Kadiri Yolu

Bakara Suresi 142-152. Ayetlerin Tefsiri

 Bakara Suresi 142-152. Ayetlerin Tefsiri

Tarih: 05.03.2024

بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم

Takva, nifak ve küfüre giden fesad karanlığında kalmış kalplerin inkar ateşi ile işledikleri kötülükler belirtilmiş ve israiloğullarından, Hz. İbrahime geçilerek ondan ve evlatlarından bahsedilmeye başlanmıştır. Açıktan yani alenen işlenen küfür Hz. İbrahime ait bölümde daha da derinlik kazanmaya başlamıştır. Beyt’i tavaf etmek, orada itikafa girmek, rüku ve secdede bulunmak şekillerinin ibadet kapsamına girdiği anlaşılmaktadır.

Sapkınların ve hidayetle, nimet verilmiş olanların yolu açıklık kazanıyor. Allah’a ibadet ve Ondan yardım dilemek saadedi öğretilmektedir.







Bakara Suresi 142-152. Ayetlerin Tefsiri


142- “İnsanlardan bir kısım beyinsizler diyecekler ki: “Onların, yöneldikleri kıblelerinden çeviren nedir?” Deki: “Doğu da Allah’ın batıda. O dilediği kimseyi doğru yola iletir.”


Hafif ve kıt akıllı olan, Yahudi ve Münafıklardan cahil ve beyinsizlerinin (beyinsiz kelimesi daha önce bakara suresi 13. ayette geçmiştir.) söylediği sözlerden birinden bahsedilmekte. “Onların, yöneldikleri kıblelerinden çeviren nedir?” Yaklaşık olarak 17 aya yakın Beytü'l Makdis kıble edinilmiştir. Hz. İbrahim'in inşa ettiği Beytullaha karşı sıratı müstakim kapsamı içinde yönelinmesi bu kesimi rahatsız etti. Onların azgınca eleştirilerine maruz kalındı. Hatta yahudiler “... seni bulunduğun kıbleden çeviren nedir? Tekrar eski kıblene dön ki sana tabi olalım ve seni tasdik edelim” dediler. Aslında niyetleri Resulullah’ı dininde bocalatmak istiyorlardı. Onlara verilen cevap “Deki: Doğunun batının her ikisi arasındaki varlıkların mülkiyetleri ancak Allah’a aittir. O, yarattıklarından dilediğini hidayete kavuşturur ve doğru yola girmelerine muvaffak kılar. Dilediğinden ise yardımını keser doğru yoldan saptırır. O halde önemli olan doğuya batıya dönmek değil Allah’ın emrine göre hareket etmektir.                                                                                                                                                                                        

143 - “Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki insanlara karşı şahitler olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun ve senin üzerinde bulunduğun kıbleyi, peygambere uyanları; ayağının iki ökçesi üzeride geri döneceklerden ayırt etmek için kıble yaptık. Gerçi bu büyük bir şeydir ama, Allah’ın doğru yola ilettiği kimseler için değil. Allah elbette imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz ki Allah insanlara Rauf ve Rahimdir.” 


“Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki insanlara karşı şahitler olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun” Kabe O’nun adına inşa edilmiş ve şirk bulaştırmadan Hz. İbrahim ve İsmail (as)’ın inşa etmiş oldukları yeryüzündeki en güzel Allah’ın evidir. Bizler O’nun kullarıyız ve O’nun  tasarrufundayız. Yapılacak tek şey vardır O’da O’nun emirlerini, yerine getirmektir. Allah bu ümmeti başkalarından üstün kıldı: “Allah sizi ümmetlerin en hayırlısı kıldığı gibi, sizi de vasat bir ümmet kıldık. Sizi önceki peygamberlerin, Allah’ın verdiği peygamberliklerini ümmetlerine karşı kıyamet gününde şahit olasınız, Allah Peygamberi Muhammed(ﷺ)’in iman ettiğinize dair size şahit olması için, orta yolu tutan bir ümmet kıldık….” 


“Ve senin üzerinde bulunduğun kıbleyi, peygambere uyanları; ayağının iki ökçesi üzeride geri döneceklerden ayırt etmek için kıble yaptık.” Beytü’l Makdis’ten Kabeye dönülmesi, Bazılarının nefislerine ağır geldi. Böyle yapılması gerisin geri dönüş yapacakların ayırt edilmesi içindir. Bu şekilde münafık ve kafirlerin açığa çıkarılması sağlanmıştır. Gerçi bu büyük bir şeydir ama, Allah’ın doğru yola ilettiği kimseler için değil.” Kıble değişimine ancak sana tabi olanlar ve sana indirileni tasdik edenler kabullenirler. Allah bunlara karşı şüphesiz ki çok şefkatli ve çok merhametlidir. Bundan önceki Beytü’l Makdis’e ibadet maksatlı yaptıkları yönelişleri Allah zayi edecek değildir. Beytü’l Makdis’e yönelirken vefat edenlerin halleri allah resulune soruldu işte Allah (cc) buyruğunu indirdi.


Bir Konu: “Vasat Ümmet”


“Orta yolu tutan”’dan maksat; Müslümanlar  dinlerine orta yolu tutmuşlar Hristiyanlar ruhbanlıkta aşırıya gitmişler, Hz. İsa hakkında olmadık yalanlarla O’nu tanrının oğlu ve yeryüzündeki yansıması gördüler ve kitabı değiştirdiler. Yahudilerde kendilerine uyan hristiyanlar gibi kitapları değiştirdiler, peygamberleri öldürdüler ve yalancı rabler edinerek isyana düşmüşlerdir. Müslümanlar itidalli yolu tercih ederek ifrat ve tefritten kaçındılar. Bazı müfessirler “Vasat” tabirini “Adaletli davrananlar” şeklinde tercüme etmişlerdir. 


Âyet-i kerime’de: "Sizin, insanlara karşı şahit olmanız, Peygamberin de size şahit olması için sizi adaletli bir ümmet kıldık" buyurulmaktadır. Ebû Said el-Hudri, Resûlüllahtan, âyetin bu bölümünü izah eden şu hadisi Rivâyet etmiştir. Resûlüllah (ﷺ) buyurdu ki: "(Kıyamet gününde) Nuh çağrılacak ve ona "Sen (kavmine) tebliğ ettin mi?" denecektir. Nuh da "Evet" diyecektir. Bunun üzerine kavmi çağırılacak ve onlara: "Nuh size tebliğ etti mi?" diye sorulacak kavmi ise: "Bize herhangi bir uyarıcı gelmedi. Bize hiçbir kimse gelmedi." diyeceklerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ Nuh'a: "Senin şahitlerin kimdir?" diye soracak Nuh da: "Muhammed ümmetidir." diyecektir. Bunun üzerine sizler getirileceksiniz. Onun tebliğ ettiğine dair şahitlik edeceksiniz. İşte Allahü teâlâ şu kelamıyla bunu ifade etmektedir." Böylece biz sizin, insanlara karşı şahit olmanız. Peygamberin de size karşı şahit olması için sizi, orta yolu tutan bir ümmet kıldık."


Cabir b. Abdullah da Resûlüllah(ﷺ)’tan bunun benzeri bir hadisi Rivâyet etmistir. Hibban b. Ebi Cebele de Resûlüllah(ﷺ)'ın şunları buyurduğunu Rivâyet etmiştir. "Allahü teâlâ kıyamet gününde kullarım bir araya topladığı zaman ilk çağrılacak olan İsrâfîldir. Rabbi İsrâfîle "Sana verdiğim emri ne yaptın? Tebliğ ettin mi?" diye soracak İsrâfîl de: "Evet rabbim ben onu Cebrâile tebliğ ettim." diyecektir. Bunun üzerine Cebrâil çağırılacak ve ona: "İsrâfîl emrimi sana tebliğ etti mi? denilecek o da: "Evet rabbim o bana tebliğ etti" diyecektir. Bunun üzerine İsrâfîl serbest bırakılacak ve Cebrâile: "Sen emrimi tebliğ ettin mi? denecektir. Bunun üzerine Cebrâil: "Evet, Peygamberlere tebliğ ettim." diyecek ve Peygamberler çağrılıp bu defa onlara: "Cebrâil benim emrimi size tebliğ etti mi?" denecek onlar da: "Evet rabbimiz, tebliğ etti." diyeceklerdir. Cebrâil de serbest bırakılacaktır. Sonra Peygamberlere: "Siz emrimi ne yaptınız?" denecek Peygamberler de: "Biz ümmetlerimize tebliğ ettik," diyeceklerdir. Bunun üzerine ümmetler çağrılacak ve onlara: "Peygamberler size emrimi tebliğ etti mi?" denecek. Bazıları yalanlayacak bazıları da doğrulayacaktır. Bu defa Peygamberler: "Ey Rabbimiz, senin şahit olman yanında bizim onlara, emrini tebliğ ettiğimize dair şahitlik edecek şahitlerimiz mevcuttur." diyeceklerdir. Allahü teâlâ: "Kim size şahitlik edecektir?" diyecek, Peygamberler de: "Muhammed ümmeti şahitlik edecek" diyeceklerdir. Bunun üzerine Muhammed ümmeti çağırılacak ve onlara: "Şu Peygamberlerimin benim emrimi, kendilerine gönderildikleri ümmetlere tebliğ ettiklerine dair şahitlik eder misiniz?" denecek Muhammed ümmeti de: "Evet rabbimiz, o peygamberlerin tebliğ ettiklerine dair biz şahidiz." diyecekler. Bunun üzerine o ümmetler: "Bize kavuşmayan insanlar bizim hakkımızda nasıl şahitlik ediyorlar?" diyeceklerdir. Allahü teâlâ da Muhammed ümmetine "Sizler, kendilerine, yetişemediğiniz insanlar hakkında nasıl şahitlik ediyorsunuz?" diyecek Muhammed ümmeti de: "Ey rabbimiz, sen bize Peygamber gönderdin. Bize emrini ve kitabını indirdin ve bize, Peygamberlerin, ümmetlerine tebliğ ettiklerini kıssalarla anlattın. Biz de senin bize anlatmanla şahitlik ediyoruz." diyeceklerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Doğru söylediler" diyecektir. İşte Allahü teâlânın şu kelamı bu anlatılanları ifade etmektedir." Böylece biz sizin, insanlara karşı şahit olmanız Peygamberlerin de size karşı şahit olması için sizi, orta yolu tutan bir ümmet kıldık."


Enes b. Mâlik, Ebul Esved, Ebû Hüreyre ve Seleme b. Ekva'dan, ölen kişiler hakkında, insanların şahitliklerinin etkisi olacağı hususunda Resûlüllahtan şu hadisi rivâyet ettikleri zikredilmektedir. 

Enes b. Mâlik diyor ki: "Onlar bir cenazenin yanından geçip onu hayırla anmışlar bunun üzerine Resûlüllah : "Vacip oldu" demiştir. Sonra başka bir cenazenin yanından geçmiş onun ise kötülüğünü anlatmışlar. Resûlüllah onun için de: "Vacip oldu." demiştir. Bunun üzerine Ömer b. el-Hattab: "Ne vacip oldu?" diye sormuş. Resûlüllah da: "Şunu hayırla andınız onun için cennet vacip oldu. Şunu da kötülükle andınız onun için de cehennem vacip oldu. Sizler yeryüzünde Allah'ın şahitlerisiniz." buyurdu Buhari, K. el-Cenaiz, bab: 86 K. eş-Şehadet, bab: 6/Müslüm K. cenaiz, bab: 60, No: 449)


İmam Ahmet inan ben şöyle söylüyor Ebu'l-Esved'den; o dedi ki: “Medine'ye gittim bu sırada Medine halkını kırıp geçiren bir hastalık baş göstermişti. Ömer b. Hattab'ın yanında oturdum. Yanımdan bir cenaze geçti ve bundan hayırla söz edildi. bunun üzerine Hz. Ömer “Gerekti” dedi. Arkasından bir başka cenaze geçti, bundan da kötülük de söz edildi. bunun üzerine Hz Ömer “ gerekti”  dedi.  Ebu'l-Esved; 

- Gereken nedir? Ey müminlerin emiri dedi. O’da şu cevabı verdi: 

- Allah resulü'nün söylediği gibi söyledim. Herhangi bir müslüman hakkında dört kişi hayırla şahitlik ederse Allah onu cennetine koyar. Biz; 

- Ya üç kişi şahitlik ederse diye sorduk. Allah resulü; 

- Üç kişi dahi olsa cennetine koyar diye buyurdu. Tekrar ya iki kişi şahitlik ederse dedik; 

- O da iki kişi dahi ederse cennetine koyar buyurdu. Bundan sonra tek bir kişinin şahitliği hakkında ona soru sormadık.”

Bu hadisi Buhari, Tirmizi, Nesai de Davud b. Ebu’l-Furat rivayetinden bu şekilde rivayet etmişlerdir. İbn Merduye de Ebu Züheyr es-Sakafi'den Resulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: 

“Pek yakında hayırlılarınızı şerlilerinizden bileceksiniz.” Ashabı Kiram: 

- Neyle bileceğiz ey Allah'ın resulü? diye sorunca şöyle buyurdu: 

- Kişiyi hayırla yad etmek ya da şerle yad etmek suretiyle. Çünkü siz Allah'ın yeryüzündeki şahitlerisiniz.” Bu hadisi İbn Mace ve imam Ahmed b. Hanbel rivayet etmişlerdir.

“Şüphesiz ki Allah insanlara Rauf ve Rahimdir.” İbni Kesir şu hadisi zikrediyor: “Sahih’de belirtildiğine göre Resulullah (ﷺ) esirler arasında çocuğundan ayrılmış bir kadın görür. Çocuğunu ararken esirler arasında bulduğu her çocuğu alır bağrına basardı. Kendi çocuğunu bulur bulmaz hemen memesini ağzına verdi. Bunun üzerine Resulullah (ﷺ) şöyle buyurdu: 

- Bu kadının bu çocuğunu atmamak imkanına sahip olduğu halde ateşe atabileceğini düşünebiliyor musunuz?” Orada bulunan sahabe: 

- Hayır ey Allah'ın resulü diye cevap verdiler. Bunun üzerine Hz Peygamber(ﷺ)” 

- Allah'a yemin ederim ki Allah bu kadının çocuğuna olan merhametinden daha çok kullarına merhamet sahibidir.” diye buyurdu. 


 

144- “Doğrusu Biz yüzünün semaya doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Şimdi andolsun ki senin hoşnut olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü mescid-i haram tarafına çevir. Nerede bulunursanız bulunun yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphesiz ki kendilerine kitap verilenler bunun rablarından gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Allah da onların yaptıklarından gafil değildir.” 


Yüzünü ve bakışlarını göğe doğru çevirip beklemekte olduğunu görüyoruz. Seni mutlaka Kudüs'ten çevirip sevdiğin kıbleye yönelteceğiz. Hemen mescid-i haram tarafına doğru dön ve yüzünü o tarafa çevir. Ey müminler! Siz de nerede olursanız olun namazda yüzünüzü mescid-i haram tarafına çevirin. Şüphesiz ki Yahudi ve Hristiyan alimleri mescid-i haram'a doğru dönmenin Allah'ın kullarına farz kıldığı bir gerçek olduğunu bilirler. Zira onların kitaplarında bu gerçekler mevcuttur. Allah kullarının amellerinden gafil değildir. Onları karşılıksız bırakmaz. 


Resulullah aleyhissalatu vesselam Medine'ye hicret ettiğinde artık Kabe'de olduğu gibi rüknü şami ile rüknü yemani köşeleri arasında durduğunda Kudüs'te bulunan  Muallak taşına doğru namaz kılardı. Kabe artık arkasında kalmakta idi. Yahudiler: “Vallahi Muhammed ve Arkadaşları kıblelerinin neresi olduğunu bilemediler. Onlara kıblelerini biz gösterdik demeye başlamışlardı. İşte bu bunun üzerine Resulullah (ﷺ) Kudüs'e doğru yönelmeyi artık hoş görmüyor yüzünü göğe doğru çevirip kıblenin Kabe tarafına çevirmesini arzu ediyor idi. İşte Allahu Teala bu ayeti bundan dolayı indirmiştir. 


  


145- “Andolsun ki; Sen, kendilerine kitap verilmiş olanlara her türlü ayeti getirsen, onlar yine senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onların kimi de kiminin kıblesine uyacak değildir. Andolsun ki; sana gelen bunca ilimden sonra şayet sen onların heveslerine uyacak olursan o takdirde şüphesiz zalimlerden olursun.” 


Bu ayeti kerimede Yahudilerinde aralarında yer aldığı ehli kitabın küfrünü bildirmektedir. Burada özellikle onlar kastedilmektedir. Yüce Allah onların küfürlerini, inatlarını Resulullah'ın hallerinden, bildikleri şeylere dahi muhalefet etmelerini bildirmektedir. Yine ayeti kerime şunu bildiriyor: Eğer o onlara karşı getirmiş olduğu mesajın doğruluğuna dair bütün delilleri getirecek dahi olsa ona uymazlar ve hevalarının peşinden gitmekten vazgeçmezler. Aynı zamanda bu ayeti kerime Resulullah (ﷺ) efendimizin Yüce Allah'ın kendisine verdiği emirlere sıkı sıkıya sarıldığını ve uyuduğunu onun Allah'ın emrine ve itaatine yapıştığını, Allah'ın rızasının peşinden gittiğini, hiçbir halde kendilerine kitap verilmiş olanların hevasına uymadığını görmekteyiz. 


Yahudiler: “Muhammed babasının memleketini ve doğduğu yeri özledi. Şayet bizim kıblemize yönelmeye devam edecek olsaydı, biz onun gelmesini beklediğimiz adamımız olduğunu ümit ederdik” demişlerdi. İşte bu yüzden Allahu Teala bu ayeti kerimeyi indirmiştir. Bu ayeti kerimedeki hitap dinleyenlere bir lütuf, hak üzere sebata teşvik, delil yolunu aydınlattıktan ve hidayete uyuduktan sonra delile uymayı terk edeni de sakındırma vardır. Zahirde hitap peygamber (ﷺ)'e olmakla birlikte murad onun ümmetidir. 



146- “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Öyle iken içlerinden bir güruh bilir oldukları halde yine de hakkı gizlerler.” 


Kitap ehli bilginlerinin Resulullah (ﷺ)’in getirdiklerini doğruluğunu herkesin çocuğu arasında kendi çocuğunun tanıması gibi tanıdıklarını bildiklerini haber vermektedir. Onların bu konuda sapasağlam bilgilere sahip olmalarına rağmen kitaplarında yer alan peygamber (ﷺ)’in niteliklerini gizlediklerini haber vermekte, arkasından Yüce Rabbimiz peygamberine ve müminlere sebat verip Resulullah (ﷺ)’in getirdiğinin hiçbir şüphe ve tereddüte mahal olmayan hakkın kendisi olduğunu bildirmektedir. 


Daha öncesinde yahudi alimlerinden  olan Abdullah b. Selam (r.anh) şöyle diyor: 

- Ben onu kendi oğlumu tanıdığımdan daha fazla biliyorum ve tanıyorum. Bunun üzerine Hz. Ömer ona: 

- O da neden? diye sorunca, Abdullah şöyle dedi: 

- Ben Muhammedin peygamber olduğunda en ufak bir şüphe sahibi değilim. Oğluma gelince: olur ki annesi bana ihanet etmiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer kalkıp onu alnından öper.


147- “Hak rabbindendir. Öyleyse asla şüphecilerden olma.” 


Hak Allah’tan gelir, başkasından değil. Hak Allah’tan geldiği sabittir. Allah tarafından gelmeyen, kitap ehlinin yaptıkları kalem oynatmaları ile kitabı değiştirmeleri batıldır. Gerçek rabbinin sana öğrettiğidir. Yöneldiğin kıblenin İbrahim’in kıblesi olduğuna, Rabbin tarafından sana verildiği konusunda şüphe ve tereddüte düşme.


148- “Herkesin bir yönü vardır oraya döner. Öyleyse siz hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Nerede bulunursanız bulunun Allah hepinizi birden getirir. Şüphesiz ki Allah her şeye kadir’dir.”


Her inancın bir kıblesi vardır. Allahın kıblesi ise onun müminler için seçtiği ve yönelttiği taraftır. O halde artık mü’min hayırlı işlere gayretle sarılsınlar ve bu konuda birbirinizle yarışınız. Tüm ümmetlerin üzerinde onları geçecek şekilde hayra dört elle sarılınız. Allah bedenleriniz  ve cesetleriniz yok olup gitse de arzı farklı yerlerine dağılsa da onları bir araya getirmeye toplamaya kadirdir. Allah sizleri kabirlerinizden çıkarıp bir araya toplamanızı gücü yetendir.                                                                                                                                             



149- Nereden çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Şüphesiz bu, Rabbimden bir haktır.  Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.”



Mescidi Harama yönelmek emri tekrarlanmaktadır. Bu kıble konusunun ciddiyetini vurgulamak içindir. Hangi istikamete doğru yolu çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Şüphesiz bu yöneliş emredilen rabbinin katından gelen ve şüphe götürmeyen bir haktır. O halde bu emre sarıl. Mescidi Harama yönelerek Allah’a itaat et. Allah yaptığınız bütün amellerinizden gafil değildir. Yaptıklarınızın karşılığını size vermek için onlar onun katında eksiksiz tutulmaktadır. 



150- “Nereden çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir. Siz de nerede olursanız yüzünüzü o yana doğru çevirin. Ta ki zalim olanlardan başka insanların aleyhinizde bir delili bulunmasın. Artık onlardan korkmayın, Benden korkun ki, hem o üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım, hem de siz hidayeti ümid edebilirsiniz.”


Mescidi Haramın kıble edinilmesi ile ilgili verilen bu üçüncü emirdir. Bu konuda tefsir alimleri farklı görüşler ortaya koymaktadırlar. Birinci emirde; Resulullahın arzusu konu edilmekte, ikinci emir; Allah tarafından gelmiş bir hak olduğu, üçüncüsü ise; Yahudilerin kendi kıblelerine dönmesini delil göstermeleri ve muhalefet etmelerini geçersiz hale getirmek içindir. Bu tekrarların hikmeti hakkında farklı cevaplarda verilmiştir.

Allah düşmanlarının delillerini Müslüman alacağı tavırla ve yaşayışı ile çürütmekle görevlidir. Halbuki bu dinde temel kaide başkalarından ayrı ve farklı olmaktır. Kıblesi de bu ayrılık da farklılığın görünüşlerinden bir tanesidir. Şayet kıbleden başka bir taraf olsaydı, kafirlerin bu konuda söyleyecekleri sözler çoğalabilirdi ki öyle olmuştur. Hatta demişlerdi ki, Muhammed ve arkadaşları kıblenin neresi olacağını bilemediler. Onlara kıblelerini biz gösterdik demişti Yahudiler. Bu arada arap müşrikleri peygamber (ﷺ)'ın Kabe'ye yönelmesi hoşlarına gitmişti. Kabeye yöneliş bu ümmetin kitab ehline tabi olma umudunu da kesmiş oluyordu.  

Burada Kendilerinden “Zalimler olanlar” diye söz edilen Kur'an'ın nazil olduğu sıralarda var olan Yahudiler ve kureyşlerdir. Bu bütün zalimler hakkında ise geneldir. Eğer zalimleri Yahudiler olarak kabul edersek o zaman Yahudiler O bizim kıblemizi bırakıp Kabe'ye sadece kavminin dinine olan meylinden, doğup büyüdüğü şehri sevdiğinden dolayıdır. Şayet hak üzere olmuş olsaydı bütün peygamberlerin kıblesinden ayrılmazdı diyerek zalimliklerini ortaya koydular. 

Eğer Kureyş müşriklerinin kastedildiğini kabul ettiğimiz takdirde ise; Kureyşliler yaptığı işin yanlış olduğunu anladı, bu bakımdan atalarının kıblesine geri döndü atalarının dinine dönmesi yakın demektir demişlerdi. 

Bu tür delillere, hakkın ve hayrın bütün halleri ile Allah'a itaat etmekte olduğunu bilen bu ümmetin hiçbir şekilde iltifat etmemesi ve göz açıp kapanacak süre kadar bile olsa Allah'ın emrini bırakarak Allah'ın emrinin dışına çıkmışların sözlerine meyletmemesi gerekir. 

“Artık onlardan korkmayın benden korkun” İnatçı zalim kimselerden korkmayın. Zalimlerden korkarak onların size yöneltecekleri eleştirilerden çekinmeyin. Onların size hiçbir zararı olmaz. Yalnız benden korkun. Çünkü Yüce Allah gerçekten kendisinden korkulmaya layık olandır. 

Bu bakımdan emirlerime aykırı hareket etmeyin Zaten Müslümanım da yapması gereken budur o hak üzere olduktan sonra hiç bir kimseye ve kimsenin Söyleyeceklerini almış et ver devam et ayette ki hem üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım hem de sizi hem de siz hidayeti Ümit edebilirsiniz 

Yüce Allah'ın az önce geçen “Ta ki insanların aleyhine bir delil bulunmasın” buyruğuna atıftır.  Artık siz nerede bulunursanız bulunun yüzlerinizi Mescid-i Haram tarafına çevirin ta ki insanların aleyhinize herhangi bir delili olmasın ve ta ki üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım ve siz de Hidayeti bulasınız. 

Burada “Nimetin tamamlanmasından kasıt Kabe'ye dönme hükmünün inzal edilmesidir ki şeriat bütün yönleriyle tamam olsun ve bu ümmet hem ibadetleri ile hem de şerai hukukuyla şerri hükümleriyle başkalarından ayrı ve farklı olsun. 

“Hem de siz hidayeti ümid edebilesiniz.” Diğer ümmetlerin sahip olmadıkları Allah'ın en çok sevdiği şeylere ve hak bildiklerine sizi hidayet ettik ve bunu yalnız size tahsis ettik. Bu sebepten dolayıdır ki bu ümmet, bütün ümmetlerin en şereflisi ve en faziletlisi olmuştur. 


151- “Nitekim içinizde, sizden ayetlerimizi size okuyan, sizi tezkiye eden; size kitabı ve hikmeti öğreten ve bilmediğiniz şeyleri bildiren bir peygamber gönderdik.” 

Araplara hitap ve aynı zamanda onlar üzerindeki Allah’ın nimeti hatırlatılmaktadır. Yüce Allah bütün ümmetler arasında böyle bir nimeti kendilerine tahsis etmiş ve onlara bunu diğer ümmetlere tebliğ etmek mükellefiyeti verdikten sonra Allah’ın dinini terk edecek olurlarsa onlardan daha değersiz kim olabilir? Allah’ın birliğine delalaet eden sıfatlarımızın eserlerini okuyor, sizi düşük ahlaki yapıdan kurtaran, nefislerin pisliklerinden, cahili fiillerden kurtarıp tertemiz ediyor, size kitabı öğreterek ayet ve delillerimizi izah eden görüş ve inançları açıklayan kitabı öğretiyor, hikmeti öğretiyor tek olan zata götürecek hikmetleri izhar ediyor. Sizin bilmediğiniz nice hakikat ve mafiretleri o olmazsa siz bunları asla öğrenemezsiniz işte o bunları öğreterek karanlıktan aydınlığa sizi çıkarıyor. 


152- “Öyleyse Beni zikredin ki Ben de sizi anayım. Bir de Bana şükredin, nankörlük etmeyin.” 


Sizi bu kadar büyük nimetler bahşettik ve bu nimetleri tamamladık o zaman itaatla Beni hatırlayın, sizi mağfiretle anayım. Öyleyse Beni zikredin ki, bende sizi zikredeyim, rahmani nefesler ve ruhani esintiler ile sizleri anayım. Bana ihlasla yönelip zikredin ki, bende kurtuluşunuzla size yöneleyim. Size vermiş olduğum nimetlerime  şükredin, bana karşı nankörlük etmeyin, yani nimetlerimi inkar etmeyin.

Şükrederseniz Allah üzerinizdeki nimetini artıracağını vaad etmektedir bakınız (İbrahim/7) 


Bir hadisi kutsi'de aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey Ademoğlu beni kendi nefsinde zikredecek olursan ben de seni kendi zatımda anarım. Beni bir topluluk arasında zikir edersen Ben de seni meleklerden bir topluluk arasında anarım” Bir başka rivayete göre Şöyle buyurmuştur: “Ondan daha hayırlı bir topluluk içerisinde anarım. Sen bana bir karış yaklaşırsan, ben sana bir arşın yaklaşırım. Sen bana bir arşın yaklaşırsan, ben sana bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelecek olursan, sana koşarak gelirim. Bu hadisin isnadı sahihtir.


Hasan Basri(ra) şöyle der: “Allah kendisini zikredeni zikreder, şükredene artırır ve nankörlük edip kafir olanı da  azaplandırır.” 


Bazı Konular


Şükrün bir takım aşamaları vardır. Bu aşamalar Allah'ın lütfunu itiraf etmek ve masiyetten utanmakla başlar. Her şeyiyle kendisine şükretmek ve ona yönelmekle, her bedeni  harekette dilin her söz söyleyişinde kalbin her çarpışında ve organların her hareketinde yalnızca şükre yönelmekle en yüksek basamaklara ulaşır. 


Zikir aslında kalbin anılan kimseye dikkat kesilmesi ve ona karşı uyanık olmasıdır. Dil ile anmaya zikir denilmesinin sebebi de kalpte anılanın zikrinin olduğuna delalet etmesindendir.


Said Bin Cübeyr şu sözü nakleder: “Zikir Allah'a itaattir. O’na itaat etmeyen isterse çokça tesbih yapsın, çokça Tevhid deyip, Kur'an okusun, O’nu zikretmiş olmaz.”


Kurtubi şöyle diyor Ebu Osman’a: “Biz Allah'ı zikrettiğimiz halde kalplerimizde bir tatlılık hissetmiyoruz denilince onlara şu cevabı verdi: Organlarınızdan birisini kendisine itaat ile bezeyip süslediği için Allah'a hamdediniz” buyurmuştur.


Nefsin tezkiyesi; Başı da sonu da kelime-i tevhid'dir. Nefsin hastalıklarından temizlenmesi ve kemalatın gerçekleşmesi, bununla birlikte haram şeylerden alıkonularak itaatte bulunulması da bunun kapsamına girmektedir. Resulullah (ﷺ) bize Allah'ın ayetlerini okudu bizi tezkiye edip temizledi bize Kur'an'la sünneti öğretti, böylece bizler her şeyi yerli yerine koymanı öğrendik ve bununla da hikmetin sahibi kimseler olduk. 


Resulullah (ﷺ)’ın mirasçısı olmak bir insan için büyük bir görevdir, bu görevleri gereğince yerine getirilmesi halinde ancak söz konusu olacaktır. Nedir bunlar ilim, amel, tavır ve örnekliği ile nefisleri tezkiye etmek, Kur'an tilaveti, tefsir, sünnet, fıkıh halkaları, zikrullah halkaları kurarak burada devam edenlerin eğitimlerini sağlayacak çalışmalar yapmak ile mümkündür. Bu her müslümanın öğretmek, öğrenmek görevidir.


Tezkiye ilminin insan nefsi üzerindeki hastalıkları ve garazları üzerinde tatbik ve tedavisi, tedavi yollarının nasıl olacağını göstermektir. Tezkiye kemal sahibi ve kemale ulaşmanın keyfiyeti, bunun araçları, her nefis hakkında onu bir durumdan bir başka duruma aktarabilmek keyfiyeti ve bunun için özel bir feraset demektir. Bunu yapabilmek için elbette özel olarak ilim tahsilinin büyük önemi vardır. Fakat esas olan Allah'ın vergisidir. Allah (azze ve celle): “Hikmet kime verilirse ona çokça hayır verilmiş demektir.” Bakara / 269.


İmam Ahmed b. Hanbel Hz. Aişe radiyallahu anha'dan Resulullah (ﷺ)’ın kitap ehli hakkında şöyle dediğini zikreder: “Kitap ehli şu üç şey dolayısıyla bizi kıskandıkları gibi hiçbir şey sebebiyle kıskanmazlar: Allah'ın bizi kendisine iletip de kendilerinin isabet edemedikleri cuma günü, Allah'ın bizi kendisine iletip de onların bulamadıkları kıble ve imamın arkasında Amin değişimiz.”


Cuma namazı cemaat ve Kabe halen kafirleri kızdırıp köpürten vahdetimizin en Büyük müşahhas manzaralarındandır






Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar