Kadiri Yolu

 

Bakara Suresi 153-167. Ayetlerin Tefsiri

Bakara Suresi 153-167. Ayetlerin Tefsiri

Tarih: 12.03.2024

بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم

Bakara 153 ile 167 arasındaki ayetler birçok konuyu kapsar. Tefsiri yapılacak ayetlerin ilk anda önceki ayetlerle aralarında ilişki ve birbirine bağlayan tarafları görülmeyebilir. 153-167 dahil ayetler önceki ayetlerle alakalıdır. İman ehli ile diğer kesim arasındaki diyalogların yanısıra sebat sahibi olabilmek için bir takım desteklerin ve sebatı gerçekleştirici yardımların gelmesi şekilleniyordu. Kafirlerin ve zalimlerin müminlere karşı takınacakları tavra karşı Allah onlara “… artık onlardan korkmayın, yalnız benden korkun.” Bakara/150 Bu onların tavırlarına karşı denk bir tavırla karşılık vermeyi gerektiriyor. Ümmetin ne gibi tavırlar takınması gerektiği belirleniyor.



Bakara Suresi 153-167. Ayetlerin Tefsiri


 



يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ


153- “Ey iman edenler! Sabır ve namazla Allah'tan yardım isteyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir.”


Ey tevhid eri, sen her varlığın fani olacağını, onun tarafından yaratılmış varlığının da, Allah’ın ezeli ve ebedi olan varlığı yanında yok derecesinde olduğuna inanan iman ehli! Allah'ın rızasını kazanmak, sana keşiflerin açılması ve hakikatlere ulaşmanız için nefislerinizin hoşlanmadığı, size gelen belalara karşı sabrederek ve bütün uzuv ve organlarınızla Hakka yönelerek ondan sabırla ve namazla yardım dileyin. Sabırla namaza yönelmeniz benim rızamı kazanmanıza yardımcı olur. Ben sabredenlerle beraberim. Onlara yardım ederimi onları gözetir, yedirir, içiririm. Hadis-i Şerifte: Rasulullah (ﷺ)’ın herhangi bir sıkıntı ile karşı karşıya kaldığında namaza koşup sığındığı unutulmamalıdır. Bu ayeti kerimede de öne çıkan sabırdır. 


Büyüklerin söylemiş olduğu birkaç not aktaralım: 


Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem şöyle buyuruyor: “Sabır iki hususta olur; Allah rızası için nefislere ve bedenlere ağır dahi gelse Allah'ın sevdiği şeyler  üzerinde kalmak (sabretmek) hevalar çekişse dahi Allah'ın hoşlanmadığı şeylerden Allah için uzak kalarak sabır. Bu halde olan bir kimse, Allah'ın izniyle Allah'ın kendilerine selam vereceği sabredenlerdendir.


Said b. Cübeyir de şöyle söylemektedir: “Sabır kulun Allah'tan gelip kendisine isabet eden şeyi Allah'a itiraf etmesi ve sevabını ümit ederek bunun karşılığını yine ondan beklemesidir. Bazen kişi bir musibetle karşı karşıya kalır ve kendisi de oldukça metin olduğu halde onda sabırdan başka bir şey göremezsiniz.”  

                                                                                                                                                                                


وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ

                                                                                                                                                                                 

154 - “Allah yolunda öldürülenlere “Ölüler” demeyin.  Bilakis onlar diridirler, ama siz bilemezsiniz.”


Yüce Allah şehitlerin kendilerine ait berzahlarında diri olduklarını ve rızıklandırıldıklarını bize bildirmektedir. Rivayet edilen bir hadiste: şehitlerin ruhları cennette dilediği gibi uçan yeşil kuşların kursaklarındadır. Sonra bu kuşlar arşın altında asılı kandillerin yanına gelirler. Rabbin onlara bir kere gözükür ve şöyle der:

_ “Ne istiyorsunuz?” Onlar:

  • Rabbimiz, daha isteyebiliriz ki, yarattıklarından hiç kimseye verdiğin şeyleri bize vermiş bulunuyorsun, derler. Tekrar onlara aynı şeyi sorar. Bir şey istemeden bırakılmayacaklarını görünce şöyle diyecekler:

  • Bizi tekrar dünyaya geri çevirmeni ve tekrar senin yolunda bir daha öldürülünceye kadar çarpışmayı arzuluyoruz. Bu sözü söylemelerinin sebebi ise şehitliğin ecrini görmüş olmalarıdır. Buna karşılık yüce Rabbimiz onlara:

  • Ben onların üzerine tekrar dünyaya dönemeyeceklerini takdir etmiş bulunuyorum.” diye cevap verecektir.


Allah yolunda mücadele ederek can vermenin yüce bir mertebe olduğu aşikardır. Şehitler bedenlerine iade edilene kadar yeşil kuşların kursaklarında cennet nimetlerinden istifade edip orada dolaşacaklardır. Yerleri berzah olmasına rağmen diğer müminlerden sadece bu farkla ayrılacaklar. Mü’minler cennetteki yerlerini görecekler ve zamanı gelince makamlarına kavuşacaklardır. Şehidler ise berzah aleminde mekanlarını görüp onlardan istifade etmeye başlayacaklardır. Allah yolunda öldürülen kimsenin kul hakkı hariç her şeyi affedilir. Şehid öldürülürken hissettiği acı, sizden biriniz çimçiklenmekten hissettiği acı kadardır. İnsanların en üstün olanı Allah yolunda canıyla, malıyla cihad eden kişidir. Bu hadislerden derlenen bilgiler ışığında bakıldığında bu makama ulaşmak gösterişten ve başka bir amaç edinilmeden sadece Allah için yapılacak ihlaslı olan amellerle ulaşılır.


وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ

155- “Andolsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiklikle imtihan edeceğiz, sabredenlere müjdele.” 


İslam sabır ve şükürdür. Yeminle olsun ki, size ulaşacak olan düşmanlarınızdan biraz korku, biraz açlık kıtlık, rızık darlığı, fakirlik yada muhtaçlık durumu ile, mallarınızdan yana eksiklik yani davarlarınızın ölümü ve benzer hususlar ile mallarınızdan bir kısmı gidecek, canlardan eksilecek arkadaşlarınız, yakınlarınız, sevdiklerinizin bu sebeplerden veya düşmalarınız tarafından öldürülmesi, hastalık veya ihtiyarlıkla ayrılmalarıyla, mahsullerden yana eksiklikle imtihan edeceğiz. Bağlarınız hurma bahçeleriniz, ekinleriniz, adet üzere meyve vermemesi suretiyle bu imtihanlar gerçekleşecektir. Bazı alimler: ”Öyle ki bazı hurma ağaçları sadece bir tek hurma veriyordu.” Allah nasıl imtihan ederse etsin onlar sabrederlerse ecir kazanacaklar, sabretmeyip ümidini kesene ise cezası gelip isabet edecektir. Sabredenlere müjdele hitap Allah resulünedir. Ondan haber bekleyen herkese müjde vermesi içindir. 

  

اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ

156- “Ki onlara bir musibet gelip çattığı zaman: “Biz Allah içiniz ve yine ona döneceğiz” derler.” 


Ki onlara hoşlanmadıkları zorluklar gelip çattığı zaman; “Biz Allah içiniz ve yine O’na döneceğiz” derler.” Burada Allah’ın egemenliğinin mutlak olarak kabul edildiği, vakti gelince ölüp ona döndürüleceklerini, Allah’ın mülkünün bir parçası olduklarını bilerek kuvvetli bir teslimiyetle söylemektedirler.


Doğru yolu onlar bulurlar, bir musibet anında Allah’ın takdirine rıza gösterip O’na sığınarak boyun eğdikleri için hidayet onlara verilmiştir. Hz. Ömer (Ra.) Şöyle demiştir: “İki şeye karşı verilen iki şey ve ayrıca yapılan ilave ne kadar güzeldir.” Yani musibete karşı sabır göstererek istircada bulunmanın karşılığında verilen mağfiret ve rahmet ve ayrıca hidayete iletilmek ne kadar güzeldir denilmektedir. 


İmam Ahmed Ümmü Seleme'den rivayet etmektedir. Ümmü Seleme dedi ki:

-Bir gün Ebû Seleme (r.a.) Rasûlullah (ﷺ)'in huzurundan çıkıp yanıma geldi ve dedi ki:

-Bugün Allah Rasûlünden beni sevindiren bir söz işittim. Şöyle buyurdu: "Müslümanlardan herhangi bir kimseye bir musibet gelip çatar o da bu musibet esnasında istircâda bulunur, sonra da: Allah'ım bu musibetim dolayısıyla bana ecrimi ver ve onun yerine daha hayırlısını ihsan buyur, diyecek olursa Allah mutlaka onun bu

isteğini yerine getirecektir."

Ümmü Seleme devamla şöyle diyor:

-Ben bunu kendisinden ezberledim. Ebu Seleme vefat edince istircâ'da bulunarak: "Allah'ım bu musibetimin ecrini bana ver ve onun yerine benden daha hayırlısını ihsan buyur" dedim. Sonra da kendi kendime: Ebû Seleme'den daha iyisini ben nerede bulacağım, diye düşündüm. İddetim bitince Rasûlullah (ﷺ) içeri girmek üzere benden izin istedi. O sırada da bir deriyi tabaklamakta idim. Ellerimi tabaklamakta kullandığım otlardan yıkayarak içeri girmesine müsaade ettim. Ona içerisi hurma lifiyle doldurulmuş yüzü deriden bir yastık koydum. Üzerinde oturdu ve beni benden istedi. Sözlerini bitirdikten sonra şunları söyledim:

-Ey Allah'ın Rasûlü, senin gibi birisinin hanımı olmak istememek benim haddime düşmez. Fakat ben son derece kıskanç bir kadınım. Bu sebepten Allah'ın kensi dolayısıyla bana azab edeceği herhangi bir şeyi benden görmenden korkuyorum. Diğer taraftan ben yaşlanmış bir kadınım, ayrıca çoluk-çocuk sahibiyim de. Bunun üzerine Allah Rasûlü (ﷺ) şöyle buyurdu:

-Sözünü ettiğin kıskançlığı Allah senden giderecektir. Sözünü ettiğin yaşlanmaya gelince ben de aynı durumdayım. Çoluk çocuğuna gelince; senin çoluk çocuğun benim çoluk çocuğumdur,

Ümmü Seleme devamla şöyle dedi:

-Rasûlullah (ﷺ)'ın isteğini ve dediğini kabul ettim. Bunun üzerine, Rasûlullah (ﷺ) onunla evlendi. Daha sonra Ümmü Seleme şunları söyledi:

-Allah Ebû Seleme'nin yerine bana ondan daha hayırlısını (yani Rasûlullah’ı) nasib etti. Müslim'in Sahih'inde de bu anlamda bir hadis vardır.


İmam Ahmed ve İbn Mâce Hz. Hüseyin b. Ali'den, Peygamber (ﷺ)'den; dedi ki: Rasûlullah (ﷺ) buyurdu ki: "Herhangi bir musibete uğramış müslüman bir erkek veya müslüman bir kadın aradan uzun bir zaman geçmiş dahi olsa, bunu hatırladığı takdirde her hatırlaması için yeniden istircâ'da bulunacak olursa, mutlaka Allah tekrar ona ecrini tazeler ve bu musibete uğradığı günkü ecrin aynısını verir."


İmam Ahmed ve Tirmizî'nin -hasen-ğarîb kaydıyla- Ebû Mûsâ'dan şöyle dediğini rivâyet ederler: Rasûlullah (ﷺ) şöyle buyurdu:

"-Yüce Allah: Ey ölüm meleği, sen benim kulumun oğlunun ruhunu mu kabzettin? Onun göz nurunu, ciğerparesinin ruhunu mu kabzettin?" Ölüm meleği:

-Evet, der. Yüce Allah:

"-Peki ne söyledi?" (Ölüm Meleği) şöyle der:

-Sana hamdetti ve istircâ'da bulundu. Bunun üzerine yüce Allah şöyle

buyurur:

"-Cennette ona bir ev yapınız ve ona "Hamd Evi" adını veriniz."






اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ

157- “ İşte onlar için rableri tarafından mağfiret salavat ve rahmet vardır. Hidayete erenler de onlardır.” 


Allah kullarının üzerinde dilediği gibi tasarruf eder ve kıyamet günü O, zerre ağırlığınca hayrı boşa çıkarmaz, zerre ağırlığınca kötülükte karşılıksız kalmaz. Yüce Allah O’na döneceklerini itiraf edenlere karşılığında rahmeti (şevkat ve sevgi) vermiş, onları mağfirete ve  azaptan güvenliği olan hidayete kavuşturur. Doğru yol budur, bir musibet anında Allah’a istirca eden sabırsızlık göstermeyip Allah’a teslim olanlar hidayete erenlerdir.  


İslam safının hazırlanışı; zorluklarla, açlıkla, şehit olmakla, savaşla, korku, mallların eksilmesi, cana gelecek hastalık ve mahsullere gelecek zararla olacaktır. Bu zorluk pişmeyi ona tevvekkülü artırdığı gibi ondan gelende mağfirt ve ve rahmettir. Burada vaad ikdidar olun değil, ganimet değil, zafer vaad edilmiyor vaad edilen şehadetle gelen rahmet ve mağfirettir. Hedef beşeri arzulardan heva heveslerden kesilmek herşeyden soyutlanıp  Allah’a bağlanmak, yalnızca ona itaat ve Onun davası için herşeyden uzaklaşmak üzere her türlü şaibelerden onları soyutluyordu. Hedef ve gaye Allah’ın rızasınan, mağfiretinden, rahmetinden ve kendilerinin hidayet bulanlardan olduklarına dair şahitliğinden başka birşeye göz dikmeden yollarına devam etmek. İşe tatlı olanda budur. 


Bu eğitim şekli ilahi metoddur. Akıllara durgunluk versede müslümanların saflarını kuvvetli kılan da bu metoddur. Sadece Zatı ve kendi davası, kendi dini için, bütün insanlık arasından seçmek istediği kimseleri eğitmek celalle cemalle eğitmek böyledir yol ona götürür şükür ve sabırlı olmak gerekir.


 

اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِۚ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَاۜ وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًاۙ فَاِنَّ اللّٰهَ شَاكِرٌ عَل۪يمٌ

158- “Şüphesiz ki Safa ile Merve Allah'ın şeari(nişaneleri)ndendir. Artık kim ki hac ve umre niyetiyle Ka’be'yi ziyaret ederse, bunlar arasında tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Kim de kendiliğinden iyilik yaparsa şüphesiz ki Allah Şakir ve Alim’dir.” 


Safa ve Merve tepeleri Allahın kulları için bir alamet ve işarettir. Allahın kulları bu tepelerin yanında iken O’nun ismi anar ve orada say yaparak ibadet ederler. O kişi Yüce Allah’tan kalbine hidayet üzere eylemesini, istenmeyen hallerinin düzelmesini, günahlarının bağışlanmasını, fakrını ve zilletini hatırına getirmesi kendisi için bu eksikliklerden kurtulmak için Allah’a sığınmalıdır. Allah’ın sıratı müstakime iletmesi ve dini üzere ayaklarını sabit kılmsını, kemalata ulaştırmasını, dosdoğru yol üzere yürürken sapımaması için bolca dua etmelidir. Denilir ki, cahiliye döneminde bu iki tepe üzerinde karşılıklı iki put varmış. Safa tepesinde bulunan putun ismi “İs’af” merve tepesinde bulunan putunda ismi “Naile” müşrikler bu putları ziyaret ederlerdi. İslam’ın nurlu güneşi o putları eritti yok etti ve oralar bu pisliklerden temizlendi. İki putun bu tepelerde daha önceden bulunması tevhidi yapı sahip müminlerde say etmede terettüt oluşturdu. Bu ayet nazil olduktan sonra iki tepe arasında say yapmanın mahzurlu olmayacağı netleşti. 


Bu ayetle ilgili Nüzul sebebi:


Katade, Urve b. Zübeyr ve Hazret-i Âişeden Rivâyet edilmiştir. Bu hususta Urve b. Zübeyr diyor ki: "Ben bu âyeti okudum ve Âişe'ye dedim ki: "Vallahi Safa ile Merve arasında sa'y yapmayan için de bir mahzur yoktur." Bunun üzerine Âişe şöyle dedi: "Bacımın oğlu ne kötü bir söz söyledin. Eğer bu âyet, senin yorumladığın gibi olsaydı: "Safa ile Merve'yi tavaf etmemekte bir mahzur yoktur." şeklinde olması icabederdi. Halbuki âyet, "Safa ile Merve'yi tavaf etmekte bir mahzur yoktur." şeklindedir.


Bu âyet, Müslüman olmadan önce Müşellelde bulunan "Menat" putunu Hac yapmaya girişen Ensar hakkında nazil olmuştur. Zira, Menat putunu Haccetmeye giriştikten sonra Safa ile Merve arasında sa'y yapmayı mahzurlu görmüyorlardı. Ensar Müslüman olduktan sonra Resûlüllah'tan bunu sordular ve dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, biz, Safa ile Merve arasında sa'y yapmayı sakıncalı görüyorduk. Bu hususta ne dersin?" İşte bunun üzerine Allahü teâlâ: "Şüphesiz ki Safa ile Merve, Allah'ın alâmetlerindendir..." Kim Hac için Kâbeyi ziyaret eder veya umre yaparsa Safa ile Merve'yi tavaf etmesinde bir mahzur yoktur..." âyetini indirdi. Âişe devamla dedi ki: "Sonra Resûlüllah bu ikisinin arasında bizzat tavaf yaptı. Artık o ikisinin arasında tavafı terk etmeye kimsenin hakkı yoktur. Bkz. Ebû Davud, K. ci-Menasik, bab: 56, Hadis No: 1901


Âişe (devamla) şöyle dedi:

- Sonra Rasûlullah (s.a.) aralarında tavaf (sa'y) etmeyi sünnet kıldı. Artık hiç kimse onlar arasında tavafı terk edemez." Bu hadisi Buhârî ve Müslim Sahîh'lerinde rivâyet etmişlerdir.


Zührî'den gelen bir rivâyette de şöyle denilmektedir: Zührî dedi ki: Ben bu hadisi Ebû Bekr b. Abdirrahmân b. El Hâris b. Hişâm'a naklettim de şunları söyledi:

- Ben bu ilmi (hadisi) daha önceden işitmiş değildim. Ben yakınlarımdan bazı kimselerin şöyle dediklerini duydum: Insanlar -Âişe'nin zikrettikleri müstesnâ- şöyle diyorlarmış: Bizim bu iki taş arasında tavaf etmemiz câhiliyye işlerindendir. Ensâr'dan olan başkaları da şöyle demiş: Biz Ka'be'yi tavaf etmekle emrolunduk, ama

Safâ ile Merve arasında tavâf etmekle emrolunmadık. İşte bunun üzerine yüce Allah: "Şüphesiz ki Safâ ile Merve Allah'ın şeâirindendir" buyruğunu indirdi." Ebû Bekr b. Abdirrahmân devamla dedi ki: "Herhalde bu âyet bunlar hakkında da berikiler hakkında da inmiş olmalıdır."


Buhârî de şu rivayeti kaydeder: Asım b. Süleyman'dan dedi ki: Ben Enes'e Safâ ile Merve hakkında sordum da şunları söyledi:

- Bunların (arasında sa'y'in) câhiliye işi olduğu görüşünde idik. İslâm gelince onlar arasında sa'y etmeyi bıraktık. Bunun üzerine yüce Allah: "Şüphesiz ki Safâ ile Merve Allah'ın şeâirindendir." buyruğunu indirdi.


Sahih-i Müslim'de, Hz. Câbir'den rivâyet edilen uzunca bir hadiste şunlarda söylenmektedir: Rasûlullah (s.a.) Beytullah'ı tavafı bitirdikten sonra tekrar Rükn-i Hacerî'ye dönüp istilâm etti, ondan sonra Safâ kapısından; "Şüphesiz ki Safâ ile Merve Allah'ın şeâirindendir." âyetini okuyarak çıktı. Sonra da: "Allah'ın (âyette) zikriyle başladığına ben de (tavaf ile) başlıyorum." 


Nesaî'den rivâyetinde ise; "Allah'ın başladığı ile siz de başlayınız" şeklindedir.


İmam Ahmed Safiyye bint Şeybe'den o da Habîbe bint Ebî Tecrât'tan dedi ki: Rasûlullah (s.a.)'ı Safâ ile Merve arasında tavaf ederken gördüm. Diğer halk onun önünde o da onların arkasından sa'y ediyordu. Sa'yinin hızından ihrâmı etrafına dolanıyor ve diz kapağını görüyordum. Bu arada: "Sa'y ediniz çünkü Allah üzerinize sa'y yazmıştır" buyuruyordu.


Bundan sonra İmam Ahmed bu hadisi şu şekilde rivayet eder: Safiyye bint Seybe'den: Kadının biri kendisine Peygamber (s.a.)'i Safa ile Merve arasında sa'y ederken: "Üzerinize sa'y etmek yazıldı, o bakımdan sa'y ediniz" dediğini işittiğini bildirmiştir.


İbn Kesir bu hadis-i şerifi, Safa ile Merve arasında sa'y etmeyi haccın rükünlerinden kabul edenlerin görüşünün bir delili olarak değerlendirmiştir. Nitekim Imam Şâfiî ve onun görüşünü paylaşanlar bu kanaattedir. Imam Ahmed'den gelen bir rivâyetle Imam Mâlik'den meşhûr olarak gelen rivayet de bu şekildedir.

Rükün olmayıp vâcip olduğu da söylenmiştir. Kasten yada sehven terkettiği takdirde bir kurban keserek bunu telâfi eder. Aynı zamanda bu, Imam Ahmed'den gelen bir rivâyettir ve bir kısım fukaha da bu görüştedir.


Sa'y'ın müstehab olduğu da söylenmiştir. Ebû Hanîfe, Sevri, Şa'bi ve İbn Sirîn bu kanaattedir. Enes, Ibn Ömer ve Ibn Abbâs'dan da rivayet edilmiştir. Imam Malik'ten "el-Atebiyye" de de bu rivâyet zikredilmektedir.


Kurtubî şöyle diyor: "(Böyle diyenler) yüce Allah'ın: "Kim de kendiliğinden iyilik yaparsa" buyruğunu delil göstermişlerdir. Ancak, birinci görüş tercihe şayandır, çünkü Rasûlullah (s.a.)'a her ikisi arasında sa'y ederek; "Hac menâsikinizi benden öğreniniz" diye buyurmuştur. O halde Rasûlullah (s.a.) o haccında her neyi

yapmışsa vacibdir ve mutlaka hac esnasında -delil ile istisnâ edilen müstesnâ- mutlaka yapılmalıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Hz. Peygamber'in "Sa'y ediniz çünkü üzerinize Allah Sa'y'i yazmıştır" buyruğu ise az önce geçmişti."


Konu ile ilgili olarak şunları eklemekte fayda var: Hanefî mezhebinde fetvâya esas olan görüş hacda Safâ ile Merve arasında sa'y etmenin vacip olduğu şeklindedir. İbn Kesîr'in Ebû Hanife'den müstehab olduğuna dair yaptığı nakil mezhepteki zayıf bir görüş olmalıdır.


Yüce Allah'ın: "Artık kim hac veya umre niyetiyle Ka'beyi ziyaret ederse

bunlar arasında tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur." buyruğundan; Safâ ile Merve arasında sa'y etmenin bağımsız bir ibadet olmayıp hac ve umre ile ilişkili bir ibadet olduğunu anlamaktayız.

Umre, ihram ve Beytullah etrafında tavâf, Safa ile Merve arasında sa'y etmekten ibarettir. Hacca gelince Hanefi mezhebine göre rükünleri: İhram, Zilhiccenin dokuzuncu gününün öğlesi ile onuncu gününün fecri arasında bir an dahi Arafat'ta vakfe ve ifâde tavafıdır. Bunun dışındaki menâsik onlara göre ya vacibdir yahut da sünnettir. Herhangi bir tavaftan sonra sa'y eden bir kimse, sa'y vacibini gerçekleştirmiş olur, değilse rükün tavafı olan ifâda tavafından sonra sa'y etmesi gerekir.


Kurtubi şöyle demektedir: "Herhangi bir özür sebebiyle olmadığı sürece bir kimsenin Beytullah'ı binmek üzerinde tavaf etmesi ve Safâ ile Merve arasında sa'y etmesi caiz değildir. Eğer bir özür sebebiyle bu şekilde tavaf edecek olursa bir kurban kesmesi gerekir özürsüz olarak tavaf ederse eğer beytin yakınında ise tavafını iade eder, değilse bir hedy kurbanı keser. 


   


اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَۙ

159- “İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti, kitapta insanlara açıkça beyan ettikten sonra gizleyenlere; muhakkak ki onlara Allah lanet eder ve lanet edici olanlarda lanet eder.”


İndirilen tevrat ve incilde bulunanlar yeni inen kitabın ve peygamberin delilleri açıklanıp izah edilmesine rağmen Hz. Muhammed ve getirdiği din hakkında açık bilgileri saklayanlar Allah rahmetinden uzaklaştırır ve melekler, müminler de onlara lanet eder. Bu gerçeği saklayan yahudi ve hristiyan alimleridir. Daha önce geçmekte olan ayetlerde bu konuya değinmiştik gizledikleri bilgiler nedeni ile lanete uğratıldılar. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem yüce Allah'ın ve onlara lanet edici olanlar ve lanet eder buyruğu hakkında bunlar yeryüzünün haşerat ve diğer canlı hayvanlarıdır buyurdu.                                                                                                                                           


اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُو۬لٰٓئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْۚ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ


160-”Ancak tövbe edenler, ıslah edenler ve (gerçeği) açıklayanlar müstesna. Ben onların tevbelerini kabul ederim. (Çünkü) Ben Tevvab’ım Rahim’im.”



Ayetleri gizlemekten ve imanı reddetmekten vazgeçerek, daha önce müfsid olan hallerini düzeltmek ve yaptıkları kusurları telafi etmek suretiyle ıslah ederler ve gizledikleri gerçekleri açıklayanlar müstesna İşte onların tevbelerini kabul ederim çünkü ben tevabım rahimim. 


Ebû Hureyre diyor ki: "Benim hakkımda "Ne kadar çok hadis Rivâyet ediyor." diyorlar. Eğer Allahü teâlânın kitabında, ilmi gizlemeyi yasaklayan bu iki âyet olmasaydı hiçbir hadis Rivâyet etmezdim." Bkz. Buhari, K. el-İlm, bab: 42, K. el-Hars, bab: 21,

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ

161- “Gerçekten inkar edip kafir olarak ölenler; (var ya) işte Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üstündedir.”

Allah'ı inkar ölünceye kadar küfür üzere devam eden kimsenin üzerinde Allah'ın meleklerinin ve bütün insanların lanetin olacağını Kıyamet gününe kadar ebedi bu lanette kalacakları bildiriliyor. Ayrıca kendilerinden azap hafifletilmeyecek olan cehennem ateşinde de bu lanetle birlikte olacakları lanetin eksilmeyeceği azaba ara verilmeyeceği değişiklik olmayacağı ve sonraya da bırakılmayacağı aksine bu asabın kesintisiz ve sürekli olacağı bildirilmektedir. Müslüman olsalardı bu lanet üzerlerinden kaldırılacaktı. Zira İslam kendisinden önceki küfrü ortadan kaldırır ve yıkar. Kafirlere lanet okuma hususunda dikkatli olunması gerekmektedir. Bizler gibi kafirlerde bulundukları inanç üzere ölünceye kadar kalıp kalmayacaklarını biz bilemeyiz. Belirli bir kafire lanet edilmesi tercih edilmeden Allah’a havale edilerek dua edilmesi daha uygun bir tercihtir. 




خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ

162- “Onun için de temelli kalacaklardır. Onlardan ne azab hafifletilir ne de onlara mühlet verilir.” 

Onlar kendilerini cehenneme sokacak o lanetin içerisinde ebedi olarak kalacaklardır azapları daimi ve ebedidir hafifletilmez ve Hiç kesintiye uğratılmaz onlara ileri sürecekleri bir mazeretten dolayı  mühlet de verilmez.  


وَاِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ۟

163- “İlahınız bir tek ilahtır. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O’dur Rahman, Rahim.” 


İbadet edilmeye layık olan ilahınız tek bir ilahtır. Ondan başka ilah yoktur. Ondan gayrısına ibadet etmeyin ona bir başka şeyi eş koşmayın. Çünkü onun misli ve benzeri yoktur. O çok merhamet edendir ve çok bağışlayandır.


İbni Kesir şöyle diyor Şermin avşet Esma Bin Yezid bin eş sekenden Resulullah şöyle buyurmuştur Allah'ın ismi azam'ı bu iki ayettir ilahınız bir tek ilahtır ondan başka ilah yoktur odur Rahman Rahim ve ikinci olarak Elif Lam Mim Allah odur ki kendisinden başka ilah yoktur haydır kayyumdur.


Şöyle söylemektedir Yüce Allah hakkın gizlenmesini yasaklayınca açıklanması gereken de gizlenmeyecek olan ilk gerçeğin Tevhid olduğunu beyan etmektedir. Bunun hemen arkasından delilini düşünerek bunu bilmeyi öğreten ayeti zikretmiştir. Bunun delili ve yolu ise yaratmanın akıllara hayret veren güzellikleri üzerinde düşünmektir. Böylelikle bütün bunları yapmanın kendisine hiçbir şeyin benzemediği bir failin olduğu bilinebilsin. 



اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّت۪ي تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ مَٓاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍۖ وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

164- “Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde, insanlara yararlı şeyleri denizde taşıyan gemilerde, Allah'ın gökten indirip, yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her tür canlıyı yerde yaymasında, rüzgarların değiştirilmesinde, gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutta elbette düşünen bir kavim için ayetler vardır.”

Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında daha önceden yapılmış bir benzeri olmaksızın meydana getirilmesinde, birbirinin zıttı olan gece ve gündüzün birbirlerini takip etmelerinde, gece gidince gündüzün, gündüz gidince gecenin gelmesinde, insanlığın faydasına olan şeylerle denizlerde yüzen ağır yüklü gemilerde, yeryüzü kuraklaştıktan sonra Allah'ın gökten yağmur indirip onunla insanlar için yiyecek, hayvanlar içinde yem olmak üzere yerden bitkiler çıkartmasında, insan ve hayvanlardan her canlıyı yeryüzünde muhtelif yerlere dağıtmasında, rüzgarı bazen aşılayıcı, bazen bulutları sürükleyici, bazen de her şeyi alt üst eden bir rüzgar olarak çeşitli yönlere çevirmesinde, sizin ve hayvanlarınızın hayat kaynağı olan yağmuru taşıyan bulutları çeşitli yönlere sevk etmesinde, bütün bunlarda aklını kullanan ve Allah'ın birliğini gösteren delilleri anlayanlar için, yaratanın tek bir ilah olduğuna dair alamet ve deliller vardır. 

Bu ayetleri ancak akıl sahipleri idrak eder kibir ya da inatları Dolayısıyla aklın kanunlarını işletemeyen kimseler ise bu ayetleri idrak edemezler. 

Ata b. Ebû Rebaha göre Âyet-i kerime’nin nüzul sebebi şudur: Resûlüllah, müşriklere, Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığını ve Allah'ın tek bir ilâh olduğunu bildirince onlar: "Allah'ın bir olduğuna dair delil nedir? Biz bunu inkâr ediyoruz. Biz, bir'den çok ilahımız olduğunu söylüyoruz." dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti, putlara tapan müşriklere karşı Resûlüllah'a bir delil olması için indirdi. Zira âyet, Allah'tan başka tapılan putların hiçbir şey yapamadıklarını, Allahü teâlâınn ise âyette zikredilen her şeyi yaptığnı beyan ediyor ve böylece müşrikleri susturuyor.

Ebud Derda ve Said b. Cübeyr'e göre ise âyet-i kerime’nin nüzul sebebi, müşriklerin, Resûlüllah'tan bir mucize istemeleridir. Allahü teâlâ onlara, gelip geçici olan bir mucizeyi gönderme yerine devamlı kalan ve akl-ı selimlere hitap edip ikna eden bu âyet-i kerime’yi göndermiştir ki düşünsünler ve şirklerinden vazgeçsinler. Bu hususta Said b. Cübeyr diyor ki: "Kureyş müşrikleri, Yahudilere "Bize Mûsa'nın getirdiği mucizeleri anlatır mısınız?" dediler. Yahudiler de onlara Hazret-i Mûsanın asasını ve beyaz el mucizesini anlattılar. Kureyş müşrikleri, Hıristiyanlara da, Hazret-i İsa'nın getirdiği mucizeleri sordular. Hıristiyanlar da onlara, Hazret-i İsa'nın, körleri ve alaca hastalığını yakalananları iyileştirdiğini, Allah'ın izniyle ölüleri dirilttiğini anlattılar. Kureyş müşrikleri bu defa da Resûlüllah'a: "Allah'a dua et de Safa tepesini bizim için altın yapsın ve düşmanlara karşı güçlenmiş olalım." dediler. Bunun üzerine Resûlüllah da rabbinden bunu istedi. Allahü teâlâ da ona: "Ben onlara istediklerini verir, Safa tepesini altın yaparım fakat artık ondan sonra da yalanlamalarına devam edecek olurlarsa ben onları, âlemlerden kimseyi uğratmadığını bir azaba uğratırım" buyurdu. Resûlüllah da: "Kavmimi bana bağışla da ben onları gün be gün davet edeyim." dedi. İşte bunun üzerine Allahü teâlâ bu Âyet-i kerime’yi indirdi. Bu âyette zikredilen hususlar, Resûlüllah'a güveni sağlama bakımından. Safa tepesinin altına dönüşmesinden daha büyük ve daha etkilidir.







وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّٰهِۜ وَلَوْ يَرَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَۙ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعًاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعَذَابِ


165- “İnsanlardan kimi de, Allah'tan başkasını ona emsal edinir; Allah'ı sever gibi onu severler. İman edenlerin Allah sevgisi ise en fazladır. Zulmedenler azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın pek çetin azabı bulunduğunu keşke bilselerdi.” 



İnsanlardan bazı ahmak olanlar vardır, cehaleti o kadar ileri dereceye vardırmışlardır ki başkanlarını, reislerini, müminlerin Allah’ı tazim edip Ona boyun eğdikleri ve sevdikleri gibi, şirk koştukları heykelleri ve nesneleri vardır. Müminlerin Allah sevgisi onlarların sahte ilahlarına duydukları sevgi ile kıyaslanamaz ve birde değildir. Müminler Allah’ı daha fazla severler onun rızasını ararlar ve adını her daim zikretmekle ona karşı olan sevgilerini daima diri ve artırarak taze tutarlar. 


Allahtan başkalarını Allah’a emsal edinip şirk koşanlar, bunun nefislerine büyük bir zülüm etmiş olurlar. Onlar kıyamet günü Allah’ın azabının çok şiddetli olacağını göreceklerdir. İşte o zaman bütün gücün tek Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının  şiddetli elem verici olduğunu görecekler. 


Şirk işleyenler, herşeyin sevabını ve cezasını verecek olanın Allah olduğunu bilseler; Kıyamet günü görecekleri azabı ve bu azabın şiddetini bilselerdi onlarda bu davranış ve tutumlar görülmezdi. 


Allah’a eş (ortak) koşmak büyük günahlardandır. Abdullah b. Mesud’dan şu hadis rivayet edilmektedir: Abdullah b. Mesud diyor ki: “Resullahtan, “Allah katında en büyük günah nedir?” diye sordum. Resulullah: “Kendini yaratan Allah’a ortak koşmandır.” buyurdu. Deddim ki: “Şüphesiz ki bu, büyük günahtır. Peki ondan sonra hangisidir? dedim. Büyürdu ki: “Seninle birlikte yemek yiyeceğinden korkarak çocuğunu öldürmendir.” sonra hangisidir? diye sordum. Resulullah: “Komşunun karısıyla zina etmendir.2 diye cevap verdi. (Buhari, K.Tefsir el-Kur’an sure 2, bab:3, Sure,25, bab:2/Müslim hadis no: 86)


Bir not: 


İmanın açık ve büyük gereklerinden bir tanesi Allah sevgisidir. Allah sevgisi ise onun nimetlerinin şuuruna varmanın bir eseridir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah'ı üzerinize kesintisiz olarak saldığı nimetleri dolayısıyla seviniz…”


Kalp bu nimetleri ancak hastalıklardan kurtulduğu zaman hissedebilir. Kıskançlık, kibir, nifak ve benzeri emmare nefsin hastalıkları buna etki eder, Bu bakımdan Allah'a doğru yol alışın zirvesi Allah sevgisi olmuştur. Bunun yolu ise farzlara ve nafilelere devam etmek suretiyle Allah'a çok zikretmek taat ve ibadet içerisinde kalmakla olur. “Kendisine, farz kıldığım şeylerden daha çok sevdiğim hiçbir şey ile kulum bana yaklaşabilmiş değildir. Kulumun kendisini sevinceye kadar nafilelerle bana yaklaşıp durur.”

Allah o kulu sevdi mi ona bu sevgiyi hissettirebileceği şeyler de ihsan eder: “Ve ben onu sevince kendisiyle işittiği kulağı, kendisiyle gördüğü gözü, yakaladığı eli, kendisiyle yürüdüğü ayağı olurum. Benden dilerse mutlaka veririm, bana sığınırsa mutlaka himaye ederim.”

İşte o vakit kalp ancak ehli tarafından bilinen şekilde Allah sevgisi ile dolup taşar.


اِذْ تَبَرَّاَ الَّذ۪ينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا وَرَاَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْاَسْبَابُ

166- “O zaman uyulanlar, uyanlardan uzaklaşmış ve azabı görmüş olacaklar. Aralarındaki bütün bağlar da kopmuştur.” 



Kendilerine uyulan ileri gelen başkanlar, resilerden dünyada sapkınlıklarına uydukları bu yapıdan uzaklaşacaklar, ahiret azabı bizzat gözleriyle görecekler, bunların dünyada tabi olduklarıyla aralarındaki bağlar ve her türlü alakaları kesilecektir. Dostluk, sevgi, akrabalık, şefkat, aynı din, aynı mezhep, aynı istikamet gibi aralarında birleştirici sebeplerle aralarında oluşan muhabbet onlara ahirette hiçbir fayda sağlamayacaktır. Bağların tümü kopmuş olacaktır.




وَقَالَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا لَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّاَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّؤُ۫ا مِنَّاۜ كَذٰلِكَ يُر۪يهِمُ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْۜ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنَ النَّارِ۟


167- “Uyanlar dediler ki: “Bizim için (dünyaya) bir dönüş olsaydı da, şimdi bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşsaydık.”  Böylece onların bütün yaptıklarını Allah hasretler halinde kendilerine gösterecektir ve onlar ateşten çıkacak değildirler.” 


Bağları kopmuş olanlar bizim için dünya’ya bir dönüş olsaydı da şimdi bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık. Sapkınlıklarından kötülükte önder olmalarıyla açtıkları taşkınlıklardan uzaklaşabilseydik. Uyduklarının Allah’ın katında hiçbir itibarlarının olmadıklarını gören uyanlar onlar için yaptıkları ameller, uyanlara hasret ve pişmanlık halinde görünecektir. Onlara lanet okuyacaklar, yaptıkları ameller kendilerine üzüntü kaynağı olacak ve cehenneme sevk edilecekler ve ateşten çıkarılmayacaklardır. Orada ebedi olarak kalacaklardır.



Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar