Kadiri Yolu

     

İbrahim Suresi 28-52. Ayetlerin Tefsiri

                                 بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

İbrahim Suresi 28-52. Ayetlerin Tefsiri

İbrahim Suresi'nin ana konusu, tevhid, kıyametin anlatımı ve insanın amellerinin muhasebesidir.

Altıncı Grubun Tefsîri (28-41. Âyetler)


Nimete Şükretmeyip İnkâra Yönelenler (âyet 28-30)in Gideceği Yer Cehennemdir:

"Görmez misin ki Allah'ın verdiği nimeti küfre çevirip değiştirenleri?"

Allah'ın nimetine şükredecek yerde nankörlük edenleri? Çünkü yerine getirmeleri gereken, nimete şükrü terk ettiler, onun yerine nankörlüğü ve küfrü koydular. Böylelikle onlar adeta şükrü küfre dönüştürmüş gibidirler ve görülmedik bir değişiklik yapmış oldular. Kullanılan lafız bütün kâfirleri kapsar. Bazı kavimler hakkında ise daha açıktır. Çağımızda Araplar ve (geçmişte) Mekkeliler gibi. Çünkü onlar Hz. İbrahim'in dinini değiştirmişlerdi. "Ve kavimlerini helâk olacakları yere, cehenneme götürenleri..." Kullanılan bu ifade, özellikle kendilerine uyanlarla birlikte helâk olmak, yok olmak yeri olan cehenneme doğru giden önderleri ve başkanları göstermekte, onlara delâlet etmektedir. "Hepsi oraya atılacaklardır." Oraya gireceklerdir. "O ne kötü bir karargahtır!" Cehennem, durulabilecek yerlerin en kötüsüdür!


"Onlar Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koştular." Yani bu

cehenneme giren kimseler, Allah ile birlikte tapındıkları ortaklar koşmuşlar ve insanları da böyle yapmaya çağırmışlardır. Tapındıkları bu ortakları Allah'a eş kabul etmişlerdi. Allah'ın yolundan saptırmak ile ilgili olarak da Kâdî Beydâvî şöyle demektedir: "Onların Allah'a eşler koşmalarından maksatları sapmak veya saptırmak değildir. Fakat netice bu olduğundan dolayı maksat olarak benimsenmiş gibidir."


"Yaşayın bakalım, varacağınız yer şüphesiz ateş olacaktır, de." Bu, yüce

Allah tarafından onlara yapılmış bir tehdittir. Yani dünya hayatında elinizden geleni yapınız. Her ne yaparsanız yapınız, sonunda sizin varacağınız yer, cehennem olacaktır. Burada onlara yaşama emrinin verilmesi, bu konuda Allah'ın onları yardımsız bırakacağını ve bu işten vazgeçmeleri gerektiğini ifade etmektedir. Yaşamak (temettü, dünya metaından faydalanmak), Zünnûn el-Mısrî'nin açıkladığı üzere,. kulun elden geldiğince şehvet ve arzularını yerine getirmesi demektir.


Mü'minlere Namaz ve İnfâk (Zekât ve Sadaka Gibi) Emri (âyet 31):


"İman eden kullarıma söyle!" Burada Yüce Allah, iman eden kullarını

şereflendirmek için kendisine nisbet etmiş ve en üstün sıfatları olan iman ile onları nitelemiştir. "Namazı kılsınlar!" Onu vaktinde edâ etsinler, hudutlarına, rükûuna sucûduna dikkat ederek ifâ etsinler; "alış verişin ve dostluğun da olmayacağı o gün" Kıyamet günü "gelmezden önce kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli açık infak etsinler." Zekâtların edâ edilmesi, Allah'a yakınlaştıran ameller için harcamalarda bulunulması yabancılara gizli ve açık iyiliklerde bulunulması gibi bütün harcamalar infâk emrinin kapsamına girer. Nafile infakların gizli yapılması daha hayırlıdır. Faraz olanların ise açıktan yapılması daha faziletlidir. Ancak her iki durumda da maslahat sebebiyle değişiklik yapılabilir. İşte kıyamet günü gelmeden önce namaz kılınmalı, infakta bulunulmalıdır. Çünkü o günde dostluk ve alış verişin faydası olmayacaktır. O bakımdan kul dünya hayatında iken kendisini kurtarmak maksadı ile namaza ve infâka sarılmalıdır.


Göklerin ve Yerin Yaratılış Hikmetinin Tekrârı Ve Gemilerle Nehirlerin

İnsan Emrine Verilişi (âyet 32):


"Allah O'dur ki gökleri ve yeri yaratıp gökten" Nesefi'nin dediği gibi

bulutlardan "su indirdi de onunla size rizık olmak üzere mahsuller çıkardı." Bütün bunları yapana elbette namaz kılarak ibâdet etmek yaraşır; verdiği rızıktan infâkta bulunularak O'na itaat etmek gerekir.


"Emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri sizin emrinize verdi ve

sizi nehirleri de müsahhar kıldı." İşte bütün bunlarda sizin için rızıklar vardır. O halde namaz kılarak ve size verdiği rızıktan infâkta bulunarak O'na şükrediniz.


Fonksiyonlarıyla Güneş ve Ayın Gece ve Gündüzün İnsan Hizmetine

Verilişi (âyet 33):


"İtiyad ve özellikleriyle güneşi ve ayı size müsahhar kıldı." Yani güneş

ve ay hareketlerinde, karanlıkları gidermelerinde, yerde, vücudlarda ve bitkilerde yaptıkları ıslahatlarda devamlı olarak fonksiyonlarını icrâ ederler. Bütün bunlar da namaz kılmak, infâk etmek suretiyle şükrü gerektiren şeylerdir.


"Geceyi ve gündüzü de size müsahhar kıldı." Sizin geçiminizi sağlamanız ve uyuyup dinlenmeniz için de gece gündüz peşpeşe gelirler.


Saymakla Bitmeyecek Kadar Çok Şey Verilen İnsan Çok Zalim ve

Nankördür (âyet 34):


"O size istediğiniz şeylerin hepsinden verdi." Yani bütün hallerinizle

ihtiyaç duyacağınız ve lisan-ı halinizle kendisinden istediğiniz her şeyi hazırladı. O sizi yaratmadan önce neye muhtaç olduğunuzu bilendir ve var olmadan önce neyi isteyeceğinizi bilmiştir. O bakımdan bütün bunları sizin için yarattı ve kolaylaştırdı.


"Allah'ın nimetini sayacak olursanız bitiremezsiniz." Saymaya gücünüz yetmez, sonuna kadar ulaşamazsınız. Hatta bunları toplu olarak özetleyerek dahi yapmaya kalkışırsanız yapamazsınız. Ya tek tek ve tafsilâtlı bir şekilde nasıl sayabilirsiniz?


"Doğrusu insan" burada maksat insan türüdür "pek zâlim" şükründen gafil kalmak suretiyle nimete zulmedici ve "ve nankördür." Nimeti çokça

inkâr eder. Yahut sıkıntılarda zâlimdir, şikâyet eder, gazapların, nimette de nankördür; toplar fakat kimseye vermez.


Hz. İbrahim'in Haram Beldeden Putların Temizlenmesi İçin Dua Edişi (âyet

35-36):


"Hani İbrahim demişti ki..." Yani Ibrahim'in söylemiş olduğu şu sözleri hatırla..." "Rabbim bu şehri" bu haram belde olan Mekke'yi "emniyetli kıl!, beni de oğullarımı da" yani çocuklarımı ve soyumdan gelenleri de "putlara tapmaktan uzak tut!" "Beni onlardan uzak tut" dileği; onlara ibâdet etmekten uzak durmak konusunda bana sebat ver ve benim bu durumumu devamlı kıl! demektir. "Rabbim çünkü onlar" yani putlar "insanlardan bir çoğunu saptırdılar." Bir çok kimsenin sapmalarına sebep oldukları için onlar saptırıcılıkla nitelendirildi. Çünkü insanlar onların sebebiyle saptırıldıklarından bizzat kendileri saptırmış gibi görünürler. "Artık bana uyan" benim dinim üzere giden ve benim gibi Hanîf bir müslüman olan herkes "bendendir." O benim bir parçamdır. Çünkü onun başka birisine mensup olmasına imkân kalmaz. "Bana karşı gelen" şirkin dışında kalan hususlarda istediğim gibi olmayan "kimselere gelince... muhakkak ki sen Ğafûr'sun Rahîm'sin." Tevbe eden, iman eden kimselere mağfiret eder, merhamet edersin.


Namaz Kilmaları ve Şükretmeleri İçin Çocuklarımı Beytullah'ın Yanına

Yerleştiriyor (âyet 37-38):


"Rabbimiz ben çocuklarımdan kimini” yani onların bir kısmını, bunlar ise Hz. İsmail ve ondan doğacak olanlardır "Senin Mukaddes Evinin yanında" maksat Beytullah'tır "ekinsiz bir vadiye" Mekke vadisine "yerleştirdim." Bu vadide hiç bir şekilde ekin bitmezdi. Burada Mukaddes Evden kast, Allah'ın Evi'dir. Ona Mukaddes (Muharram) denilmesinin sebebi, Şanı Yüce Allah'ın, ona herhangi bir şekilde taarruzda bulunmayı, onu önemsemem eyi ve onun etrafını da aynı şekilde haram (saygıdeğer) kılması dolayısıyladır. Yahut da her zaman için bütün cebbâr ve zorbaların oraya saldırılarına karşı korunması ve onların da çekinmeleri dolayısıyladır. Ya da saygınlığının çiğnenmesi helal olmayan, saygıdeğer olması dolayısıyladır.


"Rabbimiz namazı kılsınlar diye..." yani benim onları bu ekinsiz vadiye yerleştirmemin tek sebebi senin Beyt-i Muharreminin yanında namaz kılmaları, sana zikir ve ibâdetle orayı mamur etmeleridir. Namaz, Allah ve rasûlleri katında ne kadar değerli bir ibadetmiş!...


"Artık insanların gönüllerini onlara meylettir." Uzak beldelerden onlara koşup gelsinler, sevk duyarak onlara doğru uçsunlar. "Şükretsinler diye de onları meyvelerle rızıklandır." Onlar hiç bir meyvenin olmadığı bir vadide sakin olmalarına rağmen uzak yakın beldelerden bu meyvelerin buraya gelmesini sağla! Nitekim bütün bunlar oldu. Bunların gerçekleşmesini dilemesinin ise nimete şükretmeleridir. Çünkü bir taraftan kalpler onlara meylediyorken diğer taraftan da ekini, ağacı ve suyu bulunmayan bir vadide türlü rızıklarla rızıklandırılıyorlar.


"Rabbimiz" Burada nidânın tekrarlanmasında Yüce Allah'a daha büyük bir tazarru' ve daha büyük bir sığınma söz konusudur. "Doğrusu sen gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da bilirsin." Sen açık olanı nasıl bilirsen, gizli olanı da öyle bilirsin. "Zaten yerde ve gökte hiç bir şey Allah'tan gizli kalmaz." Acaba bu ifade İbrahim (a.s)'in söylediği sözlerden bir parça mıdır, yoksa İbrahim (a.s)'in sözlerini tasdik etmek için Yüce Allah'ın buyrukları mıdır? İlim adamlarının bu konuda iki görüşü vardır. Hiç bir şeyin Allah'a gizli kalmamasının, anlamı ise, ne olursa olsun her şeyin Allah tarafından bilinmesi demektir.


Çok Yaşlı Olmasına Rağmen, İsmail ve İshak'ın Kendisine Verilişine

Şükrediyor (âyet 39):


"İhtiyarlığıma rağmen bana ismail'i ve İshâk'ı bahşeden Rabbime hamdolsun." Halen elde bulunan muharref Tevrat, Hz. İsmâil'in Hz. İbrahim 80 yaşında iken doğduğunu, Hz. İshak'ın ise 100 yaşında iken doğduğunu zikretmektedir. Burada yaşlılık halinin söz konusu edilmesi, böyle bir duruma rağmen çocuğun ihsan edilmesinin daha büyük bir lütuf olduğundan dolayıdır. Çünkü böyle bir yaş, çocuğun doğmasından ümid kesildiği bir yaştır. İhtiyacın karşılanması ise en büyük nimetlerden birisidir. Diğer taraftan böyle ileri bir yaşta çocuk sahibi olmak, İbrahim (a.s) için bir mucize idi…


"Doğrusu Rabbim duaları işitendir" onları kabul edendir. 


Hz. İbrahim Israrla, Namaz Kılanlardan Olması İçin Duâ Ediyor (âyet 40): 


"Rabbim! Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle!" zürriyetimin bir kısmını öyle kıl, demektir. Yüce Allah'tan zürriyetinin bir kısmını namaz kılanlardan eylemesini dilemesinin sebebi Yüce Allah'ın kendisine zürriyetinden, soyundan kâfirlerin de geleceğini, bildirmiş olmasıdır.


"Duâmi kabul buyur, Rabbimiz!" Yani duamın gereğini sen yerine getir!

"Rabbimiz! Hesabın görüleceği günde beni, anamı, babamı ve mü'minleri bağışla!" Hesaba çekilecek olanların, kabirlerinden kalkacakları o günde, yahut hesabın tespit edileceği o günde, Sen mağfiret buyur, demektir.

Böylelikle bu sûrenin Altıncı âyet grubu da sona ermiş bulunmaktadır.


Yedinci Grubun Tefsîri


Allahı, Zâlimlerin Yaptıklarından Habersiz Sanma! (âyet 42):


“Allah'ı zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma!" İbn Kesîr der ki:

"Yüce Allah bu buyruğuyla bize şunu anlatmaktadır: Ey Muhammed, sen

Allah'ı zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma sakın! Yani onlara vakit

tanıyıp azabını ertelemesi halinde, yaptıklarından dolayı onları cezasız bırakacak diye zannetme! Aksine onların bütün yaptıklarını aleyhlerine tek tek sayıp dökmekte ve tesbit etmektedir."


"Ancak onları gözlerin dışarı fırlayacağı" göreceklerinin dehşetlerinden dolayı yerlerinde kalamayacağı "bir güne kadar te'hir etmektedir." Onların eksiksiz olarak cezalandırılacakları zamana kadar geciktirmektedir. Bundan sonra Yüce Allah, onların kabirlerinden nasıl kalkacaklarını ve mahşere gitmek üzere nasıl acele edeceklerini şöylece zikretmektedir:


İşte Zalimlerin Sonu; Sabit ve Yerlerinden Firlamış Gözlerle Koşuşturup

Duracaklar (âyet 43):


"O gün başlarını" yukarı doğru "kaldırıp dikmiş, gözleri kendilerine

dönmeyecek şekilde sâbit kalmış" gözlerini kendilerine çevirip bakmak imkânını kaybetmiş, "gönülleri bomboş olarak koşup duracaklardır." İbn Kesîr der ki: "Onların gözleri dışarı doğru firlamış olacak, sürekli bakıp duracak, biran bile gözlerini kırpmayacaklardır. Bunun sebebi, içinde bulundukları durumun dehşeti, düşünce ve korkunun etkisinde kalmalarıdır. Çünkü onların başına gelecek olan felâketler, dehşetler, onları bu hale getirecektir. Böyle bir halden Rabbimize sığınırız. İşte bundan dolayı Yüce Allah "gönülleri bomboş olarak" diye buyurmuştur. Yani kalplerinde korku ve dehşetin ileri derecede olmasından dolayı hiç bir şey bulunmayacaktır. Korkak ve cesareti bulunmayan bir kimse hakkında "filânın kalbi boştur (yüreksizdir)" denilir."


Sen insanları uyar Onlar (zalimler) Birgün Geriye Dönmek İsteyecekler Ama Dönemeyecekler (âyet 44):


Bundan sonra Yüce Allah rasûlüne şu emri vermektedir: "Sen insanları

uyar. Kendilerine azabın geleceği günde" Kıyamet gününde "zulmedenler”

kâfirler azabı görecekleri vakit "derler ki: Rabbimiz, bizi yakın bir müddete kadar te'hir et! Davetine uyalım ve peygamberlere tabi olalım." Sen bizi dünyaya geri döndür ve uzun olmayan bir süre kadar da mühlet ver. Daha önce ihmal ettiğimiz Senin davetini kabul etmemek, rasûllerine uymamak şeklindeki hatamızı telâfi edelim. Ancak onların bu isteklerine şu şekilde karşılık verilecektir:


"Siz daha önce de" dünya hayatında iken "sonunuzun gelmeyeceğine

yemin etmemiş miydiniz?" Bu duruma düşmeden önce içinde yaşadığın hayatın asla sonu gelemeyeceğine öldükten sonra dirilme imiş, hesapmış gibi şeylerin olmayacağına dair yemin etmemiş miydiniz? "Azabın onlara geleceği gün" ile dünya hayatındaki azabla helâk edildikleri günün kastedilmiş olması ihtimali olduğu gibi, ölüm sekerâtının şiddeti ile azab edilerek ve melekler ile herhangi bir müjde ile karşılaşmaksızın canlarının alınacağı günün kastedilmiş olma ihtimali de olabilir. Halbuki onlar dünya hayatında ebedi kalacaklarmış gibi yaşayacaklarını zannediyorlardı.


Zalimlerin Yolunu İzlediniz. Başlarına Gelenler Anlatıldı Anlamadınız (âyet

45):


"Üstelik kendilerine zulmedenlerin yerlerinde oturdunuz." Yani sizler

zulüm ve fesat konusunda sizden öncekilerin yolunda giderek rahat ve endişesiz bir şekilde yaşayan, sizden önceki kâfirlerin meskenlerinde, yerlerinde kaldınız. Öncekilerin karşı karşıya kaldıkları "Allah'ın Günleri" ni hatırlarınıza getirmediniz. Zulümlerinin sonucunun ne olduğunu düşünmediniz. Böylelikle ibret alarak kötülüklerden vazgeçmek gibi birşeyde yapmadınız!


"Onlara yaptıklarımız da sizlere açıklanmış, size misaller de vermiştik."

Size ulaşan haberler yahut onların bıraktıkları misalleri görerek onları nasıl helâk edip onlardan intikam aldığımız açıkça görmüş, onların neler yaptıklarını ve buna karşılık onlara neler yapıldığını da öğrenmiş bulunuyordunuz.


Yani bu zâlimler kendilerinden önce yalanlayan ümmetlere Allah'ın ne şekilde azab ettiğini görmüş ve buna dair haberler de kendilerine ulaşmıştı. Bununla birlikte onlar hiç bir şekilde ibret almadılar ve Allah'ın o geçmiş kavimlere verdiği azabları hatırlarına getirerek kötülükleri işlemekten geri durmadılar. Bundan sonra yüce Allah şöyle buyurmaktadır:


"Gerçekten onlar düzenlerini kurmuşlardı." Yani onlar da bu konuda bütün gayretlerini ortaya koyan geçmiş kavimler gibi düzenler kurdular. Kurdukları bu düzen ise küfrü desteklemek ve İslâmı ortadan kaldırmak amacına yönelikti.


“Onların bu düzenleri Allah'ın katındaydı." Yani onların bu hile ve tuzakları Allah katında yazılıdır. Onlarınkinden daha büyük bir düzen ile onları cezalandıracaktır. Yahut farkında olmadıkları bir yerden azapları gelip onları bulacaktır. İşte bu da Allah'ın onlara yaptığı düzenidir. “Zaten düzenleri dağları oynatabilecek değildi” Burada iman ehli “dağlar” benzetilmiştir. Onların yaptıkları bu düzenler, hile ve tuzaklar iman ehlini ve imanı ortadan kaldırabilecek durumda olmazdı, demektir.


Sekizinci Grubun Tefsiri


Allah Rasullerine Verdiği Sözden Caymaz (âyet 47):


"Sakın Allah'ın peygamberlerine verdiği va'dinden cayacağını sanma!"

Dünya hayatında veya şahitlerin ayağa kalkacakları Kıyamet gününde Allah'ın peygamberlerine verdiği yardımcı olma va'dinden vazgeçeceğini sanma! Âyet-i kerimenin nazmında vaad kelimesi "peygamberler" kelimesinden önce zikredilmiştir. Oysa normal bir cümle kuruluşunda "peygamberler" kelimesinin daha önce gelmesi gerekirdi. Peygamberlerin sonradan zikredilme ve vaadin öne alınma sebebi şunu ifade etmek içindir: Allah hiç bir kimseye va'dinden caymadığına göre en hayırlı ve seçkin yaratıklarına va'dinden nasıl cayabilir?


"Muhakkak Allah Azîz'dir." Bir şeyi yapmak istediği zaman kimse O'nu

engelleyemez; hiç bir şekilde mağlup edilemez. O'na karşı düzen kurulamaz. "İntikam sahibidir." Dostlarının intikamını düşmanlarından alır.


O gün Yer Başka bir yerle Gökte başka Bir Gökle Değiştirilir (âyet 48):


"O gün yer başka bir yerle değiştirilir." Yüce Allah'ın bu va'di bu yer başka bir yerle değiştirileceği gün gerçekleşecektir. "Gökler de" Yani gökler de başka göklere değiştirilecektir. "Vâhid ve Kahhâr olan Allah'ın huzuruna çıkarlar." Kabirlerinden O'nun huzuruna giderler. Burada Allah'ın vahdaniyeti, Kahhâr olması ile birlikte zikredilmiştir. Bununla o gün için mülk ve egemenliğin yalnız kendisinin olacağının bildirilmesi ve O'ndan başka hiçbir kimsenin yardımcı olamayacağının anlaşılması istenmiştir. Bu da o gün, işin son derece çetin ve ağır olacağını ifade eder. 


O gün Mücrimler Zincirlere Vurulacak Katrandan Gömlek Giyecekler (âyet 49-50):


"O gün" yani Kıyamet gününde "mücrimleri" fesat çıkartan kâfirleri "zincirlere vurulmuş" biribirlerine yahut şeytanlarla birlikte zincire vurulmuş veya elleri ve ayakları zincirlere bağlanmış "olarak görürsün. Gömlekleri" ve giyecekleri elbiseler "katrandandır." Nesefî der ki: Katran, bilinen bir maddedir. el-Ebhel (bir çeşit ardıç) diye adlandırılan ağaçtan süzülür, kaynatılır ve bu uyuz olmuş develere sürülür. Aşırı keskin ve sıcak olduğundan dolayı uyuz yerler onunla dağlanır. Hızlıca yanmak ve alevi olmak özellikleri arasındadır. Rengi siyahtır, kokusu oldukça kötüdür. Cehennemliklerin derilerine sürülecektir. O kadar ki onların vücuduna sürülen bu katran, üzerlerinde bir elbiseyi andıracaktır. Böylelikle hem katranın yakıcılığı hem de ateşin derilerini çabucak kaplayı vermesi sağlanmış olacaktır. Bununla birlikte oldukça ürkütücü bir renkleri ve kötü bir kokuları da bulunacaktır. Diğer taraftan bu dünyadaki katran ile cehennemliklerin katranı arasındaki fark, bu dünyanın ateşi ile öteki dünyanın ateşi arasındaki fark gibi olacaktır. Şanı Yüce Allah'ın ahirette va'dettiği veya tehdit ettiği ve açıkladığı her şey ile bizim dünyada benzerini gördüğümüz şeyler arasındaki fark takdir edilemeyecek kadar büyüktür. Adeta bizim bildiğimiz sadece isimlerdir, bu isimlerin ad oldukları nesneler ise oradadır. Azabından ve gazabından Yüce Allah'a sığınırız."


"Yüzlerini ateş bürüyecektir." Yükselen alevler yüzlerini kapatacaktır. Özellikle yüzün zikredilmesinin sebebi, vücudun dıştan görünen kısmında -iç tarafta kalp ne ise- vücudun da en değerli yerinin orası olmasındandır.


Herkese Yaptığının Karşılığı (âyet 51):


"Bunlar Allah'ın herkese yaptığının karşılığını vermesi içindir." Allah'ın

mücrimlere günahkârlara bunları yapmasının tek sebebi, mücrim her kişiye kazandıklarının karşılığını vermek içindir. Yahut ister günahkâr ister itaatkâr olsun her kişiye amelinin karşılığını verenin ifadesidir. Çünkü Yüce Allah suçluları suçları sebebiyle cezalandırdığı gibi, müminleri de itaatleri dolayısıyla mükâfatlandıracaktır.


"Muhakkak ki Allah hesabı çabuk görendir." Bütün kullarını bir göz açıp kırpmaktan daha kısa bir süre içerisinde hesaba çeker.


İBRAHİM SÛRESİNİN SONUÇ KISMI (52. Âyet)


Sûrenin sonucunu bir tek âyet, yani 52. âyet teşkil etmektedir.


Sonuç Kısmının Tefsîri


Bütün İnsanlığa Sunulan Bildiri (âyet 52):


"Bu" bu sûrede yer alan buyruklar "İnsanlara bir bildiridir!" Yeterli bir hatırlatma ve öğüttür; onlara karşı eksiksiz bir şekilde delil ortaya konulmuş bulunmaktadır. "Bununla" bu bildiri ve tebliğ ile "uyarılsınlar." Bu sûrede gelen bütün buyrukları göz önünde bulundurarak "O'nun yalnızca bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye." Ve bu tebliğ sayesinde karanlıklardan aydınlığa çıkabilsinler.


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs