Kadiri Yolu

 

En-nisa suresi 94-104 ayetlerin tefsiri

En-Nisâ Sûresi 94-104. Ayetlerin Tefsiri


Tarih: 20.08.2024

   بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم


Bu kesimin ana konusu:

Savaşa çıkmadan önce iyi etüt ve analizler sağlam bilgilerle yapılmalı, İçte çok iyi araştırma ile şahıslar hakkında da bilgi sahibi olunması gerektiği ifade edilmektedir. Cihad hareketinin kişinin derecesine yaptığı katkıdan bahsedilmesindendir. Hicret ve mustazaf olanlarla alakalı, sefere çıkılması halinde nelere dikkat edilmeli. Savaşta namaz kılınması hakkında bilgi verilmektedir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِنًاۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا

94. -“Ey İnananlar! Allah yolunda yürüdüğünüz vakit, her şeyi iyice anlayın. Size, müslüman olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: "Sen mümin değilsin" demeyin. Allah katında birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de öyleydiniz. Allah size iyilikte bulundu, iyice araştırıp anlayın, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.”

Ey Allah'a iman eden ve ondan getirdiği şeyler hususunda Peygamberini tasdik edenler, düşmanlarınızla savaşmak üzere, Allah yolunda sefere çıktığınız zaman düşmanlarınızdan, öldürülmesi caiz olup olmayanları iyice araştırın.

Acele edip de kim olduğunu tespit edemediğiniz kişileri öldürmeyin. Ancak, Allah'a ve Peygamberine karşı kesin olarak savaş açtığını bildiğiniz kimseleri öldürün. Size teslim olan ve size karşı savaşmadığını açıklayan ve sizin dininiz­den olduğunu beyan eden bir kimseye "Sen mümin değilsin." deyip sırf dünya menfaatini elde etmek için onu öldürmeyin.

Zira Allah katındaki nimetler, o öl­dürülen kişiden elde edeceğiniz ganimetlerden pek çoktur. Ve sizin için de daha hayırlıdır. Sizler de, Allah'ın sizi dini ile aziz kılıp müslüman yapmasından önce sizin, öldürmeye teşebbüs ettiğiniz o teslim olan kimseler gibiydiniz. Şimdi di­niniz olan îslamı onlar gibi gizliyordunuz. Allah size dini aziz kılarak ve taraf­tarlarını çoğaltarak lütufta bulundu. O halde kâfir olup olmadığını kesin olarak bilmediğiniz kişileri öldürmede acele etmeyin. İyice araştırın. Ola ki, Allah o kimseye size lütfettiği gibi, İslamı lütfetmiştir. Şüphesiz ki Allah, düşmanları­nızdan kimi öldürdüğünüzü, kimden el çektiğinizi ve diğer bütün işlerinizi bilir. Kıyamet gününde herkese, yaptığını karşılığını vermek için sizin de onların da amellerinizi muhafaza ettirir.

Müfessirler bu âyet-i kerimenin Resulullah’ın gönderdiği bir müfrezenin müslüman olduğu veya kelime-i şehadet getirdiği yahut elindeki koyunlarını ve mallarını teslim ettiği halde bir kişiyi öldürmeleri üzerine nazil olduğunu söyle­mişlerdir.

İbn Abbas’dan; şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Süleym oğullarından koyunları otlatan bir adam peygamber (sav)’in ashabından bir grubun yanından geçti, onlar selam verince: “Bu kişi olsa olsa bizden kendisini korumak için bize selam verdi” dediler. Üzerine hucüm ederek onu öldürüp koyunlarını alıp peygamber(sav)’in huzuruna getirdiler. Bunun üzerine şu: “Ey iman edenler Allah yolunda cihada çıktığınız zaman iyice araştırın…” ayeti sonuna kadar nazil oldu.

Abdullah b. Abbas, Süddi ve Katade´den nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet-i kerime, Resulullahın müfrezesinin, Mirdas b. Nehiyk isimli biri­sini Öldürmesi-üzerine nazil olmuştur.

Bu hususta Süddi diyor ki: "Resulullah, Üsame b. Zeyd´in komutasında Damre oğullarına bir müfreze gönderdi. Müfreze bu kabileden Mirdas b. Ne­hiyk isimli bir kişiyle karşılaştı. Onun kuzuları ve kırmızı bir devesi vardı. Adam müfrezeyi görünce dağdaki bir mağaraya sığındı. Üsame onu takib etti. Mirdas mağaraya girince kuzularını orada bırakıp dışarı çıktı ve müslümanlara karşı "Esselamü aleyküm. Eşhedü en La İlahe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden Resulullah." dedi. Üsame ona saldırdı ve onu öldürdü. Resulullah Üsame’yi bir yere gönderirken onun hayırla anılmasını isterdi ve arkadaşlarından onun hakkında malumat alırdı. Bu müfreze dönünce Resulullah onlara Usame'yi sormadı. Fakat insanlar Resulullah’a konuştular ve dediler ki: "Ey Allah’ın Re­sulü, Üsame bir adamla karşılaştı. Adam "Lailahe İllallah Muhammeden Resu­lullah" demesine rağmen ona hücum edip öldürdü." Resulullah bu söylenenlere pek kulak asmadı. Fakat konuşanlar ısrar edince başını kaldırıp Üsame’ye baktı ve ona: "Seninle La İlahe illallah’ın haline ne olacak " dedi. Üsame: "Ey Al­lah’ın Resulü o bu sözü kendisini kurtarmak için söyledi." dedi. Resulullah da "Sen onun kalbini yarıp içine baksaydın ya." dedi. Üsame: "Ey Allah’ın Resulü, onun kalbi vücudunun bir parçasıdır." dedi. İşte bunun üzerine Allah teala bu âyet-i kerimeyi indirdi. Üsame de artık ondan sonra "Lailahe İllallah" diyen bir kimseyi öldürmeyeceğine dair yemin etti.

لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ دَرَجَةًۜ وَكُلًّا وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ اَجْرًا عَظ۪يمًاۙ

95. -“Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet) vaad etmiştir; ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.”

Müminlerden gözleri görmeyen, ayağı topal, ayakların tutmayan felçli kötürüm olan özür sahipleri hariç, cihattan geri kalıp yerlerinde oturanlar cihada çıkmayanlarla cihada çıkan mücahidler eşit değillerdir. Allah mallarıyla canlarıyla cihad edenleri, üstün kıldığı gibi onlara güzel vaadde bulunmuştur. Allah cihad edenleri, özürsüz olarak cihada gitmeyenlerden üstün kılmıştır.

Bera b. Âzib, Zeyd b. Erkam, Zeyd b, Sabit, Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Abdullah b. Şeddad, Süddi ve Ebu Abdurrahman nakledildiğine göre bu âyet-i kerime, önce "Müminlerden, oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir değildir." şeklinde nazil olmuştur. Bunun üzerine, İbn-i Ümmi Mektum ve Ebu Ahmed b. Ceyş gibi körlerin, cihada katılmadıkla­rından dolayı üzüntülerinin Resıılullah´a bildirilmesi üzerine âyet-i kerimenin, "Özür sahibi olanlar hariç." bölümü de inmiş ve âyet "Müminlerden, özür sahibi olanlardan başka, oturanlarla Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden­ler bir değildir." şeklini almıştır.

Mervan b. Hakem, Zeyd b. Sabit’in şunları söylediğini rivayet etmiştir: "Resulullah, Zeyd’e "Müminlerden geri kalanlarla Allah yolunda cihad edenler bir değildir." âyetini yazdırırken, İbn-i Ümmi Mektum çıkagelmiş ve "Ey Allah'ın Resulü, Allah’a yemin olsun ki, eğer cihada gücüm yetseydi elbette cihad ederdim." demiştir. İbn-i Ümmi Mektum kör bir kişiydi. Zeyd diyor ki: "Bunun üzerine Allah teaîa, Peygamberine vahiy indirdi. Onun dizi benim dizi­min üzerindeydi. Dizi ağırlaştı. Öyle ki ben, dizimin ezileceğinden korktum. Sonra vahiy bitince Resulullah açıldı ve Allah teala "Özür sahibi olanlar müs­tesnadır." bölümünü indirdi.


دَرَجَاتٍ مِنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةًۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟

96. - “Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”

Allah, cihad edenleri, özürsüz olarak cihada gitmeyenlerden büyük bir mükâfaatla üstün kılmıştır. Bu mükâfaat ta Allah’ın ikram ettiği yüksek derece­ler, günahlarını affetmesi ve Allah yolunda verdikleri imtihan dolayısıyla onla­ra, merhametli davranmasıdır. Zira Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.

Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: "Allah, kendi yolunda cihad edenler için cennette yüz derece hazırlamış­tır. Her derecenin arası gökle yer arası kadardır.

اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْۜ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَف۪ينَ فِي الْاَرْضِۜ قَالُٓوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا ف۪يهَاۜ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًاۙ

97. - “Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: "Ne yaptınız bakalım?" deyince, "Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik" diyecekler, melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!" cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü dönülecek yerdir!”

Ölüm meleği ve onun yardımcılarından bahsedilmektedir. Kendilerine yazık eden kafirlerle iç içe kalıp farz olan hicreti terk etmiş olmaları dolayısıyla bunlara melekler canlarını alırken : “Gelin bakalım dininiz için ne yaptınız?” Neden, olduğunuz yerde kaldınız da hicret etmediniz. Onlar şu cevabı verirler: “Bizim, hicret etmeye gücümüz yetmiyordu. Çünkü müşrikler bizleri kendi topraklarımızda zayıf düşürmüşlerdi.” Bunun üzerine melekler şunu sorarlar: “Allah’ın yeryüzü geniş değil miydi ki kendi memleketinizden çıkıp başka bir yere hicret edebilirdiniz. Yani dininizi Müşriklerden ve sapıklardan uzaklaşarak uygun çare bulabilirdiniz. Herhangi bir ülkede dinini gerektiği gibi yaşamak imkanını bulabilecek kimse o takdirde hicret etmek gerekir. İşte bunların varıp sığınacakları yer, cehennemdir. O, ne kötü bir varılacak yerdir.

Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: "Mekke halkından bir topluluk müslüman olmuştu. Onlar müslüman okluklarını gizliyorlardı. Müşrikler, Bedir Savaşında onları da götürmüşlerdi. Onlardan bazıları Öldürüldüler. Bunun Üzeri­ne müslümanlar, "Öldürülen şu arkadaşlarımız müslüman idiler. Onlar buraya zorla getirildiler. Siz onlar için af dileyin." dediler. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

Müşriklerle kalınılmasının doğuracağı sonuç şu hadisle kesinle tavsiye edilmemektedir. Ebu Davud, Rasulullah (ﷺ)’ın: “Kim müşrikle birlikte olur, onunla beraber kalır ise, o da onun gibi olur.” diye buyurduğunu rivayet etmektedir.

اِلَّا الْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ح۪يلَةً وَلَا يَهْتَدُونَ سَب۪يلًا

98. - “Çaresiz kalan, yol bulamayan zavallı erkek, kadın ve çocuklar müstesnadırlar.”

Kuru iddiadan ibaret olmayan, gerçekten de mustazaf olan kimselerin istisna edildiği görülmektedir: Bunlar bizzat hicret etmeye gücü yetmeyen ve bir başka imkan da bulamayan aciz, erkek kadın ve çocuklar olduğunu bildirmektedir.

Abdullah b. Abbas, Bu ayeti kerimeyi okuduktan sonra : “Ben ve annem de Allah’ın burada mazur kıldığını bildirdiği kimselerdendi.” demiştir.

فَاُو۬لٰٓئِكَ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَعْفُوَ عَنْهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَفُوًّا غَفُورًا

99. - “İşte Allah'ın bunları affetmesi umulur. Allah Affedendir, Bağışlayandır.”

Umulur ki Allah, işte bu zayıf düşürülenlerin, hicret etmeme hususundaki mazeretlerini kabul eder. Hicret etmeme kusurlarını affetme lütfunda bulunur. Çünkü onlar kendi istekleriyle küfür diyarını tercih etmemişler, imkân bulama­dıkları için hicret edememişlerdir. Şüphesiz ki Allah, kullarının işledikleri gü­nahların cezasını vermeyi terk ederek onları çokça bağışlayan ve çok affedendir.

وَمَنْ يُهَاجِرْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِي الْاَرْضِ مُرَاغَمًا كَث۪يرًا وَسَعَةًۜ وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِه۪ مُهَاجِرًا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟

100. - “Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik bulur. Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder.”

Kim müşriklerden ayrılır da dini uğruna kaçarak İslam topraklarına ve müminlere hicret edecek olursa, Allah’ın, sağlam dini olan İslam uğruna hicret eden bu kimse, yeryüzünde gezip dolaşacağı çok yer ve bolluk bulur. Hem dini­nin emirlerini rahatlıkla yerine getirir hem de rızık yönünden zorluk çekmez. Kim de, Allah'a ve Resulüne hicret etme niyetiyle kâfir diyarında bulunan evini terk eder de hicret edeceği yere varmadan ölüm ona gelir çatarsa şüphesiz ki onun yaptığı bu güzel amelin sevabı, Allah'a aittir. Şüphesiz ki Allah, kullarının günahını örten ve onlara karşı şefkatli olandır.

Âyet-i kerime, müminleri, İslam'ı yaşamayacakları toplumların içerisin­den ayrılıp hicret etmeye teşvik etmekte ve müminlerden, hicret ettikleri takdirde sıkıntıya düşecekleri endişesini kaldırmakta, onlara, daha iyi bir hayat yaşaya­cakları müjdesini vermektedir.

Bu hususta Peygamber efendimiz (ﷺ) de hadis-i şerifinde şöyle bu­yurmaktadır: "Kim evinden, Allah yolunda cihada çıkacak olur da bineğinden düşüp Ölürse -Ki nerde o mücahitler - onun mükâfatını Allah mutlaka verecektir.. Veya bir haşere ısırır da ölürse, yine onun mükâfatını Allah mutlaka verecek­tir. Yahut kendiliğinden ölürse yine onun mükâfatını Allah mutlaka verecektir.

"Kim Allah yolunda evinden ayrılıp gider, ölür veya öldürülürse o şehit­tir. Veya atı yahut katırı kendisini öldürürse, yine kendisini bir haşere sokarak öldürürse ya da Allah´ın dilediği herhangi bir ölümle yatağında ölürse o kimse şehittir. Onun için cennet vardır.

Said b. Cübeyr, Katade, İkrime, Dehhak, Süddi, İbn-i Zeyd ve Abdullah b.Abbas bu âyet-i kerimenin, müslüman olduktan sonra Mekke’de ikamet eden, ancak bundan önceki iki âyt-i kerime inip, özürsüz olduğu halde hicret etme­yenleri kınayınca, hasta olmasına rağmen hicret etmek İçin yola çıkan ve Medi­ne’ye varmadan yolda ölen bir kişi hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. An­cak bu kişinin isminin, Damre b. el-İys mi yoksa İys b. Damre mi yahut, Damre b. Cündeb mi veya Cündeb b.Damre mi okluğu hususunda farklı rivayetler zik­redilmiştir.

Bu âyetin izahında Said b. Cübeyr diyor ki: "Huzaa oğullarından Damre b. el-îys veya İys b. Damre isminde birisi vardı. Müslümanlara hicret etmeleri emredildiğinde o hastaydı. Ailesine, kendisi için bir sedye yapmalarını ve ken­disini Resulullah´ın yaşadığı yere götürmelerini emretti. Ailesi, emrini yerine getirdi. Fakat o, "Ten´im" denen yere varınca vefat etti. İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

Müfessirler bu âyet-i kerimede geçen ve "Barınak" diye tercüme edilen kelimesinin manası hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.

Abdullah b. Abbas, Dehhak, Rabi´ b. Enes, Hasan-ı Basri, Katade ve Mücahid’e göre bu kelimenin manası, "Bir yerden başka bir yere intikal etmek" de­mektir. Yani, değiştirilecek çok yer demektir.

Süddi’ye göre, "Rızık aranacak yer" demektir. İbn-i Zeyd’e göre "Hicret edilecek yerler"dir. Âyet-i kerimede geçen ve "Genişlik ve bolluk" diye tercüme edilen kelimesinin mânâsı:

Abdullah b. Abbas, Rebi´ b. Enes ve Dehhak’a göre "Bol rızık" demektir. Katade’ye göre ise "Mânevi genişlik" demektir. Yani hicret eden kişi sapıklıktan çıkıp hidayete erişmiş olur. Fakirlikten kurtulup zenginliğe ulaşmış olur." demek­tir.

وَاِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَقْصُرُوا مِنَ الصَّلٰوةِۗ اِنْ خِفْتُمْ اَنْ يَفْتِنَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ اِنَّ الْكَافِر۪ينَ كَانُوا لَكُمْ عَدُوًّا مُب۪ينًا

101. - “Yolculuk ettiğinizde, kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur. Zira kafirler, size apaçık düşmandırlar.”

Yolculuğa çıktığınız vakit kafirlerin sizleri öldürmek, yaralamak, yada yakalamak istediklerinden korkarsanız dört rekatlı olan namazların rekat sayısını kısaltarak iki rekat kılmanızda sizin için bir mahzur yoktur. Allah’ın birliğini inkar eden kafirler, sizin Allah’a ve Resulüne iman etmeniz ve putlara tapmamanız ve sapıklıkta kendilerine uymamanız yüzünden sizin apaçık düşmanlarınızdır. Haricilere göre namazı kısaltmanın caiz olabilmesinin şartı, korkunun bulunmasıdır. Çünkü nassın zahirinde bu böyledir. Ancak Ehl-i sünnete göre korkunun varlığı şart değildir.

Müfessirler bu âyet-i kerimede kısaltılabileceği zikredilen namazın han­gi hallerde ve ne kadar kısaltılabileceği hususunda çeşitli görüşler zikretmişler­dir.

a- Yalâ b. Ümeyye’nin, Hz. Ömer’den, Ebu Eyyub’un da Hz. Ali’den ri­vayet ettiğine göre burada, kısaltılabileceği beyan edilen namaz, kişinin yolcu­luk halindeyken kılacağı farz namazdır. Kısaltılacak miktar ise, dört rekatlı farz namazların iki rekat olarak kılınmasıdır.

Âyette geçen "Kâfirlerin size fenalık yapmalarından korkarsanız" ifadesi, namazın kısaltılması için esasla ilgili bir şart olmayıp sadece o zamandaki müslümanların genel durumunu belirtmektedir. Bu hususta Ya´lâ b. Ümeyye diyor ki: "Ömer b. el-Hattab’a "Kâfirlerin size kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur." âyetini okudum ve "Bugün artık insanlar güven içindedirler. (Namazı yine kısıltacaklar mı ) dedim. Ömer b. el-Hattab şöyle dedi: "Senin hayret ettiğin bu hususa ben de hayret etmiş ve bunu Resulullah’a sormuştum. Resulullah da şöyle buyurmuştu: "Bu (namazı kısalt­ma) Allah'ın size verdiği bir sadakadır. Sadakasını kabul edin."

b- Hz. Aişe ve Sad b. Ebi Vakkas’tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu âyette, kısaltılabileceği zikredilen namazdan maksat, yolculuk yaparken düş­mandan korkma halindeki namazdır. Yolcu olan kimse, düşmandan korkacak olursa, dört rekatlı farz namazları iki rekat kılarak kısaltır. Şayet düşmandan korkmayacak olursa kısaltmaz.

Bu hususta Abdullah b. Muhammed, Hz. Aişe’nin şöyle dediğini işittiğini söylemiştir: "Yolculukta iken namazı tam kılın." Hz. Aişe´nin bu sözü üzerine kendisine denildi ki: "Resulullah yolculuk yaparken dört rekatlı farzları iki rekat kılıyordu." O da "Resulullah savaş halindeydi o korkuyordu. Siz de korkuyor musunuz " diye cevap verdi.
Atâ da Resulullah’ın sahabelerinden Hz. Aişe ve Sad b. Ebi Vakkas’ın, yolculuk yaparken namazları tam kıldıklarını söylemiştir.

c- Mücahid, Ebu Ayyaş ez-Züraki ve Cabir b. Abdullah´dan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette, kısaltılacağına ruhsat verilen namazdan maksat, fiilen savaşma dışında düşmandan korkulduğu sırada kılınacak olan namazdır. Bunlara göre âyet-i kerime, müslümanların, böyle bir korku içinde bulundukla­rı bir sırada nazil olmuştur. Bu hususta Ebu Ayyaş ez-Züraki diyor ki: "Biz , Resulullah ile birlikte "Usfan" denen yerde bulunuyorduk. ResululIah bize öğle namazını kıldırdı. Müşriklerin başında komutan olarak Halid b. Velid bulunuyordu. Müşrikler birbirlerine dediler ki: "Biz onların aldanacakları ve gafil oldukları bir zamana rastlamıştık." (Yani namaz kılarken onlara hücum etmeliydik. Çünkü o anda onları gafil avlayabilirdik) İşte bunun üzerine öğle ile ikindi vakti arasında, korku namazını beyan eden hüküm indi. Resulullah bizle­ri iki gruba ayırarak ikindi namazını kıldırdı.
Bir grup, Resulullah ile birlikte namaz kılıyor diğeri ise onu bekliyordu. Resulullah, arkasında bulunan gruba da onları koruyan gruba da birlikte tekbir aldırdı. Ve hep birlikte rükuya vardılar. Sonra, Resulullah’ın arkasında bulunan grup secde etti. Geri çekildi.
 
Daha sonra diğer grup ilerleyip secde etti. Sonra hep birlikte ayağa kalktılar ve hep birlikte ikinci rükuyu yaptılar. Arkasında bulunanlar da onu koruyanlar da. Sonra Resu­lullah’ın arkasında bulunanlar secde ettiler ve geri çekildiler. Arkadaşlarının bu­lundukları safta ayağa kalktılar. Diğer grup ileri geçti secde etti ve Resulullah hepsiyle birlikte selam verdi. "Böylece, herkes imamla birlikte iki rekat namaz kılmış oldu. Resulullah böyle bir namazı bir defasında da Süleym oğulları yur­dunda kıldı."

d- Süddi, Abdullah b. Ömer, Said b. Cübeyr ve Kâ´b´dan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette, kısaltılacağı belirtilen namazdan maksat, fiilen savaş­ma dışında, düşmandan korkma halinde kısaltılan namazdır. Ancak bu namaz, seferi halde kılınan ve iki rekat olan namazın kısaltılarak bir rekat şeklinde kı­lınmasıdır.

Bu görüşte olan âlimlere göre kişi mukim iken, dört rekatlı farzları dört olarak kılar. Seferi iken de iki rekat olarak kılar. Seferi iken iki rekat kılması, namazları kısaltma değil namazı seferi olarak tam kılmaktır. Ancak kişi seferi olduğu halde düşmanlardan da korkuyorsa işte bu takdirde tam sayılan iki rekat seferi namazını kısaltıp tek rekat olarak kılar. İşte bu âyet-i kerime, kısaltılan bu tek rekatlı namazı kasdetmiştir.

Bunlar, görüşlerine delil olarak şu hadisleri zikretmişlerdir. Salebe b. Zehdem diyor ki:
"Biz, Said b. el-Ass iie birlikte Taberistandaydık. O ayağa kaîklı ve dedi ki: "Sizden hanginiz ResuluIIah ile birlikte korku namazı kıldı " Huzeyfe kalktı ve dedi ki: "Ben kıldım. Resulullah korku anında insanları iki gruba ayırdı. Bir grupla bir rekat, diğer bir grupla da bir rekat kıldı. Bunlardan hiçbiri bir şey kaza etmediler.

Diğer bir rivayette, Huzeyfe ayağa kalkmış, insanları arkasında iki sağ. yapmış bir safı arkasında bırakmış diğer safı düşmanın karşısına koymuş, arka­sında bulunanlara bir rekat namaz kıldırmış onlar ayrılıp düşmanın karşısında duranların yerine gitmişler, bu defa onlar gelip Huzeyfe ile bir rekat namaz kıl­mışlar, hiçbiri de namazlarını tamamlamamışlardır."

Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: "Allah Teala, Peygamberinin lisanıyla namazı yolcu olmama halinde dört rekat, yolcu iken iki rekat ve korku anında da bir rekat olarak farz kılmıştır."

Diğer bir rivayette, Abdullah b. Abbas şunları söylemiştir: "Resulullah, "Zikared" denen yerde namaz kıldırdı. İnsanlar onun arkasında iki saf oldular. Bir saf, onun arkasında bulunuyor, diğer saf ise düşmanın karşısında duruyordu. Arkasında bulunan safa bir rekat namaz kıldırdı. Onlar ayrılıp düşmanın önünde bulunan diğer safın yerine gittiler. Bu defa onlar geldi­ler. Resulullah onlara da bir rekat kıldırdı. Bundan sonra, herhangi bir saf, na­mazı bitirmedi.

Cabir b. Abdullah diyor ki: "Resulullah onlara korku namazı kıldırdı. Bir saf. Resulullah’ın önünde, diğer bir safta arkasında durdu. Arkasında bulunan safa bir rüku ve iki secdeli bir rekat kıldırdı. Onlar, öne geçip arkadaşlarının yerini aldılar. Onlar da gelip diğerlerinin yerinde Resulullah´ın arkasında durdular. Resulullah onlara da bir rüku ve iki secdeli bir rekat kıldırdı. Sonra selam verdi. Böylece Resulullah iki rekat kılmış oldu. Onlar da birer rekat kılmış oldular.

Ebu Hureyre (r.a) diyor ki: "Resulullah, müşriklerin engel oldukları zaman "Dacnan" ve "Usfan" de­nen yerlerin arasında konakladı. O anda müşrikler, kendi kendilerine şöyle dedi­ler: "Bunların öyle bir namazları var ki bu namaz onlar için, oğullarından ve kızlarından daha sevimlidir. Siz, ne yapacağınıza karar verin sonra bunlara sa­dece bir hamle yapın." (Yani bir hamlede işlerini bitirin) Bu arada Cebrail (a.s.) geldi. Resulullah'a, sahabelerini iki kısma ayırmasını, onlardan bir gruba namaz kıldırırken diğer gruba, tedbir alarak silahlarıyla birlikte düşmanlarının önünde durmalarını, arkasında bulunanlara bir rekat kıldırdıktan sonra geri çekilmesini, düşmanın önünde bulunanların ileri gelerek onlara da bir rekat namaz kıldırma­sını böylece onların her birinin Resulullah´la birer rekat kılmış olacaklarını Resulullah’ın ise iki rekat kılmış olacağını bildirdi."

e- Abdullah b. Abbas’dan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette kısal­tılması zikredilen namazdan maksat, sefer halinde ve düşmanla çarpışma anında kısaltılacak olan namazdır. Bu âyet-i kerime, çarpışan mücahidlerin, namaz kıl­mak istedikleri zaman yüzleri hangi tarafa dönük olursa o tarafa doğru başlarıy­la işaret ederek bir rekat namaz kılmalarına ruhsat vermiştir.

Abdullah b. Abbas’ın, bu âyetin izahında şunları söylediği rivayet edil­miştir: "Sen düşmanla karşılaşırsan namaz vakti de gelmiş olursa, "Allahu Ekber" diyerek başım eğer ve işaretle namaz kılarsın. İster binekli ol, ister binek-siz. İşte namazı kısaltma budur.
"Âyetin izahında tercihe şayan olan görüş, şöyle diyen görüştür: "Bu âyette kısaltılması beyan edilen namazdan maksat, düşmanla ça­tışma ve vuruşma anında rükunları eksilterek kılınan namazdır. Yani, rüku ve secdeleri tamamlanmayan, istenilen her yöne dönülerek kılınabilen, bineğin üzerinde ve yerde eda edilebilen namazdır. Nitekim Allah Teâlâ farz namazları­nın böyle bir şekilde kılınacağını başka bir âyet-i kerimesinde şöyle zikretmiş­tir: "Eğer korku içinde bulunursanız, yaya olarak yahut binekli iken namazınızı kılın.

"Bu görüşü tercih etmemizin sebebi, bundan sonra gelen âyette: "Emniyete kavuştuğunuzda namazı gereği gibi kılın." buyurulmasıdır. Çünkü namazı gereği gibi kılmak onun rükuunu, secdelerini ve diğer farzlarını artırıp eksiltmeksizin yerine getirmektir. Bundan da anlaşılmaktadır ki kişi, kor­ku anında kısaltılacak namazın bazı rükunlarını yerine getirmeyebilir.

***


وَاِذَا كُنْتَ ف۪يهِمْ فَاَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلٰوةَ فَلْتَقُمْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُٓوا اَسْلِحَتَهُمْ۠ فَاِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَٓائِكُمْۖ وَلْتَأْتِ طَٓائِفَةٌ اُخْرٰى لَمْ يُصَلُّوا فَلْيُصَلُّوا مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَاَسْلِحَتَهُمْۚ وَدَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ اَسْلِحَتِكُمْ وَاَمْتِعَتِكُمْ فَيَم۪يلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةًۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ كَانَ بِكُمْ اَذًى مِنْ مَطَرٍ اَوْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَنْ تَضَعُٓوا اَسْلِحَتَكُمْۚ وَخُذُوا حِذْرَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابًا مُه۪ينًا

102. - “Sen içlerinde olup da namazlarını kıldırdığın zaman, bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar; secdeyi yaptıktan sonra onlar arkanıza geçsinler; kılmayan öbür kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar, tedbirli olsunlar, silahlarını alsınlar. Kafirler, size ansızın bir baskın vermek için, silah ve eşyanızdan ayrılmış bulunmanızı dilerler. Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanıza engel yoktur, fakat dikkatli olun. Allah kafirlere şüphesiz ağır bir azab hazırlamıştır.”

Ey Muhammed! Ashabın arasında bulunup da onların namaz kıldırmak istediğin zaman… demektir. Ebu Yusuf: Bu nas Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e hastır. Ondan sonra korku namazı yoktur. Ondan başkaları ise şöyle demiştir: İslam devletinin başkanları her dönemde Resulullah'ın vekilleridir. Bu bakımdan hitap hem ona hem de bütün imamlara yöneliktir. Onları da kapsamına almaktadır. Bunun delili ise Hz. peygamberden sonraki ashabında bunu yapmış olmalarıdır. O halde ayeti kerimedeki hitap her ne kadar peygambere yönelik ise de kıyamet gününe kadar gelecek olan bütün Müslüman komutanları ve önderleri de kapsamı altına almaktadır.

“Bir kısmı seninle beraber namaza dursun.” yani savaşçıları iki kısım yap. Bu kısmın birisi seninle namaza dursun ve sen onlara namaz kıldır. Öbürü de düşmana karşı dursun.

“Ve silahlarını da alsınlar” Her iki taraf da silahlarını alsınlar. Namaz kılanlar kendilerini namazdan alıkoymayacak kadar silah bulundururlar.

“Secdeye vardıklarında onlar arkalarınızda olsunlar” Hanefi mezhebi alimleri ise başka birçok ilim adamı bunun açıklaması ile ilgili olarak şunları söylemişlerdir: Onlar kıldıkları iki rekatını iki tane de secdesini yapacak olurlarsa bu kısım, düşmana karşı durmak üzere geri dönsünler. Nihayet ikinci kesim namazını bitirecek olursa, birinci kesim de oldukları ya da ilk namaz kıldıkları yerde namazlarını tamamlarlar. İmam Malik’e ise şöyle demektedir: Birinci grubun namazı bir tek rekat namaz kılmalarıyla tamamlanmış olur. Çünkü ona göre korku namazı sadece bir rekattır.

“Kılmayan öbür kısmı gelsin, seninle beraber kılsınlar.” Düşmana karşı duran taife gelip seninle birlikte ikinci rekatı kılsınlar. Kıldığı ikinci rekatın sonunda Resulullah Sallallahu vesselam selam verir. İmam Malik’e göre her iki kesimin namazı da bununla sona erer. Ondan başkalarına göre ise her iki taifenin her birisi de kılamadığı kadarını tamamlar. Önce ikinci taife tamamlar, ondan sonra da birinci taife gelir, kılamadıklarını tamamlarlar.

“Tedbirli olsunlar” Düşmanlarına karşı kendilerini koruyacak şekilde uyanık olsunlar, gereken zırh ve benzeri araçlarını da bulundursunlar.

“Silahlarını alsınlar.” İmam Şafii'ye göre silahın alınması şarttır. Hanefi mezhebi alimlerine göre müstehaptır. Korku namazı çoğunlukla yolculuk halinde olması dolayısıyla iki rekattır. Aslında korku namazının birçok şekli olabilir bu şekiller bütün çağ ve durumlar boyunca söz konusu olabilir.

“Kafirler silah ve eşyanızdan gafil bulunmanızı istediler ki size ansızın bir baskın yapsınlar.” Yani kafirler siz namaz kılarken ansızın size baskın yapmayı ve hep birlikte üzerinize atılmayı temenni ederler.
 
“Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız silahları bırakmanızda bir vebal yoktur. Bununla birlikte dikkatli olun.” Yağmur ve hastalık konusunda Yüce Allah ruhsat vermiş ve bununla birlikte gaflete düşerek düşmanları onlara hücum etmesin diye gereken şekilde korunma tedbirlerini almalarını emretmiş bulunuyor.
 
“Şüphesiz ki Allah kafirlere hor ve hakir edici bir azap hazırlamıştır” Zillet verici bir azaptır bu, kafirleri horlayacağından haber vermesi, Müslümanların kalplerine güç kazandırmak içindir ve şanı yüce Allah kudretinin her şeyden üstün geldiğini bilsinler diyedir. Gereken korunma tedbirlerini almaları için verilen emir kafirlerin onlara üstün geleceğinin beklendiği veya umulduğu için olmayıp sadece Allah tarafından istenmiş bir taabbüd (Tapınmak, ibâdet etmek) olduğu bilmeleri içindir.

فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ فَاِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۚ اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا

103. - “Namazı kıldıktan başka, Allah'ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın. Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın. Namaz şüphesiz, inananlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır.”

“Namazı bitirdikten sonra.” Namazı kılıp sona erdirdikten sonra, “ayakta iken, otururken yanlarınız üstü yatarken de Allah'ı anın.” Her durumda Allah'ı hatırlamaya aralıksız olarak devam edin ve Allah'ın zikredin. “Emniyete kavuştuğunuzda namazı tastamam kılın.” Korkunun gitmesi sebebiyle sukün bulur iseniz, o zaman bir tek kesimle birlikte namazı tamamlayınız. Namazı tam kılınız, kısmayın ya da sağlığınıza kavuştuğunuz takdirde kıyam rüku ve sücudu da yaparak namazı tamam ve eksiksiz olarak kılınız.

“Namaz, şüphesiz müminler üzerine vakitleri belli bir farz olmuştur.” O vakitleri sınırlı ve bilinen şekilde namaz bu ümmete farz kılınmıştır yahut vakte bağlı olarak farz kılınmış da demek olur.

وَلَا تَهِنُوا فِي ابْتِغَٓاءِ الْقَوْمِۜ اِنْ تَكُونُوا تَأْلَمُونَ فَاِنَّهُمْ يَأْلَمُونَ كَمَا تَأْلَمُونَۚ وَتَرْجُونَ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا يَرْجُونَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا۟

104. - “Düşman milleti kovalamakta gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekiyorlar; oysa siz Allah'tan onların beklemedikleri şeyleri bekliyorsunuz. Allah Bilendir, Hakim olandır.”

“O kavmi aramakta gevşek davranmayın.” Savaş esnasında kafirleri takip etmekte ve bu takip esnasında onlara taarruz etmek de işi gevşek tutmayın zaaf göstermeyin. Bundan sonra şanı yüce Allah onlara karşı bağlayıcı delilini de şu şekilde zikrediyor:

“Siz acı çekiyorsanız Şüphesiz onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. Üstelik sizler Allah'tan onların beklemedikleri şeyleri bekliyorsunuz.” Yara ve ölüm sebebiyle çektiğiniz acılar size has değildir. Sizinle onlar arasında ortaktır. Size isabet ettiği gibi onlara da eder. Diğer taraftan onlar bu acılara sabır gösterirken, size ne oluyor da onlar gibi sabredemiyorsunuz? Halbuki sabretmek onlardan çok size yaraşır. Çünkü Sizler Allah'tan onların beklemediği şeyler olan dininizin diğer dinlere üstün kılınması, ahirette de büyük ecir gibi şeyler bekliyor ve ümid ediyorsunuz.

“Allah Alim olan, Hakim olandır.” Duyduğunuz acıları çok iyi bildiği gibi, size vermiş olduğu emirleri de son derece hikmetlidir. Sizin işlerinizi tedbir ve idare eder.

Bu âyet-i kerime, Uhud savaşında zayiat veren müslümanları teselli et­mektedir. Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: "Uhud savaşında müslümanlar zayiat verince Resulullah Uhud dağına çıktı. Ebu Süfyan da oraya geldi ve şöyle dedi: "Ey Muhammed, yara ancak yaraya karşılıktır. Savaş nöbetleşedir. Bir gün bize, bir gün de sizedir." Bunun üzerine Resulullah, sahabelerine buyurdu ki: "Şuna cevap verin." Onlar da dediler ki: "Aramızda eşitlik yok. Çünkü biz­den öldürülenler cennette sizden öldürülenler ise cehennemdedir." Bunun üzeri­ne Ebu Süfyan dedi ki: "Bizim Uzza putumuz var sizin ise Uzza putunuz yok." Resulullah da buyurdu ki: "Ona deyin ki: "Allah bizim dostumuzdur. Sizin ise dostunuz yoktur." Ebu Süfyan dedi ki: "Ey Hübel putu yücel, ey Hübel putu yü­cel." Resulullah da buyurdu ki: "Deyin ki: Allah daha yüce ve daha büyüktür." Ebu Süfyan dedi ki: "Buluşacağımız yer, küçük Bedir mevkiidir." İşte müslü­manlar orada yaralı halleriyle uyudular.

Bu âyet-i kerime ve şu âyetler bunlar hakkında nazil oldu. "Eğer siz bir yara almışsanız aynı yarayı, düşmanlarınız olan o topluluk da almıştır. Biz bu günleri insanlar arasında evirip çeviririz ki Allah, iman edenleri belirtsin. İçinizden şahitler meydana çıkarsın. Allah, zalim­leri sevmez.

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs