Kadiri Yolu
Ali İmran Suresi 130-155. Ayetlerin Tefsiri


  Âl-i İmran Suresi 130-155. Ayetlerin Tefsiri

Tarih: 19.06.2024

   بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم

Kitap ehline itaat yasaklanmış onlara herhangi bir şekilde itaat etmemeniz için gerek duyacağınız bütün hususlar açıklanmış, Allah'a iman üzere sebat gösterilmesi, kitaba sımsıkı sarınılması, marufu emredip münkerden sakındırılması emredilmektedir. İçimizde hayra çağıran, parçalanıp dağılmayı yasaklamaya, kitap ehlinin hile ve tuzaklarının bizlere zarar veremeyeceğine, bizlerin onlara karşı muzaffer kılınacağımıza, buna benzer kitap ehlinin itaat edilmesi halinde menfaat elde edileceği zannedilen her türlü menfaat veya maslahatın alternatifini teşkil eden diğer bütün hususlara varıncaya kadar her şey açıklanmıştır. 


Bizimle kitap ehli arasında bulunması gereken engeller de beyan edilmiştir. Kim olursa olsun dışımızda kalanları sırdaş edinilmesi yasaklanmıştır. Onları sırdaş edinmemizi engelleyen sebepleri de beyan edilerek, bunu sağlamakta yardımcı olacak hususları bizlere hatırlatıyor. Bu ekonomik yapıda da aynı şekilde ortaya çıkmaktadır faiz yemenin nehy edilmesi bundan sonraki kesimin başlangıçta gelmesi adeta her üç kişi ilk ayeti kerimede Müslümanların maslahat ve menfaat var zannetti zannettikleri bazı noktalara dikkat çekmektedir.


Çağımızın sorunlarından biri olan riba (faiz) yöneten ve yönetilenlerin yöneldikleri piyasa ve enflasyon dengesi unsuru olarak müslümanların kanını emmeye devam etmektedir. Kitap ehline uyan müslümanların ekonomik bağımsızlıklarını elden kaybetmeleri ile düştükleri riba (faiz) bataklığından kurtulunamamaktadır. Özellikle yahudilerin piyasa kontrolü ve kazançlarını sağladıkları faiz ile başlanılmakta. Allah’tan korkulması uyarısı yapılmaktadır. 


Müslümanların çoğunlukta olduğu % 99,9 islam olunan bu ülkede “faizle geçinenler” azımsanmayacak kadar çoktur. Bundan önce ehli kitaba uyulmaması gerektiği hatırlatılmış, ilişkiler sınırlandırılması gerektiği vurgulanmıştır. 


Âl-i İmran Suresi 130-155. Ayetlerin Tefsiri


يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافًا مُضَاعَفَةًۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ

130. -“Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin. Allah'tan korkun ki felah bulasınız.” 

Bu ayeti kerime cahiliye döneminde insanlar hakkında nazil olmuştur cahiliye halkı borcun ödeme süresi geldiği zaman borçluya şöyle söylerdi ya borcunu ödersin yahut da faiz arttırılır borcunu ödeyecek olursa faiz artmaz değilse borç ödeme süresi ertelenir buna karşılık borçlu ödeyeceği miktarda bir artış yapardı ve bu sene böyle devam eder giderdi kimi zaman ise azıcık bir borç Artık birkaç katına ulaşabiliyordu. iman edenler cahiliye döneminde birbirinizden kat kat faiz aldığınız gibi müslüman olduktan sonra da faizle muamele yapmayın Allah'tan korkun ki kurtuluşa erip Allah'ın azabından kurtulasınız.


وَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ٓي اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَۚ


131. -“Ve kafirler için hazırlanmış olan ateşten sakınınız”


Ebu Hanife şöyle söylemiştir kur'an-ı Kerim'deki en korkutucu ayet budur Çünkü Allah bu ayeti kerimede haramlardan sakınmak suretiyle kendisinden korkmadıkları takdirde kafirler için hazırlanmış Ateş de müminleri tehdit etmektedir Ondan sonra da Allah'a ve Resulüne itaat etmeleri halinde müminlerin Allah'ın lütfunu umuma bileceklerini beyan buyurmuştur. 


وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۚ


132. -“Allah’a ve peygambere itaat edin ki rahmete erdirilesiniz.” 


Allah'ım size yasaklamış olduğu faizi terk edip Bu hususlarda Allah ve peygamberine itaat edin ki Size merhamet edilsin ve böylece azaba uğratılmayasınız. İbni Sak Bu ayeti kerimenin Uhud Savaşı'nda Resulullah'ın emrini dinlemeyen sahabelere sitem olduğunu söylemiştir.


Nesefi: “Burada; iman ile birlikte hiçbir günahın zararı olmaz ve katiyetle ateş azabı söz konusu olmaz diyen mürciye'nin görüşleri reddedilmektedir. Bize göre ise kafir olmayan günahkarlar ateşe girebilir. Fakat sonunda varacağı yer cennettir. Yüce Allah'ın bu gibi yerlerde “umulur ki” anlamına gelen edatları zikretmesi her ne kadar tefsir alimleri; “Allah'ın vaadi hakkında bu edatlar kullanıldığı zaman kesinlikle ifade eder” demişlerse de; Takva yolunun inceliği ve Yüce Allah'ın rızasını kazanmanın zorluğu ile Allah'ın rahmeti sevabına ulaşmanın nadir oluşunu anlatmak içindir. Ve bu anlayanlar için malum bir husustur.” demiştir.


وَسَارِعُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُۙ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّق۪ينَۙ


133. -“Rabbinizin mağfiretine ve genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete koşun. O, takva sahipleri için hazırlanmıştır.”


Günahlarınızı örtmeyi ve affetmeyi gerektiren amellere ve genişliği yedi gök ve yer kadar olan cennete koşun. o cennet, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınan takva sahipleri için hazırlanmıştır.  


Rivayet edilir ki Roma imparatoru Heraklius Peygamber Efendimiz (ﷺ)'e mektup yazarak şöyle demiştir: “Sen beni, genişliği gökle yer kadar olan cennete davet ediyorsun. Acaba cehennem nerede”  Bunun üzerine Resulullah () efendimiz şöyle buyurmuştur “Sübhanallah, gündüz geldiğinde gece nerede olur. Resulullah esasen bu sözü ile şunu kastetmiştir: “Bizim gündüzleyin geceyi görmeyişimiz, onun yokluğunu gerektirmez. O Allah'ın dilediği yerdedir.”


Cennetin genişliği hakkında akılları karıştırmamak için gökle yerin genişliği misal olarak zikredilmiştir. Yoksa gerçekten genişliğinin ne kadar olduğu hakkında bir bilgiye sahip değiliz. 


İbni Kesir’de şöyle ifadeler bulunmaktadır: “Cennet arşın altında kubbe şeklindedir. Kubbe şeklinde ve yuvarlak olan bir şeyin ise eni boyu gibidir. Nitekim bu konuda sabit olmuş sahip bir hadis de buna delildir: “Allah'tan cenneti İstediğiniz zaman ondan Firdevsi isteyiniz. Zira o cennetin en yükseği ve ortasıdır. Cennet nehirleri oradan fışkırır Rahman'ın arşı da onun tavanıdır.” Bu konuda söylenebilecek olan tek kelime Allah en iyisini bilendir.


اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ

134. -“Onlar ki bollukta ve darlıkta infak ederler. Öfkelerini yenerler. İnsanları bağışlarlar. Allah iyilik edenleri sever.” 



Dünya hayatı genişlik rahatlık ve sıkıntıdan  uzak değildir elleri der de olsa geniş de olsa hasta veya sağlıklı iken de sıkıntılı olduklarında da bütün haller üzerine bu insanlar İnfak ederler. İnfak Müminin nitelikleri arasında yer alır. Zira nefse en ağır gelen iş ihlasın en büyük delili de infaktır. O takva sahipleri mallarını Allah yolunda harcarlar. öfkelerini her zaman kontrol altında tutup hakim olurlar Yenerler. İnsanların kusurlarını bağışlarlar Allah iyilikte bulunanları sever. Burada takva sahiplerinin üç vasfı zikredilmektedir:

1-  Cömertlik

2-  Öfkeyi yenme

3-  Kusuru bağışlama


Unutulmamalı şeyi hiçbir sadaka malı eksiltmez. Allah başkasını affeden kulun mutlaka şerefini artırır. Allah kendi rızası için alçak gönüllü davranan biri kulun ise derecesini mutlaka yükseltir. Allah rızası için iyilik yapanları sever Süfyan-ı Sevri: “İhsan kötülük yapana iyilik yapmandır. Çünkü iyilik yapan bir kimseye iyilik yapmak, karşılıklı bir ticarettir.” 


وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ

135. - “Onlar ki fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar ve hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka kim bağışlar? Hem onlar yaptıklarında bile bile ısrar da etmezler.” 


Onlar bir hayasızlık yaptıklarında veya Allah'a İsyan edip cezayı hak ederek kendilerine zulmettiklerinde işledikleri günaha dair Allah'ın tehdidini hemen hatırlarlar. rablerinden günahlarının bağışlanmasını, cezaya uğratılmamalarını dilerler. Allah’tan başka günahları kim bağışlar ki. onlar, işlemiş oldukları günahlarla Allah'ın kendilerini cezalandıracağını bile bile ısrar etmezler. Bilakis tövbe eder ve affedilmelerini isterler. 


Burada “Fena birşey yaptıklarında” dan kasıt zina, şarap içmek gibi büyük günahlar ifade edilmektedir. 


Resulullah () buyurmaktadır ki: “Ey insanlar, Allah'a Tövbe edin. Zira ben ona günde 100 kere tövbe ediyorum.”


Hz Ali şunları söylediği rivayet edilmektedir: “Bana, herhangi bir kimse resulullah'tan bir şeyi anlattığında ben ona anlattığını, resulullah'tan duyduğuna dair yemin ettirirdim. Yemin ederse ona inanırdım. Ebubekir bana dedi ki: (o doğru söylerdi:) “Ben, Resulullah'ın şöyle dediğini işittim: “Hiçbir adam yoktur ki, bir günah işlesin sonra da kalkıp temizlensin, namaz kılsın. Daha sonra da, Allah'tan kendisini affetmesini istesin de Allah da onu affetmesin.”  sonra da Resulullah () “Onlar, bir hayasızlık yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman Allah'ı hatırlarlar ve hemen günahlarını bağışlanmasını isterler.” 


Buhari ve müslim'de Resulullah ()’in şöyle buyurduğunu rivayet edilmektedir: “Adamın birisi bir günah işledi.

-  Rabbim ben bir günah İşledim onu bana bağışla, dedi. aziz ve Celil olan Allah da şöyle buyurdu:

-  Kulum bir günah işledi, günahı bağışlayan ve ondan dolayı da sorumlu tutan bir rabbinin olduğunu bilip inandı, Ben de kuluma günahını bağışladım. daha sonra bu kişiyi bir başka günah işlediği yine;

-  Rabbim bir günah işledim onu bana bağışla dedi. şanı yüce Allah şöyle buyurdu:

-  Kulum günahları bağışlayan ve ondan dolayı da sorumlu tutan bir rabbinin olduğunu biliyor. Ben de kulumun günahını bağışladım. arkasından bir başka günah işledi yine:

-  Rabbim ben bir günah İşledim onu  bağışla, dedi. Yüce Allah da:

-  Kulum, günahı bağışlayan ve ondan dolayı da sorumlu tutan bir rabbinin olduğunu biliyor. Ben kuluma günahını bağışladım, buyurdu.

 arkasından bir başka günah işledi be;

- Rabbim bir günah işledim onu bana bağışla, dedi. aziz ve Celil olan Allah şöyle buyurdu:

- Kulum günahı bağışlayan ve ondan dolayı da sorumluluktan bir rabbinin olduğunu biliyor. şahit olunuz ki ben kuluma günahlarını bağışladım, artık istediğini yapsın, der.”


اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ


136. - “İşte onların mükafatı rablerinden bir mağfiret ve ağaçları altından ırmaklar akan cennetlerdir. Orada temelli kalacaklardır. Ne de güzeldir mükafatı iş yapanların!”


İşte sıfatları zikredilen bu insanların itaatlarına karşı sevap ve mükafatları rableri tarafından günahlarının affedilip cezalarının kaldırılması ve altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi olarak kalacakları cennete girmeleridir. Allah için çalışanlara bu cennetler ne güzel bir mükafattır.

قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ سُنَنٌۙ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ

137. - “Sizden önce sünnetler gelip geçti. Onun için yeryüzünde gezin de yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu görün.”


Ey Muhammed Ümmeti, sizden önce nice ümmetlerin olayları gelip geçmiştir onların yurtlarında gezip dolaşın peygamberlerini yalanlayanların akıbetlerini nasıl olduğunu bir görür. helak olmuş ve hüsrana uğratılmışlardır.


Bu ayeti kerimede Yüce Allah bizlere Uhud gazvesinden uzun uzadıya söz edeceğinde zikredeceği sünnetlerine ve bu gazveden alınacak derslerle İslam ümmetinin her zaman için gerek duyacağı diğer hususları anlatması için bir başlangıç teşkil etmektedir.  


Müminler sizler Uhud savaşına galip gelemeyişinize üzülmeyin. Zira bu kafirlere bir müddet vermedir. Onların akıbeti de Nuh, Lut ve Salih kavimleri gibi geçmiş ümmetlerin akıbetine benzeyecektir.” Görüldüğü gibi bu ayeti kerime Uhud Savaşında müşriklere galip gelemeyen müslümanları teselli etmekte ve müşriklerin akıbetlerinin kötü olacağını bildirmektedir. 


هٰذَا بَيَانٌ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِلْمُتَّق۪ينَ

138. - “Bu, insanlar için bir açıklama, muttakiler için de bir hidayet bir öğüttür.”


Kur'an-ı Kerim'de insanlığın gerek duyacağı her şey açıklanmış bulunmaktadır. Nitekim değişmesi söz konusu olmayan Allah'ın sünnetleri de izah edilmiş bulunuyor. Bu Kur'an bütün insanlara Allah'ın bir nimetidir. Takva sahiplerine de bir öğüt ve hatırlatmadır.  


وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

139. - “Gevşemeyin, üzülmeyin. Gerçekten iman etmişseniz mutlaka siz üstünsünüz.”

Başınıza gelecekler veya gelenler sebebiyle Cihat etmekten geri kalıp zaafa düşmeyin. Uhud savaşında verdiğiniz kayıplardan dolayı sızlanmayın üzülmeyin. Elinize geçmeyen veya kaçırdığınız ya da Allah yolunda size isabet eden ve edecek şeylere de üzülmeyin. İmanınız dosdoğru olduğu takdirde sizler onlardan daha üstün ve onlara galipsinizdir. Bu sonuçta üstünlüğün, zaferin, yardımın ve galibiyetin müminlerin olacağının müjdesi vardır. Sağlıklı bir iman kalbin güçlü olmasını Allah'ın vaadine güvenmeyi ve düşmanlarından korkmamayı gerekmektedir. Abdullah Bela başlıyor ki: “Halid Bin Velid Uhud Dağı'nın üzerine çıkmaya yöneldi. Resulullah ()’de: “Ey Allah'ım, bizim üst tarafımıza onlar çıkmasın.” diye dua etti. İşte bunun üzerine Allahu Teala: “Müminler, gevşemeyin, Üzülmeyin. Eğer inanıyorsanız, üstün sizler.” ayetini indirdi. 





اِنْ يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِثْلُهُۜ وَتِلْكَ الْاَيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِۚ وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَٓاءَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَۙ


140. -“Eğer size bir yara dokunduysa şüphesiz o kavme de o kadar yara dokunmuştur. Hem o günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz. Bu Allah'ın iman edenleri belirtmesi ve içinizden şahitler edinmesi içindir. Allah zalimleri sevmez.”

Ey müminler topluluğu sizler savaşta zayiat verdiyseniz düşmanlarınız olan topluluk da aynı zayiatı vermiştir. Biz bu günleri insanlar arasında değiştiririz. Bazen mağlup olur bazen de galip gelirsiniz. Bunun sebebi de Allah'ın sizden Mümin olanları münafıklardan ayırması ve içinizden bir kısmınızı şahitler edinmesidir. Yani sizlerden bazılarını şahit yapmak istemesi ve şahitlik mertebesine eriştirmesi içindir. Allah günah işleyip cezayı hak ederek kendilerine zulmedenleri sevmez. O halde ümitsizliğe düşmeyin. Yeri geldiğinde cihada çıkmaktan asla geri durmayın. Allah iman üzerine sebat eden, cihad edip Allah yolunda canlarını feda eden kimselerden  olmayan zalimleri sevmez.    



***



وَلِيُمَحِّصَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَمْحَقَ الْكَافِر۪ينَ


141. - “Bu Allah'ın iman edenleri seçmesi, kafirleri mahvetmesi içindir.”


Allah'ın sizi Uhud savaşında mağlup edip Bedir savaşında galip getirmesinin sebeplerinden biri de, iman edenleri imtihan edip, gerçekten inananların münafıklardan seçip arındırmak ve kafirleri mahvetmek istemesindendir. Zira münafıkların dilleriyle söylediklerinin, kalplerindeki inançlara uymadığı, müminlerin mağlup olma durumlarında ortaya çıkmaktadır. Hicri 1445 yaşanan Şu günler islam ve müslümanların nasıl bir zaman diliminde ve bir avuç müslüman Allah'a tevekkül ederek kararlı bir şekilde gaz eden mücadele etmeleri safların nasıl Bölük böçük olduğunu Müslümanların nasıl bir darmadağınıklık içerisinde bulunduğunu göstermektedir. Allah'ın lütfuna nail olmak için müslümanların lehine bazı şeylerin dönmesi için korkuyu atmaları, musibetler karşısında imana ve Allah'a sarılıp İslam yolunda canını feda edecek şekilde duruş sergileyebilecekleri bir zaman dilimine ulaşmaları gerekiyor ki kafirler mahvolsun, perişan olsunlar.

 


اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِر۪ينَ


142. -“Yoksa Allah içinizden cihad edenleri ve sabredenleri belirtmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız.”


Yoksa Allah'ın mümin kullarına, mücahid olanları belirtmesinden ve sabredenlerinizi bildirmesinden önce cennet gibi Yüce makamlara erişeceğinizi zannediyorsunuz. İmtihan edilmeden ve Allah kendi yolunda sizden cihad edenleri ve düşmanlara karşı direnmekte sabır gösterenleri belirtmeden cennete giremeyeceksiniz. Bu ayeti kerime müminlerden beklenen ve umulan bir tavır olduğu için cihad ve sabra teşvik vardır. 


وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُۖ فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟


143. -“Gerçekten siz ölümle karşılaşmadan önce onu arzulamıştınız. İşte onu bakıp duruyorken gördünüz.”


Ey müminler uhud'dan önce sizler düşmanla karşılaşmayı temenni ediyor, şiddetle arzuluyor, onlarla çarpışmayı, onlara karşı direnip sebat göstermeyi diliyordunuz. İşte isteyip durduğunuz şey gerçekleşmiş bulunuyor. Haydi savaşın ve sabredin. Bedir savaşı'na katılan müminler gibi sevaplara nail olmak arzusuyla müminler ölmeyi arzuluyordu. İşte ölüme yakın bir halle karşı karşıya kaldınız. Çünkü kardeşleriniz gözlerinizin önünde öldürülmelerini gördünüz. Burada bir azarlama söz konusudur. Ölümü temenni etmek değil, şehadeti arzulamak önemlidir. Şehadeti temenni etmek İslam'ın zaferi içindir. Demek ki şehadeti arzulamak ile ölümü arzulamak aynı şey değildir ayrı şeylerdir. 


Resulullah (): “Düşmanla karşılaşmayı arzulamayın. Allah'tan esenlik dileyin. Fakat onlarla karşılaştığınız zaman da sabredin ve şunu da bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır.” 


Sahabe-i Kiram Uhud Savaşından önce ölüm tutkusuna sahip oldular. O kadar ki Resulullah ()ile istişare sonucu Medine'nin dışında savaşmak üzere çıkmak durumunda bıraktılar. Oysa Resulullah () bu görüşte değildi daha sonra onunla birlikte savaşa çıkanların büyük bir kısmı geri çekildi.


İbn Kamia  müşriklere bağırıp: “Muhammed'i öldürdüm”  dedikten sonra bir zaaf ve gevşeklik baş göstermişti. aslında İbni kamia, Resulullah ()'e indirdiği bir darbe ile başını yaralamış ve müslümanlar arasında da Resulullah'ın öldürüldüğü haberi de yayılmıştı. İşte bunun sonucu olanlarda baş gösteren zaaf ve gevşeklik sebebiyle bu konuda Yüce Allah müslümanlara şu dersi vermektedir:


وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ اَفَا۬ئِنْ مَاتَ اَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْۜ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلٰى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّٰهَ شَيْـًٔاۜ وَسَيَجْزِي اللّٰهُ الشَّاكِر۪ينَ


144. -“Muhammed sadece bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse topuklarınız üzerinde geri mi döneceksiniz? Kim ökçeleri üzerinde dönerse, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir.”


Hz Muhammed () kendisinden önceki peygamberler gibi gelip gidecektir.  peygamberlerine tabi olanlar peygamberleri dünyadan göçtükten sonra dinlerine sımsıkı sarılmaya devam ettikleri gibi sizin de peygamberiniz Muhammed'in de geçip gitmesinden sonra onun dinine sımsıkı sarılmanız gerekiyor. Zira resullerin gönderilmesinden maksat risaletin tebliğ edilmesi, huccetin ikame edilmesidir. Yoksa onun sürekli olarak ümmeti arasında kalması değildir. O vefat etse de risaleti geride bırakmış olarak vefat edecektir. Allah kendisine şükredenleri hak'ta kararlı oldukları ve dine sarıldıkları için mükafatlandıracaktır. Bu bakımdan Yüce Allah vefat haberi üzerine zaafa düşenlerin bu durumunu reddederek şöyle buyurmaktadır: 


***



وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ كِتَابًا مُؤَجَّلًاۜ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَاۚ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ


145. -“Allah'ın izni olmadıkça hiçbir kimseye ölmek yoktur. O vadesiyle yazılmış bir yazıdır. Kim dünya nimetini isterse kendisine ondan veririz. Kim de ahiret nimetini dilerse buna da ondan veririz. Şükredenlerin mükafatını vereceğiz.”


Ölüm asla ileride gitmez geride kalmaz. Ölüm bilinen bir süre ile tayin ve takdir edilmiştir. Buna göre bu buyruğun manası şöyle olur: “Allah'ın ilmi irade ve kudreti olmadıkça veya tayin edilen süre sonra erdiği vakit o canı almak için onun ölüm meleğine izin vermedikçe hiçbir kimse ölmez. Allah'ın kaderi olmaksızın ve yüce Allah'ın tayin etmiş olduğu süre tamamlanmaksızın hiçbir kimse ölmez. Bu Allah tarafından yazılmış bir eceldir. Demek ki hiçbir kimse vadesi gelmeden ölmeyecektir. 


Kim işlediği amellerle dünya mükafatını isterse ona dünya hayatında kendisi için takdir edileni veririz. Artık onun Allah'ın ikramlarından bir payı yoktur. Kim de yaptıklarıyla Allah'ın salih ameller işleyenler için hazırladığı ahiret mükafatını isterse biz onu, dünyada rızıklandırmak ile birlikte ona ahiret mükafatları veririz. Evet şükredenleri bu bol mükafatlarla mükafatlandıracağız.




وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِيٍّ قَاتَلَۙ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَث۪يرٌۚ فَمَا وَهَنُوا لِمَٓا اَصَابَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ


146. -“Nice peygamberler vardır ki, beraberinde Rabba kul olanlardan çok kimse savaşçılar ve Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler. Yılmadılar, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.”


Nice peygamberler gelip geçmiştir ki onlarla beraber birçok ihlaslı ve samimi insanlar savaşmışlardır. O insanlar zayıflık göstermemiş ve düşmanlarına boyun eymemişlerdir. Onlar gözlerinin önünde peygamberlerinin öldürülmesi esnasında dahi asla gevşeklik ve korku göstermediler. Zaafa düşüp cihadı bırakmadılar, düşmanlarının önünde zillet göstermediler. Aksine onlardan geriye kalanlar cihada devam ettiler. İzzetlerini ve islamlarını korudular. Allah, islam üzere ve onun düşmanlarına karşı cihad edip sabredenleri sever. Gevşeyip zafiyete düşenleri değil.


وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا ف۪ٓي اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ


147. -“Sadece: “Ey Rabbimiz günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bize bağışla, ayaklarımıza sebat ver, kafirler güruhuna karşı bize yardım et! diyorlardı.”


O peygambere tabi olan “Sıradan kimselerin sözleri: “Ey rabbimiz günahlarımızı; hata işleyerek haddi aşmamızı affet. Savaşta ayaklarımızı kararlı kıl ki, Senin birliğini ve resulünün peygamberliğini inkar eden kafir topluluğa karşı sen bizi muzaffer kıl.” şeklinde idi. Bu ayeti kerime geçmiş ümmetlerin sabır ve metanetlerini anlatarak Uhud Savaşında düşmanın önünden kaçan müminleri kınamakta ve sabredenleri ise övmektedir. 


فَاٰتٰيهُمُ اللّٰهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الْاٰخِرَةِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟


148. -“Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini de ahiret nimetini de fazlasıyla verdi. Ve Allah ihsan edenleri sever.”


Allah onlara dünyada yardımcı oldu. Zafer, ganimet ve sonunda üstünlüğü onlara verdi. Ahirette de onları mağfiret etti ve cenneti bağışladı. Böylelikle hem dünyanın hem de ahiretin iyiliğini birlikte ihsan etmiş oldu. Yüce Allah burada dünya nimetini zikretmekle birlikte ahiret nimetini de fazlasıyla verdi buyurması ahiret sevabının üstünlüğüne onun önünde olduğuna asıl ona itibar edildiğine delalet etmesi içindir. Allah iyilik yapanları sever.


يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ


149. -“Ey iman edenler! Kafirlere itaat ederseniz ökçeleriniz üzere sizi geri çevirirler de hüsrana uğrayanlardan olursunuz.”


Ey iman edenler, şayet sizler, peygamberimizin peygamberliğini inkar eder, Yahudi ve Hristiyan kafirlere itaat edecek olursanız, onlar sizi, iman etmenizden sonra küfre, cahiliyeye, fasıklığa,  şirke ve kafirliğe döndürürler de dünya ve ahiretinizi kaybeder ve hüsrana uğrayanlardan olursunuz. 

Allah'ın yardımı ve dostluğu, başkalarının yardımlarından ve dostluklarından hayırlıdır. 


***


بَلِ اللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِر۪ينَ


150. -“Halbuki mevlanız Allah'tır ve o yardımcıların en hayırlısıdır.”


Size yardımcı olacak olan O’dur. O halde onun yardımını isteyerek başkasının yardımına muhtaç olmaktan kendinizi kurtarın. O din düşmanlarının sözleri de doğru değildir özleri gibidir. O halde kafirleri dost edinmeyin sizin dostunuz ve yardımcınız Allah'tır. Sadece ona sığının, O yardım edenlerin en hayırlısıdır.


سَنُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَٓا اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَانًاۚ وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِم۪ينَ


151. -“Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a eş tuttuklarından dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız. Onların varacağı yer ateştir. Ne kötüdür o zalimlerin varacağı yer.”


Allah’ın, haklarında hiçbir delil indirmediği putları, Allah'a ortak koşmala­rı sebebiyle, Uhutta size karşı savaşan kâfirlerin kalplerine yakında korku sala­cağız. Kıyamet gününde onların sığınakları cehennem ateşidir. Zalimlerin ma­kamı olan o ateş ne kötü bir yerdir.


Allah teala bu âyet-i kerimede, Resulullahın, sahabelerine, düşmanları­na karşı yardım edeceğini, sonunda düşmanlarını cehennem azabına koyacağını vaad etmektedir. Yeter ki müminler, Allah'a verdikleri sözden ayrılmasınlar. Ona itaate sımsıkı sarılmış olsunlar.


Süddi bu âyet-i kerimenin, Hamrâul Esed hadisesine işaret ettiğini söyle­miştir. Şöyle ki, Ebu Süfyan ve müşrikler Uhut savaşından sonra Mekkeye gi­derlerken müslümanları tamamen mağlup etmeden geri dönmelerinden dolayı pişman olmuşlar ve kendi kendilerine şöyle demişlerdir. "Ne kötü bir iş yaptık. Onları öldürdük. Fakat sıra mekkeden kovulanlara gelince onları bıraktık. Hay­di geri dönelim ve onların kökünü kazıyalım." Fakat Allah onların kalplerine korku saldı ve onlar mağlup oldular. Şöyle ki onlar bir Bedevi ile karşılaştılar. Ona ücret vererek dediler ki: "Sen Muhammedi görecek olursan, O´na karşı ne kadar asker hazırladığımızı bildir." Aziz ve Celil olan Allah, Kureyşlilerin bu durumunu Resulullaha bildirdi. Resulullah Kureyşlileri takibe başladı. "Hamrâul Esed" denen yere varınca Kureyşliler korkup yollarına devam ettiler. İşte bu âyet-i kerime onların bu halini tasvir etmektedir.


Resulullah efendimiz de kâfirlerin kalplerine korkunun nasıl salındığını beyan ederek buyuruyor ki:


"Bana, benden önce hiçbir Peygambere verilmeyen beş şey verilmiştir. Bir aylık mesafede bulunan düşmanın kalbine korku salınarak bana yardım edil­miştir. Yeryüzü benim için mescid ve temiz kılınmıştır. Ümmetimden kim na­maz vaktine erişirse namazını kılsın. Bana ganimet helal kılınmış benden önce ise hiçbir kimseye helal kılınmamıştır. Bana, şefaat etme verilmiştir. Benden önceki Peygamberler sadece kendi kavimlerine gönderilirlerken ben bütün in­sanlık için Peygamber olarak gönderildim.




وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ اِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِه۪ۚ حَتّٰٓى اِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَرٰيكُمْ مَا تُحِبُّونَۜ مِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الدُّنْيَا وَمِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۚ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْۚ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ


152. -“Gerçekten Allah'ın size olan vaadi doğru çıktı. Onun izni ile kafirleri doğruyordunuz ki nihayet sevdiğiniz zaferi size gösterdikten sonra yıldınız, o emir hakkında çekiştiniz ve baş kaldırdınız: içinizde kimi dünyayı istiyordu. Kimi de ahireti istiyordu. sonra sizi imtihan etmek için Allah sizi onlardan geri çevirdi. bununla beraber sizi bağışladı. Allah müminlere lütufkârdır.”


Ey, Uhut savaşına katılan Resulullahın sahabeleri, Allah'ın hükmü ve müsadesiyle düşmanlarınızı öldürdüğünüz zaman Allah, düşmanlarınıza galip ge­leceğinize dair olan vaadinde durdu. Ne zaman ki gevşediniz, korktunuz, başarı­sızlığa uğradınız ve Allah'ın emri olan savaş hakkında tartışmaya giriştiniz. Al­lah, arzuladığınız zaferi size gösterdikten sonra. Peygamberimizin emrine karşı gelip savaş için yerleştirildiğiniz mevzileri terk ettiniz. İşte o zaman içinizden bazıları dünya ganimetini istiyor, yerlerinden ayrılıyor diğer bazılarınız ise âhiret sevabını arzuluyordu. Mağlup olmanızdan sonra Allah, imanlarınız hak­kında sizi imtihan etmesi, samimi olanlarınızı münafıklardan ayırt etmesi için sizi, düşmanlarınız olan müşriklerden uzaklaştırdı. Şüphesiz ki Allah, günahla­rınız sebebiyle sizi cezalandınnaktan vaz geçip affetti. Zira savaşta sizi helak et­medi. Allah, iman edenlere karşı lütuf sahibidir.


Bu âyet-i kerimede, Uhut savaşındaki okçuların durumuna işaret edil­mektedir. Bilindiği gibi Uhut savaşında Peygamber efendimiz () müslümanları arkadan korumaları için yetmiş tane okçuyu Uhut dağına yerleştirdi ve onlara "Biz, galip gelsek te mağlup olsak ta yerlerinizden ayrılmayın." buyur­muştu. Fakat okçular ilk anda müslümanların galip geldiklerini görünce onlar­dan bir çoğu yerlerini bırakıp ganimet toplamaya koştular. Böylece resulullahın emrine muhalefet ettiler. Müşrikler, okçuların, yerlerini terk ettiklerini görünce. arkadan hücuma geçtiler. Ve müslümanların dağılmalarım sağladılar. Böylece peygamber ()’in emrine muhal afet sebebiyle felakete düşmüş oldular."




اِذْ تُصْعِدُونَ وَلَا تَلْوُ۫نَ عَلٰٓى اَحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ ف۪ٓي اُخْرٰيكُمْ فَاَثَابَكُمْ غَمًّا بِغَمٍّ لِكَيْلَا تَحْزَنُوا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا مَٓا اَصَابَكُمْۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ


153. -“Hani siz kimseye bakmadan kaçışıyordunuz. Peygamber de arkanızdan sizi çağırıp duruyordu. Allah sizi kederden kedere uğrattı ki kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”


O zaman sizler, vadilere ve dağlara doğru koşuyor, düşman korkusundan birbirinize dönüp bakmıyordunuz bile. Halbuki Peygamber arkanızdan, kendisi­ne doğru gelmeniz için sizi çağırıyordu. Böylece Allah sizleri ve Peygamberden uzaklaşmanız ve rabbinize isyan etmeniz sebebiyle üzüntü üstüne üzüntü vere­rek cezalandırdı ki elde edemediğiniz zaferlerden dolayı üzülmeyesiniz ve ver­diğiniz kayıplardan dolayı kederlenmeyesiniz. Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberdardır. İyilik edeni de bilir kötülük edeni de.


Âyet-i kerimenin başında geçen ve "Uzaklara kaçıyordunuz." diye ter­cüme edilen cümlesi, iki şekilde okunmuştur.


a- Hicaz, Irak ve Şam kurraları bu kelimeyi şeklinde okumuşlardır. Zira, bu kıraat şekline göre bu cümlenin mânâsı "Sizler düz arazi­de veya yukarıdan aşağıya doğru koşuyordunuz." demektir. Uhutd savaşında mü­minler düz vadilere ve aşağılara doğru koştuklarından bu kıraat şeklinin daha isabetli olduğunu söylemişler, Taberi de bu kıraat şeklini tercih etmiştir.


b- Hasan-ı Basri ise bu cümleyi şeklinde okumuştur. Bu kıraata göre cümlenin mânâsı "O zaman sizler, yukarılara doğru tırmanıyordu­nuz." demektir. Bu kıraati tercih edenler, Süddi, Mücahid ve Abdullah b. Abbas’ın, Uhud savaşında müminlerin mağlubiyetten sonra dağa yukarı kaçtıklarını söylemelerine binaen tercih etmişlerdir.


Uhud günü resulullah (sav) savaş meydanından kaçmadığına ve ashabını etrafına çağırdığını “Ey Allah’ın kulları yanıma, kaçmaktan vazgeçip, geri çağırdığında ey Allah’ın kulları yanıma geliniz.” diye seslenmekte idi. Sizler resulullahı savaş alanında geride bıraktınız. Sizi çağırdığı halde ona kulak asmadınız ve geriye dönmemiştiniz. Onunla kalıp sebat edip direnen az sayıdaki kişi müstesna idi. 

Allah sizi Bozguna uğratmakla ve buna bağlı Diğer sonuçlarla cezalandırdı işte bu çok büyük bir kederdir Bunun sebebi ise içine düştüğünüz ve Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin emrine muhalif denir ile Allah resulüne tartışmış olduğunuz bir başka kederdir mananın şöyle olması da mümkündür: Allah sizi keder üstüne Kederle peş peşe Kederle cezalandırdı yaralanmak öldürülmek müşriklerin muzafferiyeti ganimetin elden kaçırılması ve zaferden mahrum olmak gibi Bütün bunların dışında onlara isabet eden en büyük kederse Resulullah sallallahu sellemin öldürüldüğü şeklindeki yalan haberidir Öyle olmasının sebebi ise düşmanlardan kaçmaktır Korkaklık görüş ayrılığına düşmek ve emmeyi Haksızlık bu sonucu hazırlamıştır bu ise bazı kimselerin niyetlerinin Halis olmayışından kaynaklanmaktaydı Zira Bunlar Halis bir şekilde ahireti Arzu etmiyorlardı en büyük sebep budur.  ki kaybettiğiniz ve başınıza gelene üzülmeyesiniz kederleri yudum yudum içirdi ki Daha sonra elde edemediğimiz menfaatler Dolayısıyla üzülmeyesiniz diye Allah yaptıklarınızdan haberdardır o sizin yaptığınızı işleri bilir amellerinizden hiçbir şey ona gizli kalmaz bu aynı zamanda itaat için bir teşvik masiyetten de korkutmaktır



ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاسًا يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ


154. - “Sonra o üzüntünün ardından üzerinize öyle bir emniyet ve öyle bir uyku indirdi ki, içinizden bir kısmını bürüyordu. Bir kısmı da canları sevdasına düşmüştü. Allah'a karşı cahiliyet zannı gibi hak olmayan bir zan besliyorlar. “Bu işten bize bir şey var mı?” diyorlardı. Deki: “Bütün emir Allah'ındır.” İçlerinde sana açmadıkları bir şey gizliyorlar.” “Bu işten bize ait bir şey olsaydı burada öldürülmezdik.” diyorlar. De ki: “Evlerinizde dahi olsaydınız üzerlerine ölüm yazılmış olanlar yine mutlaka devrilecekleri yerlere çıkıp gideceklerdi.” Bu Allah’ın göğüslerinizin içindekini yoklamak, kalplerinizdeki temizlemek içindir. Allah göğüslerin özünü bilir.”


Sonra Allah, size gelen o üzüntünün arkasından, ihlaslı insanlara bir em­niyet ve uyku gönderdi. Bu uyku, içinizde imanlı olan topluluğu bürüyordu. Münafık olan diğer bir topluluk ise sadece canlarının derdine düşmüş ve gözle­rinden uyku kaçmıştı. Onlar, Allah'ın emirlerinde şüphe ettikleri ve Peygamberi­ni yalanladıkları için Allah hakkında haksız yere cahiliye topluluğunun zanlarında bulunuyorlar ve bu münafıklar şöyle diyorlardı: "Bu işte b|zim bir düşün­cemiz yok. Eğer bu hususta bizim fikrimiz sorulsaydı savaşa çıkmazdık."


Ey Muhammed, bu münafıklara de ki: "Bütün işler Allah'a aittir. O, dile­diği gibi tasarrufta bulunur. Onlar, içlerinde sana açıklamadıkları inkâr ve şüpheyi gizliyorlar ve diyorlar ki: "Müşriklerle savaşma hususunda bizim de düşün­cemiz alınsaydı onların karşısına çıkmazdık ve bu savaşta bizden herhangi bir kimse öldürülmemiş olurdu." Ey Muhammed onlara de ki: "Şayet sizler, mü­minlerle beraber savaşa çıkmayıp evlerinizde kalsaydınız bile yine de kendilerine öldürülmek takdir edilen insanlar, düşüp ölecekleri yere varıp orada öldürü­leceklerdi. Allah bunları, içinizde gizlediğiniz şüpheyi denemek, münafıklığını­zı müminlere açıklamak ve kalplerinizdeki bozuk inançlarınızı açığa çıkarıp net bir şekilde göstermek için yaptı. Allah, yarattıklarının kalbinde bulunan hayrı da şerri de, imanı da inkârı da çok iyi bilendir.



اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۙ اِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُواۚ وَلَقَدْ عَفَا اللّٰهُ عَنْهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ حَل۪يمٌ۟


155. - “İki topluluğun karşılaştığı gün içinizden geri dönenleri yaptıklarının bir kısmından ötürü şeytan yoldan çıkartmak istemiş. Onunla beraber Allah onları bağışladı. gerçekten Allah gafurdur halimdir.”


Müslüman toplulukla müşriklerin karşılaştığı Uhut savaşında içinizden, savaştan kaçarak mağlubiyete sebep olanlarınızın işledikleri bazı günahlardan dolayı Şeytan, ayaklarını kaydırmak ve onları hatalara sürüklemek istiyordu. Allah onları artık affetti. Cezalandırmaktan vazgeçti. Şüphesiz ki Allah, günah­ları çokça affeden ve çok yumuşak davranandır. Emrine karşı gelenlerin cezası­nı vermekte acele etmez.


Müfessirler, bu âyette, Uhut savaşı sırasında kaçtıkları zikredilen kişi­lerden kimlerin kastedildiği hususunda şunları zikretmişlerdir.


a- Hz. Ömer, Katade ve Rebi´ b. Enesten nakledilen bir görüşe göre bu âyette, kaçtıkları zikredilen insanlardan maksat, Uhut savaşı esnasında kaçan bütün müminlerdir.


b- Süddiye göre ise bu âyette, kaçtıkları zikredilen kişiler, Uhut savaşın­dan kaçarak Medineye gidenlerdir. Zira, Uhut savaşından kaçanların bazıları dağdaki kayanın üzerine çıkmışlar, diğer bazıları ise Medineye gitmişlerdir. Âyet-i kerime bu sonuncuları zikretmektedir.


c- İkrimeye göre burada, kaçtıkları zikredilen kişiler, Rafı b. Mualla, Ebu Huzeyfe b. Utbe ve diğer belli kişilerdir. Bu hususta daha başka rivayetlerde vardır.



Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs