Kadiri Yolu

En-Nisâ Sûresi 71-93. Ayetlerin Tefsiri

En-Nisâ Sûresi 71-93. Ayetlerin Tefsiri

Tarih: 14.08.2024


بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم





Nisa suresi 71-93. ayetler arasındaki kesim, savaşla alakalı olarak ibadet ve takvanın bir takım hususlarına açıklık getirmektedir. Bu kesimde umumi seferberlik emri yer almaktadır. Ayrıca savaşta gevşek davranışlardan da söz edilmektedir. Müslümanlar savaşa teşvik edilmekte, sebepleri açıklanmakta, müminlerin savaşlarının türü, kafirlerin savaşlarının da tabiatı beyan edilmektedir. arkasından savaştan geri kalanların tabiatı ve bu tabiata karşı yapılacak uygulamaya geçilmektedir. itaat savaşın esası olduğuna göre, itaatten de söz edilmektedir. birtakım söylentilerin yayılması savaştan bir parça olduğu için de Müslümanların bu Söylentilere karşı takınacağı tavrın sınırları çizilmiştir. Bu şekildeki bir sınırlandırma, Kur'an'ın üzerinde düşünülmesi emrinden sonra gelmektedir. arkasında, bütün insanlar savaşmaktan vaz geçse bile yine savaş emri geliyor.

Bu kesimde selamlaşmak, şefaat ve tevhitten de söz edilmektedir. Müslüman daha iyisi ile selama karşılık verir. Savaşın bıraktığı etkilerin telafisi ise birtakım özel muameleye gerek vardır. Tevhid ise tevekkülü gerektirir. Bütün bunlar ise bir bakıma savaşla alakalıdır.

Bundan sonra münafıklardan ve onlarla savaşmanın ne zaman caiz olacağından, ne zaman da olmayacağından söz edilmektedir. Bu anlatım içerisinde kasten bir müminin öldürmenin haram olduğu da açıklanmakta, hata yiyen bir mümin öldüren kimsenin yapması gereken neler olduğu beyan edilmektedir.

O halde bu kısımda bize savaşın takva içerisindeki yerini ve takva sahiplerinin savaşmak gerektiği yerlerdeki tavırlarını açıklamaktadır bu kısımda “iman” kelimesi özellikle vurgulanmaktadır. Çünkü iman, hak savaşın kendisinden kaynaklandığı haktır.

Gerçek şu ki Nisa suresi takva, takvaya götüren yol ve bunun Bakara suresindeki uzantıları hakkında açıklamalarla ilişkilendirilebilir.





يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا خُذُوا حِذْرَكُمْ فَانْفِرُوا ثُبَاتٍ اَوِ انْفِرُوا جَم۪يعًا




71- “Ey iman edenler! Korunma tedbirlerinizi alın da silahlanarak birlikler halinde savaşa çıkın veya toptan seferber olun.”

Ey iman edenler, düşmanlarınıza karşı silahlanarak tedbirinizi alın. Bölük bölük veya toplu olarak düşmanlarınıza karşı çıkın. Tetikte olun, her zaman düşmanlarınızdan gelecek tehlikelere karşı uyanık, müteyakkız halinde bulunun ve gerekli korunma tedbirlerini alın. Ayeti Kerime , kafirlere karşı gevşek olunmaması gerektiği, onlardan gelebilecek olan tüm tehlikeli hamlelere, psikolojik harbe, istihbarat olarak gizli faaliyetlere karşı eksiksiz ve karşılık verecek tedbirlerle müminlerin hazırlıklı olmaları gerektiği emredilmektedir.



وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّۚ فَاِنْ اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيَّ اِذْ لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يدًا


72- “Aranızda pek ağır davranacak olanlar da var. Size bir musibet geldiği takdirde: “Allah bana gerçekten lütfetti. Çünkü onlarla beraber bulunmadım” der.”

Ey müslümanlar aranızda işi ağırdan alacağına Hatta cihattan geri kalacağına yemin eden kimseler dahi vardır ki bunlar münafıklardır. Size mağlubiyet yaralama ve öldürme gibi bir musibet geldiği zaman: “ Allah bana lütfette bulundu. Çünkü onlarla beraber savaşta bulunmadım ve benim başıma belalar gelmedi.” derler. Sizden geri kaldığına ve sizin sıkıntılara uğramanıza sevinir. Zira Allah'ın Mümin kullarına yolunda Cihad etmeleri halinde erişeceklerini vaat ettiği sevaptan şüphe etmektedirler.


وَلَئِنْ اَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِنَ اللّٰهِ لَيَقُولَنَّ كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ مَعَهُمْ فَاَفُوزَ فَوْزًا عَظ۪يمًا


73- “Şayet siz Allah'tan bir nimete nail olursanız, sizinle, onun arasında bir dostluk ve tanışıklık yokmuş gibi şöyle diyecektir: “Keşke onlarla beraber olsaydım ben de büyük bir başarıya erişseydim.”

Siz, zafer, yardım veya ganimet elde ederseniz, cihaddan geri kalan bu münafık, sanki aranızda hiçbir dostluk yokmuş ve o adam, görünürde de olsa sizin dininizde olan birisi değilmiş gibi “Keşke onlarla beraber olsaydım da büyük bir paye elde etseydim” der. Bende onlarla beraber olsaydım ve ganimetten büyükçe bir pay alırdım. Maksatları ganimetten pay almak için söylenmiş sözlerdi gaye ganimetten pay almak…

Allahu Teala bu ayetle münafıkların savaş hakkında tutumlarını bildirmektedir. şayet onlar savaşa katılırsa sadece ganimet elde etme gayesiyle katılır. Eğer savaşa katılmazlarsa kalplerindeki şüpheden dolayı katılmaz. Yoksa onlar ne savaşa katılmaktan sevap ümid ederler ne de katılmamaktan dolayı cezalandırmaktan korkarlar.

Allah Teala, çetin imtihanlardan biri olan savaş karşısında münafıkların hallerini belirttikten sonra hakkıyla iamn eden müminleri Allah yolunda cihad etmeye teşvik ederek şöyle buyurdu:




فَلْيُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۜ وَمَنْ يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْرًا عَظ۪يمًا




74- “O halde dünya hayatı karşılığında ahireti satın alanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır ve öldürülür veya galip gelirse biz de ona büyük bir ecir vereceğiz.”


Dünya hayatını satan, ona önem vermeyerek karşılığında ahiret sevabını alan ve Allah'ın rızasını talep ederek mallarını harcayanlar, Allah'ın dinini yü­celtmek ve Allah'ın şeriatını zafere ulaştırmak İçin Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da düşmanları tarafından öldürülür veya onlara galip gelirse, biz onlara büyük bir sevap vereceğiz.

Bu büyük sevabın ne olduğu hususunda Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor: "Evinden ancak Allah yolunda cihad etmek ve Allah'ın kelamını tasdik etmek için çıkıp, Allah yolunda cihad eden kimseye, Allah onu cennete koyaca­ğına veya çıkmış olduğu evine mükâfat yahut ganimetle döndüreceğine dair kefil olmuştur.



وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يرًاۜ

75- “Size ne oluyor da Allah yolunda ve: “Rabbimiz halkı zalim olan şu şehirden bizi kurtar, katından bize bir sahip gönder, yardımcı yolla” diyen mustazaf erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?”

Ey iman edenler, size ne oluyor da Allah yolunda savaşmıyorsunuz. Ve yine neden kendilerini İslâm dininden çıkarmak için, müşriklerin eziyet ettikleri erkek, kadın ve çocuklardan güçsüz olanlar "Ey Rabbimiz, bizi, halkı zalim olan bu ülkeden çıkar. Bizlere kendi tarafından işlerimizi idare edecek bir dost gön­der. Yine bizlere zalimlere karşı yardım edecek bir yardımcı gönder." diye yal­varan zayıflar uğrunda savaşmıyorsunuz.

Müfessirler burada zikredilen ve "Halkı zalim olduğu bildirilen memle­ketin Mekke olduğunu söylemişlerdir. Zira orada müslüman olan erkeklere, akrabaları zulmetmişler, onlara çeşitli işkenceler yapmışlar ve onları dinlerinden çıkarmak için her yola başvurmuşlardır. Bu sebeple Allah teala diğer müminle­ri, bunları kurtarmaya teşvik etmiştir.

Hasan-ı Basri ve Katade bu âyetin izahında şunları söylemişlerdir: Bir ki­şi Hicret etmek maksadıyla halkı zalim olan bu memleketten çıkıp halkı salih olan ülkeye gitmek üzere yola koyulmuş ve yolun yarısında ölüm gelip ona çat­mış, o da yönünü salih olan ülkeye doğru çevirmiştir. Bunun üzerine rahmet melekleriyle azap melekleri bu kişinin canını alma hususunda ihtilafa düşmüşler ve onlara: Bu kişi hangi memlekete daha yakın ise ona göre muamele yapmaları emredilmiştir. Onlar mesafeyi ölçmüşler, salih olan ülkeye bir karış daha yakın olduğunu görmüşler ve bu sebeple onu rahmet melekleri vefat ettirmişlerdir.

Günümüzde müslümanların yavruları gönderildikleri okullarda dinleri konusunda fitneye düşürülmektedirler. Ayrıca bunun dışında binlercesi çeşitli yollarla dinlerinden döndürülmeye çalışılmaktadır. Müslümanlar ise bu işe akıl erdiremiyorlar. Zamanımızda müslümanlar mümkün olan bütün yolları denemek suretiyle kafir sistemi (Tağuti düzenleri) alaşağı etmek için gayret sarf etmelidirler. Aksine sistem kabullenerek entegre olunmaya çalışılmaktadır. Bu da kimlik kaybının hızla artmasına sebebiyet vermektedir.


اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِۚ اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفًا۟

76- “İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kafirlerin ise tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarıyla savaşın, şüphesiz ki şeytanın hilesi zayıftır.”

Müminler Allah'a itaat etmek üzere Allah'ın meşru kıldığı yolda savaşırlar kafirler de şeytana itaat etmek üzere ve şeytanın sapıklığa ulaştırdığı eğri yollarında savaşırlar. Müslümanların dışında savaşların durumu böyledir. Bu buyruk müminleri savaşa teşvik etmektedir. Çünkü onların savaşları Allah yolunda olduğu sürece onların dost ve yardımcısı, velileri Allah'tır. Daha sonra Yüce Allah düşmanlarına karşı savaşmak üzere müminleri şu şekilde teşvik etmektedir:

“O halde şeytanın dostlarıyla savaşın!” onun yardımcıları ile savaşınız. Bunlar bütün türleriyle kafirlerdir, mürtedler de onlardan bir kısımdır. Şüphesiz ki şeytanın hilesi zayıftır, vesvesesi zayıf ve cılızdır. Bundan dolayı sadece bir aldatma vardır buda hiçbir netice vermez. Çünkü onun yapacağı bütün hileler Allah'ın yardımı ve desteği karşısında zayıf ve cılız kalır. Bu buyruk Müslümanları savaşa karşı yüreklendirmektedir. Şeytanın dostlarından ve taraftarlarından korkmayın.

Her dönemde savaştan korkan kimseler bulunur. Bu Müminler arasında bile olabilir. İslam'ın sadece namaz ve zekattan ibaret olduğunu düşünen her zaman bu gibi kimseler bulunur. Bunların hepsi nefse hitap eden ve nefisle ortaklık kuran şeytanın vesvesesi ve hilesidir. Müminler Allah'ın sevabını ümit ederek savaşır ve yine Allah'ın cezalandırmasından korkarak haksız yere savaşmayı terk ederler. Böylece Müminler bilinçli bir şekilde savaşırlar. öldüklerinde Allah katında mükafatlandırılacaklarını, Zafer kazandıklarında ganimet elde edeceklerini bilerek savaşırlar. Halbuki kafirler ise öldürülme korkusuyla ve ahiretten hiçbir şey beklemeksizin savaşırlar. bu sebeple onlar manevi bakımdan zayıftırlar ve korku içerisindedirler.

***


اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ اَوْ اَشَدَّ خَشْيَةًۚ وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلًا


77- “Kendilerine: “Ellerinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekatı verin” denilmiş olanlara bakmaz mısın? Şimdi onların üzerine savaş farz kılınınca içlerinden bir grup Allah'tan korkar gibi hatta daha şiddetli bir korkuyla insanlardan korkuyorlar ve: “Ey rabbimiz, üzerimize savaşı niye farz kıldın, ne olurdu bizi yakın bir geleceğe kadar geri bıraksaydın? dediler. De ki: “Dünya geçimi azdır, ahiret ise takva sahipleri için elbette daha hayırlıdır ve kıl kadar haksızlığa uğratılmayacaksınız.”

Bu durum, islamın başlangıç dönemlerinde idi. Çünkü müslümanlar o sıralarda namaz kılmakla, aralarında muhtaç olan kişilerin ihtiyaçlarını karşılamakla, koruyup gözetmekle, savaştan uzak durmakla emrolunmuşlardı. Onlar Mekke’de bu halde iken kendilerine savaşmak üzere izin verilmesini temenni ediyorlardır.

Onlara, arzuladıkları savaş farz kılındığında, içlerinden bazıları imanının zayıflığından ve Allah’tan korkarcasına veya daha şiddetli bir şekilde kafirlerden korkar oldular. Bunların imanları tevhid mertebesine yakin derecede değildi. Ve sızlanarak, dünyaya meylederek ve rahat yaşamayı tercih ederek şöyle demeye başladılar: "Ey Rabbimiz, savaşmayı bize niçin farz kıldın. Evlerimizdeki ya­taklarımızda ölünceye kadar bize mühlet verseydin ya. O zaman zayıflığımız giderdi ve gücümüz, kuvvetimiz de artardı, dediler.

Dünya hayatının geçimi hem çok az hemde de geçicidir. Ahiret nimetleri ise süreklidir. Ahiretin hayırlı oluşu takva sahipleri için öngörülmüştür. Kafirlere gelince onlar için ahiret, dünyadan daha kötüdür.

"Ey Muhammed de ki: "Dünyadaki geçimliğiniz az bir şeydir. Çünkü dünyanın kendisi geçicidir. Rablerinden korkanlar için ahiret nimetleri daha hayırlıdır. Çünkü ahiret nimetleri devamlıdır. Sizler, hurma çekirdeğinin kovuğunda bulunan kıl kadar bile hak­sızlığa uğratılmayacaksınız.

Savaşmanın sıkıntıların karşılığında size verilecek ecirlerden en basit bir şey dahi eksitilmeyecek, hiçbir şey karşılıksız bırakılmayacaktır. Bu bakımdan savaştan yüz çevirmeyiniz.

Müfessirler, bu âyeti kerimenin nüzul sebebi hakkında iki görüş zikret­mişlerdir.

a- Abdullah b. Abbas, İkrime, ibn-i Cüreyc, Kaîade ve Süddi´ye göre bu âyet-i kerime, namaz ve zekâtın farz kılınıp cihadın henüz farz kılınmadığı bir zamanda müslüman olan, namaz kılma ve zekat vermenin yanında cihadın da farz kılınmasını isteyen fakat cihad farz kılınınca da savaşmak zorlarına giden bir kısım sahabeler hakkında nazil olmuştur.

Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki; "Abdurrahman b. Avf ve arka­daşları Resulullaha geldiler ve ona "Ey Allah’´ın Resulü, biz müşrik iken güç­lüydük, müslüman olunca zelil duruma düştük." dediler. Resulullah da "Ben, af­fetmekle emrolundum. Kimseyle savaşmayın." buyurdu. Allah Teâlâ Resulullaha, Medine'ye gönderince savaşmayı emretti. Fakat savaşmak bir kısım müslümanlara zor geldi. İşte bunun üzerine bu âyet-i kertme nazil oldu ve dünya ha­yatının az bir geçimlik olduğunu, bu itibarla onu tercih etmenin isabetli olmadı­ğını, ahiretin ise müminler için daha hayırlı olduğunu, Allah yolunda savaşarak ahireti tercih etmenin gerektiğini beyan etmiş oldu.

b- Mücahid ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet-i kerime ve bundan sonra gelen seksen üçüncü âyetin sonuna kadar olan âyetler, Yahudiler hakkında nazil olmuştur. Allah teala bunların durumuna düşmekten sakındırmıştır.



اَيْنَ مَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ فَمَالِ‌ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَد۪يثًا

78- “Nerede olursanız olun ölüm sizi bulacaktır. Sağlam ve yüksek kaleler içerisinde dahi olsanız. Onlara bir iyilik dokunursa, “Bu Allah'tandır” derler. Bir kötülük erişirse;“ derler. De ki; “Hepsi Allah'tandır” bunlara ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?.”

Bizler ölüme doğru yol almaktayız ve ölümde bize erişecektir. Korkunun da ecele faydası yoktur. Nerede olursanız olun en sağlam korunaklı yerde de olsanız ölüm size yetişecektir. Allah’ın takdirinden kaçış yoktur, onun kararını ve hükmünü kimse bozamaz, o dilediğini yapar. Onlara bir iyilik dokunsa bu Allah’tandır derler. Onlar tevhid yolunda sağlam durmadıklarından bir yer fethedildiğinde ellerine ganimet geçtiğinde, bu bize Allah’ın lütfu derler. Kendilerine bir kötülük dokununca ise, bu sendendi derler. Onların başına onları sınayacak bir bela geldiği zaman senin sebep olduğunu söylerler. Yahudiler de, Muhammed Medine'ye geldiğinden beri meyve azaldı ve fiyatı da pahalandı demişlerdi. Hepsi Allah'tandır de bu millete ne oluyor da neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar sen onlara hikmet kaynaklı sözler söyle ve de ki ister sevindirsin ister üzsün her şey Allah'ın emri ve iradesiyle sonradan meydana gelen şeylerdir. Kimseye onun yaptıklarını, emirlerini ve tasarruflarını kesinlikle sorgulayamaz. Allah'ın Tevhid ve İrfan basamağından düşen bu millet niçin sözden anlamıyorlar?

Allah mülkü ve melekutu hakkında sözü apaçıktır ve tevhidin temizliğine aykırı düşen atıflardan kaynaklanan tereddüt ve yalpalamalardan insanları kurtaracak olan bir sözdür. Onlar Allah'ın kelamındaki sırları düşünen ve onlara uygun tedbir alan kimseler olsalardı Allah onların gönül gözlerini açar ve şüphelerini giderecek rahatlığı onlara bahşederdi.

***


مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ وَاَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولًاۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا

79- "Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Sana gelen her fenalık da kendindendir. Seni insanlara peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.”

Nimet ve ihsan türünden her ne gelirse; Allah’tandır, Onun bir lütfu, bir keremidir. Çünkü hiçbir kimsenin Allah üzerinde herhangi bir hakkı yoktur. ”Sana gelen bir fenalık da(bela ve musibet) kendindendir” Senin kendi tarafındandır. Kazandığın kötülükler sebebiyledir ey insan! Bundan, bu gibi kimselerin hatalarının boyutunu da anlamış oluyoruz. Allah üzerlerindeki azabını kaldırsın diye, günahlarından genel olarak vazgeçerek Allah'a dönecekleri yerde musibetlerin sebebini Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin varlığına bağladılar. Halbuki o hem günahlardan masumdur, Hem bir rahmettir. Bu bakımdan bu ayeti kerime Yüce Allah'ın seni insanlara peygamber olarak gönderdik. O halde sen bir rahmetsin, sen masumsun, sen bir tebliğ edensin. Onlara düşen senin risaletine aykırı olan tutumlarını terk etmektir. Böylece Allah'ın lütfu ve merhametine nail olabilsinler. Yoksa onlar bir yandan sana isyan ederken öte yandan başlarına gelen bu musibetlerin mesuliyetini sana yüklemeye kalkışmasınlar.


مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۜ

80- “Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse biz seni onların başına bekçi göndermedik.”

Resulullah ancak Allah'ın emrettiği şeyleri emreder, onun yasakladıklarını yasaklar. Bu bakımdan Allah resulünün vermiş olduğu Emir ve yasaklara itaat, Allah'a itaattir. bu yasaklara itaat eden bir kimse Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e en ileri derecede itaat eder, son derece disiplinli olur. Kim de Ondan yüz çevirirse sorumluluğu kendisine aittir. Sen onları hesaba çekecek ve onları cezalandıracak kimse olarak seni göndermedik. Bunları yapacak olan Allah’tır. Bu buyrukla itaatten yüz çeviren kimse tehdit edilmektedir. Bundan sonra aşağının Yüce Allah münafıkların halini, zahiren muvafakat ve itaat ettiklerini gösterirken gizliden gizliye muhalefet ve isyanı düşündüklerini planladıklarını bildirmektedir.

***


وَيَقُولُونَ طَاعَةٌۘ فَاِذَا بَرَزُوا مِنْ عِنْدِكَ بَيَّتَ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ غَيْرَ الَّذ۪ي تَقُولُۜ وَاللّٰهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَۚ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلًا

81- “İtaat ettik” derler. Yanından ayrıldıktan sonra da içlerinden bir grup sana söylediklerinin hilafına geceleyin planlar kurarlar. Allah gece tasarladıklarını yazıyor, onlara aldırış etme, Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.”

Münafıklara bir şeyi emrettiği zaman: Biz emrolunduk ve bizim yapacağımız bu emre itaattir derler. Onlar sizin yanınızdan çıkıp gidince geceleyin plan yaparlar ve tasarlarlar. Yani bunlar içerisinden bir kısım kimseler var ki kendi içlerinde senin söyleyip emrettiklerinin hilafına ya da kendilerinin söylediklerinin hilafına itaatın muhtevasına aykırı şeyler düzerler. Çünkü onlar içlerinde senin emrini kabul etmeyi değil, reddetmeyi; itaati değil isyan etmeyi gizlemişlerdir. Onlar, söyledikleri ve yaptıkları arasında tutarsızlık olduğu için münafıklık eden kimselerdir. Allah onların gece tasarladıkları amel defterlerine yazılmaktadır ve bunun karşılığını da onlara muhakkak verecektir. Onları aldırış etme yüz çevir Allah'a tevekkül et ona güvenip de yani çünkü onların zararlarına karşı Allah sana yeter senin intikamını onlardan alacak ve onların hakkından gelecektir. Allah vekil olarak yeter. Allah kendisine tevekkül edenlere yeterlidir. O münafıkların yaptıklarının muhakkak karşılığını vereceği gibi, kendi Resulüne Rabbine tevekkül etmesini ve münafıklardan yüz çevirmesini burada emretmektedir. Arkasından onların hastalıklarının sebeplerini açıklamaktadır ki o da Allah'ın kitabı üzerinde gereğince düşünmemektir. Bunun da ifade ettiği mana şudur: Ümmet Allah'ın kitabı üzerinde düşünmek doğrultusunda eğitildikçe sağlıklı disiplin ve basiret üzere itaat, gelişme gösterecektir.


اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَۜ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللّٰهِ لَوَجَدُوا ف۪يهِ اخْتِلَافًا كَث۪يرًا

82- “Onlar hala Kur'an'ı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o Allah'tan başkası tarafından gelseydi, muhakkak ki içinde birbirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı.”

Ey Muhammed, senin, kendilerine söylediklerini geceleyin değiştiren o insanlar, Allah'ın kitabı olan Kur'an'ı düşünüp o kitabın, sana itaat etmelerine dair aleyhlerine bir delil olduğunu idrak etmezler mi Kur'an Allah tarafındandır. Zira onun mânâları birbiriyle uyum içindedir, hükümleri birbirine uygun­dur. Ve onun bir kısmı diğer bir kısmını tasdik etmekle ve doğruluğuna şahitlik etmektedir. Şayet bu Kur'an, Allah tarafından değil de başka biri tarafından gönderilmiş olsaydı elbette ki onlar, Kur'an'ın içinde birbirleriyle çelişen bir çok hükümler, birbirini bozan birçok mânâlar bulurlardı.


وَاِذَا جَٓاءَهُمْ اَمْرٌ مِنَ الْاَمْنِ اَوِ الْخَوْفِ اَذَاعُوا بِه۪ۜ وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَاِلٰٓى اُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذ۪ينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْۜ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ اِلَّا قَل۪يلًا

83- “Kendilerine güven veya korkuya dair bir haber geldiğinde onu yayarlar. Halbuki o peygamberlere veya onlardan olan emir sahiplerine götürselerdi, içlerinden işin iç yüzünü araştırıp çıkanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Her üzerinizde Allah'ın rahmet ve nimeti olmasaydı, pek azınız müstesna muhakkak şeytana uymuş gitmiştiniz. ”

Bir takım insanlar vardır ki, Müslümanların askeri birlikleri ve ordularına dair kendilerine herhangi bir haber ulaştığı zaman, onu yayıyor ve etrafa açıklıyorlardı. bu durum ise İslam toplumunda bir takım sarsıntılara sebebiyet verebiliyordu. Bu bakımdan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanları Sebat göstermek konusunda eğitmişti Allah resulü hoş konuşmayı ne etmiştir yani insanların iyice Araştırmadan gereğince düşünmeden başkalarının söylediklerini alıp yaymaktan meyh etmektedir. yine sahih hadiste şöyle denilmiştir kim bir söz söyler ve onun yalan olduğu görüşünde ise o yalancılardan biridir” Ebu Davud'un sünnetin sünneninde: “ iddia ettiler diye söz söylemek, kişinin Çok kötü bir bineğidir.”

Yüce Allah İslam toplumunda bir takım dedikoduları yayan kişilerin bu durumlarını reddettikten sonra bu gibi şaiyalara karşı takınılacak sağlıklı tavrı ve pratik uygulamayı şöyle açıklamaktadır: “ Halbuki o haberi peygambere veya onlardan olan Emir sahiplerine götürselerdi.” Bu haberi yada şayia’yı Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ve onun döneminde emirler konumunda basiret sahibi ileri gelen ashabına götürselerdi; ya da vefatından sonra halifelerine ve Müslümanların emrine götürmüş olsalardı, içlerinden işin iç yüzünü araştırıp çıkaranlar, onun ne olduğunu bilirlerdi.

Birtakım insanlar karşı karşıya kalınan, görünen veya ortaya çıkan olaylara karşı çözümler çıkarılabilecek güce sahiptirler. Onlar da pratik zeka, tecrübe, savaş işlerini bilme, savaş tuzaklarını anlama, hileleri bilme hususunda onlar güç sahibi kimselerdir. Bu tür söylentiler haberler Resulullah ve onun emrine ulaştırılmasında herhangi bir sakıncası yoktur. Ancak yanlışlık, bu şayia’nın, yaygınlaştırılması ve dilden dile dolaştırılmasıdır.

Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği hadisi şerifte Hz. Ömer Resulullah'ın hanımlarını boşadığı haberini alınca evinden çıkıp mescide kadar geldi. Orada bulunanların aynı şeyi söylediklerini gördü. Peygamber SAV'in huzuruna girmek için izin istemeden duramadı. ondan hanımlarını boşayıp boşamadığını anlamaya çalıştı. Hz Peygamber:

- Hayır, deyince Hz Ömer diyor ki:

- Ben de Allahu ekber, dedim… Daha sonra hadis-i uzun uzun zikretti. müslim'deki rivayette şöyle denilmektedir:

- Hanımlarını boşadın mı? diye sordum:

- Hayır, deyince mescidin kapısına dikildin ve sesimin çıkabildiği kadar:

- Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem hanımlarını boşamadı, diye seslendim. Bunun üzerine şu: “Kendilerine güven veya korkuya dair bir haber geldiğinde onu yayarlar. Halbuki o haberi peygambere ve onlardan olan Emir sahiplerine götürselerdi içlerinden işin iç yüzünü araştırıp çıkaranlar Onun ne olduğunu bilirler. bilirlerdi..” ayeti İnzal buyurdu. İşte ben bu meselenin hiç yüzünü araştırıp çıkaran kimse oldum.

Eğer Allah'ın lütfu ve merhameti olmasaydı çok azınız hariç, bu münafıklar gibi siz de şeytana tabi olurdunuz.

Görüldüğü gibi âyet-i kerime müminlerin savaşları hakkında gelen ha­berleri acele yayan bir kısım münafıkları ve zayıf iradeli insanları uyarmakla, bu gibi ciddi haberleri Resulullaha ve haberi inceleyip doğruluğunu veya yalan olduğunu tespit edebilecek güçteki ordu komutanlarına ve ilim sahiplerine bırak­malarını emretmektedir.

Nitekim bu hususta Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Kişinin, duyduğu her şeyi konuşması, yalan olarak ona kâfidir.

Âyet-i kerimenin sonunda "Allah'ın, üzerinize olan lütfu ve merhameti olmasaydı pek azınız müstesna, şeytana uyardınız." buyurulmaktadır.

***


فَقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ لَا تُكَلَّفُ اِلَّا نَفْسَكَ وَحَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَكُفَّ بَأْسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ وَاللّٰهُ اَشَدُّ بَأْسًا وَاَشَدُّ تَنْك۪يلًا

84- “Allah yolunda savaş. Sen ancak kendinden sorumlusun. İman edenleri de savaşa teşvik et. Umulur ki, Allah küfür edenlerin şiddetle baskısını önler. Allah'ın kahrı da cezası da pek şiddetlidir.”

Cihat'a atılmakla Yalnız sen, kendin yükümlüsün. sana yardım eden Allah'tır, askerler değildir. seni yalnız başına bırakıp terk etseler dahi savaş iman edenleri de savaşa teşvik et onları, galeyana getir, kahramanlık duygularını harekete geçir, umulur ki Allah küfür edenlerin şiddetli baskısını önler. Senin müminleri savaşa teşvik etmen ve bizzat savaşa katılman suretiyle küfür edenlerin baskısı ortadan kaldırır. Allah'ın kahrı da, cezası da pek şiddetlidir. Kafirlerin müminlere baskısı, azab ve cezaları elbetteki şiddetlidir. Rabbimin kahrı ve onun azabı işkencesi daha şiddetlidir. Ayeti kerimede kafirlerin müminlere baskı ve cezalarının oldukça şiddetli olduğunun delili vardır ve bu ayete göre baskı ve şiddet ancak savaş ile ortadan kaldırılabilir. Gerekli konuşmalar, yayın organları, kitaplar ile savaşa teşvik edilmelidir ki, Müminler üzerindeki kafirlerin baskı, azap ve işkenceleri ortadan kalksın.

İbni Ebi Hatim,, Ebu İshak'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: el-Bera b. Azib’e:

- Bir adam düşmandan yüz kişiyle karşılaşır ve onlarla savaşırsa Yüce Allah'ın: “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” diye buyurduğu kimse sayılır mı? diye sordum, bana şu cevabı verdi:

- Şanı yüce Allah peygamberine:

- “Allah yolunda savaş, sen ancak kendinden sorumlusun, iman edenleri de savaşa teşvik et” diye emretmiştir.

Rivayete göre Resulullah (sav) buyruğu da bu teşviklere bir örnektir: “Kim Allah'a ve Resulüne iman eder, namazı dosdoğru kılar, zekatı verir, Ramazan orucunu da tutarsa, onu cennete sokmak o kişinin Allah üzerindeki hakkıdır. Allah yolunda hicret etsin isterse doğmuş olduğu yerde kalsın.” Bu hadis-i Şerif hicretin vacip olmadığı hallerdedir. Ashab-ı Kiram:

- Ey Allah'ın resulü bunu insanlara müjdelemeyelim mi? deyince, şöyle buyurdu:

- Şanı Yüce Allah'ın kendi yolunda Cihad edenlere hazırlamış olduğu cennette yüz derece vardır. Hem iki derece arasında gök ile yer arasındaki kadar mesafe vardır. Sizler Allah'tan cenneti istediğiniz kadar Firdevs'i isteyiniz. O cennetin en ortasıdır ve cennetin en yükseğidir. Onun üstünde de Rahman olan Allah'ın arşı vardır. Cennet nehirleri de oradan fışkırır.


***

مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُق۪يتًا

85- “Kim güzel işte aracılık ederse, ondan kendine bir pay ayrılır. Kim de kötü bir şey de aracılık yaparsa, ona da ondan bir pay vardır. Allah her şeyi hakkıyla mukittir.”

Şer’an caiz olması halinde bir kötülüğün defedilmesi veya bir menfaatin de sağlanması için söz konusu olan aracılıktan bahsedilmektedir. “Şefaati Hasene” güzel aracılık.

Ebu Mesud El Ensari diyor ki: “ bir adam Resulullah'a geldi ve “ benim bineğim telef oldu, bineksiz kaldım. beni savaşa götürecek bir bineğe bindir.” dedi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise “ ben de seni binendirecek binek yoktur.” buyurdu. oradan birisi “ ey Allah'ın resulü, ben ona, bineceği bir binek verecek olanı göstereyim mi dedi. Bunun üzerine Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem “ kim, bir hayır işleme yolunu gösterecek olursa ona, hayrı işleyenin sevabı kadar sevap vardır.” buyurdu.

Ey Muhammed! Kim senin sahabelerinin zor durumda olanlarına yardımcı olur, düşmanlarına karşı cihatlarında ve Allah yolunda savaşmalarında onlara yardımda bulunacak olursa, onun yapmış olduğu bu yardımdan dolayı Allah'ın vereceği sevaptan bir payı vardır. Kim de Allah'ı inkar eden kafirlere yardımcı olur, onlarla birlikte olarak müminlere karşı savaşacak olursa onun da günahtan bir payı vardır. Allah her şeye kadirdir.



وَاِذَا حُيّ۪يتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا اَوْ رُدُّوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَس۪يبًا

86- “Size bir selam verildiği zaman ondan daha güzeliyle selam verin ve misliyle mukabele edin. Muhakkak ki Allah her şeyin hesabını bilendir.”

Ey iman edenler size selam verildiği zaman Size selam verenin selamından daha güzeliyle karşılık verin yahut da onun selamının mislini ona iade edin. Bu fazlalık menduptur, misli ile mukabele farzdır. Şüphesiz ki Allah yaptığınız her amel-i muhafaza etmekte ve hesaplamaktadır. Herkese yaptığının karşılığı verilecektir. Müfessirler bu ayette zikredilen verilen selama daha güzeliyle karşılık vermekten neyin kastedildiği hususunda İki görüş zikretmişlerdir. Birinci görüşe göre; bir müslüman diğer bir müslümana “Esselamu aleyküm” dediğinde, diğer, Müslüman, selam verenin sözlerine ilavede bulunarak “Ve Aleykümselam ve Rahmetullah” diyecek olursa işte o zaman onun selamına karşı güzellikle karşılık vermiş olur. Şayet “Esselamu aleyküm” diyene “Ve aleykümselam veya Esselamu aleyküm” diyecek olursa işte o zaman verilen selamın hayırlısıyla karşılık vermiş olur. İkinci görüşe göre Selam almanın 150 ile karşılık vermenin maksadı Müslüman kimsenin vermiş olduğu selama daha güzeliyle karşılık vermektir selam verene hayırlısıyla mukabele etmekten Maksat ise Müslüman olmayanın vermiş olduğu selamı Aynen almaktır. bunlara göre selam veren Müslüman olsun kafir olsun onun selamını almak gerekmektedir ancak Müslüman'ın selamı daha fazla Hayır temennisiyle alınır. Kafirin ise verdiği selam aynen iade edilir.

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem müminlerin arasında islam'ın yayılmasına teşvikte buyurmuş ve şöyle söylemiştir: “Sizler İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size yaptığınız takdirde birbirinizi sevmiş olacağınız bir şeyi göstereyim mi aranızda selamı yayın.”

Müslüman olmayan kimseye selam verilmez. Şayet onlar Selam verirlerse, verilecek cevap da “Selam” kelimesi kullanılmaksızın sadece “Ve Aleyke” denir. Bu hususta peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz buyuruyor ki: “Size ehli kitap selam verdiğinde “Ve aleyküm” deyin.”



اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَد۪يثًا۟

87- “Allah odur ki, ondan başka ilah yoktur. Geleceğinde şüphe olmayan kıyamet günü, sizi mutlaka toplayacaktır. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?”

Allah, kendinden başka, hakkıyla ibadet edilecek hiçbir ilah bulunmayandır. O sizi, ölümünüzden sonra mahşer meydanında hesaba çekmek için, gelece­ğinde şüphe olmayan kıyamet günüde mutlaka bir araya toplayacaktır. Söyleyin bakalım, hangi varlık Allah'tan daha doğru bir söz söyleyebilir O halde Al­lah’ın vermiş olduğu haberlerin doğruluğundan şüphe etmeyin.


فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِق۪ينَ فِئَتَيْنِ وَاللّٰهُ اَرْكَسَهُمْ بِمَا كَسَبُواۜ اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَهْدُوا مَنْ اَضَلَّ اللّٰهُۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلًا

88- “Size ne oluyor ki münafıklar hakkında iki fırkaya ayrıldınız? Allah onları yaptıklarından dolayı baş aşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını hidayete getirmek mi istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı için sen asla yol bulamazsın.”

Ey müminler, size ne oluyor da, münafıklar eden bir topluluk hakkında ne diye farklı görüşlere sahip oluyor ve ikiye ayrılıyorsu­nuz. Bu gruıplardan biri onların öldürülmelerini, bazınız da serbest bırakılmalarını istiyor­sunuz. Halbuki Allah, onları, işledikleri kötülükler sebebiyle müşriklerin hük­müne tabi tutarak baş aşağı çevirmiştir. Ey müminler, Allah’ın terk ettiği ve sap­tırdığı, baş aşağı düşürdüğü, küfrü hakkında hüküm verip öldürülmesini caiz kıldığını sizler hidayete ermişler arasına bu insanı (İslam hidayetine) kavuşturmayı mı istiyorsunuz. Allah, kimi saptırırsa onun için bir çıkış yolu bulamazsınız. O hangi yola giderse gitsin, gelişi güzel yol alır ve Hidayet üzere değildir. Onun açık seçik bir yolu yoktur. İşte bu da münafıklığın alameti olur. Onun alametlerinden bir tanesi sürekli değişip durması, çelişkilere düşmesidir. Onun bugünkü hali dünkünden farklıdır. Şu anda söyleyeceği sözler daha sonra sözleyeceği sözlerden farklıdır.


وَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُوا فَتَكُونُونَ سَوَٓاءً فَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ
اَوْلِيَٓاءَ حَتّٰى يُهَاجِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْۖ وَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًاۙ

89- “Kendileri küfür ettikleri gibi sizin de küfretmenizi, böylece birbirinize eşit olmanızı isterler. O halde onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden kimseyi veli edinmeyin. Eğer yüz çevirilerse onları bulunduğunuz yerde yakalayıp öldürün ve onlardan ne bir veli ne de bir yardımcı edinin...”

Şu münafıklar sizin de inkâr edip kendileri gibi kâfir olmanızı ve Allah'a ortak koşmakta onlarla eşit hale gelmenizi isterler. O halde onlar, şirk yurdun­dan çıkıp İslam yurduna hicret etmedikçe, onlardan dostlar edinmeyin. Şayet Allah'a ve Resulüne iman etmekten ve şirk yurdunu bırakıp İslam diyarına hic­ret etmekten yüz çevirirlerse, onları yakalayın ve nerede bulursanız öldürün. Onlardan ne dost edinin ne de düşmanlarınıza karşı bir yardımcı edinin. Çünkü onlar kâfirdir. Sizin için ellerinden gelen kötülüğü yapmaktan geri kalmazlar.

Allah Teâlâ, bu âyet-i kerime ile, müminlerin, haklarında ihtilaf ettikleri insanların, gerçekten münafık olduklarını, bu durumlarını değiştirmedikleri tak­dirde öldürülmelerinin gerektiğini beyan etmiştir.



اِلَّا الَّذ۪ينَ يَصِلُونَ اِلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ اَوْ جَٓاؤُ۫كُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ اَنْ يُقَاتِلُوكُمْ اَوْ يُقَاتِلُوا قَوْمَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوكُمْۚ فَاِنِ اعْتَزَلُوكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ وَاَلْقَوْا اِلَيْكُمُ السَّلَمَۙ فَمَا جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَب۪يلًا

90- “Ancak sizinle kendileri arasında anlaşma bulunan bir kavme sığınanlar ve sizinle savaşmaktan veya kendi kavimleriyle harp etmekten bunalarak size başvuranlar müstesnadır. Allah dileseydi onları size musallat ederdi de sizinle savaşırlardı. Eğer sizden uzak durur, sizinle savaşmaz ve size barış teklif ederlerse, Allah size onların aleyhine olarak yol vermemiştir.”

Ancak sizinle anlaşması bulunan bir topluluğa gidip sığınan münafıklar bu hükümden müstesnadır. Sığındıkları topluluklara verdiğiniz eman bunlar için de geçerlidir. Veya bunlar, sizinle savaşmaktan kaçındıkları için yahut kendi topluluklarıyla savaşmaktan kaçındıkları için yürekleri sıkıntıya düşerek size geldikleri takdirde bunlar için de eman vardır. Eğer Allah dileseydi sizinle an­laşmalı olanlara sığınanları ve savaşmaktan dolayı usanıp sıkıntıya düşerek size gelenleri size sataştırırdı da, düşmanlarınız olan müşriklerle birlikte bunlar da size karşı savaşırlardı. Fakat Allah, lütfuyla onların şerrini sizden uzaklaştırdı. Eğer onlar sizden uzak durup sizinle savaşmaz ve size barış teklif ederlerse, Al­lah size, onların aleyhine bir yol vermemiştir. O halde böyle davrananlara do­kunmayın.

Rivayet ediliyor ki, Bedir ve Uhud savaşlarından sonra, müslümanların sayısı çoğalınca Resulullah, Halid b . Velid´i Müdlic kabilesine göndererek on­ları İslama davet etmek istemiştir. Bu kabilelerden olan Süraka, Peygamber efendimize gelerek şöyle demiştir: "Ey Allah'ın Resulü, kavmime adam gönde­receğini öğrendim. Onlara dokunmamanı arzu ediyorum. Şayet, senin kavmin olan Kureyşliler müslüman olurlarsa onlarda İslama girerler. Şayet kavmim müslüman olmazsa onlara düşmanlık beslerler. "Bunun üzerine Resulullah, Ha­lid b. Velid´e "Bununla beraber git ve istediğini yap." buyurdu Halid b. Velid gitti ve Müdlic kabilesi ile Resulullah'ın aleyhinde bulunmayacaklarına, Kureyşli­ler müslüman olursa onların da müslüman olacaklarına dair bir anlaşma yaptı.

İşte âyet-i kerime iki sınıf insanın öldürülmemesini bildirmektedir ki bunların birisi, kendisiyle sulh anlaşması yapılan bu Müdlic kabilesine katılan ve onların anlaşmasından istifade edenlerdir. Diğeri de Abbas gibi Bedir-savaşında müslümanlarla savaşmak istemedikleri halde kabilelerinin baskısıyla gelip savaşa katılanlardır. Ancak müfessirler bu ve bundan sonra gelen âyet-i kerimenin, Tevbe suresinin beşinci âyetiyle nesh edildiğini, bu itibarla münafıklar, müslümanlardan uzak dursalar, onlarla savaşmasalar ve onlara barış teklifinde bulunsalar bile, müşrikliğe devam ettikleri ve müslüman olmadıkları müddetçe onlarla savaşılacağını söylemişlerdir.

Nitekim İkrime, Hasan-ı Basri, Katade ve İbn-i Zeyd bu âyet-i kerimenin ve benzeri âyetlerin, Tevbe suresinin beşinci âyetiyle nesh edildiğini söylemiş­lerdir.

Bu hususta İkrime ve Hasan-ı Basri’nin müşrikler hakkında şu dört âyetin Tevbe suresinin beşinci âyetiyle nesh edildiğini söyledikleri rivayet edilmiştir. Neshedilen bu âyetler de şunlardır; "Ancak aranızda anlaşma bulunan bir kavme sığınanlar yahut ne sizinle ne de kavimleriyle savaşmak istemedikleri İçin yü­rekleri sıkıntıya düşerek size gelenlerle savaşmayın. Allah dileseydi, onları size musallat ederdi de sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak dururlar, sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse, Allah size onların aleyhine bir yol vermemiştir." "Onlardan diğer bir kısmını da hem sizden hem kendi kavimle­rinden emin olmak ista1 er bulacaksınız. Fakat her fitneye döndürmüşlerinde onun içine tepetakla dalarlar. Şayet onlar, sizden uzaklaşmaz, size barış teklif etmez ve ellerini sizden çekmezlerse, onları yakalayın ve onları bulduğunuz yerde Öl­dürün. İşte bunların aleyhine size apaçık bir ferman verdik. Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Şüphesiz Allah, adaletli davrananları sever." "Allah, ancak sizinle din hususunda savaşanları, sizi yurtla­rınızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerdir.



سَتَجِدُونَ اٰخَر۪ينَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَأْمَنُوكُمْ وَيَأْمَنُوا قَوْمَهُمْۜ كُلَّمَا رُدُّٓوا اِلَى الْفِتْنَةِ اُرْكِسُوا ف۪يهَاۚ فَاِنْ لَمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُٓوا اِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّٓوا اَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْۜ وَاُو۬لٰٓئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا مُب۪ينًا۟

91- “Diğerlerinin ise, sizden de kendi kavimlerinden de güvende olmayı istediklerini göreceksiniz. Fitneciliğe çağrıldıkları her seferinde ona can atarlar. Eğer sizden uzak durmazlar barış teklifi etmez ve ellerini çekmezlerse onları tutun ve bulunduğunuz yerde öldürün. İşte böyle olanların aleyhlerine size apaçık ferman verdik.”

Münafıklardan diğer bir güruh da, kâfir oldukları halde size karşı canlarını ve mallarını emniyete almak için müslüman olduklarını açığa vururlar. İçten içe kafirlerle birliktedirler. Müminlerin yanında emniyet altında kalabilmek için onlarla ibadet etmeye çalışırlar. Ken­di toplumlarına karşı kendilerini emniyete almak için de onların taptıkları batıl şeylere taparlar. İşte bunlar, toplulukları tarafından Allah'a ortak koşma fitnesi­ne her davet edildiklerinde baş aşağı dönerler. Kendi kavimlerine şirin gözükmek için gerekirse müslümanları öldürmeye bile kalkışırlar, en seviyesiz, en çirkin bir şekilde ters yüz olup en kötü düşmandan daha kötü olurlar. Bunlar şirkin içine gömülürler. Şayet bunlar, sizden uzak durmaz, sizinle barışa girişmez ve sizinle savaşmaktan elle­rini çekmezlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. “Eğer sizden uzak durmazlar barış teklifi etmez ve ellerini çekmezlerse onları tutun ve bulunduğunuz yerde öldürün.” Bahsi geçen üç yükümlülüğün gereği yerine getirilirse onlardan vazgeçin. Değilse öldürülmeleri emredilmiştir. İşte bunların aleyhine savaşmak için size apaçık bir yetki verdik.

Müfessirler, bu âyette zikredilen insanlardan kimlerin kasdedikliği hu­susunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a- Mücahid ve Abdullah b. Abbas´a göre bu âyette zikredilen insanlar Mekke halkından, müslüman olmadıkları halde canlarını, mallarını ve soylarını güven altına almak için müslüman olduklarını söyleyen münafıklardır. Bunlar, Allah'a ortak koşmaya davet edildiklerinde, İslamdan çıkıp hemen müşrik ol­duklarını ilan ediyorlardı. Böylece müşrikler nezdinde de canlarını ve mallarını emniyet altına alıyorlardı. İşte âyet-i kerime bunları vasıflandırmakta­dır.

b- Katade´ye göre ise burada zikredilen insanlardan maksat, hem Resulullah'ın ve sahabelerin nezdinde hem de müşriklerin nezdinde, güvende olmak için Resulullahtan eman isteyen, Tihame’de yaşayan müşriklerdir.

c- Süddi’ye göre ise bu âytte sıfatlan zikredilen insanlardan maksat, Nuaym b. Mesud el-Eşcai’dir. Bu kişi, ResululIah ile müşrikler arasında söz götü­rüp getirerek her iki topluluk nezdinde de kendisini güven altına almaya çalışı­yordu.


***

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ اَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِنًا اِلَّا خَطَـًٔاۚ وَمَنْ قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَـًٔا فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَصَّدَّقُواۜ فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۜ وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ وَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۚ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۘ تَوْبَةً مِنَ اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا

92- “Bir müminin diğer mümini- hata dışında- öldürmesi olmaz. Bir mümini yanlışlıkla öldürenin bir mümin köleyi azat etmesi ve öldürenin ailesine teslim edilecek bir diyet ödemesi gerekir. Meğer ki onlar bağışlamış olalar. Öldürülen, düşmanınız olan bir topluluktan olan mümin ise, mümin bir köle azat etmek gerekir. Şayet sizinle kendileri arasında anlaşma bulunan bir topluluktan ise, ailesine verilecek bir diyet ve mümin bir köle azat etmek gerekir. Bulamayan kimsenin iki ay art arda oruç tutması gerekir. Bu, Allah tarafından tövbesinin kabulü içindir. Allah Alim, Hakim olandır.”

Bu âyet-i kerimede Allah teala, bir müminin diğer bir mümin kardeşi­nin canına hata dışında kasdedemeyeceğini beyan ediyor. Kasti olmayan, hata yollu olduğu anlaşılan ölümlü vakalar durumunda bir müminin, yaptığı bu hatadan dolayı alacağı cezanın ne olaca­ğını beyan ediyor.

Bir mümin hata ile başka bir mümini öldürürse, öldüren kişinin, ceza ola­rak mümin bir köle azad etmesi bir de ölenin ailesine diyet vermesi gerekir. Bu diyeti sadece öldüren değil, öldürenin baba tarafından olan akrabaları da üstle­nir. Bu akrabalara "Asabe" denir.

Ödenecek diyetin miktarı yüz deve veya bin altın dinar yahut on bin gümüş dirhemdir. Şayet öldürülenin akrabaları, diyeti almaktan vazgeçerse, öldürenin bu diyeti ödeme yükümlülüğü düşer. Şayet bir mümin, müşriklerle beraber bulunan bir mümini öldürecek olursa, bu takdirde öldürenin cezası sadece mümin bir köle azad etmektir. Burada öldürülenin aile­sine diyet ödenmez. Çünkü onlar, müslümanlarla savaşan Allah düşmanlarının içinde bulunmaktadırlar. Onlara diyet verildiği takdirde dolaylı yolla içlerinde yaşadıkları müşrik topluluk güçlendirilmiş olur.

Şayet bir mümin, müslümanlarla anlaşması bulunan topluluktan birisini veya zımmi statüsünde bulunan bir kimseyi öldürürse, Öldürenin, ölenin ailesine diyet vermesi ve bir mümin köle -a azad etmesi gerekir. Azad edecek mümin bir köle bulamayan kimsenin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için arka arkaya iki ay oruç tutması gerekir. Allah, herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Hatay yoluyla öldürme ayetinin nüzul sebebi ile ilgili olarak Mücahit şu şekilde söylenmiştir: “ Bu ayeti kerime Ebu Cehil'in anne- ki o da muharribe kızı esmadır- bir kardeşi Ayyaş b. Ebi Rabia hakkında nazil olmuştur. Ayyaş kendisine ve Haris b. Yezid el-Amiri’ye müslüman oldukları için işkence etmekteydi. Bu kişinin hem Ayyaş hem de kardeşine işkence yapması sebebiyle Ayyaş ona kin beslemiş idi. Bu adam daha sonra Müslüman olmuş ve hicret de etmiş olduğu halde Ayyaş'ın bundan haberi olmamıştı Mekke fethedildiği gün onu görmüş ve hala eski şirk üzerine kaldığını zannetmiş idi. Ona bir hamle yaparak öldürünce, şanı Yüce Allah bu ayeti kerimeyi İnzal buyurdu.



وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَٓاؤُ۬هُ جَهَنَّمُ خَالِدًا ف۪يهَا وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَاَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظ۪يمًا

93- “Kimde bir mümini kasten öldürürse onun cezası cehennemdir. İçinde ebediyen kalacaktır. Allah ona gazap etmiş, lanet etmiş ve büyük bir azap hazırlamıştır.”

Haksız yere kast ederek adam öldürmenin haram olduğunu beyan eden âyet-i keri­me ve hadis-i şerifler pek çoktur. Bazı âyetlerde cana kıyma ve Allah'a ortak koşma beraber zikredilmiştir. Nitekim Allah teala diğer bir âyette şöyle buyuruyor: "... Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyilik yapın. Fakirlikten dolayı çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. Hayasızlıkların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Allah'ın, Öldü­rülmesini haram kıldığı cana, haklı bir sebep olmadıkça asla kıymayın. Allah, aklınızı kullanasınız diye size bunları emretti.", “Onlar, Allah'ın yanında bir başkasını ilah edinip ona kulluk etmezler. Ölümü hak edenler dışında, Allah'ın haram kıldığı cana kıymazlar. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa işlediği günahın cezasını görür.”

Bu hususta Peygamber efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyuruyor: "Kıyamet gününde insanlar arasında görülecek ilk hesap, (haksız yere dö­külecek) kan hususundadır.

"Allah katında, dünyanın yıkılıp gitmesi, müslüman bir kişinin öldürül­mesinden daha hafiftir.”

Müfessirler, âyet-i kerime’de zikredilen ve yapılması halinde onu yapanın ebedi olarak cehennemde kalacağı bildirilen kasıtlı öldürmeden neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- Atâ, Said b. el-Müseyyeb, İbrahim en-Nehai, Tavus ve Harise göre, kasıtlı bir şekilde öldürmekten maksat, kişiye kesici veya yaralayıcı yahut kopa­na ve parçalayıcı bir demirle, öldürünceye kadar vurmaktır. Bunlara göre her­hangi bir değnekle veya kamçı ile yahut taş ile dövülme neticesinde öldürülen bir kimse kasıtlı bir şekilde öldürülmüş sayılmaz. Çünkü bu hususta Numan b. Beşir, Resulullahın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.

"Her şeyin hatası vardır, kılıç hariç. Her hatanın ise bir diyeti vardır.

b- Ubeyd b. Umeyr ve İbrahim en-Nehai’ye göre ise, kişinin genellikle Öldürücü olan herhangi bir âletle ve öldürme kastıyla birine vurup Öldürmesi, onu kasten öldürmektir. Mesela bir kişi diğer bir insanı, ölünceye kadar değ­nekle dövecek olursa veya iple boğazını sıkarak öldürecek olursa o kimse o ki­şiyi kasten öldürmüş olur ve öldüren katile kısas uygulanır.

Bunların delilleri ise Enes b. Malik’in rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir. Enes diyor ki: "Bir Yahudi bir cariyeyi, gümüşten yapılmış süs eşyalarını elinden almak için, başını taşla ezerek öldürdü. Cariyenin daha canı çıkmadan Resulullah’a ge­tirildi. Resulullah ona: "Seni filan mı öldürdü" (Yani seni bu ölüm haline geti­rinceye kadar dövdü ) dedi. Cariye başıyla işaret ederek "Hayır" dedi.. Resulul­lah başka birini sordu. Cariye yine başıyla "Hayır." Resulullah üçüncü bir kim­seyi sordu. Cariye başıyla işaret ederek "Evet" dedi. Bunun üzerine Resulullah, o adamın da başını iki taş arasında ezerek öldürdü. (Yani o şekilde öldü­rülmesini emretti ve öldürüldü.)

Görüldüğü gibi Resulullah’ı, cariyeyi taşla öldüren Yahudiye kısas uygu­lamış ve onu taş ile öldürtmüştür. Resulullah, öldürme aleti demir olmadığı hal­de öldürmeyi kasıtla yapılan bir fiil olarak kabul etmiş ve kısas uygulamıştır. Bundan da anlaşılmaktadır ki kişinin, genellikle öldürücü olan herhangi bir âletle ve öldürmek maksadıyla birine vurup öldürmesi, onu kasten öldürmedir.

İkinci görüşün tercihe şayan olduğun zira Resulullah’ın hadisinin bunu ispatladığını söylemiştir.
Âyet-i kerimede geçen "Onun cezası cehennemdir, orada ebedi olarak ka­lacaktır." ifadesi müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

a- Ebu Miclez ve Ebu Salih bu ifadeyi şu şekilde izah etmişlerdir. "Eğer Allah, onu cezalandırmayı dileyecek olursa onun cezası cehennemdir. Allah di­lerse onu affedebilir de."

Görüldüğü gibi bunlara göre kasıtlı olarak bir mümini öldürenin büyük günah işlemesine rağmen affedilmesi muhtemeldir.

b- İkrime ve İbn-i Cüreyc’e göre de bu ifadenin izahı şöyledir: "Kim ka­sıtlı bir şekilde ve öldürülmesini helal sayarak bir mümini öldürecek olursa işte onun cezası cehennemdir ve o orada ebedi olarak kalacaktır.

Görüldüğü gibi bu izaha göre kasıtlı olarak bir mümini öldürenin, ebedi olarak cehennemde kalması söz konusu değildir. Fakat öldüren kişi bu öldürme­nin helal olduğuna inanırsa, haramı helal saydığı için dinden çıkar ve bu sebep­le de ebedi olarak cehennemde kalmayı hak etmiş olur.

c- Mücahid´e göre ise bu ifadenin mânâsı şudur: "Kim kasıtlı olarak bir mümini öldürecek olursa onun cezası cehennemdir. O orada devamlı olarak kalacaktır. Ancak tevbe etme durumu müstesnadır.

Görüldüğü gibi bu izaha göre tevbe edenin affedileceği ümit edilmekte­dir.

d- Abdullah b. Abbas’tan nakledilen başka bir görüşe göre ise bu ifade­den maksat, "Kim bir mümini kasıtlı olarak öldürecek olursa onun cezası cehen­nemdir. O orada ebedi olarak kalacaktır. Tevbe etse de tevbesi kabul edilmeye­cektir." demektir.

Görüldüğü gibi bu görüşte olanlara göre bir mümini kasten öldüren, bu günahından tevbe etse dahi ebedi olarak cehennemde kalacaktır. Bu görüşte olan âlimlere göre Furkan suresinin altmış sekiz altmış dokuz ve yetmişinci âyetleri bu âyetten sonra inmişlerdir. Bu itibarla onlarda zikredilen, bir mümini kasten öldürenin tevbe edip salih ameller işlediği takdirde affedileceği hükmü bu âyet-i kerimeyi neshetmemiştir.

Bu hususta Salim b. Ebil Cad diyor ki: "Biz, Abdullah b. Abbas, gözleri­ni kaybettikten sonra yanında bulunuyorduk. Ona bir adam geldi ve "Ey Abdul­lah b. Abbas, bir mümini kasten öldüren kişi hakkında görüşün nedir " diye sordu. Abdullah b. Abbas da dedi ki: "Onun cezası cehennemdir. Orada ebedi olarak kalacaktır. Allah ona gazap ve lanet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır. Adam da; Ne dersin o tevbe etse, imanında samimi olsa, salih amel işlese ve hidayete kavuşsa da mı " diye sordu. Abdullah b. Abbas ise: "Vay annesi kaybedesi, ona tevbe nereden, hidayet nereden Ruhum, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki Peygamberinizin şöyle buyurduğunu işittim: "Vay annesi kaybedesi, o öyle bir kişidir ki, kasıtlı olarak birini öldürmüştür. Öldürdüğü kimse kıyamet gününde öldürenin kaküllerinden yakalamış bir şekil­de tutup getirir. Onun kendi başı elindedir. Damarlarından kan fışkırmaktadır. Öldürülen kişi der ki: "Ey Rabbim, işte beni öldüren budur." "Onu arşa kadar çekip götürür." Abdullah b. Abbas, sözlerine devamla diyor ki: "Abdullah’ın ru­hu kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki bu âyet indi ve Peygamberinizin ruhu alınıp âhirete intikal etmesine kadar bu âyeti nesneden herhangi bir âyet inmedi.

Abdullah b. Abbas demiştir ki: "Bir adam müslüman olur, İslamın hü­kümlerini ve emirlerini öğrenir sonra da bir mümini kasten öldürecek olursa ar­tık onun tevbesi kabul edilmez." Daha önce Furkan süresindeki, "Onlar Allah’ın yanında bir başkasını ilah edinip ona kulluk etmezler. Ölümü hak edenler dışın­da Allah’ın haram kıldığı cana kıymazlar. Zina etmezler. Kim de bunları yapar­sa, işlediği günahın cezasını görür.." Kıyamet günü azabı kat kat olur. O korkunç azabın içinde hor ve hakir bir halde ebediyen kalır. âyetleri nazil olunca Mekke halkından müşrik olanlar dediler ki: "Biz Allah’a ortak koştuk. Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı kimseleri haksız yere öldürdük, fuhuş işledik. Artık islam bize fayda vermez." İşte bunun üzerine: "Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amel işleyen bunun dışındadır. İşte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir." âyeti nazil oldu.

Abdullah b. Abbas, Furkan suresindeki bu âyetlerin imandan ümit kesen müşrikler hakkında nazil olduğunu, bahse konu olan âyetin ise bunlardan sonra indiğini ve bir mümini kasten öldüren müminin hükmünü beyan ettiğini ve mensuh olduğunu söylemiştir.

Abdullah b. Mes’ud ve Zeyd b. Sabit´in de bu âyetin neshe dilmediğini söyledikleri rivayet edilmiştir.

Taberi diyor ki "Bu hususta doğru olan görüş, ayetin manasının şöyle ol­duğunu söyleyen görüştür. "Kim kasıtlı olarak bir mümini öldürecek olursa ve Allah da onu cezalandıracak olursa onun cezası cehennemdir. O orada ebedi olarak kalmaya layıktır. Fakat Allah, müminlere lütufta bulunarak onları affe­der, onları orada ebedi olarak bırakmaz. Onları ya lütfuyla affedip hiç cehenne­me sokmaz yahut da oraya koyar sonra da lütfü ve merhametiyle cehennemden çıkarır. Zira o, mümin kullarına şöyle vaad etmiştir. "Ey Muhammed, kullarıma deki: "Ey kendi aleyhlerine haddi aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz ki Allah bütün günahları bağışlar. Muhakkak ki o, çok affeden ve çok merhamet edendir.

"Eğer denilecek okusa ki "Kasıtlı olarak bir mümini öl­düren kişi, bu âyette zikredilen bütün günahların affedilmesi vaadine dahil ise Allah'a ortak koşan da bu vaade dahildir. Zira, Allah'a ortak koşmak da bir gü­nahtır." Buna cevaben denilir ki: "Allah teala, kendisine ortak koşanı affetmeye­ceğini şu âyetle açıkça beyan etmiştir. "Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak ko­şulmasını affetmez. Bunun dışında dilediği kimseyi affeder. Kim Allah'a ortak koşarsa şüphesiz büyük bir günah ile iftira etmiş olur.

İbni Mesud 'a şöyle demektedir: “ Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem hata yoluyla öldürme cihetinde şu şekilde hüküm vermiştir: 2 yaşında basmış 20 tane dişi deve, 2 yaşına basmış 20 tane erkek deve, 3 yaşına basmış 20 tane dişi deve, 5 yaşına basmış 20 tane dişi deve ve 4 yaşına basmış 20 tane dişi deve.” Hanefi mezhebi alimlerine göre hata yoluyla öldürmenin diyeti olarak 10.000 dirhem Gümüş yeterlidir. bu 10.000 dirhemin kıymeti gümüşün fiyatının yükselip düşmesine göre değişebilir.

Buhari ve Müslim de sabit olan Ebu hureyre'nin rivayet ettiği hadis bunlardan bir tanesi Huzeyllilerden iki kadın birbiriyle kavga etti. Bunlardan biri ötekine bir taş attı, karnındaki çocuğu ile birlikte onu öldürdü. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin huzurunda davalaştılar. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem cenin diyeti olarak iki köle veya bir cariyenin kıymetinin verilmesine; kadının diyetinin de onun “Akilesi”ne düştüğünü hükmetti.”

Buhari'nin sahihinde… Salim'in babası dan rivayette göre babası şöyle demiştir: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Halid bin Velid'i cezime oğullarına gönderdi. onları İslam'a davet etti. onlar: “ müslüman olduk” diyemedikleri için “ dinimizden döndük, dinimizden döndük” demeye başladılar Halit onların Kimisini öldürmeye, kimisinin esir almaya koyuldu. bizden her birimize düşen esiri teslim etti ve Her birimizin esirini öldürmesini emretti. Ben Allah'a yemin ederim Ne esirimi öldürürüm ne de arkadaşlarımın birisi eserini öldürür dedim. Nihayet bunu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e anlattı O da şöyle buyurdu: “ Allah'ım! halid'in yaptığından beri olduğumu Sana arz ediyorum” bu sözü iki defa tekrarladı daha sonra Hazreti Ali'yi göndererek öldürülenin diyetini ve köpeklerinin su içtiği yalağı varıncaya kadar telef edilen malların karşılığını ödedi anlaşılmaktadır ki imamın yahut da onu tayin ettiği vekilin hatası Beytülmalden karşılanır. Hanefi mezhebi alimlerinden ve sefi şöyle demiştir: “ zeminin diyeti Müslüman kimsenin diyeti gibidir. bu bizim kabul ettiğimiz görüştür.”





Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs