Sülûk’te Ruhun Hakikati ve Terbiyesi
Tasavvuf mektebinde ruh bahsi, nefsin terbiyesi gibi çokça konuşulmaz; çünkü ruh, ilâhî bir sırdır. Onun mahiyetine dair fazla söz söylemek, perde arkasını zorlamaktır. Cenâb-ı Hak buyurur:
“Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh Rabbimin emrindendir. Size bu hususta pek az bilgi verilmiştir.” (İsrâ, 85)
Bu sebeple sûfîler, ruhun özünü değil, Allah’a olan marifetini ve ubûdiyet içindeki kemâlini konu edinmişlerdir. Zira sülûk, ruhun Rabbine dönüş yolculuğudur; “inna lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” gerçeğinin manevi seyirle yaşanmasıdır.
Ruhun Aslı ve Marifet Ahdine Dönüş
Cenâb-ı Hak, ruhlar âleminde kullarına seslendi: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar da, “Evet, şahidiz” dediler. (A’râf, 172)
Ubey b. Ka‘b (r.a.) bu ayeti tefsir ederken buyurur: “Allah, Âdemoğullarını topladı, ruhlara çevirdi, onlara şekil verdi, konuşturdu. Onlar da Rablerini ikrar ettiler.”
İşte o gün, ruhun hakikati marifetle tanıştı, ubûdiyetle söz verdi. Ama bu ruh, cismanî kalıba girdiğinde, bedenin karanlıkları ve dünyanın gürültüsüyle o saf marifet perdelendi.
Resûlullah (s.a.v.) buyurur: “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu yahudileştirir, hristiyanlaştırır veya mecusileştirir.” (Buhârî, Cenâiz, 80)
Ruh, fıtratında Allah’ı tanıyan bir nurdur; fakat nefs, hevâ ve çevre onun bu nurunu örter.
İmam Gazâlî (k.s.) şöyle der: “Ruh, Allah’tan bir nefhadır. Onu arındıran, Rabbine döndürür; onu kirleten, dünyaya hapseder.”
Ruhun Zayıflaması ve Tekrar Aslına Dönmesi
Sülûk yolunda müridin vazifesi, ruhu aslına irca etmektir — yani onun ilâhî marifetini yeniden diriltmektir. Çünkü her gün biraz daha marifetten uzaklaşmak, ubûdiyeti zayıflatır.
Cenâb-ı Hak uyarır: “Ey Ehl-i Kitap! Dininizde aşırılığa gitmeyin ve Allah hakkında haktan başkasını söylemeyin.” (Nisâ, 171)
“Onlardan bir çoğu fasıktır.” (Hadîd, 27)
Ruhun ıslahı kolay değildir. Bu iş, sıradan bir gayretle değil, derin bir tezekkür, sürekli bir murâkabe ve sâdıklarla beraberlikle olur.
Şeyh Abdülkâdir Geylânî (k.s.) buyurur: “Ruh, zikirsiz kalırsa kararır; nefisle karışırsa kirlenir. Zikirle dirilen ruh, Hakk’ın nazarına mazhar olur.”
Ruhun Terbiyesinde Zikir ve Sohbet
Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Ölmeyen Diriye tevekkül et ve O’nu överek tesbih et… Rahmân’dır O; bunu bilene sor.” (Furkân, 58)
“Bunu bilene sor” ifadesi, sûfîlerin işaret ettiği gibi, Allah’ı en iyi bilen, marifet ehli kimselere yönelmek demektir. Zira ruhun terbiyesi, yalnız kitapla değil, kâmil bir mürşidin terbiyesi ile mümkündür. Hz. Lokman’ın oğluna nasihati da böyledir: “Bana yönelenlerin yoluna tabi ol.” (Lokman, 15)
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî (k.s.) der ki: “Kendi aklına güvenen, kendi nefsine rehber olmuş olur. Hâlbuki nefis, daima karanlığa çeker; ruh ise ışığa. Işığı bilenin ardınca git ki, sen de ışık olasın.”
Ruhun Zikirle Canlanması
Tasavvufun özünde zikir vardır. Çünkü zikir, ruhun gıdasıdır.
Resûlullah (s.a.v.) buyurur:
“Kul beni zikrettiği zaman ben onunla beraberim.” (Muttefekun aleyh)
Bu beraberlik, bir lütuf ve bir sırdır. Zikirle kalp aydınlanır, aydınlanan kalp Rabbine yaklaşır, yaklaşan kalp marifet nuru ile parlar.
İmam Rabbânî (k.s.) şöyle buyurur:
“Zikrullah, kalbin pasını siler. Kalp saflaşınca, ruh kendi aslına döner ve Allah’tan gelen nefha, yine Allah’a yükselir.”
Ruhu diri tutan, zikir, murâkabe, hizmet ve sohbettir. Bunlar olmadan sülûk, bir isimden ibaret kalır. Çünkü sülûk, yalnız bir ilim değil, bir inzimâm hâlidir; yani kulun Hakk’a yönelişinin sürekliliğidir.
Ruhun Hakk’la Beraberliği ve Son Nokta
Zikirle beraber olan kul, Hakk’la beraberdir. Bu beraberlik, onu sapmadan, yanılmadan korur. Rabbânî beraberliğin neticesi, ruhun güzel isimlerle tecellîlenmesidir. Ruh, zikrettiği ismin manasıyla şekillenir:
“Er-Rahmân” derse merhamet bulur,
“El-Hakîm” derse idrak bulur,
“El-Hayy” derse canlılık bulur.
Cüneyd-i Bağdâdî (k.s.) der ki: “Ruhun sükûnu, zikrin devamındadır. Zikir kesilirse ruh üşür; zikrullah, ruhun sıcak nefesidir.”
Netice: Ruhun Sülûku
Tasavvuf, ruhun yeniden doğuşudur. Ruh, Allah’tan geldi; O’na dönecektir.
Bu dönüş, bilgiyle değil, terbiye, zikir ve marifetle olur. Sülûk’un her durağı, ruhun bir perdesini kaldırır. Sonunda kul, Rabbine der ki: “Ben seni tanımak için var oldum; beni kendinden uzak bırakma.”
İmam Gazâlî’nin kelâmıyla bitirelim: “Ruhun vuslatı, ilimle değil, hâl ile olur. Hâl, zikrin meyvesidir; zikir, ubûdiyetin sesidir; ubûdiyet ise marifetin dilidir.”

Yorum Gönder
İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...