Kadiri Yolu

Bakara suresi 8-20. Ayetlerin Tefsiri


Bakara suresi 8-20. Ayetlerin Tefsiri


Aziz ve Celil olan Allah’a imanını zahiren açık ettiği halde içte küfrünü gizleyen münafıkların durumundan 8-20. arasındaki ayetlerde birkaç nitelikten uzunca bahsedilmektedir. Aynı şekilde Tevbe Suresi, Münafikun Suresi ve Nur Suresi ve başka surelerde de onların hallerinden örnekler verilmiştir. 


Müminler onların görünen hallerine aldanmasınlar. Çünkü onlar aslında kafir oldukları halde iman ettiklerini, onlara inanıldığı takdirde fesata uğrarlar. Fücur ehli hakkında hayır zanda bulunmak büyük sakıncaları doğurur. Yüce Allah (CC) Muhammed Suresi 30. ayette “Biz dileseydik onları sana gösterirdik sen de onların simalarından ve sözlerinden üslubundan tanırsın.” buyurmuştur. Bu ayetten iki işaret çıkartılabilir.  Münafıklar simalarından ve ağızlarından dökülen sözlerden tanınabilir olmaları, nifak çıkarmaktan başka niyetleri olmayan bu yapı dilbaz ve iyi konuşan bir siyasetçi gibi her zaman dili çatallıdır. 


Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır: “Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey dilbaz münafıktır.”


Münafıklar hakkında daha fazla bilgi için bu makalemiz okunabilir: https://kadiriyolu.blogspot.com/2022/06/munafklarn-halleri.html


8. “İnsanlardan öyle biri vardır ki Allah'a ve ahiret gününe İnandık derler.” 


Münafıklar Allah'a ve ahiret gününe sıhhatli ve sağlam bir şekilde iman ettikleri iddiasında bulunurlar. Fakat Allah bunların iman etmediklerini ifade etmektedir. Onların aslında Yaradanın sıfatları, isimleri ve fiilleri hakkında ve ahiret gününde yaşanacak olan kabirden kalkma, Sırat, Mizan, ahiret halleri ile ilgili itikadi meselelerde inançsızlıkları vardır. Allah azze ve celle münafıkları, müminlerin dışına çıkartarak “Halbuki onlar Müminler değildir.” buyurmuşlardır.


9. “Allah'ı da iman edenleri de aldatmaya çalışırlar. Halbuki onlar kendilerinden başkasını aldatamazlar. Ama bunun farkında değiller.” 


"Allah’ı ve iman edenleri de aldatmaya çalışırlar." Onlar Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışmakla gerçekte ancak kendilerini aldatmaktadırlar. Bu aldatmanın zararı onları aşmaz ve onlar da kalır bunun da farkında değillerdir. Münafıkların bu aldatma sebeplerinin başında, öldürülme ve esir edilme korkusu da gelmekteydi, inandıklarının aksine, mü’minlere karşı iman ettiklerini söylüyorlar böylece kendilerini savunuyorlardı. Münafıklar geçici dünyada mü’minleri aldatmaya girişmişlerse de aslında onlar, kendilerini aldatmışlardır. Zira münafıklar, kendilerini çeşitli ümit ve emellerle savsaklarlar. Bu sebeple Allahü teâlâ onlar hakkında “Halbuki onlar kendilerinden başkasını aldatamazlar. Ama bunun farkında değiller.” buyurmuştur. 


10. “Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırdı. Yalan söylemekte olduklarından dolayı onlara elem verici bir azap vardır.”


Buradaki hastalık şüphe ve nifaktır, münafıklar şüpheleri imanla ve küfür kalıp arasında tercih yapamadılar. Münafıkların, Kalplerinde inanç hastalığı mevcuttur. Buda bir fesad ve bozuşmadır. Kalplerindeki hastalık, Hz. Peygamberden şüphe etmelerinden ve O’nu yalanlamalarından dahada artmıştır. “Allah da hastalıklarını artırdı” şüphelerinden dolayı onlara ceza olmak üzere pisliklerini ve kötülüklerini daha da artırmıştır. 


“Yalan söylemekte olduklarından dolayı onlara elem verici bir azap vardır.” Onların; “Allah’a ve ahiret gününe iman ettik”  Onlar sözleri yalan olarak söyleyip müminleri aldatmak istemelerinden dolayı elem dolu acıklı bir azap çarptıralacaklardır. Bu üç ayetle bizler nifakın hakikatini ve sebeplerini öğrenmiş oluyoruz.


11-12. “Kendilerini “Yeryüzünde fesat çıkartmayın” denildiğinde “Biz ancak ıslah edicileriz” derler. Bilesin ki onlar fırsatçıların ta kendileridir ama bunun farkında değiller.” 


İbn Mesud şöyle der: Yeryüzünde fesat çıkarmak küfürdür ve masiyetle amel etmek demektir. Kim Allah'a isyan ederse yeryüzünde fesat çıkarmış olur. 


Buna göre âyetin manası şöyledir: Bazı müminler onlara "fitne ve küfrü tahrik etmek ve Allah yolundan insanları alıkoymakla  yeryüzünde fesat çıkarmayın" dediği zaman : "Onlar, fesat çıkarmak asla bizim işimiz değildir. Biz sadece ıslah edici kimseleriz. Hayır ve iyiliğe koşarız. Bize bu şekilde hitap etmeniz doğru değildir" derler. 


Münafıklar Yeryüzünde rablerine İsyan ederek onun yasaklarını işleyip farz kıldığı şeyleri yapmayarak ve Allah'ın dininde şüphe ederek yeryüzünde fesat çıkartırlar. İman ettiklerini söyleyerek müminleri aldatmaya çalışırlar Allah'ı kitaplarını ve peygamberlerini Yalanlayanlara yardım etmek için bir yol bulduklarında Allah'ın dostlarına karşı onlara yardım ederler. İşte böyle bozgunculuk çıkartırlar. Bu halleriyle de müminlerle kafirleri'nin arasını bulmaya çalıştıklarını zannederek ıslah edici olduklarını iddia ederler.


Beyzavi şöyle der: Onlar, kalplerindeki hastalık sebebi ile, fesadı salah şeklinde tasavvur ettiler. 


Allah, bu gibi kimseler hakkında şöyle buyurmuştur: Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse, (kötülüğü hiç istemeyen kimseye benzer) mi? Bu çağda daha çok ıslah ediciler görülmektedir. Küfre ve masiyete davet edip bunlarla amel edenlerin müslüman adı taşıdıkları, müslüman olduklarını söylemeleri, kendileri ve islam dışı davaları hakkında, ıslah ediciler niteliğini hatırlatan İlericilik, özgürlükçülük vb. gibi parlak isimlerle ıslah hareketlerini isimlendirdiklerini görürüz. 


İbn Kesir “ıslah ediciler” buyruğuyla ilgili selman-i farisi'den şöyle bir rivayette bulunur:  “Henüz bunlar gelmemiştir bu ayetin kendilerinden söz ettiği kimseleri henüz gelmemiştir.” rivayetini yapmıştır. Ancak bunlar çağımızda gelmiş ve Onları görmüş bulunuyoruz yüce Allah'tan niyazımız yeryüzünü onlardan ve pisliklerinden tertemiz etmesidir. 


13. “Onlara insanların iman ettiği gibi siz de iman edin denilince o beyinsizlerin iman ettiği gibi mi iman edeceğiz derler. Bilesin ki asıl beyinsizler onlardır. Ama bunu bilmezler.”


İnsanlardan kast edilen, Kamil Müminlerdir. İnsan bunlara denir. Bunun dışında kalanlar ise hayvanlar gibidir. Müminler akıl sahiplerinin izlemeleri gereken yolları münafık kesimine anlattıkları zaman onların cevapları yine cahillikle ısrar olur ve müminleri beyinsizlikle nitelerler. Münafıklar bu sözleriyle Süheyb-i Rumî, Ammâr b. Yâsir, Bilâl-i Habeşî ve benzeri ashab-ı kiramı kasdetmişlerdir. Beyzâvî şöyle der: Münafıkları, mü'minlerin görüşlerinin yanlış olduğuna inandıkları veya onları küçümsedikleri için, onlara câhil beyinsiz dediler. Çünkü mü'minlerin çoğu fakir idiler. Suheyb ve Bilal gibi köleler bu fakirlerdendir. 


Günümüzde çokça karşımıza çıkan bir olaydır. Çünkü münafıklar iman ehli olan ilim adamlarını, rabbanileri, davetçileri, abidleri hakir görmekte bunları kıt akıllı olarak değerlendirerek gericilikle, donuklukla, dar ufuklu olmakla ve benzeri sözlerle niteleyerek aşağılamaktadırlar. Bu gibi kimselerin hayır adına hareketlerde bulunması mümkün değildir. Onlara uyulduğu takdirde sapkınlığa düşülecektir. 


Şanı Yüce Allah onların gerçek durumlarını bize gözler önüne sererek cevabı vermeyi bizzat kendisi üzerine alarak: “Bilesin ki asıl beyinsizler onlardır. Ama onlar bunu bilmezler.” o kadar cahildirler ki içinde bulundukları sapkınlığın, cehaletin ve beyinsizliğin farkında değillerdir. 

 

Bundan sonra onların yapmacık davranışlarına ve münafıklıklarına dikkat çekerek şöyle buyurdu. 


14-15. “İman edenlere rastlayınca iman ettik derler şeytanlarıyla Başbaşa kalınca da biz sizinle beraberiz onlarla sadece alay etmekteyiz derler. Allah da onlarla istihza eder ve azgınlıklarında şaşkın bir halde dolaştırır.” 


Mü'minlere tesadüf ettiklerinde münafıklıklarından ve düştükleri riyalarından dolayı, mü'min ve dost gibi görünürler. Kendilerini Mümin göstererek onlarla birlikte Onlara bağlı olduklarını ısrar tekrar ederler ve bununla müminleri aldatmak, gelebilecek tehlikelerden korunmak maksadıyla yaptıkları bilinmektedir. Diğer taraftan sapıklık ve nifak ehli olan reisleri, büyükleri, başkanları veya arkadaşlarıyla baş başa kaldıklarında “Biz sizinle beraberiz” dininizdeyiz ve sizin inandığınız gibi inanıyo­ruz derler. “Biz onlarla, sadece alay etmekteyiz.” İman etmiş görünmekle onlarla alay edip eğleniyoruz, derler. 


Bu ayetin kapsamındaki kimseler asrımızda görüldükleri gibi hiçbir asırda görülmemiştir. Masonlar, sapkın partiler, hain kurumlar, dernek, vakıf ve gayri ahlaki cemiyetlerden tutun da bozuk esaslar içerisinde kitlileşmeye çalışan küfür ehli olan yapılar alabildiğine çoğalmıştır. 


Müslüman olan kimse bu toplumda neden kılık kıyafetinden dolayı sıkıntı çeksin, üniversiteler neden dini inancını yaşayana karşı problem çıkarsın ve baş örtüsünü çıkarmaları için ikna odaları kurmuş olsunlar. Neden mescitlere ayakkabıyla girip ibadet edenlere saygısızlık yapılsın… Bunları yapanlar kimler ve ne adına böyle davranmayı müslümana reva görmektedirler. Bu kurumlarda çalışanlar imanı isar edenlere karşı, liderlerini, kanunları devreye sokarak bizde sizin gibiyiz bir şey yapamıyoruz derler. Her türlü zorluğu ortaya çıkarırlar ve müslümanlarla alay ederler. “Allah da onlarla istihza eder ve azgınlıklarında şaşkın bir halde dolaştırır.” Allah’ta onlarla alay eder, bu mü’minleri rahatlatıcıdır, Münafıklar için tehdit edici bir ifadedir. Allah bunlara alay etmelerinin cezasını verecektir ve aldatmaya kalktıklarında dolayı da onları cezalandıracaktır. Sınırı aşıp tuğyan eden bu güruh sapkınlık içinde gözlerinin ve kalplerinin körlüğünde rezilliklere düşeceklerdir. 


16. “İşte onlar Hidayet karşılığında sapkınlığı satın almış kimselerdir. Ticaretleri (kendilerine) kar sağlamamıştır ve onlar hidayete ermişlerden değildirler.” 


Münafıklar hidayetten yüz çevirerek sapkınlığa düştüler ve hidayetin yerine sapkınlık aldılar. Yani imanın kendisi olan hidayeti küfrün kendisi olan dalaleti alma karşılığında verdiler. Bu konuda önce imanı elde edip sonra küfre dönenler ile kalplerine iman asla isabet etmeksizin delaleti hidayetten daha çok seven ve her iki grubu ile iman ettiğini söyleyen kimseler arasında hiçbir fark yoktur. Böyle bir alışverişte bunlar kar edemezler ve yaptıkları ile de doğru bir iş yapmış olmazlar.


Sizler bu gibi kimselerin hidayetten nasıl çıkıp dalalete girdiklerini cemaatten çıkıp nasıl tefrikaya düştüklerini, güvenlikten çıkıp korkuya nasıl düştüklerini ve sünnetten ayrılıp bidatlar içerisinde yuvalandıklarını göreceksiniz. Artık bundan sonra bunlar dünyadan ellerini istedikleri gibi çekselerde gerçekten onlar zarar etmiş kimselerdir. 


Müminler şuna dikkat etmesi gerekir, katıksız nifak'a ulaşan bir münafık grubu vardır. Birde tereddüt içerisinde bulunan münafıklar. Allah bu gibilerin ışığını almıştır. Yüzlerinde bir nur göremezsiniz. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler onlar artık geriye dönmezler. Diğerleri ise yani tereddüt içerisinde olanlar Şimşek çaktığında ortalık aydınlandığında hemen adım atıp yürürler, sönüp karanlık çökünce de ortada kalıverirler. Şayet Allah dileseydi onların da işitmelerini, görmelerini giderirdi buyrulmaktadır. 


İbn Kesir Yüce Allah'ın münafıkların bir başka türlü için getirmiş olduğu başka bir misaldir. Bunlar kimi zaman Hakkı inzar ederler kimi zaman da şüphe ederler. Şüphe küfür ve tereddütleri sırasında kalplerinin durumunu sağanak yağmura benzetmiştir.


17-18. “Onların misali ateş yakan kimsenin misali gibidir ki, Ateş çevresindekileri aydınlatınca Allah onların ışığını giderdi. Onları karanlık içerisinde görmez halde bırakıverdi. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler Onlar artık dönmezler.”


Şanı yüce Allah hidayete verip delaleti satın almaları ve daha önce gördükleri halde kendilerini körlüğe mahkum etmelerini bir ateş yakan ve etrafını aydınlatıp ondan yararlandığı sağında ve solunda olanları görmeye başladığı sırada bu ateşin söndürülerek hiçbir şeyi görmeyip yolunu bulamayacağı karanlıklar içerisinde kalan, bununla beraber işitmeyen sağır, konuşamayan dilsiz, ışık olsa dahi göremeyecek bir köre benzetir. Ve daha önce üzerinde bulunduğu olumlu hâlâ asla dönemez. İşte hidayetin yerine delaleti alan, sapıklığı doğru yola tercih edip seçen bu münafıkların durumu da aynen böyledir. Bu misalde, onların önce iman ettiklerine ondan sonra da küfre girdiklerine delalet bulunmaktadır.


Çağımızda birçok Müslümanın evladı bunlara uyduğu görülmektedir. İbadet, itaat ve İslam içerisinde iken daha sonra küfür ve dalalet ehlinin halkaları arasında katılmışlar, önceki halleriyle alay etmeye koyulmuşlar, her geçen gün küfürlerini katmerleştirmişledir. Nice müslüman evladı bu saflarda kendilerini heder etmekte gayretlice koşmaktadır. Yaptıkları ilk şey Müslümanların konum ve durumlarıyla giyim ve yaşam tarzlarıyla alay etmek olmuştur. Müslüman evlatların onlara uymaları neticesinde yüzlerindeki nur giderek simsiyah kesilmiştir.


19-20. Yahut gökten inen sağanağa tutulmuş gibidirler ki onda karanlık var görüp gürültüsü ve şimşek vardır. (Yıldırımlar indikçe) ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Allah kafirleri çepeçevre kuşatıcıdır. Az kalsın şimşek gözlerini alıverecek. Parlayınca ışığında yürürler. Sönüp de karanlık çökünce de dikilip kalıverirler. Şayet Allah dileseydi onların işitmelerini de görmelerini de giderirdi. Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir.”


İbni Kesir: “Bu yüce Allah'ın Münafıkların bir başka türü için getirmiş olduğu bir başka misaldir. Bunlar, kimi zaman hakkı açıkça görürler kimi zamanda şüpheye düşerler. Buradaki misalde İslam dini sağanak yağmura benzetilmiştir. Çünkü kalpler onunla hayat bulur. Yeryüzünün hayat bulması da yağmur iledir. Münafıkların bu çeşidinin kalplerinde bulunan şüphe ve tereddütler, karanlıklara benzetilmiştir. “İster iç yüzlerini açıklamak, ister ahirette azab vermek, isterse de müminlerin onlara karşı zafer kazanmalarını bildirmek üzere” Allah’ın dininde mevcut olan tehditler de gök gürültüsüne; kalplerdeki fıtratın kalıntıları şimşeğe, bunlara isabet eden korku ve musibetler de yıldırıma benzetilmiştir.” 


Buna göre burada verilen misalin anlamı şöyledir: Gök gürültüsü kalpleri dehşete düşüren korkular, şimşekler bu tür münafıkların kalbinde kimi zaman parıldayan iman nurudur. Buna rağmen onlar parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar, ilahi tehdit, uyarı ve Allah’ın azap günlerinin haberlerini işitmek istemezler. Ancak bu durum onlara hiçbir fayda vermez. Çünkü kulaklara tıklamaları Yıldırımlara karşı hiçbir fayda vermez. Şimşeğin şiddetle parıldaması ile birlikte onların kalplerinde izafi bir nur parıldar, ancak onlar arkasından bastıran karanlıklar dolayısıyla bundan pek fazla istifade edemezler. Bu gibi kimseler imanın herhangi bir izini gördüklerinde onunla ünsiyetleri olur ve ona uyarlarsa da arkasından şüpheler arız olur, kalpleri kararır, şaşkın halde yerlerinde kalıverirler. 


Allah azze ve celle Kur'an'da bu gibi meseleler için Şöyle buyurmuştur: “İşte biz bu misalleri insanlara veriyoruz. Ancak alimler onlara akıl erdirir.” Ankebut Suresi 43


Şüphe ve sapkın davetlerle dolup taşan çağımızda içinde bulundukları ve yetiştikleri ortamdan dolayı Müslüman kabul edilen insanlarla doludur toplumumuz. Bunlar imanı kalplerinde tahkik edemedikleri sürece, iman yolunda yürümek, ilerlemek imkanını bulamıyorlar. Bu bakımdan kalplerinde iman ve nifak İman ve Küfür bir arada kalıp tortulaşmış kalıplaşmıştır. Kimi zaman İslam'ın güçlü delillerinden bir delil onlara ulaşır kalplerini iman ile aydınlatır ve bunu azık edinerek bir süre yol alırlar. Arkasından şüphelerden bir şüphe gelip onları kuşatınca kalplerindeki nur sönüverir. Şaşkın halde yerlerinde kalıverirler. Müminlerin hallerini bildiklerinden, kafirlerin baskısı yada içinde bulundukları durumdan dolayı da Allah'ın kendilerini cezalandırmasından korkup dururlar. Çağımızda Müslüman evlatlarının büyük çoğunluğunun durumu bu şekildedir. Belki de içinde bulundukları durum onların yaşanılan olaylardan hareketle bu misali daha iyi anlamamıza yardım etmektedir. 


Bakara suresinin baş dışında şöyle söylemiştik hatırlarsanız ilk 5 ayet müminleri sonraki iki ayet kafirleri ve 8-20. ayetler arası münafıkları anlattığı ifade etmiştik. Buraya kadar anlatılanları özetleyen bir hadis-i Şerifi burada görelim isterseniz: 


Ebu Said El Hudri (Radıyallahu Anh) şöyle söylenmiştir, Resulullah (Sallallahu Aleyhisselam) şöyle buyurmuşlardır: “Kalpler dört çeşittir: Birisi her türlü hile ve aldatma duygusundan uzak parıl parıl parlar. Bir diğeri de örtülü ve üzerinde örtü bağlanmış, bir diğeri altı üstüne getirilmiş, öbürü ise iki farklı yüzü olan kalptir.”


Hile ve aldatmadan uzak olan kalp müminin kalbidir. Onda parıldayan kandil de onun nurudur. Örtülü kalp ise kafirlerin kalbidir. Altı üstüne getirilmiş olan kalp katıksız münafık kalbidir. Bu Hakkı bilmiş ondan sonradan inkar etmiştir. İki yüzlü Kalbe gelince o da iman ve nifakın birlikte bulunduğu kalptir. Bu Kalpteki imanın misali temiz su ile sulanan bakla gibidir. Bundaki nifakın misali ise kan ve irin ile beslenen yaraya benzer. Bu iki maddenin hangisi öbüründen üstün gelirse kalbe o hakim olur. İbn Kesir, Hadis İmam Ahmet b. Hanbel


Görüldüğü gibi 4. tür kalpten ümit kesilmiş değildir. İmanın yardımı, nifakın yardımından daha üstün gelirse bu kalpten ümit kesilmeyebilir. Bu ise kalp sahibinin salih amellere yönelmesi, kötülükleri ve batıl ehli ile oturup kalkmayı kesmesi ve terk etmesi ile olur.


Kalp kelimesi Kitap ve sünnette çokça geçer. Bütün insanların ve birçok mahlukatın tümünde ortak olarak bulunan ve hissedilen bir kalp vardır ki bu kanın pompalanması ve bedenin ayakta kalmasını sağlayan bir et parçasıdır. Aynı zamanda vicdani duyguların merkezini de teşkil eden bir başka kalbinde merkezini temsil eder. (Buna Gönül diyorum) Burada Sevgi, kin, nefret, hoşgörü, korku ve güvenlik gibi duygular çokça bulunmaktadır. Bütün bu duyguları aynı şekilde insanların tümünü hissetmektedir çünkü bütün bu insanlar kalplerindeki bu gibi anlamların farkına varırlar. İşte bu iki tür kalp zevki imanın mekanıdır, aynı şekilde küfür ve nifakında yeridir. 


İman ehli olan kimseler kalplerinde bir çok anlamların farkına varırlar. Kâfirler ve münafıklarsa bu anlamların farkına bile varamazlar. Çünkü onların kalplerinde bu yol ölüdür. Kanı pompalayan kalp ile ilişkisi bulunan bu Kalp kan pompalayan kalbin aynısı değildir. Bunun delili ise kalp nakli ameliyatı geçiren ve başka bir kalp yerleştirilen kimsenin duygularını değişmediğinin görülmesidir. Kan Pompala yani Kalp ile öbür kalbin arasında farka işaret eden Celaleyn tefsiri üzerine Cemal Haşiyesi’nin müellifi şunları söylemektedir. “Şeriat lise anında kalp kelimesi kullanıldığı zaman maksat hayvanların ve ölülerin de sahip oldukları bu Salkım şeklindeki cisim değildir. Onunla anlatılmak istenen yine kendisine kalp adı verilen bir başka manadır ve bu kalp latif bir cisim olup etten olan kalp ile kaimdir. Tıpkı arazın mahalli olan şeyle kaim olması, yahut ısının kömür ile kaim olması gibi. Söz konusu bu kalpte idrak hasıl olur ve ilimler bilgiler onda şekillenir.”  


Mücahid: Günahlar kalpte yer eder, ondan sonra onu dört bir tarafından kuşatır ve sonunda bütünüyle istila ederler, işte bu mühürlenmiş kalptir. Onlar kalbi (elini kastederek) şunun gibi görüyorlardı: “Kul bir günah işlediği takdirde ondan şurası gider (ve bu arada serçe parmağını kapatır) yine günah işlerse (diğer parmağını kapatarak) şu gider yine günah işlerse öbür parmağını kapatarak bu gider ve bu şekilde bütün parmakların kapandıktan sonra şunları söyler ve böylece O kalbin üzerine bir mühür basılır Mücahid der ki işte onlar buna Er-ran(Pas)’ın kendisi olarak görüyorlar. Bu mühürlenmekten daha hafiftir.


Tirmizi ve başkaları da Resulullah'ın şöyle buyurduğunu nakleder: Mümin günah işlediği zaman onun kalbine siyah bir nokta konur. (Tevbe edip) vazgeçerse istiğfar ederse kalbi cilalanır. Günahı artarsa bu siyah noktada gittikçe artar ve sonunda bütün kalbi kaplar. İşte Yüce Allah'ın “Hayır onların işleyip kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerine pas olmuştur.” Mutaffifin/14 kastedilen budur.


Kalp üzerinde durmak nebevi bir terbiye metodudur. Zamanımızda insanlar bunu çok ihmal etmişlerdir. Yine zamanımızda kafir olarak yaşayanların sonradan iman edip islama girdikleri görülmektedir. Kafirler islama davet etsende etmesende onların iman etmeyecekleri ifade edilmişti. Burada kafir olanlardan maksat yüce Allah’ın asla iman etmeyeceklerini bildiği kimselerdir. İşte bu gibi kimselerin inzar edilmeleri ile edilmemeleri arasında hiçbir farkı yoktur.


Ali b. Ebî Talha, yüce Allah'ın: "Muhakkak küfredenleri uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir" buyruğu ile ilgili olarak, İbn Abbâs'ın şöyle söylediğini rivâyet etmektedir: "Rasûlullah (s.a.) bütün insanların iman etmelerini ve hidâyet üzere kendisini izlemelerini özellikle istiyor idi. Bu bakımdan yüce Allah ona ancak Allah'ın ezelî ilminde mutluluğa kavuşacağı bilinen kimselerin iman edeceği ve yine ezelî ilminde bedbaht olacağı bilinenlerin de sapacağını bildirdi."

Kul takva sahibi olmalı bunun için dinde ince bir anlayışa sahip olmalı Tirmizi ve İbni Mace Resulullah (ﷺ)’in şöyle buyurduğunu nakleder: “Kul sakınca olur endişesiyle sakınca görmediği şeyleri terk etmedikçe Takva sahiplerinden olamaz.” 


Ömer b. el-Hattab (ra.) Übeyy b. Ka’b’a takva hakkındasorduğunu ve Übeyy’in ona şöyle dediğini anlatır:

- Hiç dikenli bir yolda yürüdün mü? Hz. Ömer:

- Evet yürüdüm. Übeyy:

- Peki ne yaptın? Hz. Ömer:

- Elbisemi topladım ve dikenlerin bana zarar vermemesine alabildiğine gayret ettim. Übeyy:

- İşte takva budur, diye cevap vermiştir. 


Salih bin Zübeyir dedi ki Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin arkadaşı Ebu cumua El-Ensari Beyt'ül makdis’de yanımıza geldi ve oradan Namaz kıldı o sırada bizimle birlikte Reca b. Hayve’de bulunmakta idi. Çıkıp gidince biz de onu uğurlamak üzere çıktık. Ayrılmak istediğinde şunları söyledi:

- Benim üzerimde hakkınız oldu. sizi mükafatlandırmam gerekir. Bu bakımdan size Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve sellem)’den dinlediğim bir hadisi anlatacağım. Bizler: 

- Allah sana Rahmetini ihsan etsin, söyleyiver, dedik. Şöyle anlattı:  

- Rasulullah ile beraberdik, bizimle birlikte 10 kişi olarak Muaz bin Cebel de vardı. Şöyle sorduk: 

- Ey Allah'ın resulü bizden daha büyük ecre layık bir topluluk olabilir mi?  Çünkü biz Allah'a iman ettik ve sana tabi olduk. Hz Peygamber şöyle buyurdu:

- Ne diye iman edip bana uymayasınız ki? Resulullah sizin aranızda ve semadan aldığı vahiy size iletiyor. Sizden daha büyük ecre hak kazanacak olanlar sizden sonraki topluluktur. İki kapak arasında Allah'ın kitabı onlara ulaşacak onlar buna iman edecek, içindekilerle amel edeceklerdir. İşte onların ecri sizden daha büyük olacaktır.”


İşte bu naslar sahabeden sonra gelen Müslümanların imanlarının faziletine de delalet etmektedir. Bu sahabeden sonra gelenlerin onlardan daha faziletli olduğu anlamın da değildir. Bu bakımdan onların ecirlerinin daha büyük olacaklarını ifade ediyor. Yoksa kayıtsız şartsız bir üstünlük anlamı ortaya çıkmaz.  


"Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse..." (el-En'âm, 6/122).


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar