Kadiri Yolu

Bakara Suresi 168-182. Ayetlerin Tefsiri

Bakara Suresi 168-182. Ayetlerin Tefsiri

Tarih: 19.03.2024

بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم

Bakara suresinin bu kısımda takva yolu sahibi olunması, takvanın kapsamına giren hususlara dair bilgiler aktarılacak. Ayrıca takvayı gerçekleştirmek ve ona ulaşmak yolunda da bir takım detayları da bize açıklandığını göreceğiz. Takvanın içine dahil olan konulardan bahsedilerek çeşitli dini hükümleri dile getirilmektedir. 


Bakara Suresi 168-177. Ayetlerin Tefsiri


يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْاَرْضِ حَلَالًا طَيِّبًاۘ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ

168- “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan helal ve temiz şeylerden yiyin. Şeytanın adımlarına uymayın. Şüphesiz ki o sizin için apaçık bir düşmandır.”


Helal yemek, şeytanın adımları ve şeytanın düşmanlığının hatırlatılması bu ayette öne çıkmaktadır. Helal ve temiz her türlü şüpheden uzak bulunan şeylerden yiyerek bedenlerinizi besleyin, akıllarınıza ve bedenlerinize zararlı olacak şeylerden uzaklaşın bunlar size haram kılındı. Nice güzel nimetler sizin için yeryüzünde yaratıldı onların temiz olanlarından yiyin. 


Helal üzerinde haram düğümü yoktur. Sehl b. Abdullah dedi ki: “Kurtuluş üç şeydedir: Helal yemek, farzları eda etmek ve peygamber (ﷺ)’e iktida (Uymak) etmek.” 


Ebu Abdillah es-Said b. Yezid şöyle demektedir: “İlim beş haslet ile kemal bulur, bunlar: Allah’ı bilmek, hakkı bilmek, Allah için halis amel işlemek, sünnet üzere amel etmek ve helal yemek. Bunlardan herhangi birisi bulunmayacak olursa amel Allah’ın katına yükselmez.” 


Sehl yine şunları söylemektedir: “Helal yemek ancak bilgi ile sahih olabilir. Malın helal olabilmesi ise altı hasletten uzak kalmasına bağlıdır: Faiz, haram, haksızlık, hıyanet, mekruh ve şüphe.”


“Şeytanın adımlarına uymayın” şeytan sizleri kendisinin yaptığı gibi adım adım ilerleyip lanetlenmeye götürmek için kendi izlediği yolu sizinde uymanızı ister. Bilgili olmasına rağmen hakkı örttü ve kibirlendi, çıplaklığı kullandı ve avret mahallerini Adem ve Havva’ya gösterdi, nifak unsuru devreye sokarak yeryüzünde kaldığı zaman diliminde emrinde ki meleklerin etkilenmesini sağladı, bunun gibi gayri ahlaki amellerin işlenmesine sizi çağırır. Onun yolunu izleyen kavimler sapkınlık yolunu ve Allah’a isyanı tercih etti. Siz şeytanın yolunu izlemeyin. Eğer ona uyarsanız ve onun yolunu tutarsanız haramların ve şehvetin peşinden gitmeyi o size süslü ve caiz gösterir. “Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.” Bu düşmanlığı unutmayın gayet açık olan bu düşmanlık atanız Adem (as) zamanından taki kıyamete kadar sürecektir. Bu yüzden, şeytanı veli edinenler, onu dost edinenler içinden çıkılamayacak bir labirente girmişlerdir. Şeytan onlara görünürde dost gibidir, yakınlık gösterir ondan istediklerini yapar ve kendisine çekici gösterir arık kapılır sonra onu yalvartır, arzuları doğrultusunda onu kendine yaklaştırır. Aslında bu gidiş ateşe doğrudur. 


اِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّٓوءِ وَالْفَحْشَٓاءِ وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

169 - “O size yalnız kötülüğü, hayasızlığı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyi söylemenizi emreder.” 

Çirkin ve kadar şehvete müteallik olan ne varsa nefisle birlikte size günahları emreder. Haddi aşmanızı sağlamak için karşı cinsi size cazipleştirir. Hakkında bilgimiz olmadığı halde helalleri ve haramları size yorumlattırır ve “bana göre” demenizi sağlattırır. Allah hakkında söylenmesi caiz olmayan görüşleri ortaya atmanızı sağlar. Düşmanlıkta sınır tanımayan şeytan kötü işlere olanca kuvvetiyle sizi iletmeye çalışır. Gayri ahlaki işleri, bundan daha olan Allah hakkında hiçbir bilgimizin olmamasına rağmen isnatlarda bulunmayı emreder. Bunun kapsamına her türlü küfür ve her türlü bidat da girmektedir. 


وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

170- “Onlara; Allah'ın indirdiğine uyun” denildiği zaman onlar; “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” dediler. Peki ya ataları bir şey düşünmeyen, doğruyu bulamayan kimseler olsalar da mı?” 


Kafirler, Müşrik ve Münafıklara “Allah’ın indirdiğine uyun, denildiği zaman” onlar şöyle cevap verirler: “Hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız, derler. Peki ya arkalarından gittikleri “ataları hiçbir şey düşünmeyen” doğru idraki olmayan ve düşünemeyip “doğruyu bulamayan kimseler olsa dahi mi?” Sapık atalarınız dini konularda hiç birşey bilmeyen ve yakın mertebesine ulaşmamış kimseler olduğu halde onlara mı uyacaksınız ve rabbinizin emrettiği şeyi terk ediyorlar?


Bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi hakkında Abdullah b. Abbas'ın şunları söylediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (ﷺ) ehl-i kitaptan Yahudileri İslama davet etti. Onlara İslam'ı övdü ve onları Allah'ın azabından sakındırdı. Bunun üzerine Râfi' b. Harise ve Mâlik b. Avf şöyle dediler: "Bilakis biz atalarımız üzerinde bulduğumuz dine tâbi oluruz. Çünkü onlar daha iyi biliyorlardı ve onlar bizden daha hayırlı idiler." İşte bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’yi indirdi.


وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذ۪ي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ اِلَّا دُعَٓاءً وَنِدَٓاءًۜ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ


171- “Küfredenleri çağıranın misali; bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan (hayvan)lara haykıranın ki gibidir. (Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; onları düşünemezler.” 


Kafirlerin durumu bağırıp çağırmaktan başka bir şeyi duymayan hayvanlara haykıran kimsenin durumuna benzer. İman kabiliyet ve yetenekleri olduğu halde babalarını taklit eden kafirlerin durumu akılsızlığı sebebiyle kendi sesini haykırışını aksettiren yansıtan dağ, taş, kaya gibi cansız varlıklara bağıran kimsenin haline benzer. Onların beyinsizlikteki düşüncesizlikteki halleri dağa bağırıp da dağdan sadece kendi sesinin yansımasını duyan kimsenin haline benzer, o kişi akılsızlığı sebebiyle dağın kendisiyle konuştuğunu zanneder. Hakikatte o kafirlerin babaları da kendileri gibi idi. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler ve kördürler. Hakkın resullerinin diliyle yaptığı daveti işitmezler. Haktan kendilerine kolay anlaşılır ve açık bir şekilde zuhur eden şeyleri ne akledi verirler, ne de onlardan bahsedebilirler ne ilahi sıfatların eserlerini ne de zatın açık ve seçik tecillerinin nurlarına görebilirler. Bundan dolayı akletmezler onlar akıllılar zümresinden sayılmazlar. 


يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ


172- “Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz olanından yiyin, Allah'a şükredin eğer ona kulluk ediyorsanız.” 


Meşru olan ve yendiği zaman lezzet veren şeylerden yada O’nun helal kıldığı şeylerden yiyiniz. Eğer Allah’ın emrine boyun eğiyor, ona itaat ederek onun emirlerini dinliyorsanız size verdiği rızıklar için Allah’a şükredin. “Eğer O’na ibadet ediyorsanız.” Gerçekten ibadetinizi sadece O’na tahsis ediyor ve bu nimetleri verenin O olduğunu ifade ediyorsanız.    


اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ بِه۪ لِغَيْرِ اللّٰهِۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

173- “O size sadece meyte (Ölü eti)’yi, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası için kesileni haram kılmıştır. Ancak kim mecbur kalırsa saldırmamak ve sınırı aşmamak şartıyla (yemesi halinde) üzerine bir günah yoktur. Muhakkak ki Allah Gafurdur, Rahimdir.” 


Hak Teala neleri haram kıldığını açıklamaktadır: “O size sadece Meyteyi” şerri olarak boğazlanmadan ölen hayvan kast edilmektedir, bu hayvanlar haram kılınmıştır. Balık ve çekirgeler bundan istisna tutulmuştur. “Kanı”  akan kan kast edilmekte, şerri ölçülerde boğazlanan hayvanın iç kısmında kalan kanları bu hükümden müstesna tutulmuştur. Burada zaruret bulunmaktadır. “Domuz etini” domuzun etini haram kılmıştır. “Allah’tan başkası için kesileni haram kılmıştır” Allah adının anılmadığı putlar için ve tazim edilen kişilerin adları verilerek kesilen hayvanların etleri haram kılınmıştır. 


“Ancak kim mecbur kalırsa” çaresizlikle yiyecek olursa “Saldırmamak ve sınırı aşmamak şartıyla” ihtiyaç miktarını aşmamak, mubah kılınan ölçüyü aşarak kendini tutmayıp saldırıp karnını doyasıya yememek şartıyla yemesinde “Üzerinde günah yoktur. Muhakkak ki Allah Gafurdur. Büyük günahları bağışlar. Zaruret halinde bu duruma düşenleri Allah bağışlar O “Rahim’dir” zorunlu hallerde müsaade vermiştir. 


Bazı alimler kesilen hayvanın Müslüman tarafından kesilmesini besmelenin unutulması halinde yenilebileceğini söylemişlerdir. Eğer kişi bilerek ve isteyerek besmele çekilmemesi halinde o et yenmez. Size getirilen etlerin nasıl kesildiğine dair bilginiz olmaması durumunda bu hayvanların İslami şartlara uygun kesilip kesilmediği şüphesi halinde:


Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki:


"Bir kısım insanlar Resûlüllah(ﷺ)'an şunu sordular: "Ey Allah'ın Resulü, müşriklikten yeni dönmüş olan bazı insanlar bize et getiriyorlar. Bilmiyoruz onları keserken üzerlerine Allah'ın adını andılar mı anmadılar mı? Resûlüllah(ﷺ) buyurdu ki: "Siz o ete besmele çekin ve yiyin.” buyurmuştur. (Buhari, K. et-Tevhid, bab: 13, K. ez-Zebaih, bab: 21)


اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِه۪ ثَمَنًا قَل۪يلًاۙ اُو۬لٰٓئِكَ مَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ اِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

  


174- “Allah’ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyip de onu az bir pahaya (değişenler yok mu?) satanlar; işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmazlar. Kıyamet günü onlarla Allah konuşmaz, onları temize de çıkarmaz ve onlar için acıklı bir azap vardır.”


Allah'ın indirdiği kitaptan kasıt her türlü indirilen kitaplardır. Tevrattır, yada Kur’an’dır. Bundan birşey saklayanların karşılık olarak dünyayı yada dünyadan bir parça alanlar; İşte onlar karınlarına ateşten başka bir şey yemezler. Hakkı gizlemenin karşılığında onların yedikleri, kıyamet gününde karınlarını alev alev saracak ateşten başka birşey değildir. Allah onlarla, kıyamet gününde müminlerle konuştuğu gibi, onların istediği ve sevdiği şekilde konuşmayacaktır. Onları sevindirecek, hoşlandıracak bir söz söylemeyecektir. Günahlarının kirlerinden onları temizlemeyecek, onlara acıklı  bir azab vardır.     


اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِۚ فَمَٓا اَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ                                                                                                                                      

175- “Onlar hidayet karşılığında dalaleti, mağfiret karşılığında azabı satın almışlardır. Onlar ateşe karşı ne de (dayanıklıdırlar) sabırlıdırlar!”



Onlar, hidayet karşılığında sapkınlığı alanlardır. O yüzden sapık olmuşlardır. Azab görecekleri işleri yapmak suretiyle mağfireti azab ile değiştirmişledir. Dehşetli bir azab veren ateş içerisinde olacaklar orada zincirlere bağlı olacaklar o azab son derece şiddetli olacaktır, bu azabın şiddetine karşı bunları cüretli kılan nedir? 


ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا فِي الْكِتَابِ لَف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ۟

176- “Bu Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olup o kitapta ihtilafa düşenlerin şüphesiz ki pek uzak bir şikak (Ayrılık) içinde olmalarındandır.”


Yahudi bilginlerine bu azab, kitabın hak olarak inmesi, onların ise inkar etmeleri ve o kitap hakkında ihtilafa düşmelerindendir. Ey Muhammed, sana indirdiğimiz kitap hakkında ihtilafa düşen yahudi ve hristiyanlar, hak mevzuunda bir çekişme ayrılık içerisindedirler. Allah’ın kitabı hakkında bir kısmı hakkında haktır, bir kısmı hakkında da batıldır diyerek; ya da kitabın bir kısmı hakkında haktır, bir kısmı hakkında batıldır diyerek veya ; onu anlamakta ihtilafa düşerek, kıskançlıkları dolayısı ile doğru anlayışı gizleyip batıl anlayışları açıklamak suretiyle kitap hakkında ihtilafa düştüler. Olgunluktan ve doğrudan uzaktırlar. O halde onlara aldırış etme. 



لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ


177- “Yüzlerinizi doğu ve batıya çevirmeniz “birr” (İyilik) değildir. Lakin asıl “birr” (İyilik); Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman eden; malını seve seve yakınlarına, yetimlere, miskinlere, yolculara, dilenenlere, kölelere ve esirlere veren, namaz kılan, zekatı veren, muahede (Antlaşma) yaptıklarında ahitlerini yerine getiren, sıkıntıda, hastalıkta ve şiddetli savaş anında sabredenlerinkidir. İşte sadık olanlar da onlardır. Muttaki olanlar da onlardır.” 

Allah mü’minlere önce Beytü’l Makdis’e dönmeyi emredip sonra da Kabeye yönelmelerini emir buyurunca, bu konuda müslümanlar olsun Kitap ehli olsun, çokça söz söylediler. Bunun üzerine Allah bu değiştirme hakkındaki hikmetini açıklayan buyruklarını indirdi. Bu hikmet de şudur: Maksat sadece Allah’a itaat, Onun emirlerine uymak, nereye yönelmeyi emrederse o tarafa yönelmek, indirmiş olduğu şeriata tabi olmaktır. İşte asıl “birr” takva ve kamil iman budur. Yoksa doğu yada batıya yönelmek ve bunu bırakmamak eğer Allah’ın emri ve şeriatı bunu gerektiriyorsa bu birr ve itaattir. 

Asıl “Birr” bundan sonra sayılacak olanların yerine getirilmesidir. Varlığına, Sıfatlarına, isimlerine, vahdaniyetine, Rububiyetine ve uluhiyetine inanmak suretiyle Allah'a öldükten sonra dirilme günü olan ahiret gününe, meleklerin tümüne, Allah'ın kitaplarının tümüne ya da Kur'an'a inanmak suretiyle de, meleklere ve kitaplara hiçbirini istisna etmeksizin bütün peygamberlere iman eden kişinin yaptıklarıdır.  

İşte bu birr’in başı ve temelidir. Bunlar olmaksızın birr olmaz. Çünkü Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman etmeyen bir kimsenin “birr” türünden herhangi bir şey yapmasına imkan yoktur. Yapacak bile olsa sürekli olmaz ve nihayet “birr”’in de kendisiyle son bulacağı herhangi bir illet ile malul olur. 

Buna olan sevgi ve bağlılığına rağmen “malını seve seve yakınlarına yetimlere miskinlere yolculara dilenenlere kölelere ve esirlere verendir.”  

Farz olan namazı fiilleriyle uygun vakitlerinde rükûuyla, sücûduyla, huşûuyla, şer'ân kabul edilecek şekilde kılmak suretiyle "namazı kılan", farz olan "zekâtı veren"; ister Allah'a, isterse de insanlara "muahede yaptıklarında ahidlerini yerine getiren" ne onlarla ne de bunlarla ahidlerini bozmayan; fakirlik ve "sıkıntıda, hastalıkta" müzmin yada kötürüm bırakan hastalıklarda; "ve şiddetli savaş anında" yani düşmanlarla karşı karşıya gelinip savaşıldığı zamanda "sabredenlerinkidir.”

"İşte sadık olanlar da onlardır." Bu niteliklere sahip olanlar imanlarında sâdik ve samimi olanlardır. Çünkü onlar sözleriyle ve davranışlarıyla kalbî imanı da tahkik ettirmiş oluyorlar. İşte asıl sadık olanlar bunlardır; 

"Ve muttaki olanlar da onlardır." Çünkü hem halleriyle, hem amelleriyle, hem de yaşayışlarıyla takvâya gerçekten sahip olmuşlardır. Haramlardan sakınmışlar, itaatleri yapmışlardır. İşte "birr" denilen şey budur; yoksa bâtil din mensuplarının Allah tarafından neshedilmiş birtakım şeylere mutaassıbça sarılmaları yahut aşıl itibariyle haklarında hiçbir delil indirmediği şeylere yapışıp kalmaları değildir.


يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ


178- “Ey İnananlar! Öldürülenler hakkında size kısas (farz) yazıldı. Hür ile hür insan, köle ile köle ve kadın ile kadın. Öldüren, ölenin kardeşi tarafından affedilirse, kendisine örfe (Ma’rufa) uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemelidir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve rahmettir. Kim bundan sonra da tecavüzde bulunursa; onun için elem verici azab vardır.”


Ey iman edenler, öldürülenler hakkında, bizzat cinayeti işlemiş olan katile kısasın tatbik edilmesi size farz kılındı. Hür bir insanın, yine hür bir insanla, kölenin köle, kadının da kadın ile kısas yapılması hükme bağlandı. 


Öldüren kimse, ölenin velisi olan din kardeşi tarafından, diyet mukabilinde affedilir, kısası istenmezse diyete razı olan, öldürülenin velisi, yüz deve tutarında olan diyeti istemesinde bilinen örfe uymalıdır. Bundan fazla istememelidir. 


Katilin de, ödemekle mükellef olduğu diyeti, hak sahibine güzellikle ödemeli erteleyip durmamalı, maktulün velisini diyeti isteme zorunda bırakmaması gerekir. 


Diyet kabul edilerek kısasın düşürülebileceği hükmünü koyması, rabbinizden size bir kolaylık ve hakkınızda bir esirgemedir. Sizden önceki ümmetlere yasakladığı halde, diyet almayı ve yemeyi size helal kılması da ondan size bir rahmettir. 


Artık kim, diyeti alınması veya kabul edilmesinden sonra ileri gider intikam almak için kan dökerse, bu kimse haksızlık etmiş olacağı gibi; ahirette de onun için can yakıcı şiddetli bir azap vardır. 



وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ


179- “Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri! umulur ki takva sahibi olasınız. (sakınırsınız)”


Dünya hayatında kendilerinden sadır olan hukuk ihlalleri ve kötülükler vasıtasıyla inananlar için konulmuş olan şeriatın ve ilahi hükümlerin sırlarını keşfeden kabukla uğraşmayan ve özü kavrayan Hakkın nuru ile nazar eden muvahhidler kısasta sizin için büyük bir hayat sebebi vardır: Öldürmeye karşılık katilin öldürülmesi ile ceza verilmesi sonuç olarak öldürmekten alıkoyan bir cezadır. Nice kişiler vardır ki, başkasını öldürmek istediği halde kendisi öldürülür korkusu ile öldürmekten kaçınmaktadır. Böylelikle kısas her iki kişinin de canının hayatta kalmasına sebep olmaktadır. Böylelikle itidal ve geçimlik esasına dayanan tevhid yoluna aykırı hareket etmemiş, nefsi emmarenin sizi sevk etmek istediği günahlar ve cinayetlere sürüklenmemiş ve umulur ki korunmuş olursunuz.


Kısas hükmünü uygulamayı ancak bir devlet veya hükümet uygulayabilir buda islam nizamı ile ancak mümkün olur. Bu da müslümanlar için bir görevdir. Kısas devlet otoritesinin islam ile yönetildiği bir ortamda gerçekleşirse Takva yerini bulur. Hz Osman radıyallahu anh Yüce Allah Kur'an ile men etmediğini devlet otoritesi ile men eder. O bakımdan Allah'ın hükümlerini uygulayan İslami bir yönetimin varlığı söz konusu olmadıkça tam ve mükemmel bir takva söz konusu olmaz demişlerdir. 




كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْرًاۚ اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقًّا عَلَى الْمُتَّق۪ينَۜ



180- “Size, sizden birinize ölüm geldiği zaman; eğer bir hayır (mal) bırakacaksa anaya, babaya yakın akrabaya maruf şekilde vasiyette bulunmak, takva sahipleri üzerinde bir hak olarak yazıldı.”


Birinize ölümün belirtileri geldiği vakit eğer o geride mal bırakacak ise İbni Abbas bunu atmış dinar ve yukarısı olarak sınırlandırmıştır ona yakınlarının ve anne babanın hakkını yerine getirme için uygun bir şekilde vasiyette bulunması gereklidir. Bu Allah'tan korkanların üzerinde yerine getirilmesi gereken bir haktır. Bu konuda müfessirler üç ayrı görüş zikretmektedirler:


1- Bir kısım müfessirlere göre bu âyet-i kerime, Nisa suresinde, mirasçıların paylarını belirten 11. 12. ve 176. âyetlerle neshedilmemiştir. Bu âyetin genel hükmü her anne ve baba için geçerli, akrabalar için ise sadece mirasçı olmayanlar için geçerlidir. Yani ölen kişi, geriye mal bıraktığı takdirde anne ve babası için ve mirasçı olmayan akrabaları için vasiyet etmek mecburiyetindedir. Bu, onun üzerine bir farzdır. Bunun yapmadığı takdirde günahkâr olur. Bu görüş Cabir b. Zeyd, Ebû Miclez, Abdullah b. Ma'mer, Dehhak. Lâhik b. Humeyd ve Mesruk'tan nakledilmiştir. Er-Razi: “Ve bu müfessirlerin çoğunluğu ile fukadan muteber olanların görüşüdür demiştir.  


2- Diğer bir kısım müfessirlere göre bu âyet-i kerime, daha önce kendisiyle amel edilmesi farz iken daha sonra onun, anne babaya ve mirasçı olan akrabalara vasiyet etme ile ilgili olan hükmü, miras hükümlerini belirten âyetlerle neshedilmiş ancak bu âyetin, mirasçı olmayan akrabalara vasiyette bulunulmasını ifade eden hükmü baki kalmıştır. Buna göre, ölen bir kişi geriye mal bırakacak olursa anne ve babasına ve mirasçı olan akrabalarına vasiyette bulunmayacak fakat mirasçı olmayan akrabalarına vasiyet etmek mecburiyetinde olacaktır. Bunu yapmadığı takdirde ise günah işlemiş olacaktır. Bu görüş te Katade, Abdullah b. Abbas, Tavus, Hasan-ı Basri, Rebi' b. Enes, Müslim b. Yesar ve A'lâ b. Zeydden nakledilmiştir.


3- Başka bir kısım müfessirlere göre bu âyet-i kerime, miras hükümlerini açıklayan âyetlerle, tamamen nesh edilmiştir. Artık hiçbir kimse mirasçı olmayan akrabasına dahi vasiyet etme mecburiyetinde değildir. Bu görüş ise, İbn-i Zeyd, İbn-i Abbas, Şüreyh, Katade, Mücahid, Süddi, Abdullah b. Ömer ve İbrahim en-Nehai’den nakledilmiştir.


Âyet-i kerime’de, ölen kişinin vasiyet edebilmesi için, ölümünden sonra geride mal bırakacak durumda olması zikrediliyor. Bırakacağı malın ne kadar olması halinde vasiyet etmesi gerekir hususu, müfessirler arasında ihtilaf konusudur.


Katade’den nakledilen bir görüşe göre geriye bıraktığı malın en az bin dirhem miktarı da olması gerekir. Aksi halde vasiyette bulunması farz değildir. Nitekim Hazret-i Ali, yedi yüz ile dokuz yüz dirhem arasında mal bırakan kişiye vasiyet etmesinin gerekli olmadığını söylemiştir.


Buhârî ve Müslim'deki rivâyete göre Hz. Sa'd şöyle demiştir:

-Ey Allah'ın Rasûlü! Benim servetim var ve bana sadece bir kızım mirasçıdır.

Malımın üçte ikisini vasiyet edeyim mi? Allah Rasûlü:

"Hayır," buyurdu. Bu sefer Sa'd:

-O halde yarısını? deyince, Rasûlullah(ﷺ):

"-Hayır," buyurdu. Hz. Sa'd bu sefer:

-Peki ya üçte birini? deyince, Hz. Peygamber(ﷺ) şu cevabı verdi:

-(Eh!) üçte bir, fakat üçte bir de çoktur. Çünkü senin mirasçılarını varlıklı bırakman, insanlara avuç açmayla mecbur olacak şekilde fakir bırakmandan daha

hayırlıdır."


Sahih-i Buhârî'deki rivayete göre, İbn Abbas şöyle demiştir: "Keşke insanlar üçte biri dörtte bire kadar indirseler. Çünkü Rasûlullah (s.a.): "(Eh!) üçte bir, bununla birlikte üçte bir de çoktur." diye buyurmuştur."


Buhârî ve Müslim'de İbn Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (ﷺ) şöyle buyurdu: "Vasiyet edecek bir şeyi bulunan Müslüman bir kimsenin vasiyetini yazıp yanında saklamadan iki gece dahi geçirmeye hakkı yoktur"


İbn Ömer dedi ki: Rasûlullah (ﷺ)'ın böyle dediğini işittiğimden bu yana vasiyyetim yanımda olmaksızın bir gece dahi geçirmiş değilim.


Abd b. Humeyd'in Müsned'inde İbn Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (ﷺ) şöyle buyurdu: "Yüce Allah buyuruyor ki: "Ey Âdemoğlu! İki şey vardır ki (ben takdir etmemiş olsaydım) sen bunlardan birisine dahi sahip olamazdın: (Vasiyetle) onu alıkoyduğunda malında seni bir pay sahibi kıldım ve seni temizledim. (Diğeri ise) ecelin bittikten sonra kullarımın sana dua etmesi." Yani yüce Allah müminlerin ölülerine yapmış oldukları duaları kabul etmekle bize lütfunu belirtmiş olduğu gibi, ölümümüzden sonra bize faydası dokunacak vasiyeti bizim hakkımızda meşru kılmakla da bize lütufta bulunmuştur.


Şimdi bu nokta açıklık kazandıktan sonra bu bakış açısına göre âyetin manası Şöyle olur: "Size, sizden birine ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa; anaya babaya, yakın akrabaya mârûf bir şekilde vasiyyette bulunmak takva sahipleri üzerinde bir hak olarak yazıldı." Akrabalarınızdan olup da miras sahibi olmayan kimselere, üçte bir sınırını aşmamak şartıyla mallarınızdan bir miktar vasiyette bulunabilirsiniz. Mirasçılara gelince, onların mirasları -Nisâ Sûresinde Allah'ın sınırları çerçevesinde- onlar için verilmelidir. "Ma'ruf" ile kasıt da miras ile ilgili âyetin nüzulünden sonra üçte bir sınırını aşmayan miktardır.


Îbn Ömer'in Rasûlullah (ﷺ)'dan; "Vasiyet edecek bir şeyi bulunan Müslüman bir kimsenin, vasiyetini yanında yazıp saklamadan iki gece dahi geçirmeye hakkı yoktur." dediğine dair rivayet ettiği hadisi az önce gördük.


İlim adamları bunu, borçlu olan, yahut da bazı kimselere ait yanında mal bulunan, ya da insanlar da alınması gereken birtakım hakları olup da öldükten sonra bunların mirasçılarının elinde kaybolacağından korkan kimse hakkında kabul etmişlerdir. O takdirde vasiyyet, böyle bir kimse için vâcib olur. Bunun dışında ise vasiyet kişi hakkında mendubdur. Aile halkına, Allah'tan korkmalarını, İslam üzere devam etmelerini, cenazesinde hiçbir münker işlememelerini tavsiye etmesi gerekir.


   


فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَٓا اِثْمُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يُبَدِّلُونَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۜ


181- “Kim de bunu (vasiyeti) işittikten sonra değiştirirse; onun günahı değiştirenlerindir. Şüphesiz ki Allah Sem'idir, Alim’dir.”


Vasî ve şahitler arasından "kim de bunu işittikten sonra değiştirecek olursa onun günahı onu değiştirenlerindir." değiştirmenin günahı sadece değiştirenlerin üzerinedir. Tam ecir ise vasiyyet edenindir. "Şüphe yok ki Allah Semi'dir, Alîm'dir.”



فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفًا اَوْ اِثْمًا فَاَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟


182- “Bununla birlikte kim vasiyet edenin haksızlığa meyilinden veya günaha girmesinden korkup (tarafların) arasını bulursa ona da bir günah yoktur. Şüphesiz ki Allah Ğafur’dur, Rahim’dir.”


Bununla birlikte” vasiyette üçte biri aşmak yahut hataen veya kasten bir mirasçıya vasiyet ettiği için "kim vasiyet edenin haksızlığa meylinden veya günaha girmesinden korkup da” işleri şeriatın gösterdiği yola göre yürütmek suretiyle" (Tarafların) aralarını bulursa, ona da bir günah yoktur, şüphesiz ki Allah Gafár'dur, Rahîm'dir."







Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar