Kadiri Yolu

 

Bakara Suresi 254-274. Ayetlerin Tefsiri

Bakara Suresi 254-274. Ayetlerin Tefsiri

Tarih: 30.04.2024

بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم


254. ayetten 274. ayetin sonuna kadar devam etmektedir. İnfak emri ile başlamakta, ondan sonra yüce Allah'tan söz edilmektedir. Yüce Allah'ı tanıtan buyruğun akabinde dinde zorlama yasağı yer almaktadır.

Bakara Suresi 254-274. Ayetlerin Tefsiri


يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌۜ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ

254- “Ey iman edenler, alışverişin dostluğun ve şefaatin olmadığı bir gün gelmezden evvel size verdiğimiz rızıklardan infak edin. Kafirler ise zulmedenlerin kendileridir.”

Ey iman edenler, Yüce Allah kıyamet günü gelmeden dünya hayatında kullarına vermiş olduğu rızıklardan, yolunda, hayır uğruna infak etmelerini emretmektedir. Böylelikle bu infakın sevabı katında kat kat huzuruna gelindiğinde birikmiş hayır olarak bu infakları yapanın kendisine dönsün. Çünkü o gün fidye kabul edilmeyecek, kimsenin arkadaşlığı ve şefaati fayda vermeyecektir. Çünkü o kıyamet günü sevap ve ceza günüdür çalışma ve kazanç günü değildir.

Kafirler neden zalimlerin ta kendileridir? Kafirlerin, zalim olmalarının nedeni; Allah'ı ve onun peygamberini yalanlayanlar olmalarından dolayı kendilerine zulmederler. Müminler ise birbirlerine karşı şefaatçi olacaklardır.

Burada kendilerine kendilerine zulmeden ve şefaatten mahrum bırakılacak olan kimselerden maksat kâfirlerdir. Ayetin sonunda şefaat görmeyecekleri beyan edilenlerin kafirler oldukları da ortaya konulmaktadır.

Nefis malı severde tutarsa mal canın yongası olur. İnsan Allah'ı gereğince tanıyıp sevmedikçe ahiret gününe iman edip o günde sevap almak arzusuyla amele yönelmedikçe gerçekten infakta bulunmak onun için zordur.


اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ

255- “Allah odur ki kendisinden başka ilah yoktur Hayy'dır Kayyum'dur. O’nu dalgınlık ve uyku almaz. Göklerde ve yerde olanların hepsi yalnız onundur. O’nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Önlerinde ne var arkalarında ne varsa bilir. Dilediği kadarından başka onun ilminden hiçbir şey kavrayamazlar. Kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır. Onları koruyup gözetmek ona ağırlık vermez. O yücedir, azimdir.”

"Allah Odur ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur." Yüce Allah bütün mahlûkatın tek ilâhıdır.

"Hayydır, kayyumdur." Ebediyen ölüm söz konusu olmaksızın zatında hayy, kesinlikle fena bulmayacak olan bâkîdir. Mahlukatının işlerini tedbir eden, onları muhafaza eden, daimdir. O kendi zatı ile kaimdir, başkasına muhtaç değildir. Başkası ise kendisi ile kaimdir ve var olmak için Ona muhtaçtır. Bütün varlıkların Ona ihtiyacı vardır. Onun ise hiç birilerine ihtiyacı yoktur. Onun emri olmaksızın bu varlıklar ayakta duramaz. Onların varlığının zatına ihtiyacı vardır. Aynı şekilde bu varlıkların sıfatları da yüce Allah'a muhtaçtır. Bunların varlıklarının devamı da Ona muhtaçtır.

"Onu dalgınlık ve uyku almaz." Uyku öncesi baş gösteren sayıklama ve dalgınlık, Onun için söz konusu değildir. Uyuklama Ona galip gelmez. Uyku, sayıklama ve dalgınlık Onun hakkında söz konusu değildir. Böyle arazlara sahip olanın da Kayyum olamayacağı belirtmektedir.

O, zatı Zülcelâl'e hiçbir eksiklik ve gaflet ulaşmaz ve asla mahlukatından gâfil kalmaz. Aksine o, her nefis üzerinde kazandıkları ile kaimdir. Her şeyi görendir, hiçbir şeyde Ondan gizlenemez. Ve gizli olan her şey Onun için açıktır bilinendir.

"Göklerde ve yerde olanların hepsi yalnız Onundur." Her şeyin Onun mülkünde ve malikiyetindedir. Herkes ve her şey Onun kulu, Onun kahrı ve Onun egemenliği altındadır.

"Onun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir?" O izin vermeksizin hiç kimse Onun katında şefaat edemez. Bu ise Onun azametinden, celâlinden ve büyüklüğündendir. O şefaat konusunda izin vermezse hiçbir kimse şefaat etmeye kalkışmak cesaretini gösteremez. Nitekim şefaat hadisinde şöyle buyurulmuştur; "Arş'ın altına vararak secde etmek üzere kapaklanacağım. Rabbim dilediği süre beni bu halde bırakacak, sonra da şöyle denilecektir:

- Başını kaldır, söyle, sözün dinlenir, şefaat eyle, şefaatin kabul edilir. Bunun üzerine bana bir sınır tayin edilir ve ben onları (şefaatimle) cennete girdiririm."

"Önlerinde ne var, arkalarında ne varsa O bilir." Varlıklardan önce ne vardı, onlardan sonra ne olacaktır, hepsini bilir. Bu ifadede, Yüce Allah'ın bilgisinin bütün olmuşları, geçmişiyle, şimdiki durumuyla ve geleceğiyle yani olacakları da kuşattığını açıklamaktadır.

Öncesini ve sonrasını tüm hareket ve olacak şeyleri bilir. O, yüce ve münezzehtir. Her türlü eksiklikten uzaktır.

"Dilediği kadarından başka O'nun ilminden hiçbir şey kavrayamazlar." Hiçbir kimse Allah'ın bildiklerinden hiçbir şeye dair bir bilgiyi Allah'ın iradesi olmaksızın ve O öğretmeksizin elde edemez. İnsan gayb âleminden neyi bildiyse, görünen âlemden her ne bildiyse, bu kâinatın kanunlarından, Onun musahhar kılınış keyfiyetinden ne bildiyse, ancak Allah'ın maişeti ve öğretmesi sonucu bilmiştir. İnsana bilmediğini öğreten O’dur. Bilgi sahibi olan her şeye, bildiğini öğreten O’dur.


Bunun anlaşılmasında bir başka şekil daha vardır. İbn Kesir şöyle diyor: "Bundan maksat şu da olabilir: Zatına ve sıfatlarına dair ancak Allah'ın kendilerini muttali kılmış olduğu şeyleri bilebilirler."

“Kürsîsi gökleri ve yeri kaplamıştır." Burada yer alan Kürsî'nin tefsiri konusunda ilim adamlarının bazı görüşleri vardır. Kimisi buradaki Kürsî'yi ilim ile, kimisi arş ile, kimisi de arşın içerisinde büyük bir mahlûk ile kimisi kudret ile, kimisi de mülk ile tefsir etmiştir. İbn Kesîr burada sözü geçen Kürsînin tefsirinde ilim şeklindeki tefsîri İbn Abbâs'dan yaptığı nakle dayanarak öne almıştır. Bu gibi durumlarda kendisinin daha tercihe değer bulduğu görüşü öne alması, İbn Kesir'in âdetidir.

Daha sonra İbn Ebî Hâtim'in şu sözlerini nakletmektedir: "Saîd b. el-Müseyyeb'den de bunun gibi bir görüş nakledilmiş bulunuyor." Burada şunu söyleyebiliriz: Eğer Kürsî'yi asıl lafzının dışında açıklayacak olursak, en güzel açıklama şekli bu olur. Şâyet lafzının dışına çıkarmayacak olursak yine bu konuda söylenecek en güzel söz İbn Kesir'in söylediğidir. Doğrusu ise Kürsî'nin Arş'tan başka bir şey olduğudur.

Ve Arş da Kürsî'den daha büyüktür. Nitekim bu konuda vârid olmuş eser ve haberler de buna delâlet etmektedir.

O halde; birinci görüşe göre nassın manası: Onun ilmi gökleri ve yeri kuşatmıştır, şeklinde olurken; ikinci görüşe göre manası ise Arştan başka bir şey olan Kürsîsi gökleri ve yeri kuşatmıştır. Onun bir yaratığının örneği bu olduğuna göre kendisinin azameti ne kadar büyüktür!

Kürsî;

Kur’an’da Kürsî ile alakalı iki âyet vardır. Birinde Allah’a nisbet edilmiş ve O’nun kürsîsinin göklerle yeri kuşattığı belirtilmiştir. Bakara-255 Diğerinde ise Hz. Süleyman’ın tahtını ifade etmektedir (Sâd-34).

Hz. Peygamber’in âhirette hesabın başlaması için Allah nezdinde tevessülde bulunurken O’nu kürsînin üzerinde göreceği ve önünde secdeye kapanacağı, Allah için birbirini seven müminlere nurdan kürsîler verileceği, ayrıca Resûl-i Ekrem’in Cebrâil’i ufukta bir kürsî üzerinde otururken gördüğü belirtilir (Müsned, I, 282, 296; V, 229; Buhârî, “Bedʾü’l-vaḥy”, 3).

Hadis kaynakları dışındaki bazı tefsir ve akaid kitaplarının Resûlullah’a atfettiği rivayetlerde kürsînin göklere ve yere nisbetle büyüklüğü çölün ortasına atılmış bir demir halkası örnek verilerek anlatılır; böylece kürsînin gökleri ve yeri kuşattığı gibi arşın da kürsîyi ihata ettiği (Beyhakī, s. 510-511; İbn Kesîr, I, 13), kürsînin Allah’a atfedilen “kademeyn”in yeri olduğu (Âlûsî, III, 9), inciden yapıldığı (Kurtubî, III, 276), biri arşın üstünde diğeri altında bulunan iki kürsînin mevcut olduğu, bunlardan birinin suyun üstünde ve şekilleri farklı dört meleğin başı üzerinde bulunduğu (Beyhakī, s. 507-509), âhirette etrafındaki minberlerde peygamberlerin oturacağı (İbn Ebû Zemenîn, vr. 29b) belirtilirse de bu tür rivayetler genellikle zayıf kabul edilmiştir.

Kur’an’da ve sahih hadislerde geçen kürsînin anlamıyla ilgili olarak ileri sürülen çeşitli görüşleri şu noktalarda toplamak mümkündür:

1. Kürsî ile arş kastedilmektedir.

2. Kürsî “ilâhî ilim” mânasına gelir.

3. Arşın yanında (veya altında) bulunan nesnel bir varlık olup “iki ayağın bastığı yeri” ifade eder; sahih hadisler de kürsîye bundan başka bir anlam vermeyi imkânsız kılar. Kürsîyi Allah’a yön, hatta mekân nisbet etmenin delilleri arasında görerek bu şekilde mânalandıran Selef âlimleridir (Osman b. Saîd ed-Dârimî, er-Red ʿale’l-Merîsî, s. 429; İbn Teymiyye, V, 55; VI, 584; Zehebî, s. 143).

4. Kürsî sekizinci felektir.

5. İlâhî saltanatı, hâkimiyet, yücelik ve büyüklüğü tasvir eden bir kavram olup maddî bir varlığa tekabül etmez.

6. Kürsî arşın altında ve yedinci kat göğün üzerinde bulunan nesnel bir varlık olmakla birlikte Allah’ın zâtıyla ilgili bir yön veya mekân teşkil etmez; bu konuda İbn Abbas’a atfedilen rivayet maddî anlamda yorumlanamaz.

7. Gayb âlemine ait bir kavram olup gerçek mânasını bilmek imkânsızdır.

8. Bütün fiilî sıfatların tecellisinden ibaret olup “ilâhî emirlerin ortaya çıktığı yer” demektir. Arşta kuvve halinde bulunan ilâhî kelimeler kürsîde fiil haline gelip tecelli eder. Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Şa‘rânî gibi bazı sûfîler bu görüştedir (el-Yevâḳīt, I, 110-111). Daha ayrıntılı bilgi için kitaplığınızdan ve güvenilir kaynaklardan istifade ediniz. https://islamansiklopedisi.org.tr/kursi

Arş;

Kitâb-ı Mukaddes’te arş “kralın tahtı, hükümranlık, Allah’ın tahtı” olmak üzere üç manada kullanılmıştır. Kur’an’da arş, Allah’a nispet edilmiş olarak iki şekilde kullanılmıştır. Arşın doğrudan veya dolaylı olarak Allah’a nisbet edildiği on sekiz âyetin bir kısmında rabbü’l-arş (et-Tevbe 9/129; ez-Zuhruf 43/82), bir kısmında da zü’l-arş (el-İsrâ 17/42; el-Mü’min 40/15) tabirleri kullanılmıştır ki her ikisini de “arş sahibi” mânasında anlamak mümkündür.
Arş melekler tarafından taşınmaktadır ve bu taşıyıcıların kıyamet günündeki sayısı sekizdir. Yine melekler arşın çevresini sarmış olup yüce Allah’ı övgü ve tesbih ile anarlar (ez-Zümer 39/75; el-Mü’min 40/7; el-Hâkka 69/17). Kâinatı yaratan ve idare eden Allah arşa istivâ etmiştir (Yûnus 10/3; er-Ra‘d 13/2). Bazı müfessirler Kur’an’da yer alan “yükseltilmiş tavan” (“es-sakfü’l-merfû‘”, et-Tûr 52/5) tabiriyle arşın kastedildiğini belirtirler (Süyûtî, ed-Dürrü’l- mens̱ûr, VI, 118).
Naslarda arşın, üzerinde bulunduğu belirtilen suyun mahiyeti hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bunları dört noktada toplamak mümkündür:

1. Bu su ölüleri diriltecek olan bir çeşit hayat suyudur (Makdisî, II, 10). Kur’an’da “el-bahrü’l-mescûr” (et-Tûr 52/6) diye adlandırılan “taşkın deniz” de bu sudur (Zehebî, s. 65).
2. Anâsır-ı erbaadan biri olan ve bütün canlı varlıkların kaynağını oluşturan sudur (M. Reşîd Rızâ, XII, 17).
3. Mahiyeti ancak Allah tarafından bilinen bir sudur (İbn Hacer, XXVIII, 191).
4. Arşın su üzerinde olması tamamen mecazi mânada olup ilâhî hâkimiyet ve saltanatın zorunluluk kanunlarından bağımsız bir tarzda cereyan etmesi demektir (Elmalılı, IV, 2759-2761).
Bu dört görüşten hadislerin teyit ettiği ve birçok âlimin de benimsediği, mahiyeti bilinmese de arşın altında gerçek anlamda bir suyun mevcut olduğunu savunan görüştür. Bu telakkiye göre arşın su üzerinde oluşu bir geminin deniz üzerinde duruşu gibi de değildir.
 
Hadislerde Allah’a atfedilen arşın nitelikleri ise şöyle sıralanabilir:

1- Göklerle yeryüzünün yaratılmasından önce su üzerinde bulunan arş, yedinci göğün üzerindeki firdevs (veya adn) cennetinin üstündeydi. Allah da arşın fevkindedir (Buhârî, “Tevḥîd”, 21, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 1, “Cihâd”, 4; Tirmizî, “Tefsîr”, 6, 58, 68, “Ṣıfatü’l-cenne”, 4).
2- Alt, üst, sağ, sol gibi yönleri, ağırlığı, gölgesi, köşeleri, sütunları bulunan bu arş göğün üzerinde kubbe şeklinde duran büyük ve değerli bir nesnedir (Buhârî, “Tevḥîd”, 22, 23, “Tefsîr”, 65/5; Müslim, “Îmân”, 327, “Tevbe”, 14, “Ẕikir”, 61-63; Tirmizî, “Tefsîr”, 41).
3- Arşın sütunları üzerinde kelime-i tevhid yazılıdır (Süyûtî, el-Ḫaṣâʾiṣü’l-kübrâ, I, 12-13);
4- Arşın sağında Hz. Peygamber’e tahsis edilen makām-ı mahmûd bulunmaktadır (Tirmizî, “Menâḳıb”, 1; Müsned, I, 398).
5- Arş meleklerce taşınmakta ve Allah’ı tesbih eden melekler onun etrafında dönmektedirler (Buhârî, Ḫalḳu efʿâli’l-ʿibâd, s. 194; Tirmizî, “Daʿavât”, 79; İbn Hacer, XXIV, 239).
6- Şehidlerin ruhları arşın altında dolaşır (Müslim, “İmâre”, 121).
7- Kıyamet günü insanların hesaba çekilme işine başlanması için Hz. Peygamber arşın altında secdeye kapanarak şefaat dileyecektir (Müslim, “Îmân”, 327).
8- Hz. Peygamber güneşin bir yörüngede (müstakar) seyrettiğini ifade eden âyetin (Yâsîn 36/38) tefsirini yaparken onun yörüngesinin arşın altında olduğunu ifade etmiştir (Buhârî, “Tevḥîd”, 23; Müslim, “Îmân”, 250-251). Daha fazla ayrıntılı okumak için https://islamansiklopedisi.org.tr/ars--kelam

"Onları koruyup gözetmek, Ona ağırlık vermez.” Gökleri ve yeri korumak, onlarda bulunan herkesi, her şeyi, aralarındaki her şeyi muhafaza etmek, Ona zor ve ağır gelmez. Aksine bu, Onun için çok kolaydır. O her nefsi kazandıklarıyla birlikte görüp gözetendir. Her şeyi murakabe edendir. Hiçbir şey Ondan gizli değildir. Hiçbir şeyin bilgisi Ona gizli kalmaz. Eşya bütünüyle Onun huzurunda alçaktır, zelildir, Ona nispetle küçüktür, ona muhtaçtır, fakirdir.

"O yücedir, azimdir." O mülkünde ve egemenliğinde yüce, izzet ve celâliyle azîmdir. Veya kendisine yakışmayan sıfatlardan yüce, kendisine yakışan sıfatlarla muttasıf azimdir. İşte bunlar tevhîdin kemâlini bir arada ifade etmektedir.

İbn Kesir şöyle demektedir: "Yüce Allah'ın: "O, yücedir azimdir" buyruğu yüce Allah'ın; "O, büyük Ve Yüce olandır” Rad/9 buyruğuna benzemektedir. Bu ayetler ve bu manadaki sahih hadisler, selefi salih'in itikattaki yolunun en güzel örneklerini teşkil eder. Onlar bu gibi buyrukları keyfiyet nispet etmeksizin ve benzetme yoluna da gitmeksizin oldukları gibi kabul ettiler.”

Bu âyet-i kerimeye, "Âyet el-Kürsi" denmektedir. Bu ayetin fazileti ve insanları, şer güçlerden muhafaza edeceği hususunda çeşitli hadis-i şerifler zikredilmiştir.
Peygamber (ﷺ) efendimiz, Hadis-i Şeriflerinin birinde şöyle buyuruyor: "Her şeyin bir zirvesi vardır. Kur’an’ın zirvesi de Bakara süresidir. Bakara suresinde âyetlerin efendisi olan bir Âyet bulunmaktadır ki o da Âyet el-Kürsidir. (Tirmizi, k. el Fedail el Kuran bab: 2 Hadis No. 2878)

Ebu Muhammed'den dedi ki Resulullah (ﷺ) her kim her farz namazın peşinden Ayetel Kürsi okuyacak olursa ölüm dışında hiçbir şey onu cennete girmekten alıkoymaz.
İmam Ahmet  b. Hanbel, Tirmizi Hasan ve sahihtir kaydıyla Ebu Davud Resulullah (ﷺ)’den Allah O’dur ki kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. Hayy’dır başka hiçbir ilah yoktur Hayırdır kayyumdur ayetleri ile ilgili olarak Allah'ın ismi azamı bu iki ayettir diye buyurmuştur.

Ebû Hureyre Resulullah (ﷺ)'a beni ramazan ayının zekatı korumakla görevlendirdi. Birisi yanıma geldi ve bu yiyeceklerden yemeye koyuldu. Onu yakaladım ve kendisine:
- Mutlaka seni Resulullah (ﷺ)’in yanına götüreceğim dedi O kişi bana:
- Beni bırak çünkü ben ihtiyaç sahibi birisi kimseyim bakmakla yükümlü olduğum çoluk çocuğum var, son derece muhtacım dedi. Bunun üzerine onu bıraktım ve sabahı ettim. peygamber (ﷺ) bana sordu:
- Ey Ebu Hureyre dün senin esirini ne yaptı? Ben:
- Ey Allah'ın Resulü son derece ihtiyaç içerisinde olduğundan bakacağı çoluk çocuğunun bulunduğundan söz etti; Ben de ona acıdım ve serbest bıraktım. Peygamber efendimiz (ﷺ) bana şunları söyledi:
- Sana yalan söylemiş. Tekrar geri gelecektir. Ben de onun geri geleceğini Resulullah (ﷺ)’den dediği için bildim onun gözetlemeye koydum tekrar geldi ve yiyeceklerinden yemeğe koyuldu onu yakaladım ve dedim ki:
- Mutlaka seni Resulullah(ﷺ)'ın huzuruna getireceğim! Bana:
- Beni bırak çünkü ben ihtiyaç sahibi birisi kimseyim bakmakla yükümlü olduğum çoluk çocuğum var, son derece muhtacım dedi. Bunun üzerine onu bıraktım ve sabahlayınca Resulullah (ﷺ) bana:
- Ey Ebu Hureyre dün gece senin esirin ne yaptı? deyince şöyle dedim:
- Ey Allah'ın resulü bana muhtaç olduğundan ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin bulunduğundan söz edip şikayette bulundu Ben de ona acıdım ve tekrar serbest bıraktım. Hz Peygamber (ﷺ):
- O sana yalan söylemiş tekrar gelecektir dedi. Bunun üzerine Üçüncü defa onu gözetlemeye koydum. Üçüncü defa yakalayıp şöyle dedim:
- Mutlaka seni Rasulullah (ﷺ)’in hızına götüreceğim. Üç defadır dönmeyeceğini söylüyorsun, sonra tekrar geri geliyorsun. Bu sefer bana dedi ki:
- Beni bırak, sana Allah'ın kendileriyle fayda vereceği bazı kelimeler öğreteyim deyince Ben:
- Bu kelimeler nedir? diye sordum. O dedi ki:
- Uyumak üzere yatağına çekildiğinde Ayetel Kürsi sonuna kadar okursun. Bu şekilde sürekli olarak Allah tarafından bir koruyucu seni koruyacaktır ve sabahlayıncaya kadar hiçbir şeytan sana yaklaşamayacaktır. Onlar da hayra karşı her şeyden daha tutkun idiler Hz. Peygamber (ﷺ) şöyle buyurdu:
- O çok yalancı olduğu halde bu sefer sana doğru söylemiş. Üç gündür kiminle konuştuğunu biliyor musun ey Ebu Hureyre? Ben:
- Hayır deyince Allah resulü (ﷺ):
- O bir şeytandı diye buyurdu.
İbni Kesir İbni ebi Hatim’in İbn Abbas'tan yapmış olduğu şu rivayeti nakleder:
İsrailoğulları Ey Musa Rabbin uyur mu? diye sordular. O:
- Allah'tan korkunuz, deyince aziz ve Celil olan Rabbi ona şöyle seslendi:
- “Ey Musa, Rabbin uyur mu, diye soru sordular. Eline iki kase al ve bu gece ayakta dikil.” Musa emredileni yaptı. Gecenin üçte biri geçtikten sonra Musa (Dalgınlıkla ve sayıklayarak) uyuya kaldı. Diz kapakları üzerine düştü. Daha sonra kendisine geldi ve kaseleri sıkıca tuttu. Nihayet gecenin sonu gelince tekrar uyukladı. Ve elindeki İki kase düşüp kırıldı. Bunun üzerine Rabbi ona şöyle dedi:
- “Ey Musa ben uyuyacak olsaydım gökler ve yer düşer ve senin elindeki bu iki kasenin telef olduğu gibi onlar da telef olup giderdi.”
İbn Abbas dedi ki: Aziz ve Celil olan Allah peygamberi (ﷺ)in üzerine Ayetel Kürsi'yi indirdi ki, herhangi bir bilgisiz kalkıp benzeri bir konuda hakkında soru sormasın.
 
لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ
اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

256- “Dinde zorlama yoktur. Gerçekten hak batıldan iyice ayrılmıştır. Artık Kim tağutu inkar edip Allah'a iman ederse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır, Allah semidir alimdir.”


İslam dinine girmek için zorlama yoktur. Artık hak ile batıl açıkça ortaya çıkmıştır. Kim şeytan ve putlar gibi, Allah'tan başka tapınılan tağutları tanımaz da Allah'ın kendisinin Rabbi ve hak mabudu olduğuna iman ederse şüphesiz ki o en sağlam bir iman kulpuna yapışmıştır. O kulp kendisine sarılanı Allah'ın azabı ve cezasından kurtaracak olan en sağlam kulptur. Allah kendi birliğini tasdik edenlerin ikrarını işten ihlas ve samimiyetlerini çok iyi bilendir.

Bazı alimlere göre bu ayetin hükmü kaldırılmıştır. Fakat sahih olan görüşe göre bu ayetin hükmü kaldırılmamıştır. Bu ayet İslam devletine cizye vererek boyunu eğen ehli kitabın durumunu hükme bağlamaktadır. Bunlardan cizye verenleri İslam'a girmeleri için zorlama yapılmaz. Fakat putlara tapanlar ve İslam dininden dönen bu hükmün dışındadır. Onlar İslam'ı kabul etmeye zorlanırlar.

Bu ayeti kerimenin nüzul sebebi İbn-i Cerir, Ebu Davud ve Nesai İbni Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder; “Kadının çocuğu yaşamadığı zaman, çocuğu yaşatacak olursa onu Yahudi yapmayı adardı. Nadiroğulları yurtlarından sürülünce, aralarında Ensar'ın çocuklarından bazı kimseler de vardı. Ensar: “Biz çocuklarımızı bırakmayız” deyince, Yüce Allah'ın; “Dinde zorlama yoktur. Gerçekten hak batıldan iyice ayrılmıştır” buyruğu nazil olmuştur.

İslam dininde burhanlar ve deliller açık ve net bir şekilde ortadadır. İslam'a girmek üzere hiç kimsenin zorlanmasına gerek yoktur. Aksine Allah kime İslam'a girmek için hidayet verir sadrını genişletir, basiretini aydınlatırsa apaçık delil üzere İslam'a girer. Allah'ın kalbine körlük verip de kulaklarını, gözlerini mühürlediği kimse ise zor ve baskı altında kalarak dine girmesinin ona hiçbir faydası yoktur.


اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟

257- “Allah iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kafirlerin velileri ise tağuttur. Onları aydınlıktan karanlığa çıkarır. İşte onlar ateşliklerdir. Onlar orada temelli kalacaklardır.”

“Allah iman edenlerin velisidir.” İmanı arzu edenlerin işlerini Allah üzerine alır, onları bağışlar, onları korur, onlara yardım eder. İşte onları karanlıklardan aydınlığa çıkarması da bundandır. İçinde bulundukları her türlü karanlıktan (kötülük ve şerden) onları imanın nuruna ve hidayetine çıkarır. Karanlıklar pek çok olduğu için çoğul olarak zikredilmiştir. Küfrün karanlığı, münafıklığın karanlığı, şehvetin karanlığı, bidatların karanlığı…

Burada iman edenlere müjde vardır. Yüce Allah'a karşı karşıya kalmaları halinde şüphelerden onları çıkartacak, hakka iletecek ve bu şüphelerden kurtulmanın, onları çözmenin yollarını gösterecek, başarı İhsan edecektir. Ta ki yakinen nuruna ulaşıncaya kadar.

“Kafirlerin velisi ise tağuttur.” küfrü arzu eden, küfür üzere karar kılan kişilerin işlerini ise şeytan üzerine almıştır. Gerçekten de küfrü kararlaştırmış ve küfrü arzu eden bu kimseler ile birlikte olan ins ve cin şeytanlarının sayısı çoktur. Yüce Allah’ın; “Onları aydınlatan karanlıklara çıkarırlar.” diye vermiş olduğu haberle de onları, fıtratın nurundan, aklın ve İslam'ın nurundan şüphenin, tereddüdün şehvetin karanlıklarına ilettiklerini beyan etmektedir.

“İşte onlar ateşliktir, onlar orada temelli kalacaklardır.” kalışları ebedi ve sürekli olacaktır.



اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ي حَٓاجَّ اِبْرٰه۪يمَ ف۪ي رَبِّه۪ٓ اَنْ اٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَۢ اِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّيَ الَّذ۪ي يُحْي۪ وَيُم۪يتُۙ قَالَ اَنَا۬ اُحْي۪ وَاُم۪يتُۜ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ فَاِنَّ اللّٰهَ يَأْت۪ي بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ فَبُهِتَ الَّذ۪ي كَفَرَۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۚ

258- “Allah kendisine mülk verdiği için Rabbi hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim; “Benim rabbim dirilten ve öldürendir” deyince o; “Ben de diriltir ve öldürürüm” demişti. İbrahim; “Allah güneşi doğudan getirir, haydi sen de onu batıdan getir” deyince o küfür eden herif apışıp kaldı. Öyle ya Allah zalimler güruhunu hidayete erdirmez.”

Hitap Allah resülünedir. Nemrudun kendisine hükümdarlık verildi diye şımararak İbrahim ile rabbi hakkında münakaşaya girmesinin konusu Rabbinin varlığı ve Ona itaat, ubudiyet ve boyun eğmeyi gerektiren rububiyet konusu idi.

"Hani İbrahim benim Rabbim dirilten ve öldürendir" demişti de..."

İbrahim ile Nemrud arasındaki tartışmanın muhtevâsına gelince, şöyle olmuş gibidir: Nemrûd; Senin rabbin kimdir? diye sormuş, Hz. İbrahim de: Benim rabbim hayat veren ve öldürendir, diye cevap vermişti. Bunun üzerine Nemrud: "Ben de diriltir ve öldürürüm demişti" Mel'un şunu söylemek istiyor. Ölüm cezasını affeder ve öldürürüm. Bunun böyle bir cevap vermesi de onun bu konuda karşı delil getiremiyeceğini, cevap vermekten acze düştüğünü göstermektedir. Bununla birlikte bu mel'un kişi, birisini serbest bırakıp bir başkasını öldürmek suretiyle, hayat verip öldürme deliline karşı inat gösterince, Hz. İbrahim karşı durulamayacak şekilde onunla konuştu. Onlar, yıldız bilgisini de bilen kimseler olduklarından, Hz. İbrahim şöyle demişti: "Rubûbiyetin bir gereği de bu kâinâtın üzerinde, ondaki bütün yıldızları müsahhar kılmak suretiyle, kâinat üzerinde egemenlik sahibi olmaktır. Şayet sen gerçekten Rab isen haydi güneşin hareketini değiştir."

"İbrahim, "Allah güneşi doğudan getirir, haydi sen de onu batıdan getir" dedi". Hz.İbrahim'in ona bakan kişinin gördüğü şekilde güneşin hareketiyle ilgili olarak bir söz söylemesi üzerine; "O küfreden herif apışıp kaldı." şaşırdı ve dehşete düştü. "öyle ya Allah zâlimler gürûhunu hidâyete erdirmez." Asla hak ehline karşı tartışırken onlara delil getirmek ilhâmını vermez ve muvaffak kılmaz.

اَوْ كَالَّذ۪ي مَرَّ عَلٰى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَاۚ قَالَ اَنّٰى يُحْي۪ هٰذِهِ اللّٰهُ بَعْدَ مَوْتِهَاۚ فَاَمَاتَهُ اللّٰهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُۜ قَالَ كَمْ لَبِثْتَۜ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانْظُرْ اِلٰى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْۚ وَانْظُرْ اِلٰى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ اٰيَةً لِلنَّاسِ وَانْظُرْ اِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًاۜ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُۙ قَالَ اَعْلَمُ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

259- “Yahut altı üstüne gelmiş bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi)? “Allah bunu ölümünden sonra nasıl diriltecek?” dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz sene ölü bıraktı, sonra diriltti. “Ne kadar kaldın?” dedi o da; “Bir gün veya bir günden daha az kaldım” dedi. “Hayır yüz yıl kaldın, öyle iken yiyeceğine içeceğine bak elini bozulmamış. Bir de merkebine bak. Hem seni insanlara ibret kılacağız. Kemiklere de bir bak. Onların nasıl birleştirilip onları yerli yerine koyuyor ve sonra onlara nasıl et giydiriyoruz? dedi. Bu hal ona apaçık belli olunca “Allah'ın her şeye kadir olduğunu biliyorum” dedi.”

Altı üstüne gelmiş olan kasaba, Buhtünnasr'ın harap ettiği Beytül makdis olma ihtimali kuvvetlidir. O şahıs hakkında tam net bir bilgi olmamakla birlikte mümin olması hususunda müfessirler bilgi sunamamaktadır. Buna göre O şahıs şehre bakmıştı gördü ki O şehrin altı üstüne gelmiş, evlerin duvarları ve çatıları çökmüş şehir harabeye dönmüştü. Bunun üzerine inkara kalkışarak dedi ki Allah burayı öldükten sonra nasıl diriltecek yani bunlar yok olup toz toprak haline geldiler ve bunlardan hiçbirinden eser kalmadı, dolayısıyla Allah bunlara tekrar yaratmaya nasıl güç yetirebilir dedi.

Bunun üzerine Allah onu yüz sene ölü bıraktı ve sonra diriltti bu müddetten sonra onu tekrar canlandırır ve hatif'ten bir ses kendine gelerek dedi ki “Ne kadar kaldın” o kişi dedi ki “Bir gün Baktı ki güneş aynı olduğu yerde duruyor bunun üzerine veya daha az bir süre kaldım dedi.” “Hayır sen burada yüz yıl kaldın, öyle iken yiyeceğine, içeceğine bir bak, henüz bozulmamış.” Aradan bu kadar uzun bir müddet geçmesine rağmen onda bir değişiklik olmadı.

“Ve merkebine bir bak.” Onun kemikleri nasıl da birbirinden ayrılmış değişerek paramparça olmuş ve dağılmış ve yiyeceğine ve merkebine de bu şekilde ibretle baktıktan sonra o şehre uğradığında söylediğin bu şekilde öldükten sonra yok olup gittikten sonra Allah buraya nasıl diriltir sözünü hatırla ve artık kabul et. Sonra ona hak canebinden şöyle dedi: Ey bedenlerin haşrini inkar eden kimse! Bizim seni böyle yapmamızın sebebi “Seni insanlara bir ibret kılmak içindir.” Senin bu halini Münkir ve muannitlere karşı haşr ve neşre inananların elinde bir delil ve burhan olması için böylece yaptık. Artık halin bu şekilde ortaya çıktıktan sonra “Kemiklere bir bak nasıl diriltilir ki diye tereddüte düştüğün Hatta inkar ettiğin bu eşeğin çürümüş kemiklerine ibrette bir bak bakalım onları bir araya nasıl getiriyoruz kemikleri iskelet haline getirdikten sonra o kemiklere nasıl et giydireceğiz bir gör! “Kendisine bütün bunlar apaçık belli olunca,” haşr olayı net bir şekilde onun gözünde açıkça ortaya çıkınca teslim oldu, durumu kabul etti ve “Dedi ki: biliyorum ki Allah her şeye kadirdir.” Artık yakinen biliyorum ki Kadir ve Muktedir olan Allahu Teala gerek ilk defa olsun gerekse ilk haline döndürme şeklinde olsun her şeyi tekrar tekrar yaratma gücüne sahiptir.

وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اَرِن۪ي كَيْفَ تُحْيِ الْمَوْتٰىۜ قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْۜ قَالَ بَلٰى وَلٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْب۪يۜ قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلٰى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْت۪ينَكَ سَعْيًاۜ وَاعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟

260- “Hani İbrahim; “Rabbim ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster” deyince; “İnanmıyor musun?” demişti. O da: “Hayır, öyle değil, ama kalbim iyice mutmain olsun” demişti. “Öyleyse dört çeşit kuş al onları kendine alıştır, sonra her dağ başına onlardan bir parça koy; Sonra onları çağır, koşarak sana gelirler. Ve bil ki şüphesiz Allah Azizdir, Hakimdir.”

“Hz. İbrahim” bunu söylerken bir şüpheden dolayı değil Allah'ın varlığı ve kudretinden şüphe etmediğini ifade ederek sadece “ölüleri nasıl dirilttiğini” zihnimde ve gönlümdeki bu bilginin, açığa çıkmasıyla yakınının artacağına kanaat getiriyordu. Bunun üzerine “Allah azze ve celle” Ey İbrahim buna gücümün yeteceğini “inanmıyor musun?” deyince “İnanıyorum Rabbim fakat istediğim ki onu bana gösterirsin de gördüğün kudretinden dolayı kalbim iyice mutmain olsun dedi” Allah da: istediğin ona göstermek için “Dört tane çeşit kuş al onları kendine iyice alıştır, sonra da onları kesip parça parça et” Her bir parçayı götürüp her dağ başına at ve ardından onları Allah'ın izniyle geri diye çağır onlar sana koşarak geleceklerdir.” Burada İbni Kesir de müfessirlerin bu kuşların hangi kuşlar oldukları hakkında itilaf edildiğini söylemişlerdir. Bunun bir önemi olsaydı Kur’an'da zaten bu açıklanırdı. Taberi’de geçmekte olan bilgiye göre bu hayvanlar; Horoz, Tavus, Karga ve Güvercindir demiştir.

مَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ ف۪ي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍۜ وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ


261- “Mallarını Allah yolunda infak edenlerin misali, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren bir tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir, Allah Vasi’dir, Alim’dir.”

Mallarını Allah yolunda infakta bulunanların sevabı bir sap bitiren ve her saptan da birer başak biten yedi kol gibidir. Burada bir iyiliğin yedi yüz katına kadar çıkarılacağına dair örneklendirme vardır. “Allah dilediğine kat kat verir,” infak edene değil, dilediği kimseye verir. O dilediğine yedi yüz kattan fazlasını da verebilir. O her şeyi ve infak edenlerin niyetlerini çok iyi bilendir.

Ebû Mes'ud el-Ensari diyor ki: "Bir adam, yuları boynunda bulunan bir devesini getirip "Bu, Allah yoluna olsun." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (ﷺ) "Bunun karşılığında kıyamet gününde sana yedi yüz deve verilecektir, hepsi de yularlı olacaktır." buyurdu Müslim, K. el-îmare bab: 32, Hadis No. 1892/Nesâî K. el-Cihad bab: 36

Peygamber efendimiz (ﷺ) diğer bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: "Kim, Allah yolunda bir şey harcarsa ona yedi yüz katı yazılır, (veri) Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 4 S, 345, 346


اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَنًّا وَلَٓا اَذًۙى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

262- “Mallarını Allah yolunda infak edip de sonra infak ettikleri şeyin ardından başa kakmayan ve eziyet etmeyenlerin mükafatı rableri katındadır. Onlara korku yoktur ve Mahzun da olacak değillerdir.”

Mallarını Allah yolunda onun rızası için infak edip ve onun katında olan sevabı umarak Allah yolunda harcayan ve bunu yaparken de harcadıklarını başa kakmayan, eziyet ve kötülük yapmayanların alacakları sevap ve mükafat rableri katındadır. Onlar kıyametin sıkıntılarından korkmaz, dünyada bıraktıklarına da üzülmezler.

Peygamber (ﷺ) Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Üç kimse vardır ki kıyamet gününde Allah onlara konuşmayacaktır. Bunlardan biri verdiği bir şeyi başa kakan, diğeri yalan yeminle malını satan, üçüncüsü ise elbisesinin eteğini (kibir için) uzatandır.” Müslim, Ebu Davud

قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَٓا اَذًىۜ وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَل۪يمٌ

263- “Bir tatlı dil, bir de af, peşinden eziyet gelecek sadakadan daha iyidir. Ve Allah Ğani’dir, Halimdir.”

Kişinin kullanacağı tatlı dille, Müslüman Kardeşi için dua etmesi suretiyle, ona güzel bir söz söylemesi ve fakirin düşük halini örterek kusurlarına bakmaması, Allah katında önce verilip sonradan verilen kişiye eziyet edilen sadakadan daha hayırlıdır. Allah sizin sadaka olarak verdiğiniz şeye ihtiyacı yoktur. O yaptığı yardım sebebiyle eziyet edenlerin cezasını vermekte acele etmez çünkü O yumuşak davranandır

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًاۜ لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ

264- “Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmayan insanlara gösteriş için malını harcayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakma ve eziyet etmekle heder etmeyin. Onun (gösteriş yapanın) hali üzerinde toprak bulunan kaya gibidir. Şiddetli bir yağmur isabet ettiğinde onu katı bir taş halinde bırakır. Onlar işlediklerinden hiçbir şey elde edemezler. Allah kafirler güruhunu hidayete erdirmez.”

Ey iman edenler! Malını Allah rızası için değil de insanlar kendisini methetsin "Çok cömert adam" desinler diye harcayan, Allah'ın birliğine ve öldükten sonra dirileceği âhiret gününe iman etmeyen münafık bir insanın yaptığı gibi başa kakarak ve eziyet ederek sadakalarınızı boşa çıkarmayın.
İki yüzlü olan böyle bir insanın durumu, üzerinde toprak bulunan kaygan bir taşa benzer ki ona şiddetli bir yağmur isabet ettiğinde toprak kayıp gider. İşte bu kaygan taşın üzerinde bulunan toprağın kayıp gitmesi gibi, yardımı yapıp sonra da onu başa kakan insanların yaptıkları hayrın karşılığı kaybolup gider.

Bunlar, kıyamet gününde amellerinden dolayı hiçbir sevaba erişemezler. Çünkü bunlar, yaptıklarını, insanlara gösteriş için ve kendilerini övmelerini istedikleri için yapmışlardır.
Allah, böyle bir kâfir topluluğun hakka ve doğruya ulaşmasını nasip etmez. Onları, sapıklıkları içerisinde bırakır, bocalar dururlar.

وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ وَتَثْب۪يتًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ اَصَابَهَا وَابِلٌ فَاٰتَتْ اُكُلَهَا ضِعْفَيْنِۚ فَاِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

265- “Allah'ın rızasını kazanmak ve kalplerindekini sağlamlaştırmak için mallarını İnfak edenlerin misali ise, bir tepedeki güzel bir bahçenin haline benzer. Kuvvetli bir sağanak düşünce yemişlerini iki kat verir. Bol yağmur yağmasa bile bir çisintisi bulunur. Ve Allah işlediklerinizi görür.”

Mallarını Allah rızasını isteyerek ona itaat yolunda harcayan kalplerindekini sağlamlaştırmak yolunda kendileri için infak ederler. O haliyle hem İslam'ı tasdik etmektedir, hemde bundan kesinlikle emin olup ona inanmaktadır. Bizzat kendi öz nefsi üzerinde bulunduğu bu hakkı daha da sağlamlaştırmak için salih ameller işlemekte, Allah yolunda infak etmektedir.

İnfak edenlerin hali, yüksek yerde bulunan bir bahçenin haline benzetilmektedir. Oraya bol yağmur yağdığında mahsulü iki kat alır. Böyle yerlere yeteri kadar yağmur yağmasa da çisintisi ve ıslaklık isabet eder. Allah sizin amellerinizi çok iyi görür insanlara gösteriş için harcayanı da kendi rızasını kazanmak için harcayacak olanı da görür ve bilir.

Kalplerindekini sağlamlaştırmak ile alakalı olarak “kararlı kılmak, kuvvetlendirmek ve sağlamlaştırmak” yani infak edilen mallar karşısında Allah'ın vereceği sevaba ulaşılacağına inanan ve bunu kesin olarak bilen kişi malını harcarken tereddüt içinde olmaz iradesini sağlamlaştırmış bir şekilde harcar. İşte bu ayeti kerimede bu ince noktaya işaret edilmektedir.

اَيَوَدُّ اَحَدُكُمْ اَنْ تَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ لَهُ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۙ وَاَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَٓاءُۖ فَاَصَابَهَٓا اِعْصَارٌ ف۪يهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ۟

266- “Biriniz ister mi ki hurmadan ve üzümden bir bahçesi olsun. Altından ırmakta aksın, içinde her çeşit meyve bulunsun da kendisi ihtiyarlamış çocukları da güçsüz kalmışken bahçesi ateşli bir kasırga ile yanı versin. Düşünürsünüz diye Allah size ayetlerini böyle açıklıyor.”

Allahu Teala bu ayeti kerimeyi Allah rızası için değil de insanların övgülerini kazanmak için gösteriş olsun diye mallarını harcayanlara bir misal olarak indirmiştir. Kıyamet gününde bunlar harcadıklarından faydalanmak istediklerinde Allah bunlara sevap vermeyecektir. Böylece yaptıklarının karşılığını almaya en çok muhtaç oldukları bir zamanda hiçbir şey bulamayacaklardır. Tıpkı ayeti kerimede misal verilen kişinin durumuna düşeceklerdir. Öyle ki bu kişi bahçesi için yatırım yapmış gereken emeği vermiş, bahçesi yetiştiğinde de kendisi yaşlanmış çoluk çocuğu çoğalmış ve o bahçeye olan ihtiyacı şiddetle artmıştır. İşte tam o anda yakıcı bir kasırga gelip ve bahçeyi tamamen yakmıştır ve o kişi bu bahçeden hiçbir fayda elde edememiştir. Düşünürsünüz diye Allah size ayetlerini böyle açıklar. Yüce Allah Tevhid ve dine dair ayetlerini açıklamaktadır ki, düşünüp uyanırsınız kendinize gelirsiniz de uyanma fayda vermeyeceği bir zaman gelmeden önce bu kendinize gelişten ve uyanmaktan belki yararlanırsınız.

İbni Merduye'nin Ebu Derda'dan rivayet ettiğine göre; Resulullah(ﷺ) şöyle buyurmuştur: “Cennete (Anne- babaya) asi olan, verdiğini, iyiliklerini başa kakan, şarap içen ve kaderi yalanlayan hiçbir kimse giremeyecektir.”

Hazret-i Ömer, Abdullah b. Abbas ve Mücahidden nakledilen görüşe göre; bu Âyet-i kerime, önce güzel ameller işleyen daha sonra da şeytanın vesveselerine kapılarak isyankâr olan ve yaptığı amellerinin yok olmasına sebep olan kişiye misaldir. Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki:

"Bir gün Halife Ömer b. Hattab, Resûlüllah’ın sahabelerine şöyle dedi: "

- Bu âyet-i kerime’nin kim hakkında indiği kanaatindesiniz?"

- Onlar: "Allah daha iyi bilir." cevabını verdiler. Bunun üzerine Ömer kızdı ve şöyle dedi:

- "Biliyoruz veya bilmiyoruz deyin." Bunun üzerine kendisine ben şöyle dedim:

- "Ey mü’minlerin emiri, bu âyet hakkında benim bir kanaatim var." Ömer:

- "Söyle yeğenim kendini küçük görme." dedi. Dedim ki:

- "Ayet, yapılan bir amele misal verilmiştir. Ömer: "Hangi amele misal verilmiştir." dedi. Dedim ki:

- "Herhangi bir amele misaldir." Ömer bunun üzerine şöyle dedi: "Bu âyet, zengin bir adama misaldir ki, Allah’a itaat uğrunda amel işler sonra Allah ona Şeytanı gönderir. Adam günah işler ve nihayet amelleri o masiyetler içerisinde gömülür gider. (Buhari, K. Tefsir el-Kur'an Sûre 2, bab: 47)

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet-i kerime, dünyada iken bolluk içinde yaşayan ve ahirette hiçbir şeye sahip olamayacak olan kâfire bir örnektir, Reb' b. Enese göre bu âyet dünyadayken sapıklık ve isyan içinde yaşayan, ahirette ise hiçbir şey bulamayacak olan kimseye örnektir.

İbn-i Zeyde göre ise bu âyet, verdiği sadakayı başa kakarak ve verdiği kimseye eziyet ederek boşa çıkaran kimseye bir örnektir.

Dehhaka göre de bu âyet, dünyada bolluk içinde yaşayıp âhirette bir şey bulamayan kâfire bir örnektir. O, sevap ve yardıma en çok muhtaç olduğu zaman hiçbir şey bulamayacak, bahçesi yanan bir ihtiyara benzeyecektir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّٓا اَخْرَجْنَا لَكُمْ مِنَ الْاَرْضِۖ وَلَا تَيَمَّمُوا الْخَب۪يثَ مِنْهُ تُنْفِقُونَ وَلَسْتُمْ بِاٰخِذ۪يهِ اِلَّٓا اَنْ تُغْمِضُوا ف۪يهِۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ

267- “Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyilerinden ve size yerden çıkarttıklarımızdan infak edin. Kendiniz göz yummadan alıcısı olmadığınız bayağı şeyleri vermeye yeltenmeyin ve bilin ki Allah Ğani’dir, Hamid'dir.”

Ey, Allah’ı ve Resulünü tasdik edenler, ticaretten kazanmış olduğunuz mallarınızdan, elinizde bulunanların en iyi ve güzellerinden Allah yolunda harcayın. Yerden sizin için çıkarmış olduğumuz meyve ve her türlü mahsullerden de infak edin. Vereceğiniz şeyin kötülerini vermeyin, iyilerini verin. Sizler, hakkınız olan şeyleri almak istediğiniz de, sadaka olarak verdiğiniz bu kötü şeyleri ancak gözünüz kapalı olursa alırsınız. Yani gönül hoşluğu ile değil, istemeyerek alırsınız. O halde kendiniz için istemediğiniz bir şeyi, Allah rızası için bir fakire vermeye gönlünüz nasıl razı olur? Bilin ki Allah'ın, sizin sadakalarınıza hiç ihtiyacı yoktur. Allah, yarattıklarına bolca lütufta bulunmasından dolayı övülmeye layıktır.

اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَٓاءِۚ وَاللّٰهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلًاۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ

268- “Şeytan sizi fakirlik ile korkutur, çirkin şeyleri emreder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bolluk vadeder. Allah Vasi’dir, Alim’dir”

Şeytan elinizdeki ne sıkı sıkıya tutalım Allah rızası yolunda infak etmeyelim diye fakirlikle korkutmaktadır fakir düşeriz korkusuyla infaktan bizleri alıkoymak istediği gibi bizlere masiyeti günahları yasakları işlemeyi ve Yaradana muhalefet etmeyi emretmektedir şeytanın bize çirkinlikleri emretmesi karşılığında Allah bize kendi katından bir mağfiret vaat ediyor şeytan bizi fakirlikle korkutmasının karşılığında kendi lütfunu ihsanını vaat etmektedir daha sonra Yüce Allah kendisinin dilediği kimseye genişlik veren vasi fiilleri ve niyetleri bilen Alim olduğunu açıklamaktadır.

يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫تِيَ خَيْرًا كَث۪يرًاۜ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ

269- “Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ki ona pek çok hayır verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri öğüt alır.”

Allah hikmeti yani anlayışı, sözünde isabetli olmayı, işi yerli yerince yapmayı kullarından dilediğine verir. Kime de Hikmet verirse, yani kime de anlayışı, söz ve davranışlarında isabetli olmak kabiliyetini verirse şüphesiz ki o kimseye çokça hayır verilmiş olur. Bunları ancak akıl sahipleri düşünüp öğüt alırlar.

Hikmet: Kitap ve Sünnet bilgisi ile onların gereğince amel etmek, her şeyi de yerli yerince koymak demektir.

Taberi de şu görüştedir: Hikmetten maksat, davranışlarda isabetli olmaktır. Davranışlarında isabetli olan, bilinmesi icap edeni bilendir. Allah'tan korkandır. Fakihtir, alimdir. Peygamber de böyledir. Bu itibarla hikmeti isabetli olma anlamında almak bu görüşlerin hepsini kapsamaktadır.


وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ نَفَقَةٍ اَوْ نَذَرْتُمْ مِنْ نَذْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُهُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ

270- “Nafakadan ne harcadınız ise veya adaktan ne adadınızsa şüphesiz ki Allah onları bilir. Zulmedenlerin hiç yardımcıları yoktur.”

Allah yolunda verdiğiniz herhangi bir nafakayı veya hayır işleme maksadıyla adadığınız herhangi bir adağı şüphesiz ki Allah bilir. Hiçbir şey ondan gizli kalmaz. O size bunların karşılığını verecektir. Zalimlerin ise Allah'ın azabına karşı hiçbir yardımcıları yoktur.


اِنْ تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَۚ وَاِنْ تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَرَٓاءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ وَيُكَفِّرُ عَنْكُمْ مِنْ سَيِّـَٔاتِكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ

271- “Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel, eğer onları gizler de fukaraya öyle verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Ve onunla günahlarınızdan bir kısmını yarlığar. Allah her ne yaparsanız haberdardır.”

Eğer sadakalarınızı açıkça verirseniz bu güzel bir şeydir. Şâyet onları kimseye göstermeden gizler ve gizlice fakirlere verirseniz, bu sizin için açıkça vermenizden daha hayırlıdır. Çünkü gizli verilen sadaka daha hayırlıdır, daha faziletlidir. Allah, sadakalarınız sebebiyle bir kısım günahlarınızı örter. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Amellerinizden hiçbir şey ona gizli kalmaz.

Peygamber efendimiz (ﷺ) sadakayı gizlice verenin kıyamet gününde arşın gölgesinde gölgelendirilecek yedi sınıf insandan biri olacağını beyanla buyuruyor ki:

"Yedi kimse vardır ki, Allah'ın arşının gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde Allah onları, arşın gölgesi altında gölgelendirecektir. Bunlar, adaletli Halife, Allah’a ibadet ederek yetişen genç, kalbi mescitlere bağlı olan kişi, Allah için birbirlerini seven iki arkadaş (öyle ki, bunlar Allah için bir araya gelir ve Allah için ayrılırlar.) Mevki ve güzellik sahibi bir kadın kendisini (hayasızlığa) davet ettiği halde: "Ben, Allah’tan korkarım" diyerek onu reddeden kişi, sağ elinin verdiği sadakayı sol elinin duymayacağı kadar gizlice sadaka veren kişi ve hiç kimsenin bulunmadığı bir yerde Allah'ı anarak gözlerinden yaş döken kişilerdir. Buhari, K. ez-Zekat, bab: 16 K. el-Ezan, bab; 36, K. el-Hudud bab: 19/Müslim, K. ez-Zekat bab: 91, Hadis No. 1031/Tirmizi, K. ez-Zühd. bab: 52, Hadis No. 2391

Peygamber efendimiz diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyuruyor:

"Allahü Teâlâ yeryüzünü yaratınca, yeryüzü sarsılıyordu. Bunun üzerine Allahü teâlâ dağlan yarattı. Onları yeryüzüne yerleştirdi ve yüryüzü istikrara kavuştu. Melekler, dağların güçlülüğüne şaşarak: "Ey rabbimiz, yaratıkların arasında dağlardan daha güçlü bir şey var mı?" diye sordular. Allah: "Evet, demir var." buyurdu. Melekler: "Ey rabbimiz, yaratıkların içinde demirden daha güçlü bir şey var mı?" dediler. Allah: "Evet ateş var." buyurdu. Melekler: "Ey rabbimiz, yaratıkların arasında ateşten daha güçlü bir şey var mı?" dediler. Allah : "Evet su var." buyurdu. Melekler: "Ey rabbimiz, yaratıkların arasında sudan daha güçlü bir şey var mı?" dediler. Allah: "Evet rüzgâr var." buyurdu. Melekler: "Ey rabbimiz, yaratıkların arasında rüzgârdan daha güçlü bir şey var mı?" dediler. Allah, "Evet var. O, sağ eliyle bir sadaka verip onu sol elinden gizleyen Âdemoğludur." buyurdu.

(Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an Sûre 113, Hadis No. 3369/Ahmed b. Hanbel, Müsned C 5 S. 124)


لَيْسَ عَلَيْكَ هُدٰيهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَلِاَنْفُسِكُمْۜ وَمَا تُنْفِقُونَ اِلَّا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ اللّٰهِۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ

272- “Onları hidayete erdirmek sana düşmez. Fakat Allah dilediğini hidayete erdirir. Hayır namına ne İnfak ederseniz kendinizedir. Zaten yalnız Allah rızasını kazanmak için infak edersiniz. Verdiğiniz her hayır tam olarak size ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.”

Ey Rasûlüm, müşrikleri hidayete kavuşturmak sana ait değildir. Fakat Allah, yarattıklarından dilediğini İslam'a ulaştırır ve o kişiyi İslam'a eriştirmeye muvaffak kılar. Allah'ın rızasını kazanmak için ne harcarsanız, onun sevap ve mükâfaati size aittir. Sizin, Allah rızası dışında harcamanız size yakışmaz. Sizin harcamış olduğunuz hayırlı, malların karşılığı, kıyamet gününde tam olarak size verilecektir. Ve sizler, yaptığınız amellerin karşılıkları eksiltilerek bir zulma uğratılmayacaksınız.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Müslümanlar, müşrik olan akrabalarına sadaka vermek istemiyorlardı. Resûlüllahtan bu hususu sordular. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Onlara bu hususta ruhsat tanıdı. Bu Rivâyet, Said b. Cübeyr, Katade, Rebi' b. Enes ve Süddiden de nakledilmektedir.

لِلْفُقَرَٓاءِ الَّذ۪ينَ اُحْصِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ضَرْبًا فِي الْاَرْضِۘ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ اَغْنِيَٓاءَ مِنَ التَّعَفُّفِۚ تَعْرِفُهُمْ بِس۪يمٰيهُمْۚ لَا يَسْـَٔلُونَ النَّاسَ اِلْحَافًاۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ۟

273- “(Sadakalarınızı) kendileri Allah yoluna vermiş olup da yeryüzünde dolaşamayan ve tanınmayan, hayalarından dolayı bilinmeyen kimselerin onları zengin zannettikleri yoksullara verin. Onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan bir şey istemezler. Hayırdan ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu bilir.”

Allah yolunda harcanacak malların harcama yeri, kendilerini Allah yolunda cihad etmeye hasreden ve bu sebeple rızık kazanma çalışması yapmayan fakirlerdir. Bunların, yeryüzünde gezip dolaşarak rızık temin etmeye ve kazanç sağlamaya imkânları yoktur. Hallerinden anlamayanlar onları, iffetlerinden dolayı dilenmediklerinden, zengin zannederler. Sen onları, yüzlerindeki bitkinlik, mağduriyet ve ihlastan tanırsın. Onlar, iffetli oldukları için, insanlardan ısrarla dilenmezler. Siz, Allah yolunda neyi harcarsanız şüphesiz ki Allah onu bilir. Ve size karşılığını verir.

Âyet-i Kerime'de zikredilen "Kendilerini Allah yoluna vakfedenler" den maksat, Katade ve İbn-i Zeyde göre, kendilerini Allah yolunda savaşmaya vakfeden Mücahidlerdir.

اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلَانِيَةً فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

274- “Onlar ki mallarını gece ve gündüz gizli ve açık infak ederler. İşte onların mükafatı rableri katındadır. Onlar için korku da yoktur, onlar üzülecek de değillerdir.”

Mallarını her durumda ve her zaman da hayra olan tutkunlukları Dolayısıyla gizli açık gece gündüz Allah yolunda israf etmeksizin cimrilik yapmaksızın fesat çıkartıp seçip savurmadan gizli ve aşikar olarak harcayanlar rableri katında sevap ve mükafatları vardır onlar için ahirette bir korku yoktur dünyada bıraktıkları şeylerden dolayı da üzülmezler.

İbn Merduye, İbn Abbas'dan rivayetine göre bu ayet-i kerime, Ali b. Ebi Talib hakkını nazil olmuştur. Onun dört dirhemi varmış birisini geceleyin, birisini gündüz, birisini gizlice, birisini de açık İnfak etmişti.

Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar