Nasuh Tevbesi Nasıl Olur?
Allah Teala tevbenin fazileti konusunda kendilerini özel olarak muhatap aldığı müminlere şöyle emretmiştir: "Ey iman edenler! Nasuh/samimi bir tevbe ile Allah'a tevbe ediniz. Umulur ki Rabbiniz günahlarınızı örter ve sizi altlarından nehirler akan cennetlere koyar" (Tahrim 66/8).
Hiçbir şeye bağlı olmayan ve hiçbir şeyin de kendisine bağlı olmadığı, sırf Allah için olan bir tevbe ile tevbe ediniz, başka bir gaye gütmeyiniz, demektir. Bu da, hiçbir kötülüğe bulaşmadan istikametle taate devam etmek, imkân bulduğunda herhangi bir günaha girme düşüncesine sahip olmamak, şehvetini ve kalbî hislerini birleştirerek hevâsı için günah işlediği gibi, aynı günahı sırf Allah rızası için terk etmektir.
Kul hevâ denen kötü arzulardan temiz bir kalp ile ve sünnete uygun güzel salih amelle Allah Teâlâ'nın huzuruna geldiği zaman, kendisine güzel bir netice verilir. O zaman daha önceden kaçırdığı güzel hali de elde eder. İşte bu, nasûh tövbesidir. Onu yapan kul, çokça tövbe eden, güzelce temizlenen ve Allah'ın sevgilisi olan birisidir. Bunlar Allah tarafından daha önce hakkında iyilikle hüküm verilen kimselerin hal ve haberleridir. Kime Rabb'i tarafından kendisini destekleyecek bir nimet (tevfik-i ilâhi) verilmişse, Allah onunla kulunu kötülüklere bulaşmaktan korur. Bu kimse Allah Teâlâ'nın âyet-i kerimede, "Hiç şüphesiz Allah, çokça tevbe edenlerle güzelce temizlenenleri sever" (Bakara 2/222) hitabıyla kastettiği kimsedir. Nitekim Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem] de, "Tevbe eden Allah'ın dostudur." (Yüce Allah'ın tevbe eden kimseyi seveceğini bildiren biraz farklı lafızdaki bir hadis için bk. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/86; Ebû Ya'la, el-Müsned, nr. 483; Ebû Nuaym, Hilyetü'l- Evliya, 3/209.)
“Gerçekten tövbe eden kimse, hiç günah işlememiş kimse gibidir.” buyurmuştur. (İbn Mâce, Zühd, 30; Beyhaki, Sünen, 10/154; Heysemi, Mecmau'z-Zeváid, 10/200.)
Hasan-ı Basriye, nasuh tevbesinin ne olduğu sorulunca, şöyle cevap vermiştir: "O, kalp ile pişman olmak, dil ile istiğfar edip Allah’tan affını istemek, azalarla günahları terk etmek ve içten bir daha günaha dönmemeye, karar vermektir."
Ebu Muhammed Sehl demiştir ki: "Şu insanlara tevbeden daha gerekli bir şey ve tevbe ilmini bilmemelerinden dolayı daha şiddetli bir azap yoktur. Bugün insanlar tevbe ilmini bilmemektedirler. Yine o demiştir ki: "Kim, tevbe farz değildir, derse, o kafirdir" (Onun bu sözüne razı olup tevbenin farz olmadığını düşünen de kâfirdir) Şu söz de Sehl'e ait, "Gerçek tevbe eden, bir an ve bir nefes de olsa taatlarındaki gafletine tevbe eden kimsedir.
Hz. Ali, tevbeyi terk etmeyi manevi körlük olarak görmüş, onu zanna tabi olmak ve zikri unutmakla bir arada ifade etmiş ve uzunca bir konuşmasının içinde şöyle söylemiştir: "Kimin kalbi körelirse, Allah'ın zikrini unutur, zanna tabi olur, tevbe etmeden ve boyun bükmeden mağfiret olmayı ister."
Samimi bir tevbenin farzı, günahı günah olarak kabul etmek, yapılan zulmü itiraf etmek, nefsin hevai/kötü arzularına kızmak, onu kötü amellerdeki ısrarından vazgeçirmek, gücü yettiği kadar gidasını/rızkını haramdan temizlemektir. Çünkü helal yemek salihlerin temel prensiplerindendir. Sonra da daha önceki günah ve isyanlara pişman olmaktır. Pişmanlığın hakikati ki eğer pişmanlık gerçek ise, kendisini pişman eden şeylerin benzerine bir daha dönmemektir.
Tevbenin bir farzı da, istikamet üzere emre uymak ve yasak şeylerden kaçınmaktır. Gerçek istikamet, kulun ömründe daha önceki gibi sakat ve bozuk şeylere düşmemek, bütünüyle Allah'a yönelmiş kimselerin yoluna tâbi olmak, kendini eski haline döndürecek cahillerle arkadaş olmamak, sonra bâtılla meşgul olduğu günlerde ifsat ettiklerini düzeltmekle uğraşmak ve böylece tövbe edip bozuk halini ıslah eden salihlerden olmaya çalışmaktır. Hiç şüphesiz Allahu Teala iyilerin ecrinizaye etmediği gibi bozgocuların amelini de ( onlar tövbe etmediği sürece) düzeltmez.
Tevbe edene gereken şeylerden birisi de, kötülüklerini iyiliklerle, iyiliklerini de daha güzelleriyle değiştirmektir. tövbesinin tam olarak gerçekleşmesi, Allah'a dönüşün güzel ve günahları iyiliklere çevrilen kimselerden olması için böyle yapmasa zararı nedir. Çünkü bu değişmeim dünyada olmaktadır. kötü ameller iyi amellere çevrilmektedir. şu ayeti kerime bunu göstermektedir: “ bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar, Allah onlarda bunları değiştirmez.” Rad/11 demek ki, insanlar içlerindeki bir kötülüğü iyiliğe çevirmediklerinde, kötü halleri iyiliklere çevrilmiş olacaktır.
Sonra gerçek bir pişmanlık ve kaçırdıklarına üzülmek, onları telafi ederken ifrat ve gevşekliğe düşmemek, tekrar eski durumuna dönmemek şeklinde olur. Böyle olmazsa; nefis geçmişte kaçırdıklarını telafiye çalışırken, ikinci bir vakti zayi etmiş olur. Uyanık halinde ele geçirdiği vakti zayi etmemelidir. Yoksa uyanık hali geçmişteki gafleti gibi olur. Çünkü kaçırdıklarının telafisi ile gafletle geçirdiği günlerdeki haline benzemiş olmaktadır. Nimetle (Nimet ve rahat içinde bir halle) nimete ulaşamayacağı gibi; eldeki vakti ve imkanları zayi ederek de geçmiş zararlar telafi edilmez. Bu durumda olan anlatılan kimselere benzemektedirler:
“Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler; iyi bir amele kötü bir amelle karıştırmadılar.” Tevbe/102 Bunun itiraf ve pişmanlık olduğu söylenmiştir.
Süleyman Darani Hazretleri demiştir ki: “Akıllı bir kimse, kalan ömründe, sadece daha önceki itaatsız geçirdiği vakitlerine ağlasa, bu onu ölene kadar hüzün içinde ağlatmaya yeterdi. artık kalan ömrünü de geçen ömründeki gibi cehalet ve gafletle karşılayan (ve eskisi gibi) yaşayan kimsenin hali nasıl olur!”
Sehl b. Abdullah rahmetullahi Aleyh demiştir ki: “Gerçekten tevbe eden kimseyi hiçbir şey gevşetmez. O nefsinden ayrılacağı/ölünceye kadar kalbi arşa ilahi huzura bağlı olur. Onun ayakta durmasını sağlayacak zaruri şeyler dışında konfor içinde bir hayatı yoktur. geçmişine üzülür. Kalan ömründe de emirlere ciddi olarak sarılır, yasaklardan uzaklaşır. Bunların tamam olması ancak, her şeyde yakın ilmine göre hareket etmesi ve Salih amellere sarılmasıyla mümkündür. o zaman Allahu Teala'nın haklarında, “Kötülüğü iyilikle giderirler” Rad/22 Yani daha önce yapmış oldukları kötülükleri, işledikleri yeni Hayırlarla giderip temizlerler buyurduğu kimselerden olur. Aynı şekilde Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Zerrin hadisinde Şöyle buyurmuştur: “Bir kötülüğü işlediğin zaman, ondan sonra hemen iyilik yap. Gizli günaha karşı gizlice, açık olana karşı da açıkça Hayır yap ki onu temizlesin.” (Taberani, Haysemi, Münavi)
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Muaz b. Cebel'e yaptığı bir vasiyetinde de; “Kötülüğün peşinden bir iyilik yap ki onu temizlesin.”(Tirmizi, Ahmed b. Hanbel) buyurmuştur.
Bu vasıflarda tövbe eden kimse salihler Arasına girer Nitekim Allahu Teala ayet-i kerimede; “ iman edip Salih ameller işleyenleri, hiç şüphesiz Salihlerin arasına katarız.” Ankebut 9 buyurmuştur.
Sonra Tevbe eden kimsenin gücü yettiğinde daha önce elinden kaçırdığı fırsatları ve zayi ettiği vakitlerini telafi için hayırlarda koşması ve bu şekilde salihlerden olmaya çalışması gerekir. İşte bu makama çıktığında mevlasının huzuruna layık bir kul olur ve o zaman Allahu Teala onu muhafaza ve himayesine alır. Nitekim ayeti kerimede; “ o, salihleri dost edinip işlerini üstlenir.” Araf 196 buyurmuştur.
Tövbede Kula gereken ve tövbe ile alakalı şeyler özetle 10 şeydir:
1. Allahu Tealaya isyan etmemenin kendisine farz olduğunu bilmek
2. Bir günaha düştüğünde onda ısrar etmemek
3. Günahtan Allah'a tövbe etmek
4. İşlediği günaha pişman olmak
5. Ölene kadar istikamet üzere itaat içinde yaşamaya kesin karar vermek
6. Günahın cezasından korkmak
7. Mağfireti Ümit etmek
8. Günahı itiraf etmek
9. O günahı Allah Teala'nın takdir ettiğine ve onun Allah tarafından zulüm değil bir adalet olduğuna inanmak.
10. İşlediğine kefaret olması için, Resulullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem),
"Kötülükten sonra bir iyilik yap ki onu temizlesin.” hadisine uyarak, günahın peşinden salih amel yapmak.
Burada zikrettiğimiz hasletler hakkında sahabe ve tâbiînden naklettigimiz pek çok hadis, haber ve eser vardir. Ancak hepsini burada zikretmek pek uzun sürer.
Denilmiştir ki, ölüm meleği kula gözüktüğü zaman ona, ömründen çok az bir zaman kaldığını ve artık ölümün bir göz yumup açma müddeti kadar bile gecikmeyeceğini bildirir. O zaman kulda bir esef ve hasret meydana gelir. Öyle ki eğer bir baştan öbür başa bütün dünya kendisinin olsa, bu son saatine bir saat daha katp tövbe etmek veya o andaki hükmü değiştirmek için hepsini elinden pikamp verirdi. Fakat buna imkan yoktur. Bu duruma şu yet-i kerimede işaret edilmektedir. “Kendileriyle istedikleri şeyler arasına engel çekilir" (Sebe 34/54).
Burada istenen şeyin, tevbe etmek olduğu söylenmiştir. Ayrıca ömrün uzamasına veya güzel bir ölüm istemek olduğu da söylenmiştir. Ancak, onlardan önceki benzeri kimselere yapıldığı gibi, onlanın bu arzularına engel olunur. Aslında kulun geçirmiş olduğu her saat bu son saat gibi kıymetlidir. Sahibi anlayacak olsa, her saati bütün dünyadan kıymetlidir. Bunun için denilmiştir ki: "Kul Allah Tenin kullarına dilediği şeklinde tecelli ettiğini ve bunun bir hikmetle gerçekleştiğini yakinen bilince artık kalan ömrünün hiçbir kıymeti kalmaz."
Allah Teala’nın "Herhangi birinize ölüm gelip de, "Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsaydım!" demesinden önce, size verdiğim rızıktan harcayın." Münafikun/10 ayetinde geçen yakın süre hakkında şöyle denilmiştir. “Kul gözünden perde kalkıp ahiret ahvalini görünce, ölüm meleğine, ölümü bir gün olsun tehir et de, o günde Rabbime kulluk edeyim, günahıma yanayım ve nefsim için salih bir amel hazırlayayım" der. Melek kendisine, "Bütün günlerini tükettin, artık sana hiçbir gün yok!" der. Kul, "Bir saat olsun mühlet ver!" der. Melek de, "Bütün saatlerini harcadın, artık bir saat olsun vakit yok" der. Ruh boğaza ulaşır, gırtlağa gelince hançerede tutulur. Artık tevbe kapısı kapanır, kulun dünya ile irtibatı kesilir, ameller son bulur. Vakitler gitmiş ve bitmiş olur. Nefesler yükselir, ahiret perdesinin açılmasıyla o tarafı müşahede başlar. Bundan sonra kulun gözü iyice keskindir (Gerçekleri ve başına gelenleri net bir şekilde görür).
Artık en son nefesine sıra gelince nefesi zorla çıkar. Kul, saadet ehlindense, önceden kendisine takdir edilen saadet hükmü üzerinde tecelli eder ve ruhu tevhid üzere çıkar. İşte bu, güzel sondur. Yahut kula ezeldeki şekavet hükmü tecelli eder ve ruhu şek ve şüphe içinde çıkar. Bu kimsenin hali âyet-i kerimede şöyle anlatılmıştır: "Kötü işleri yapıp dururken, kendisine ölüm gelince, "Ben şimdi tevbe ettim" diyen kimsenin tevbesi makbul değildir" (Nisa 4/18).
İşte bu durum, kötü akıbettir. Ondan Allah'a sığınırız. Bu halde ölen kimsenin münafık olduğu söylenmiştir. Ayette anlatılanın günahta devam ve ısrar eden kimse olduğu da söylenmiştir.
Allah Teâlâ, tevbesi kabul edilenin halini de şöyle anlatmıştır: "Allah'ın kabul edeceği tevbe ancak cahillikle bir kötülük yapıp da çok geçmeden tövbe edenin tevbesidir" (Nish 4/17)
Bunun ölümden önce ve ahiret alametleri zuhur etmeden son nefes gelmeden (can boğaza dayanmadan) önce yapılan tevbe olduğu söylenmiştir. Çünkü Allah Teâlâ, ahiret alametleri zuhur ettikten sonra tevbenin kabul edilmeyeceğini bildirmiş ve hükmünü şöyle vermiştir: "Rabbinin bazı ayetleri geldiği gün, daha önce inanmamış ya da imanıyla bir hayır kazanmamış kimseye artık o andaki imanı bir fayda sağlamaz" (Enam 6/158)
Buradaki hayrın tevbe olduğu söylenmiştir. Çünkü tevbe imanın kazancı ve hayırların temelidir. Bahsi geçen hayırın salih ameller olduğu da söylenmiştir. Çünkü salih ameller imanın artmasını temenni eder ve yakın alametidir. Yukarıda geçen, “Sonra hemen tevbe ederler” ayetinin açıklanmasında şöyle söylenmiştir: “O, kimse hatasının hemen peşinden tövbe eder; onda devam etmez, tevbeden uzak kalmaz, günahının peşinden Salih bir amel yapar, ondan sonra tekrar bir günah işlemez, kötülükten iyiliğe koşar ve başka bir kötülüğe de bulaşmaz.”
Denilmiştir ki bu ümmetten (ölürken dünyaya) dönmek isteyenlerin ilki (malının zekâtını vermeyen ve gücü yettiği halde) Rabbinin evini (Kabe'yi) ziyaret etmeyen kimsedir. Allah Teâlâ'nin ayetinde geçen, "Ölümü biraz geciktir de, bol bol sadaka verip salihlerden olayım" (Münafikun 63/10) şeklinde yapılan itiraf, böyle yorumlanmıştır.
İbn Abbas (radıyallahu anh) derdi ki: "Bu âyet tevhid ehli için en şiddetli ikazda bulunmaktadır. Çünkü ayetin evveli şöyle başlamaktadır: "Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ın zikrinden alıkoymasın..." (Münafikun 63/9) Denilmiştir ki, Allah katında zerre kadar hayrı olan kimse dünyaya dönmek istemez. Bu manada şöyle bir haber rivayet edilmiştir: "Ahirette zerre kadar hayrı olan kimse bütün dünya kendisine verilse (o hayrı bırakıp da) dünyaya dönmek istemez."
Ariflerden bir zat demiştir ki: "Allah Teâlâ'nin kuluna ilham yoluyla söylediği iki tane sırrı vardır: Bunlardan birisi, kul annesinin karnından çıkıp doğunca Allah Teâlâ kendisine, "Ey kulum! Seni temiz ve günahlardan uzak bir şekilde dünyaya çıkarttım, sana ömrünü emanet ettim ve seni onu emniyetle koruman için görevlendirdim, artık bu emaneti nasıl koruyacağına ve huzuruma ne şekilde geleceğine bak."
Diğeri de kulun ruhu çıkarken olur. O zaman Allah Teâlâ kula, "Ey kulum! Sana verdiğim emanetimi nasıl kullandın? Bana kavuşuncaya kadar seninle yaptığım ahde riayet ederek onu korudun mu ki ben de senin bu vefana karşılık olarak ecrini vereyim. Yoksa onu zayi mi ettin? Zayi etti isen sana hesabını sorar cezanı veririm. Kulun bu emanete sahip çıkışı ve Allah Teala'nın kulundan onu muhafaza etmesini istemesi şu âyetlerde ifade edilmiştir: "Onlar emanet ve ahitlerini korur gözetirler" (Mü'minün 23/8). "Bana verdiğiniz sözü yerine getirin, ben de size vaat ettiklerimi vereyim" (Bakara 2/90).
Kulun ömrü yanında bir emanettir; eğer onu (hak yolda geçirerek) korursa, emanetini yerine getirmiş (sahibine güzelce iade etmiş) olur. Eğer onu (küfür ve isyanla) zayi ederse, Allah Teâlâ'ya hıyanette bulunmuş olur; hiç şüphesiz Allah hainleri sevmez.
İbn Abbas'tan nakledildiğine göre o, şöyle demiştir: "Kim, Allah'ın farzlarından birisini (terk ve ihmal ile) zayi ederse; Allah'ın emanetinden çıkmış olur. Kul nasûh bir tevbe edince; kötülükleri temizlenir ve cennete girmeye hak kazanır."
Seleften bir zat demiştir ki: "Allah Teâlâ'nın beni ne zaman mağfiret ettiğini bilmekteyim." Kendisine, "Ne zaman?" diye sorulduğunda; "Tevbemi kabul buyurduğu zaman!" diye cevap vermiştir.
Bir başkası da, "Tövbeden mahrum bırakılmam beni, mağfiretten mahrum edilmemden daha çok korkutuyor" demiştir.
En doğru söz sahibi Allah Teâlâ buyurmuştur ki: "Allah tevbenizi kabul edip sizi affetti" (Bakara 2/187).
"O, kullarının tövbesini kabul eden ve kötülüklerini affedendir..." (Şûrâ 42/25).
Alimlerden biri demiştir ki: "Kul, şehvetlerini unutup kalbinden hiç ayrılmayacak bir hüzün sahibi olmadıkça ve bir daha sırrını (gönlünü) meşgul etmeyecek şekilde günahtan uzaklaşmadıkça tövbesi sahih olmaz."
Şam âlimlerinden biri de şöyle demiştir: "Bir mürid, solundaki meleğin yirmi sene kendisi için yazacak bir günah bulamayacağı şekilde (günahlardan uzak) olmadıkça tam tevbe etmiş olmaz."
Seleften bir zat demiştir ki: "Kulun tevbesinde samimi olduğunun alameti, hevâsına uymanın tadını taatın tadıyla ve Allah'a güzelce dönme sevinciyle değiştirmesidir."
Âlimlerden birisi de bu manada şöyle demiştir: "Kul, nefsine uymanın tadı yerine, ona muhalefetin acısına katlanmadıkça tövbe etmiş olmaz."
İsrailiyattan hikâye edildiğine göre, adamın biri günahından tevbe edip uzun müddet ibadetle meşgul olduğu halde tövbesinin kabul olduğuna dair bir alamet göremeyince, zamanın peygamberine gelerek tevbesinin kabulü için dua etmesini istirham eder. Peygamber dua ettiğinde Allah Teâlâ peygamberine şöyle vahyetmiştir: "İzzetim ve celalim ve yemin olsun ki yer ve gök ehli onun için şefaat etseler kalbinde tövbe ettiği günahın tadı varken onun tövbesini kabul etmem."
Kimin kalbinde günahın lezzeti kalmışsa yahut onu hatırladığı zaman düşüncesiyle ona nazar ediyorsa ona dönmesinden korkulur. ancak nefsi ile şiddetli bir mücadele, günahı çirkin görme ve hatırladığında korku ve ürperti ile onu hatırından def etme gücüne sahipse, tevbesini koruyabilir."

Yorum Gönder
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...