Kadiri Yolu

Bakara Suresi 183-195. Ayetlerin Tefsiri

 Bakara Suresi 183-195. Ayetlerin Tefsiri

Tarih: 26.03.2024

بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم

 Bakara Suresi 183-195. Ayetlerin Tefsiri


يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ


183- “Ey iman edenler sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de oruç farz kılındı. Ta ki takva sahibi olasınız.”


Şanı yüce Allah’a ibadet, kişiyi takvaya götüren bir yoldur. Oruç da takvaya ulaştıran yolların birincisidir. Oruç İslam'ın rükünlerinden birisi kılınmıştır. Hz. Adem’den size gelinceye kadar sizden önceki peygamberlerin ümmetlerine farz kılındığı gibi oruç tutmak size farz kılındı. Allah’a isyan gerektirecek hususlardan uzak kalmak suretiyle Allah’tan gereğince korkasınız. Çünkü oruç her şeyden çok nefsi zapt eder, her şeyden çok kötülüğe düşmekten alıkoyar. Çünkü oruç takva sahiplerinin şiarıdır. Oruç nefisleri arındırmakta, temizlemekte, düşüklük ve seviyesizlikten uzaklaştırır. Üzerinize farz kılınış hikmeti, takvaya ulaşmaktır. Ramazanda orucunu tuttuğu halde yine de takva elde edememiş ise, bu kimse kusurlu demektir. Oruç da hatalı nefsi güdüleri tehlikeli şekillerden alıkoymak içindir. Oruç şeytanın girebileceği yolları daraltmaktadır. 


Buhari ve müslim'de geçen bir hadiste: “Ey gençler topluluğu, sizden evlenebilecek olan kimse evlensin. Çünkü bu, gözü daha çok haramdan korur hem de kişinin ırzını daha iyi muhafaza eder. Evlenme gücüne sahip olamayan kimse ise oruç tutsun. Çünkü oruç onu şehvetten keser.” 



اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ


184- “Sayılı günler olarak, sizden kim hasta veya seferde olursa tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde; gücü yetmeyenler de bir yoksul doyumu (fidye verir). Bununla beraber kim gönüllü olarak iyilik yaparsa bu kendisi için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.”


Oruç sayılı günler olan ramazan ayında üzerinize farz kılındı. O günlerde hasta olur veya yolculukta bulunursa, hastalığı veya yolculuğu sırasında tutamadığı günler sayısınca ramazan ayının dışında başka günlerde oruç tutar. Oruç tutmaya takati yetmeyenlere ise her gün için bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermek gerekir. Kim kendi isteğiyle fazladan hayır yapar da, fakiri doyurmanın üzerine bir şey ilave ederse, yahut hem oruç tutar hem de fidye verirse bu onun için daha hayırlıdır. Eğer orucun faziletini bilseniz, yolculuk ve hastalık hallerinde ruhsatlı olduğunuz halde Ramazan orucu tutmanız yemenizden, mazeret halinde de oruç tutmanız fidye vermenizden daha hayırlıdır. 


Bedeni hastalıkların şifa bulmasında, ruhi hastalıkların şifa bulmasında orucun olumlu tesirleri ne kadar da çoktur! Hastalar üzerinde bu konuda deney yapmış birçok doktorun pek çok eser ve makalesi vardır.


شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ


185- “Ramazan ayı öyle bir aydır ki insanlara doğru yolu gösteren hak ile batıl ayıran Kur'an o ayda indirilmiştir. Sizden her kim ayı görürse oruç tutsun. Kim de hasta olur veya seferde bulunursa tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde (o kadar oruç tutsun) Allah sizin için kolaylık ister güçlük istemez. Bu sayıyı tamamlamanız, size hidayet ihsan etmiş olduğundan dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diyedir ve umulur ki şükredersiniz.”


Ramazan ayında oruç farz olması ve Kur’an’ın indirilmeye başlamasıyla bu ayı meth etmektedir. Kur’an’ın indirilmeye başlandığı bu ayın içinde kadir gecesi mevcuttur. Bin aydan hayırlı bir gece. Kur’an üzerinde düşünenlere rabbim apaçık deliller sunar. Bu deliller onun getirmiş olduğu ve dalalete aykırı, sapıklığa ters düşen hidayet ve doğruluğun ne derece sıhhatli olduğunu göstermektedir. Bu Kur'an hak ile batılı, helal ile haramı birbirinden ayırt etmektedir. 


İbni Kesir şöyle ifade eder: “Suhuf, Tevrat, Zebur ve İncil'in her biri kendi peygamberlerine bir defada topluca indirilmiştir. Kur'an-ı Kerim ise topluca dünya semasındaki Beytülizze'ye (Beytülizze’nin mahiyeti hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır.) indirilmiş ve bu, ramazan ayında Kadir gecesine gerçekleşmiş idi… Bundan sonra parça parça vakıalara göre Cebrail (as.) tarafından peygamber efendimiz (ﷺ)'e indirilmiştir. 


İbn Abbas şöyle demiştir: “Kur’an ‘zikir makamı’ndan (levh-i mahfûz) alındı, dünya semasındaki beytülizzeye kondu. Cibrîl de onu Peygamber’e indirir ve ağır ağır okurdu” (bk. İbn Ebû Şeybe, VI, 144; Hâkim, II, 223). Hâkim bu rivayeti zikrettikten sonra isnadının sahih olduğunu kaydetmiş, Zerkeşî, Zehebî ve Süyûtî gibi bazı âlimler de beytülizzeden söz eden bu ve benzeri bazı rivayetler için aynı değerlendirmeyi yapmışlardır.

Beytülizze tasavvuf terimi olarak Hak’ta fâni olma halinde cem‘ makamına vâsıl olan kalp demektir (Tehânevî, I, 111).

İmam Ahmed, Vasile b. el-Aska’dan rivayet ediyor: Resulullah (ﷺ) şöyle buyurdu: “İbrahim'in sahifeleri Ramazan'ın ilk gecesi indirildi. Tevrat Ramazan'da altıncı geceden sonra yedinci gece indirildi. İncil Ramazan'da onüçüncü geceden sonra ondördüncü gece indirildi. Allah Kur'an'ı Kerim'i Ramazan'da yirmi dördüncü gece sonra yirmi beşinci gece indirdi.” 


“Sizden her kim ayı görürse oruç tutsun” Her kim Ramazan ayında hazır ve mukim olursa o ayı oruçla geçirsin ve orucu terk etmesin. Bu ayeti kerime kişinin hastalıksız ve mukim olduğu halde orucunu açıp fidye ödeyebileceği şeklindeki mübahlık hükmünü nesh etmektedir. Artık oruç, kesinlikle kazanmış olduğundan dolayı, daha önce geçtiği üzere kaza etmek şartıyla hasta ve yolcunun oruç açabileceği ruhsatını da tekrar zikretmiştir ki, bunun nesh olunmamış olduğu bilinsin. 


Bu sebeple şöyle buyurmuştur: “Kim hasta olur veya seferde bulunursa tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde (o kadar oruç tutsun).”  


Bu orucu birbiri ardınca tutmak isterse tutar veya dilerse aralıklarla tutabilir peş peşe tutulması ramazan ayında farziyetinden dolayı sıralı olarak eda edilmesi zorunludur. 


Hanefi mezhebi alimleri yolcunun oruç tutması hususunda birlikte hareket etmiş olduğu kimselerin durumuna göre tercihini kullanması hususunda fetva vermişlerdir yalnız başına hareket halinde ise eğer yaptığı yolculuk kendisine zarar verecek şekilde ise tutmaması daha sonra tutması uygundur fetvasına eklemişlerdir. 


İmam Şafi'ye göre: “Yolculukta oruç tutmak açmaktan daha faziletlidir.” ifadesi kullanılmaktadır.


İmam Ahmet Rasulullah (ﷺ)’in şöyle buyurduğu rivayet etmiştir: “Dininizin (çeşitli müsaadelerinin bulunduğu hususlarda) en hayırlısı en kolay olanıdır. Dininizin en hayırlısı en kolay olanıdır.”


Buhari ve Müslim’de şöyle bir rivayet vardır. Hz Peygamber (ﷺ) şöyle buyurmuştur: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Sükunet veriniz, ürkütüp kaçırmayınız.” sünnet ve müsnetlerde Resulullah (ﷺ)'ın şöyle buyurduğu da rivayet edilmektedir. “Ben müsamahalı haniflik ile gönderilmiş bulunuyorum” buyurmuşlardır. 


“Allah sizin için kolaylık ister güçlük istemez.” Yolculukta ve hastalık halinde oruç açmayı mubah kılmakla bu ortaya çıkmıştır. 


“Bu sayıyı tamamlamanız, size hidayet ihsan etmiş olduğundan dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diyedir.” Allah'ın size kaza orucu tutmanızı emretmesi, Ramazan ayının oruç günlerinin sayısını tamamlamanız ve ibadetinizi bitirdiğiniz vakit de Allah'ı, sizi her konuda ve bu arada oruç hususunda da dosdoğru yoluna hidayet etmiş olduğuna karşılık zikredesiniz, onu tazim edesiniz diye. 


“Ve umulur ki şükredersiniz.” Yüce Allah'ın size emretmiş olduğu farzlarını eda etmek, haramlarını terk etmek, hudutlarını muhafaza etmek suretiyle, O’na itaati gereğince yerine getirdiğiniz takdirde, olur ki bununla şükredenlerden olursunuz. 



وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ي وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ


186- “Kullarım sana beni sorarsa, şüphesiz ki ben çok yakınım. Bana dua edince Ben, o dua edenin duasına karşılık veririm. Öyleyse onlar da benim davetime icabet etsinler, Bana iman etsinler ki doğru yola ulaşmış olalar.”


Kullarım Benim nerede olduğumu sorarlarsa bilsinler ki ben onlara çok yakınım onların dualarını işitir ve onlardan dua edenin duasına dua ettiği anda cevap veririm. Öyleyse bana iman etsinler ve bana itaat etsinler ki onlara sevap ve ikramlarımı bol bol vereyim. Öylece doğru yolu bulmuş olsunlar dua da özel bir gayret gösterilmesi ve bu ayetle duaya teşvik vardır. 


BAZI HADİSLER VE RİVAYETLER


1. İmam Ahmed, Ebû Said'den Peygamber (ﷺ)'in şu buyruğunu rivayet eder; Yüce Allah'a günah veya akrabalık bağlarını kesmek gibi bir muhteva bulunmayan bir duada bulunan her Müslümana bu duası karşılığında mutlaka şu üç husustan birisini verir. Ya çabucak onun duasını kabul eder, ya da ahirette onun karşılığını o kişiye saklar veyahut da onu o duanın eşi olan bir kötülükten o duası karşılığında korur." Bunun üzerine ashab;

- O halde biz de çokça dua yaparız, deyince Hz. Peygamber;

"Allah da daha çok verir," diye buyurur.


2. Bezzar, Enes'den Peygamber (ﷺ)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Yüce Allah şöyle buyuruyor; "Ey Âdemoğlu! Birisi benim, birisi senin, birisi de benimle senin aramızdadır. Benim olan şudur; Sen bana hiçbir şeyi şirk koşmak Sizin ibadet edeceksin. Senin olan da şudur; Sen herhangi bir şey yaparsan veya bir amel işlersen mutlaka onu tastamam sana öderim. Benimle senin aranda olana gelince; dua senden icabet Benden."


3. İmam Ahmed Abdullah b. Amr'dan Rasûlullah (ﷺ)'ın şu buyruğunu rivayet etmektedir; "Kalpler, kaplar gibidir. Kimisi öbüründen daha geniş (uyanık) dir. Ey insanlar, Allah'tan bir şey istediğiniz zaman kabul olunacağına inanarak isteyiniz. Çünkü o, ezberden gafilce duâ yapan kulunun duasını kabul etmez."


4. Buhârî, Ebu Hureyre'den, Rasûlullah (ﷺ)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet eder "Acele etmediğiniz sürece sizin duanız kabul olunur. (Acele) kişinin ben dua ettim de benim duam kabul olunmadı, demesidir."


5. Hz. Âişe (r.anhâ) şöyle demiştir; Allah'a herhangi bir duada bulunan hiçbir mü'minin duası boşa gitmez. Ya ona acilen dünyada verilir veya acele etmeyecek yahut ümit kesmeyecek olursa, ahirete ertelenir. (Kız Kardeşi Esma'nın oğlu olan yeğeni) Urve dedi ki; Anacığım, onun acele etmesi veya ümit kesmesi nasıl olur? Bana şu cevabı verdi:

Kişinin, "İstedim de bana verilmedi, dua ettim de duam kabul olunmadı", demesidir.


6. İmam Ahmed, Selmân el-Farisi (r.a.)'den, Peygamber (ﷺ)'in şu buyruğunu rivayet eder: "Kul iki elini açacak da Allah'dan hayır istekte bulunacak, ondan sonra da Allah bunları istediğini eline geçirmemiş olarak boş çevirmekten elbette haya eder."


7. Yine İmam Ahmed Hz. Enes (r.a.)'den, Peygamber (ﷺ)’in şöyle buyurduğunu rivayet eder; "Yüce Allah şöyle buyurur; "Ben kulumun yanında Beni nasıl zannederse öyleyim ve Bana dua ettiği zaman ben onunla beraberim."


8. Buhârî ve Müslim'de bir de İmam Ahmed'in Müsned'inde Ebû Mûsâ el- Eş'arî'nin şöyle dediği rivayet edilmektedir; Bir gazada Rasûlullah (ﷺ) ile birlikte bulunuyorduk. Tepesine vardığımız her bir yükseklikte, indiğimiz her bir vadide mutlaka yüksek sesle tekbir getirirdik. (Ebû Mûsâ) dedi ki: Peygamber (ﷺ) bize yaklaşarak şöyle buyurdu:

- "Ey insanlar! Kendinize acıyınız çünkü siz ne işitmeyen ne de gaib birisine dua ediyorsunuz. Sizler her şeyi işiten ve her şeyi gören birisine dua etmektesiniz. Sizin dua etmekte olduğunuz zât kendi bineğinizin boynuna yakınlığınızdan daha çok size yakındır. Ey Abdullah b. Kays! Sana cennet hazinelerinden olan bir sözü öğreteyim mi: Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh"


Resulullah (ﷺ) oruçlunun iftar edeceği zaman kabul edilecek bir duası vardır. Bu sebeple Abdullah b. Ömer orucunu açacağı vakit aile halkını ve çocuklarını çağırıp dua ederdi. Abdullah b. Ömer'in orucunu açarken söylediği dua da şöyledir: “Allah'ım her şeyi kuşatmış bulunan rahmetin hakkı için günahlarımı bana bağışlamanı diliyorum.” derdi İbni Mace'nin süneninde Abdullah b. Ömer'in Peygamber (ﷺ)’in şöyle buyurduğu rivayet eder “Oruçlunun orucunu açtığı zaman reddolunmayacak bir duası vardır.” 


Resulullah (ﷺ)’ın şöyle buyururlardı: “Üç kişinin duaları geri çevrilmez: Adaletli devlet başkanı, orucunu açtığı zaman oruçlu ve mazlumun duası, Allah (mazlumun duasını) Kıyamet günü bulutların üstüne çıkartır ve göklerin kapıları ona açılır. “İzzetim hakkı için -bir süre dahi sonra olsa- mutlaka sana yardım edeceğim.” der.


Müfessirler bu ayeti kerimenin nüzul sebebi hakkında farklı görüşler sunmuşlardır. Hasan-ı Basriye göre bu ayetin nüzul sebebi Resulullah(ﷺ)'ın sahabelerinin bazılarının Rabbimiz nerededir şeklindeki soru sormalarındandır. 


Bir bedevi gelerek şöyle söyledi; 

- Ey Allah'ın resulü Rabbimiz bize yakın mıdır, Ona yavaşça yalvaralım, yoksa uzak mıdır bağıra çağıra mı dua edelim? dedi. Peygamber (ﷺ) sustu ve cevap vermedi; Bunun üzerine Yüce Allah: “Kullarım bana seni sorarsa…” ayetin nazil oldu. Yani “Onlara bana dua etmelerini emrettiğinde onlar da bana dua eder ve onların dualarını kabul ederim” 


İbni Cerir, Hasen’in şöyle dediğini rivayet eder; Resulullah(ﷺ)'ın arkadaşları; 

-Rabbimiz nerededir? diye soru sordular. Bunun üzerine yüce Allah: 

-“Kullarım sana beni sorarlarsa şüphesiz Ben çok yakınım…” buyruğunu indirdi. İbni Cüreyc, Ata'dan rivayetle; “Rabbiniz buyurdu ki bana dua edin duanızı kabul edeyim. (el-Mü’min/60) Buyruğu nazil olunca müminler: 

- Ne zaman dua edeceğimizi bir bilsek! demeye koydular. Bunun üzerine “Kulların sana beni sorarsa…” buyruğunun nazil olduğunun kendisine kadar senetle ulaştığını söylemiştir. 




اُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ اِلٰى نِسَٓائِكُمْۜ هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّۜ عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْۚ فَالْـٰٔنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْۖ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِۖ ثُمَّ اَتِمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّيْلِۚ وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَاَنْتُمْ عَاكِفُونَۙ فِي الْمَسَاجِدِۜ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَقْرَبُوهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ


187- “Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz.  Sizin nefislerinize hıyanet edeceğinizi Allah bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın hakkınızda yazdığını isteyin. Sizin için şafağın beyaz ipliği siyah ipliğinden seçilinceye kadar yiyin için. Sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde itikafta bulunduğunuz zaman onlara yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın hudududur, sakın onlara yaklaşmayın. İşte Allah ayetlerini insanlara takva sahibi olsunlar diye böyle açıklar.” 


Bu ayeti kerime Yüce Allah'ın Müslümanlara vermiş olduğu bir ruhsat ve İslam'ın ilk dönemlerinde yürürlükte olan bir amelin kaldırıldığı görülür. Çünkü önceleri bir kimse oruç açtığı zaman yatsı namazı kılıncaya yahut da bundan önce uyuyuncaya kadar yemek içmek ve cinsel münasebette bulunmak helal idi. Ancak uyuyacak ya da yatsı namazını kılacak olursa yemek içmek ve cinsel münasebet bir sonraki geceye kadar haram olurdu. Bundan dolayı oldukça zorlukla karşılaştılar. Bu ayeti Yüce Allah bir müsaade olmak üzere indirmiş bulunuyor. 


Bu ayet-i kerimede orucun vakti, oruç açma zamanının sınırları belirtilmekte ve bu iki vakit arasında nelerin de mubah kılındığı açıklanmaktadır. Diğer taraftan itikafa, itikafta yasak olan şeylere de işaret vardır. 


Ayet-i Kerime Allah'ın sınırlarını aşmaktan sakınmakla Yüce Allah'ın bu ümmete olan lütfunu beyan etmektedir. Çünkü o dünyada ve ahirette de bu ümmete Kurtuluş yolunu açıklamış bulunuyor.


Bu ayetle ilgili rivayet edilen bir nüzul sebebi vardır. Ali b. Ebi Talha, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder; Müslümanlara Ramazan ayında yatsı namazını kıldıktan sonra kadınlara yaklaşmak ve yemek yemek bir sonraki geceye kadar haram kılınmıştı. Daha sonra bazı  müslümanlar yatsı namazından sonra ramazan ayında hanımlarına yaklaştır ve yemek yediler. Bunlardan birisi de Hz. Ömer'dir bunu Resulullah (ﷺ)'a söyleyip yakındılar. Bunun üzerine Yüce Allah: “Sizin nefislerinize hıyanet edeceğinizi Allah bildiği de tevbenizi kabul edip sizi bağışladı.” buyruğunu indirdi.


“Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı.” Kadınlara yaklaşmaktan kastedilen cinsi münasebettir. Artık iftardan imsak vaktine kadar hanımlarınıza yaklaşmanız sizin için mubah kılınmıştır. 

“Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz.” Hanımları ile içli dışlı olmuş bir elbise gibi birbirlerini sarmış olan eşler ramazan gecelerinde birbirlerine yaklaşmalarına müsaade edilerek bu zorluğun ortadan kaldırılması müminlere rahmettir. 


“Sizin nefislerinize hıyanet edeceğinizi Allah bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı.” Allah sizin yatsıdan yada uykudan sonra cinsi münasebette bulunup, yemek yiyip içerek, nefislerinize zulmedip hayırdan alınması gereken payı noksanlaştıracağınızı bilmiştir. Yaptığınız bu işleri affetmiş ve tevbelerinizi kabul etmiştir. 


Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın hakkınızda yazdığını isteyin.” Oruç gecelerinde onlarla birlikte olun. Bu ilişki ile Allah’ın Levh-i Mahfuz’da sizin için ayırmış olduğu ve taksim etmiş olduğunu isteyiniz. Bu buyrukta asıl yaklaşma maksadının yalnızca şehevi arzuyu karşılamak olmadığı, bununla birlikte yüce Allah'ın nikahı meşru kılmış olduğu ve nesil aramak olduğu da beyan edilmektedir.


“Sizin için şafağın beyaz ipliği siyah ipliğinden seçilinceye kadar yiyin için. Sonra geceye kadar orucu tamamlayın.” Beyaz iplikten kasıt Tan yerinin enine görünen ilk beyazlıktır. Siyah iplikten kasıt ise enine uzanan gecenin karanlığıdır. Her ikisi de bu şekilde görüldüğü için siyah ve beyaz ipliğe benzetilmişlerdir. 


“Tan yerinin ağarmasından” buyruğu ve “beyaz iplik” den maksadın fecirle alakalı olduğu anlaşılmaktadır. İbni Kesir de şöyle denmektedir: “Bazı kimseler oruç tutmak isteyince ayaklarından birisine beyaz ötekisine de siyah ipi bağlarlardı. Bu kişi bunları birbirinden seçinceye kadar yemek yemeye devam ederdi. Onun yerin üzerine yüce Allah şafağın buyruğunu inzal buyurdu. Böylelikle maksadın gece ile gündüz olduğunu da bilmiş oldular. 


Yüce Allah'ın “seçilinceye kadar” buyruğu ile, tan yeri açıkça görülünceye kadar yeme içme ve cinsel münasebetin mubah olduğunu açıklamak içindir. 


“Sonra geceye kadar orucu tamamlayın” gecenin girmesine kadar bu işlerden uzak durmaya devam edin. Gecenin girdiğinin alameti ise güneşin batışıdır. 


“Mescitlerde itikafta bulunduğunuz zaman onlara yaklaşmayın.” Yüce Allah Ramazan gecelerinde kadınlara yaklaşmanın helal olduğunu açıkladıktan sonra bunun itikafta bulunanlar için mubah olmadığını beyan etmektedir. Aynı zamanda buyrukta itikafın ancak mescitte olacağına delil vardır. Diğer taraftan itikaf belirli ve özel mescitlerde yapılır diye bir hüküm söz konusu değildir. İlim adamlarının ittifak ettiği hususlardan biri de itikafta bulunan kimselere, mescitte itikafta bulunduğu sürece kadınlara yaklaşmanın haram olduğudur. Bir zorunluluktan dolayı eğer evine bir ihtiyacı sebebiyle gidecek olsa dahi, bu ihtiyacını giderecek kadar bir süre orada kalabilir. Mesela abdest bozmak veya yemek yemek gibi. Bu arada hanımını öpemez ve kucaklayamaz, itikafından başka hiçbir şeyle uğraşamaz, hasta ziyaretine gidemez. Ancak hastanın durumunu yolda giderken sorabilir.


“Bunlar Allah'ın hudududur.” Yani şu sözü geçenler onun sınırları olan belli hükümleridir. 


Muhalefet etmek ve onu değiştirmek suretiyle “Onlara yaklaşmayın işte Allah ayetlerini insanlara Takva sahibi olsunlar diye böyle açıklar.” 


Burada “Allah’ın ayetleri”nden kasıt, onun şer’i hükümleridir. Orucu, oruç ile ilgili şer'i hükümleri ve bunların tafsilatını açıklamış olduğu gibi, kulu ve Resulü Muhammed (ﷺ)’in vasıtasıyla diğer hükümlerini de açıklamaktadır. Olur ki insanlar nasıl hidayet bulacaklarını nasıl itaat edeceklerini ve haramlardan ne şekilde kaçınacaklarını bilebilirler. 


وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَٓا اِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوا فَر۪يقًا مِنْ اَمْوَالِ النَّاسِ بِالْاِثْمِ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟


188- “Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin ve insanların mallarından bir kısmını (Siz bildiğiniz halde) günahla yemek için onları hakim(ve yönetici)lere aktarmayın.”


Kimse başkasının malını Allah'ın mubah ve meşru kılmadığı şekilde yemeğe kalkışmasın. Yani çalmak, gasp etmek, faiz, rüşvet, kılıfına uydurulmuş hile ve düzen gibi batıl yollarla yemeğe kalkmasın. Ve insanların mallarından bir kısmını bile bile günah ile yemek için onları hakimlere aktarmasın. Yani mazlum insanların mallarını yemek için size hakim olan güçlere o malın bir kısmını rüşvet olarak vermek suretiyle o malları yemeyin. O malları bu şekilde hakimlere verenler sizler bunun günah olduğunu ve kendinizin birer itirafçı olduğu elbette bilirsiniz. 


Hakim zahire göre hüküm verdiği takdirde günahkar olmaz, rüşvet almış sayılmaz, böyle bir durumda günah batıl davada bulunan kişi veya kişilerin üzerinedir. Hakim sadece zahire bağlı kalmakla yükümlüdür. Burada mallarınınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kurtubi, şekilde bir ifade kullanmaktadır: “Kimimiz kimimizin haksız yere malını yemesin. Kumar, aldatmak, gasp etmekle, hakların inkarı, şeriatın haram kıldığı şeyleri sahibinin gönül rızasıyla dahi olsa almak, fahişenin aldığı ücret, kahinin aldığı ücret, içki, domuz vb. şeylerin bedelleri hepsi haramdır.”


Bazı müfessirler mallarınızı aranızda haksız yere yemeyinden kastın eğlencelerle çalgıcılarla, şarkıcılıkla, içkicilikle ve hoş durmakla da yemeğin demişlerdir. 


يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَهِلَّةِۜ قُلْ هِيَ مَوَاق۪يتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّۜ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِاَنْ تَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقٰىۚ وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَاۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ


189- “Sana yeni doğan aylardan soruyorlar. De ki; onlar insanların faydası ve hacc için birer vakit ölçüleridir. Evlere arka taraflarından girmeniz birr (İyilik) değildir. Ancak birr (İyilik) muttaki olanınkidir. Evlere kapılarından gelin, Allah'tan korkun (muttaki olun) ki, felaha eresiniz.”


Hz. Peygamber’e, “Hilâl niçin önce iplik gibi incecik görünüyor, sonra dolunay haline gelene kadar kalınlaşıp nihayet daire şeklini alıyor, arkasından yine ilk haline dönene kadar eksilip duruyor. Güneş gibi tek bir halde kalmıyor?” diye soru yöneltilmişti. Bunun üzerine bu ayet indi. 


Ayetin bu kısmında söz konusu soruya, ayın hareketlerinin zaman tayininde, özellikle hac, oruç ve zekât gibi ibadetlerin vakitlerinin belirlenmesinde kıstas olduğu ifade edilerek cevap verilmektedir. Aynı konuya Yûnus sûresinin 5. âyeti ile İsra sûresinin 12. âyetinde de değinilmektedir.


Cahiliye devrinde Araplar ihramlı bulundukları zaman evlerine, arka taraftan açtıkları bir delikten girerler ve bunu iyi bir davranış sayarlardı. Ayet, onların bu uygulamalarının anlamsız olduğunu, gerçek iyiliğin takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) esasına dayalı davranışlar olduğunu vurguluyor.


Bir işin iyilik veya Allah'a yakınlaştırıcı bir şey olup olmadığını konusunda çıkmaza düşülecek olursa bu amel tetkik edilmelidir.  Şayet farz ve sünnetler arasında onun bir benzeri bulunuyor ise o amelin böyle olması caizdir. Herhangi bir benzeri yoksa iyilik ve yakınlık sebebi olmaz. 


Hz Peygamber (ﷺ)den bu doğrultuda bir rivayet gelmiştir. İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmektedir:

Rasulullah (ﷺ) hutbe okumakta iken güneşe dikilmiş bir adamı gördü. Bunun üzerine Peygamber (ﷺ) şöyle buyurdu: 

- Bu kimdir?

- O Ebu İsrail diye bilinen birisidir. Ayakta dikilip durmamayı, gölgeye geçmemeyi, konuşmamayı ve bununla birlikte oruç tutmayı adamıştır dediler. Bunun üzerine Peygamber (ﷺ) şöyle buyurmuşlardır:

- Ona emrediniz konuşsun, gölgelensin, otursun ve orucunu tamamlasın.” Burada Peygamber (ﷺ) şeraitinden bir aslı bulunmayan, Allah'a yakınlaşmaya sebep teşkil etmeyen şeyleri iptal ettiğini farz ve sünnetler arasında benzeri bulunan ve Allah'a yaklaştıran şeyi de doğru kabul ettiğini görüyoruz.” 


*-*


Şimdi de savaş ve infaktan söz edilmektedir. Takvaya ait yanlış tasavvurlar ortaya çıktığı gibi, çağımızda da takvaya dair insanların anlayışlarına dikkat eden bir kimse, takvanın Savaş ile infakla ilim ya da mal toplamakla hiçbir ilgisinin bulunmadığını zannedebilir. Ayetlerin anlatım sonucu takvaya bağlanmaktadır. Buda ümmetin takvası ile alakalıdır. Genelde yapılan bir yanlış mevcuttur. Mesela Allah'ın kelimesi en yüksek olsun diye savaşa başlamak farz-ı kifayedir. Bize hücum edilip saldırıldığında savaşmak farz-ı ayn’dır. Diğer taraftan herhangi bir düşmanı kahredebilecek güce sahip olduğumuz takdirde biz ondan savaş cizye ve Müslüman olmanın dışında bir yol kabul etmeyiz. Her iki tarafın güçleri eşit olursa o zaman barış yapmak caiz olur. Düşmanın gücü üstün ise o takdirde bize egemen olan bakış açılarının İslami olması şartıyla yine barış yapmak caizdir. 


Dilerseniz şimdi ayetleri inceleyelim;


وَقَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ


190- “Size karşı savaş açanlara, sizde Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez.”


Size karşı fiilen savaşan kimselerle sizde savaşınız bu İster istihbarat yolu ile olsun, isterse açıktan olsun. Ancak yaşlı, çocuk, rahip ve kadın gibi sizinle fiilen savaşa iştirak etmeyenler bundan müstesnadır. Eğer bunlar size silah doğrultup ateş ediyor ise veya size karşı bir güç kullanmak için aynı safta mücadele veriyorlar ise bu başkadır. Savaş başkasının uğrunda değil sadece Allah yolunda olmalıdır. Savaşın yalnızca Allah'ın kelimesi üstün olsun amacıyla yapılması Allah yolundaki Savaş türlerinin en üstünüdür.


“ Ancak haddi aşmayın. Şüphesiz ki Allah haddi aşanları sevmez” savaş esnasında yapılması size yasak kılınmış bulunan organları kesmek müsle yapmak, savaşta herhangi bir görüşü bulunmayan kadın, çocuk, yaşlıları ve bunlardan fiilen savaşa iştirak etmeyenleri, rahipleri manastırlarına ibadet etmek için çekilmiş kimseleri öldürmek suretiyle, ağaçları yakmak, gereksiz yere hayvanları öldürmek, ganimetten hırsızlık yapmak suretiyle sakın haddi aşmayın. Çünkü bütün bunlar savaş halinde Allah'ın emrini aşmak ve tecavüzde bulunmaktır. Allah ise koyduğu sınırları dinlemeyen kimseleri sevmez.


Size savaş açanlara karşı sizde savaş açınız müslümanlar aralarında ahit bulunan kafirlerle ahitlerini bozmaları durumunda savaşta herhangi bir haksızlık etmiş olmazsınız. Anlaşması olmayan kafirler ile savaş hususunda ise bize Savaş açanlarla savaşmak farzdır.


Bazı Hadisler:


1. İmam Müslim, Büreyde'den rivayet ediyor; Rasûlllah (ﷺ) şöyle dermiş: "Allah'ın adıyla savaşa çıkınız. Allah'ı inkâr edenlerle savaşınız, savaşınız fakat ganimetten çalmayınız. Ahdinizi bozmayınız ve hiçbir maktulün organlarını kesmeyiniz. Çocukları ve manastırlarda ibadet için çekilmiş olanları öldürmeyiniz."


2. Buhârî ve Müslim'de İbn Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmektedir; "Peygamber (ﷺ)'in savaşlarından birinde öldürülmüş bir kadın bulundu. Rasulullah (ﷺ) kadınlarla çocukların öldürülmesini kabul etmedi."


3. Rasûlllah (ﷺ) şöyle buyurdu: "Güçsüz ve zillet içerisinde bir kavim vardı. Bunlarla oldukça güçlü ve düşmanlıkları olan bir kavim savaştı. Allah bu zayıf olanları berikilere muzaffer kılınca, bunlar tuttular düşmanlarını çalıştırdılar (onlara görevler verdiler). onları (kendilerine) musallat ettiler. (Çeşitli görevler verdiler). Bu sebe'le kıyamet gününe kadar Allah'ın gazabını üzerlerine çektiler. "Bu hadîsi İmam Ahmed rivayet etmiştir.


İbn Kesir bununla ilgili olarak şunları söylüyor; "Bu hadisin isnadı hasendir. Anlamı şudur; Bu zayıf kimseler güçlü olanlara üstünlük sağlayınca onlara haksızlık ettiler. Onları yakışmayacak görevlerde çalıştırdılar. Bu haksızlıkları sebebiyle de Allah'ın gazabını üzerlerine çektiler.


Ancak ben bu hadis-i şeriften şunu anlamaktayım; Kâfire karşı üstünlük sağladığın zaman, sakın lâyık olmadığı bir göreve getirip müslümanların başına onu görevlendirme. Böyle yaptığın takdirde Allah'ın gazabını hak edersin. 


Burada bazı sorular kafamıza takılabilir; Şayet rahip veya kadın, yaşlı yahut çocuk görüşleri ile veya fiilen savaşa katılmakta iseler, bunları öldürmenin hükmü nedir? Fetva bu gibi kimseleri öldürmenin caiz olduğu şeklindedir. 


Çağdaş bazı gerilla operasyonları gizli olarak sızmalarla yapıldığından ve müslümanlarla düşmanları arasında denge olmadığından dolayı kadınlar, yaşlılar ve çocuklar, öldürülebilmektedir, bunun hükmü nedir? Yine fetva, eğer bu küfür ile ve kâfirlerle verilecek mücadelede tek yol olarak belirlenirse caiz olduğu şeklindedir. 


Modern savaşlarda düşmana uzaktan atış yapılmaktadır. Düşmanın şehirlerini, ma'mur yerlerini, kasabalarını ateşe tutabiliyoruz. Bunun hükmü nedir? Eğer düşman bize bunları yapmakta veya helâl görmekte, bunları yapmak üzere de hazırlanmakta ise, yine fetva caiz olduğu şeklindedir.

savaş hukuku hakkında pek çok soru söz konusudur şimdilik burada keselim ve ayetlere devam edelim.



وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَاَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ اَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ اَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِۚ وَلَا تُقَاتِلُوهُمْ عِنْدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتّٰى يُقَاتِلُوكُمْ ف۪يهِۚ فَاِنْ قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْۜ كَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ


191- "Onları bulduğunuz yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden sizde onları çıkarın. Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescidi Haram'ın yanında, onlar savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa onları öldürün. İnkar edenlerin cezası böyledir.”


Onlar sizi Mekke'den çıkarttılar, sizde onları oradan çıkartın. Çağımızda Yahudiler Filistin'den Müslümanları çıkartmak için saldırılar düzenlemekte şuanda Batı şeria'da Gazze'de ve Kudüs'te zulüm yapmaktadırlar. O halde onlarda ne yapacaklar güç ve imkan bulduklarında Yahudileri oradan çıkartmalıdırlar. 


İbni Kesir bu konuda şöyle söylemektedir: “Onlar sizinle savaş etmek arzularını daima canlı tuttukları gibi sizin de onlarla savaş arzu ve gayretleriniz daimi diri olun onların sizi çıkarttıkları özyurtlarınızdan onları siz de karşılık olmak üzere çıkartmak gayretiniz daima uyanık olsun.”


Buradan şu anlaşılmaktadır: Müslüman asla boyun eğmemeli Allah'ın düşmanı Müslümana eziyet veren ve ondaki İslam ruhunu öldürmek maksadıyla kötülük yapmak isteyene o buna uygun şekilde karşılık vermelidir. Gazze'de yaşanan bu zulüm birçok müminin şehid olmasına sebebiyet vermiştir. Ama mücadele her safhada yılmadan gösterilmeye devam etmektedir. 


Bu ayeti kerime Yüce Allah'ın vermiş olduğu emir de kişileri öldürmek söz konusu olduğundan dolayı onların Allah'ı inkarları Allah'a şirk koşmaları Allah'ın yolunda insanları alıkoymaları iman edenleri küfre çevirmek için çalışmalarının ölümden daha büyük daha şiddetli ve daha ileri derecede olduğuna dikkat çekmektedir. 


Müslümanların zürriyetini küfre götürmek isteyen, Allah düşmanlarına karşı savaşmayı büyük bir şey gören kimseler gerçek şu ki Allah'ın dinini gereğince bilememektedirler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Fitne katl’ten beterdir.” Yani onların şirk ve küfürleri üzerine kalmaya devam etmeleri; iman ehlini imanları sebebiyle türlü sıkıntı ve musibetlere duçar etmeleri, sizin vasıtanızla onların karşı karşıya kaldıkları ölümden daha büyük daha beterdir. 


“Onlar sizinle orada savaşmadıkça sizde Mescid-i Haram'da onlarla savaşmayın.” Harem hududu içerisinde onlar sizinle savaşa başlamadıkları sürece sizde onlarla savaşmayın. 


“Ancak onlar sizinle savaşırsa siz de onları öldürür.” Öncelikle demek ki burada onların savaşa başlaması söz konusudur. Onlar savaşa başlarlarsa sizde onları öldürün emri vardır. 

“İşte kafirlerin cezası böyledir.” Yani ölümdür. Müslümanlara cizye ödemeye boyun eğmeleri hali müstesna. Öncelikle onları öldürmek daha iyidir. Arap putperestleri bu hükümden müstesnadır. Onlardan ya Müslüman olmaları istenir ya da öldürürler.





فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ


192- “Vazgeçerlerse onları bağışlayın; şüphesiz Allah bağışlar ve merhamet eder.”



“Eğer onlar vazgeçerlerse şüphesiz ki Allah Ğafur’dur, Rahim’dir” şayet savaştan, şirkten vazgeçerek İslam'a dönüp tövbe ederlerse, şüphesiz ki Allah Harem hudutları dahilinde Müslümanları öldürmüş dahi olsalar, onların günahlarını bağışlar. Çünkü Yüce Allah istisna ettiği şirkin dışında bağışlamayacağı kadar hiçbir günah olmadığını bize bildirmiştir. O daha önce yaptıkları azgınlıkları bağışlar. Tövbe ve imanlarını kabul etmek suretiyle de merhametini onlara gösterir. 


وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ لِلّٰهِۜ فَاِنِ انْتَهَوْا فَلَا عُدْوَانَ اِلَّا عَلَى الظَّالِم۪ينَ


193- “Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse sataşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.”


Şirkin ve küfrün ayakta kalmasıyla ortaya çıkan fitne müslümanları dinlerinden çevirebilecek, veya dinlerinde onları fitneye düşürebilecek güce sahipse fitne varsa bunun sonlandırılıp Allah’ın dininin üstün ve muzaffer olması için sonuna kadar savaşılması emredilmektedir. Eğer onlar sizinle savaşmaktan vaz geçer de sizin dininize girerlerse hemen onlarla savaşmayı bırakın. Zira düşmanlık, ancak Allah’a ortak koşan zalimlere karşı geçerlidir.


اَلشَّهْرُ الْحَرَامُ بِالشَّهْرِ الْحَرَامِ وَالْحُرُمَاتُ قِصَاصٌۜ فَمَنِ اعْتَدٰى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدٰى عَلَيْكُمْۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ



194- “Hürmetli ay, hürmetli aya mukabildir, hürmetler karşılıklıdır; o halde, size tecavüz edene (saldırana), size saldırdıkları gibi saldırın. Allah'tan sakının ve Allah'ın sakınanlarla beraber olduğunu bilin.”


Mukaddes olan haram ay Mukaddes olan haram aya karşılıktır. Yani müşriklerin Hudeybiye Antlaşması'nın yapıldığı yılda umre yapmak için Mekke'ye girmenize engel oldukları mukaddes olan zilkade ayı ertesi yıl umre menasikini eda ettiğiniz zilkade ayına karşılıktır. Haramların ihlalinde kısas hükmü geçerlidir. Müşrikler size mukaddes olan Mekke'de haram olan aylarda ve ihramlı iken sarkıntılıkta bulunurlarsa siz de aynı şekilde karşılık verin. Müşriklerden kim sizinle savaşırsa sizde onlara karşı size yaptıkları kadarıyla savaşın. Allah'ın haram kılmış olduğu şeylerde ve koyduğu hudutları aşmakta Allah'tan sakının. Allah farzlarını yerine getirip haram kıldığı şeylerden sakınanlarla beraberdir. 


Bu ayeti kerime Resulullah(ﷺ)'a Hudeybiye sulhu şartlarına göre Umre yaptıktan sonra Medine'de nazil olmuştur Mücahit'in burada mana olarak verdiği mana Ey müminler müşriklerden kimse karşı savaşacak olursa siz de onların sizinle savaştıkları gibi onlarla savaşın demektir.


وَاَنْفِقُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا تُلْقُوا بِاَيْد۪يكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِۚۛ وَاَحْسِنُواۚۛ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ



195- “Allah yolunda infak edin ve ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik de edin. Şüphesiz ki Allah, ihsan edenleri sever.”


Mallarınızın fazlalığından Allah'ın dininin yücelmesi için harcayın. Kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın. Yani Allah Yolunda harcamayı terk etmeyin, yoksa azabı hak ederek helak olursunuz. Farzları yerine getirmek, fuzuli harcamalardan kaçınmak ve fakirlere yardım etmekle iyilik yapın. Zira Allah iyilik yapanları sever. 


“Kendinizi elinizle tehlikeye atmayın” buradan maksat nedir?: Allah yolunda harcamayı terk etmek suretiyle kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın demektir. 


Abdullah bin Abbas buradaki tehlikenin kişinin Allah yolunda savaşta öldürülmesi değildir. Allah yolunda mal harcamamaktır. 


İbni zeyd'e göre Allah yolunda infakı bırakarak düşmanın karşısına hazırlıksız, azıksız ve güçsüz çıkmaktır. O aza göre yükü bulunmayan insan düşmanın karşısına çıkarak kendisini tehlikeye atmamalıdır.


Bir başka rivayete göre günah işleyen kişinin Allah'ın rahmetinden ümit kesmesidir. Buna göre bir insan günah işler de günahlarının affedilmez olduğunun kanaatine varacak olursa işte o kimse kendisini eliyle tehlikeye atmış olur. 


Diğer bir rivayette ise Allah yolunda Cihad etmeyi terk etmektir. Zira Cihad etmeyenler düşmanlarını kuvvetlendirilmesine ve kendilerine karşı saldırıya geçilmesine sebep olurlar. Böylece kendi elleriyle kendilerini tehlikeye atmış olurlar.


Nüceym kabilesinden İmran’ın babası Eşlem diyor ki:


"Biz, İstanbul'u kuşatmıştık. Rumlar karşımıza büyük bir orduyla çıktılar. Biz müslümanlardan da onlar kadar veya onlardan biraz daha fazla sayıda bir ordu onların karşısına çıktı. O dönemde Mısır halkının başında Ukbe b. Amir, ordunun başında da Fadele b. Ubeyd bulunuyordu. Müslümanlardan bir kişi Rum birliklerine hamle yaparak içlerine daldı. Bunu gören müslümanlar: "Sübhanallah, bu adam kendisini eliyle tehlikeye atıyor." dediler. Bunun üzerine Ebû Eyyub el-Ensari ayağa kalktı ve şöyle dedi: "Ey insanlar, siz bu Ayeti bu şekilde mi yorumluyorsunuz? Şüphesiz ki bu Ayet, biz, Ensar topluluğu hakkında nazil olmuştur. Allahü Teâlâ İslam'ı aziz kılıp onun yardımcılarını çoğaltınca, bizler, Resûlüllah'(ﷺ)''ın bulunmadığı bir yerde birbirimizle gizli olarak şöyle konuştuk: "Biz, mallarımızı kaybettik. Şüphesiz ki Allah, İslam'ı aziz kıldı ve onun yardımcılarını artırdı. Biz artık mallarımızın başında durup ta kaybettiklerimizi tekrar elde etmeye çalışsak acaba nasıl olur? "Bunun üzerine Allahü Teâlâ, bize cevap olmak üzere Peygamberine; "Mallarınızı Allah yolunda harcayın da kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın." ayetini indirdi. Böylece asıl tehlikenin, malların başından ayrılmamak, onları çoğaltmaya çalışmak ve cihadı terk etmek olduğu ortaya çıktı."


Eşlem diyor ki: "Ebû Eyyub el-Ensari, Allah yolunda cihada devam etti ve orada ölerek Rum topraklarına defnedildi." Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, süre 2, bab: 19, Hadis No: 2972





Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar