaybetmiştir. Halini ortaya koyacak bir lisandan da mahrumdur. (Bkz. Yahyâ Şirvânî, Şerh-i Merâtib-i Esrâri’l-Kulûb, s. 208-10) 


Sûfî şâirlerin bu vadide zikrettikleri aşktan kasıt bu mertebede bulunan sûfînin Hakk’ın vücûdu karşısındaki tavrıdır. Bu mertebede Hakk’ın vücûdunun tüm varlığı kuşattığını ve kapsadığını müşâhade kılan sâlik ontolojik bir şaşkınlığa düşmüştür. Zira bu mertebeye kadar kendisine nispet etmiş olduğu mücâhade ve müşâhadenin, fiil ve sıfatların Hakk Teâlâ’ya ait olduğunu idrak etmiştir. Bu mertebede sâlik ulaştığı bekā hali sebebiyle Hakk’ın takallübü (yönetmesi) ile hareket etmektedir. Yüce Allah’a zaman ve mekan nispet edilemediği cihetten sûfî için de zaman ve mekan ortadan kalkmıştır. Sûfî hem ibnü’l-vakt hem de ebu’l-vakt (vakitlerin babası) olmuştur. Mazi ve müstakbel bu kimse için birleşmiştir. Bu kimsenin tüm tasarruf ve işleri Hakk Teâlâ’ya nispet edilmektedir. (Bkz. Seyyid Muhammed Usta, Seyr Dil, s. 142-3)


Çelebî Halîfe tasavvuf eğitiminin bu merhalesini “hayretü’l-kübrâ” makamı olarak nitelendirmektedir. Bunun sebebi sûfînin manevî tecrübeler neticesi birçok kez hayrete düşmesine karşın bu mertebede hayretin bir makam haline gelmiş olmasıdır. (Çelebî Halîfe, Etvâr-ı Kulûb, vr. 44b.) 


Bâlî Efendî Sofyavî’ye göre de tasavvuf eğitiminin bu tavrı hayret denizinde boğulan ve ayrılık ateşininde yanan sâlikin tavrı olmaktadır. (Bâlî Efendi Sofyavî, vr. 68a) 


Sûfî bu mertebede hayretin getirdiği elemler sebebiyle kavuşma gününü düşünür ve gözlerinden yaşlar akıtır. Aslında sûfînin çekmiş olduğu bu ıstırap vuslattan sonra firakın getirmiş olduğu bir ıstıraptır. Zira bu mertebede sûfînin manevî yolculuğunun mahiyeti seyr fillah (Allah’ta yolculuk/fenâ) akabinde gerçekleşen seyr anillahtır (Allah’tan yolculuk/bekā). Bu ise sûfînin cem’ halinden kurtularak tefrikaya geri dönmesidir. Mutlak vücûdda seyreden sûfî bu vadide Hakk’ın vücudundan ayrılmakla bunun getirdiği ıstırap ve elemleri çekmekte ve bir tür manevî şaşkınlık (hayreti) yaşamaktadır. 


Kaynak: TASAVVUF EĞİTİMİNDE ETVÂR-I SEB’A METODU - Muhiddin USTA


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs