Kadiri Yolu

Sufilerin Tedavi Yolları


Kur'an fiziki ve manevi şifanın yardımcı kaynaklarındandır. Sufiler tedavide Kur'an, dua, şiir gibi vasıtalara başvurmayı esas alırlar bunda her şeyden önce Kur'an ve Resulullah'ın sünnetine bakarlardı. 

"Ey insanlar! İşte size rabbinizden bir bir öğüt kalplere bir şifa ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet olarak Kur'an geldi" Yunus 57  “Biz Kur'an'dan müminler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz” İsra 82


Gazzali Duhan suresi üzüntünün, Kehf suresi belanın def’i için okunabileceğini söylerken, Kur'an'ın şifa niyetiyle okunduğunda bir iki ayet şeklinde değil sure olarak okunması gerektiğini de vurgular ve buna delil olarak tıp ilminde de “el-Edviyetü’l-Müfrede” sadece bir ayeti  kullanmanın caiz olmadığı kuralını gösterirler. 


Resulullah'ın Hz. Ali'ye “Yasini çok oku. Zira onu okuyan… aç ise doyar, hastaysa iyileşir” tavsiyesini aktarır. tüm sureyi okumaktan söz etmektedir. Veba salgını gibi durumlarda bütün Kur'an hatmedilirdi. Özellikle Fatiha suresinin her derde deva olarak okunabileceği hadislerde belirtilmiştir. (Buhari, icare, 16; Ebu Davud, tıb, 19) Tasavvuf kitaplarında da tekrar edilmiştir. 


İbni Arabi; “Fatiha ve dua ayetleri, Kur'an'ın şifa yönünü oluşturur.” demektir. Fatiha bütün sıkıntı ve hastalıklara devadır. Hatta bir alimin bir gün dişi ağrıdığında Hayrçe’nin yanına göndermişler ama onun okuduğu Fatiha’yı kıraat kurallarına uygun bulmadığı için ona: “Bak Hayrçe, doğru okuyamıyorsun bu süreyi, sana gel doğrusunu öğreteyim” deyince, diş ağrısı iyice artmış ve tekrar istediği şekilde okuması için Hayrçe’ye yalvarmak zorunda kalmıştır.


Fatiha dışında, Yasin suresi de rukye olarak okunabilir. İbni Arabi'nin müridlere tavsiyeleri arasında hasta veya ölümün yanına girildiği zaman Yasin okumak da vardır. O, Yasin okuyan hastanın iyileşeceğini, evlenmek isteyenin evleneceğini vb. birçok konudan bahsederken Yasin'in çok amaçlı olarak okunabileceğine işaret etmektedir.


Tek bir âyetle rukyeyi câiz görenler de vardı. Meselâ, Muhammed b. Semmâk hasta olmuş, Ahmed b. Eb'l-havârî onun idrarını tetkîk için tabîbe götürmek için evden çıkmıştı. Yolda güzel yüzlü, hoş kokulu ve temiz elbiseli birisine rastlamış, bu güzel adam ona "nereye gittiğini?" sorup da "Tabîbe gidiyorum” cevabını alınca: "Sübhânallah, Allah dostunun tedâvîsi için Allah düşmanından yardım mı istiyorsun?

Bu şişeyi atın ve 'Biz O'nu hak olarak indirdik ve O hakla indi' (İsrâ 17/105) âyetini hasta, ağrıyan yerine koyarak okusun, geçer" demişti. 


Gözlerdeki rahatsızlık için, namazda müekked sünnetlerde Muavvizeteyn (Felâk ve Nâs sûreleri) okunması tavsiye edilirdi. Sûfînin bu şehâdet âleminden ayrılıp melekût âlemine yükseldiği zaman bazen sadece "Allah azze ve celle'nin izniyle" deyip kör gözlere parmaklarını sürmesiyle kör gözlerin açıldığı da nakledilir.


Bilindiği üzere İslam geleneğinde bazen Kur'ân yerine mücerred duâ da okunabilir. Etkisi açısından umumiyetle tavsiye edilen duaların başında şu dua gelmektedir: Ağrıyan/hasta olan yerine elini koyarak üç kere "Bismillah" dedikten sonra, yedi kere "Euzu bi izzetillahi ve kudratihi min şerri mâ ecidu ve uhâziru" (Şu anda bende olan ve olmasından korktuğum şeyin şerrinden Allah'ın izzet ve kudretine sığınıyorum) demek. Nevevi 1427, s 119


Cüneyd el-Bağdadi şiddetli bir hastalığa yakalandığında Zunün-i Mısri hazretleri kendisine bir dua ile “Ya Vahhab karşılıksız veren bize şükredeceğimiz şeyleri ver” duasını bulunduğunu, bu hastalıkların macunu olduğunu söyler. 


Bazen dua etmekten kaçınıldığı görülmektedir.  Cafer b. Nusayr el-Huldi şöyle anlatmaktadır: Cüneydi Bağdadinin yanına gitmiştim onun humma hastalığına yakalanmış buldum. Ey üstad dua et de Hak Teala sana şifa versin dedim. O dedi ki: “Dün nida etmiştim ama sırrıma ve ruhuma şöyle nida edildi: Bedenin bizim mülkümüzdür. Dilersek sıhhate kavuşturur, dilersek hasta kılarız. Sen kim oluyorsun da bizimle mülkümüz arasına giriyorsun. Tasarrufunu kesip at ki kul olasın.” (Bunun üzerine diyecek söz bulamadım) (Hücviri 1982 s, 261, 539)


Sufi Ebu Muhammed Ceriri, Karmatiler Savaşı'nda yaralandığında: “Dua et de Allah bu belayı def etsin” dediklerinde: “O’na söyledim ama O, ben istediğimi yaparım buyurdu” deyip dua etmemiştir.


Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, torunu Emir Ârif Çelebi, yedi aylıkken boynunda bir verem/yara belirdiğinde onu bir rukye ile tedâvî etmişti. Şöyle ki: Bir gün Mevlânâ oğlu Sultan Veled ve gelini Fâtima Hanım'ın yanına girdiğinde onları gâyet üzgün ve ağlıyor bulur. Sebebini sorduğunda, Emir Ârif'in çok hasta olduğunu, tabiblerin çare bulamadığını, bebeğin günlerdir süt emmediğini, bir şey yemediğini, bu haliyle bebeğin gidici olduğunu söylerler. Mevlânâ: "Arifim gitmek için gelmedi. Bu dünyada zaman benim hâtıram olarak nice acayip, garip işler çeşit çeşit davranışları görülecek onun" der ve bir kalem ister. Çocuğu kucağına yatırır. Yaralı yerin üzerine bir boylamasına bir de enlemesine çizgi çeker ve "Akıllıya bir işâret yeter" diye yazar. Hemen o anda Emir Ârif gözlerini açar ve süt ister. Annesi, süt emzirir. Bebek sağlığına kavuşur. Mahmud-ı Mesnevihan, s, 242


Mevlana sıtmalı bir muhibbinin tedavi için 3 diş sarımsak üzerine “Ez ân (ondan), en în (bundan) pesîn (sonuncu)? diye Anlaşılması zor bir dua yazdı ve bunu yemesini tavsiye etti adam bunu yiyemeyince Mevlana bu sefer üzerine yazacak yiyecek olarak bademi seçti adam bunu yedi ve iyileşti. Eflaki 1987 cilt 2 sayfa 94 


Kadiriliğin kendisine Nispet edildiği şeyh Abdulkadir Geylani anadan doğma kör, kötürüm felçli ve cüzzamlı bir hastaya Allah'ın izniyle ayağa kalk demiş ve hasta da hemen o anda ayağa kalkmıştır onun elinde buna benzer birçok keramet gerçekleşmiştir. Cami 1995 sayfa 728


Eşrefoğlu Rumi gibi birçok Sufi de tabip olmamalarına rağmen Rukiye okuma dua veya şiirle tedavi edebilen kişilerdendir Eşrefoğlu Rumi Fatih Sultan Mehmet'in eşi Mükerreme Sultan'ın dilindeki yarayı tedavi etmesi için davet Almış Ama gitmek istememiş ancak davet iki üç kez tekrarlanınca Kendisi ne gitmek zorunda kalmıştır gittiğinde cebinden çıkarttığı bitkisel bir şekere üfleyerek padişaha uzatır ve hastaya verilmesini söyler şeker hastanın ağzında tamamen eridiği zaman hastalığı geçmiştir.


Hallacı Mansur dualarıyla ve dokunuşuyla insanları tedavi ederdi Hücviri bir hikayede geçtiği üzere dalağı ağırlığı için onun yanına gelen birisinin dalağını eliyle olduğu zaman hemen Şifa bulmuştur. 


Tasavvuf tıptan daha yüksek bir ilimdir. Çünkü tasavvuf eğitimi alanlar, ilham ve keşif yoluyla tıbbi bilgileri de öğrenebilmekte ve hastalıkları tedavi edebilmektedirler. Bununla ilgili birçok örnek vardır:

● İbrahim Havvâs (ö. 904) hacamatlık yapardı. Kan aldırmak için dükkanına gelen fakirlere et alıp pişirir ve yedirirdi.

● Hallac-ı Mansur (ö. 922) duaları ile ve dokunuşla insanları tedavi ederdi.

● Şeyh Abdülkadir Geylâni (ö.1166) felçli ve cüzzamlı hastaları iyileştirmiştir.

● Sadeddin Cibavî (ö.1180) akıl hastalarını tedavi ederdi.

● Şems-i Tebrîzi (ö.1247) nefesi ile insanları iyileştiriyordu. Bu nedenle “Hz. İsa nefesli” diye nitelendirilmiştir.

● Sadrettin Konevî (ö.1274) kitaplarında pratik tıpla ilgili hususlar anlatmıştır. Bazı insanları hastalıklardan dua ile iyileştirmiştir.

● Eşrefoğlu Rumi (ö.1469) hastaları rukye/okuma ve dua ile tedavi ederdi.

● Ahmet Buhâri (ö.1516) nazarla tedavi yapardı.

● Ahmet Bîcan'ın (ö.1466) şifalı taşlarla ilgili Cevâhirnâme adlı manzum bir eseri vardır. 40 beyitlik bu eserde yakut, elmas, zümrüt gibi mücevherlerin tıbbi yönden tedavi ve tesirleri ile ilgili bilgiler vermektedir.

● Sufi olan Mehmet Çelebi Ankaravî (ö.1567) tıp ahlakına, veba ve koleradan korunmaya dair tıbbi eserler yazmıştır.

● Şuûri Hasan Efendi (ö.1693) hangi müzik makamlarının, hangi hastalıklara iyi geldiği konusunu incelemiştir.

● Mustafa Efendi (18. asır) sârâ, delilik gibi akıl ve ruh hastalıklarını tedavi ederdi.

● Müstakim Süleyman Sâdeddin Efendi (ö.1788) taun hastalığı ile mücadele yöntemlerini anlatan bir eser yazmıştır.

● Şeyh Ahmet Efendi (19. asır) özellikle sârâ, delilik gibi akıl ve ruh hastalıklarını tedavi ederdi.

● İmam Gazali (ö.1111), “ağzı dar bardaktan su içmek ağrılara sebep olur” der. Bunun sebebi de, içine dolan ağız buharıdır (pis nefestir). Bunu teyit eden bir hadiste, su içilen kabın içine nefes alıp vermek, suya katılabilecek olan pis nefesten dolayı yasaklanmıştır.

● Mevlana'nın (ö.1273) “Zerreler gördüm hep ağzı açık, eğer onların yemeğini söylesem uzun olur” beytindeki zerrelerin bakteriler oldukları tahmin edilmektedir.

● Akşemseddin (ö.1459) mikroptan tıbbi anlamda ilk bahseden bilim adamıdır. Ne yazık ki günümüzde bu paye ondan 100 yıl sonra yaşamış olan İtalyan Fracastor’a verilmiştir.

● İmam Gazali, “safra kesesinin kanın köpüğünü/asitini, dalağın kanın telvesini/sevdasını, böbrek ise kanın kirli suyunu alır” demiştir.

● İbn Arabi (ö.1240), her hastalığın sebebinin üşütme olduğunu söylemiştir. Çünkü üşütme ile vücudun bağışıklık sistemi zayıflar.


Rukye olarak "muska/hamâil" yazmayı seçen sûfiler de vardı. Meselâ, Sadreddîn Konevî Konya eşrafından birisinin oğlunu, yazdığı bir muskayla tedavi etmişti. Detaylarını daha önce verdiğimiz bu olaya baktığımızda, bir divit ve bir kalem isteyerek oğlan için bir muska hazırladığı ve boynuna takması gerektiğini söylediğini görüyoruz. Oğlan sıhhate kavuşunca, babası, teşekkür olarak evini Konevi'ye bağışlamıştı. Bu ev, o zaman hankâh olarak kullanılan bir yerdi. 


Bazı Sufiler de başlarındaki sarığın içinde "sad ender sad" denen bir tür hamâil taşırlar, bunun her türlü semâvî âfeti defedeceğine inanırlardı. Cami 1995, s, 708


Rukye ve dua yaparken dikkat edilmesi gereken en önemli husus, şifâ verenin Allah olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. Çünkü şifâ veren Allah'tır. "Ve hasta olduğum zaman O bana şifâ verir” (Şuarâ 26/80) âyeti bunu vurgular. Sufi bundan bir an gâfil olsa, kendisine mutlaka uyarı gelir. 


Tıp tarihinde bunlara benzer metotlarla tedavi uygulayan tabipler de vardı. Mesela, Sultan II. Murad'ın ilgisine mazhar olmuş olan tabib-sufi İbn Hakim (v.1007/1598), tedavi için bir fincana bazı yazılar, sırlar/ilâhi sır türünden sözler ve işaretler yazmış, bu fincan uzun süre hastaların kullanarak şifa buldukları bir fincan olmuştu. İsa1402/1982, s,134-135


Haddizatında, tedavi, beyinde gerçekleşen bir olaydır. Modern Tıp'ta adına "Plasebo etkisi" denen ve "hiçbir tıbbi değeri olmayan hap veya ilaçların dahi, hasta onun ilaç olduğuna inanıyorsa etkisi olduğu "nu vurgulayan yöntem de bu esas üzerine kurulmuştur. Bu yöntemle bazen, iyileşmesi mümkün olmayan hastalıkların bile tedavi edildiği görülmüştür.


İlaç ve tedaviyle ilgili olarak tasavvuf kitaplarında rastlanabilecek diğer bir hüküm, şarlatan tabiplerin yaptıkları gibi ilaç ve ta'vizât/muska gibi şeyleri satma mahalli olarak camilerin seçilmemesidir. Mescidin hemen dışında olabilir.

Kaynak : Çeşitli kitaplardan ve Tasavvuf ve Tıp (Selim kalbin fizyolojisi) istifade edilerek hazırlanmıştır.


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs