Kadiri Yolu

 

En-Nisâ Sûresi 59-70.  Ayetlerin Tefsiri

En-Nisâ Sûresi 59-70.
Ayetlerin Tefsiri


Tarih: 06.08.2024

   بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم



Bu kesimin ana konusu: 

Allah’a ve Resulüne, Allah'ın Kitabına ve Resulünün sünnetine itaat ederek, bunlarla hidayet bulmaktır. Bu ise bildiğimiz gibi takvanın rükünlerinden bir tanesidir. Müslümanlar Allah ve Resulüne itaat ile birlikte ulu’l emre de itaat etmeyi ilgili ayetler işaret ederek işlemektedir. Yine bütün müslümanlara düşen görev hatırlatılmakta anlaşmazlık halinde Kur'an ve sünnete başvurmalı iman ettikten sonra tağutun hükmüne başvurmak isteyenlerden de söz edilmektedir. Allah ve Resulüne yani kitaba ve sünnete çağırıldığı zaman bu gibi kimseler yüz çevirerek münafıklık yapmaktadırlar. Anlaşmazlık halinde Allah resulünün hükmüne başvurmadıkça ve onun hükmüne tam anlamıyla teslim olmadıkça iman söz konusu değildir. Mümine düşen itaat etmektir, isterse bu uğurda yurtlarının terk edilmesi ve insanların öldürülmesi söz konusu olsun. Çünkü Allah'a ve Resulüne itaatin sonucu güzeldir. Allah ve Resulüne itaat kişiyi kendilerine lütuf ve nimetler ihsan edilmiş bulunan peygamberlerle Sıddıklarla şehitlerle birlikte kılar, bu da bize hatırlatılmaktadır.




يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلًا۟


59. -“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde çekişirseniz -Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız- onu Allah'a verip peygambere döndürün. Bu hem hayırlı, hem de netice itibariyle daha güzeldir.”


Kitabını okuyup anlayarak ve yasaklardan kaçınarak, sizden istenenlere tabi olmak suretiyle Allah’a itaat edin. Hayatınızda şahsınıza, vefatından sonra da sünnetine itaat etmek suretiyle de, peygambere itaat edin. Ve sizden olan sizin Allah’a itaatınıza vesile olacak ve müslümanların menfaatlerini gerçekleştirecek hususlarda da sizden emir sahiplerine de itaat edin. Eğer gerçekten Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Herhangi bir meselede sizlerle idarecileriniz anlaşmazlığa düşerseniz işi Allah’a (Kitabına) ve Resulüne (Hadislerine) havale edin bu anlaşmazlıkların cevaplarını burada arayınız. Bu sizin için Allah katında daha hayırlı ve netice bakımından daha güzeldir.

Emir sahipleri Hakk'a uygun emir vermeleri halinde onlara itaat etmenin vacip olduğuna bu ayet delalet etmektedir. Emir sahipleri hakka muhalefet ettikleri takdirde itaat etmek hakları yoktur. İmam Ahmed b. Hanbel, Buhari ve Müslim'de Hz. Ali'den şöyle bir rivayet etmektedirler:

Resulullah (ﷺ) bir askeri birlik göndermiş ve onların başlarına Ensar'dan birini komutan tayin etmişti. Medine'den dışarı çıktıklarında bir sebepten ötürü komutan emri altındakilere kızdı ve dedi ki:

- Resulullah (ﷺ) size, bana itaat etmenizi emretmedi mi? onlar:

- Evet, deyince komutanları da şöyle dedi:

- Haydi bana odun toplayınız. Daha sonra ateş getirilmesini isteyerek o odunu tutuşturdu, sonra da:

- Size bu ateşe girmenizi emrediyorum. Aralarından bir genç şöyle dedi:

- Siz ateşten kaçıp Resulullah'a sığındınız. O bakımdan Resulullah (ﷺ) ile karşılaşmadıkça o ateşe girmekte acele etmeyiniz. Hz. Peygamber ile karşılaştıklarında durumu bildirdiler. Onlara Resulullah şöyle söyledi:

- Şayet o ateşe girmiş olsaydınız ebediyen ondan dışarı çıkamazdınız. İtaat ancak maruftadır.”

Peygamber 
(ﷺ) Efendimiz Sahih hadis de şöyle buyurmaktadır: “Masiyet ile emrolunmadıkça sevdiğinde ve hoşlanmadığında dinleyip itaat etmek, müslüman kişinin görevidir. Masiyet ile emrolunduğu takdirde dinlemek de yoktur, itaat de.”

Veliyyü’l-emr, Müslümanların şurası sonucu başa geçirilmiş bulunan halifedir. Onun görevi kitap ve sünneti uygulamaktır. Valilerini yardımcılarını tayin etmek için izleyeceği yolu kendisi seçmekle serbesttir. Dilerse bunu şura sonucu yapar, dilerse kendisi tayin eder. Bununla birlikte müslümanlara ona da onun tayin etmiş olduğu görevlilere de marufta itaat etmek farzdır.

Müslim, Ummu’l-Husayn'den veda haccı hutbesinde, Resulullah 
(ﷺ)’ın şöyle dediğini dinlediğini rivayet etmektedir: “Sizi Allah'ın kitabı ile yönettiği sürece başınıza bir köle dahi tayin edilmiş olsa, dinleyiniz ve itaat ediniz.”

İslam'da üç önemli mesele vardır: Bunlardan birincisi ve ikincisi birbirinden ayrı olmayan Takva ve ibadet üçüncüsü ise itaattir.

Bu bakımdan resullerin kavimlerine yönlendirdikleri temel emirler “Allah'tan korkun ve bana itaat edin” Şuara 108 “Allah'a ibadet edin ondan korkun ve bana itaat edin” Nuh 3 emirleridir. Bundan dolayı Allah'ın dinin de en önemli bilgi ibadet Takva ve itaat fıkıhlarıdır. Yüce Allah'a nasıl ibadet edeceğiz, neyle ibadet edeceğiz, takvanın muhtevası nedir? Takvayı nasıl gerçekleştirebiliriz, kimlere itaat etmemiz gerekir.

Allah'a ve Resulüne itaat edeceğiz bu gaye açıktır. İstikamet ve selamet hallerinde emir sahiplerine de itaat edileceği açıktır. Tabii bu Raşid bir halife olduğu takdirde böyledir. Hatta hakimiyetin Allah'a ait olduğunu kabul eden, kitabını bazı zaaflara ve zulümlere rağmen uygulayan zalim halifelik olması halinde bile bu böyledir. Ancak raşid bir halifelikte zalim bir halifelik de yoksa itaat kim olacaktır? Düzen kafir olunca kime itaat edilecektir? Burada kanunun otoritesine, nizamın otoritesine itaat ihtiyacı olması dahi söz konusudur ve bu itaat ile -istemediği halde bile- müslüman karşı karşıya bırakılmıştır.

Müslüman kendi tercihi ile, isteği ile kime itaat edecektir? Müslüman, kafir bir nizam içerisinde yaşamak durumunda olduğu takdirde, bu düzene itaati kesinlikle; “Sizden olan emir sahiplerine” buyruğunun kapsamı içerisinde olamaz. Fakat kanunun otoritesi ondan belirli bir itaati istemektedir. O bazen mecburi olarak itaat etmek zorunda kalır.

Böyle bir durumda ihtiyari, yani isteyerek itaat, Rabbani ilim adamlarına olmalıdır. Çünkü peygamberlerin mirasçıları alimlerdir. İbni Abbas (radıyallahu anh): “Ulu’l-emr’in ilim ve fıkıh sahibi kimseler” oldukları şeklindeki açıklamasını, doğrudan doğruya buna bağlayabilir.

Yapılan bu açıklamaları Hz. Huzeyfe (radiyallah)'ın rivayet ettiği hadisin değişik rivayetleri de desteklemektedir. Bunlarda şöyle denilmektedir: “İnsanlar, Resulullah 
(ﷺ)'e hayırdan soruyorlardı. Bense, bana şer yetişir korkusuyla şerden sorup duruyordum.” Bu hadis-i Şerif Resulullah (ﷺ)'den sonra meydana gelecek olaylar hakkında fetva vermek konusunda oldukça büyük ve önemli bir esas delildir. Ebu Davud'un bu hadisin rivayetlerinin birinde aşağıdaki ifadeler yer almaktadır:
- Peki ya sonra ne olacak ey Allah'ın resulü? dedim şöyle buyurdu:
- Yeryüzünde Allah'ın bir halifesi var ise, bu senin sırtını dövse, malını alsa bile ona itaat et. Değilse sen bir ağacın köküne dişlerini geçirmiş olarak öl.”

Bir başka rivayette şöyle denilmektedir: “Bir emir vardır ki, Resulullah (ﷺ) sırası geldikçe her seferinde üç kere tekrarlardı. Bu emir şudur: “Allah'ın kitabını öğren ve onda bulunanlara uy.”

Allah'ın kitabını öğrenmek rabbani ilim adamlarından onu almayı gerektirmektedir. Adeta hadis zikredildiği gibi bu hususa işaret etmektedir. Halifenin bulunmadığı hallerdeki ihtiyari itaat, ancak Peygamberlerin mirasçıları içindir. Bir nizam ve kanun zoruyla mecbur tutulan itaat hakkında bunları söylemiyoruz. Hz. Huzeyfe'nin hadisinde rabbanilere öğrencilik etmenin, zalim halifenin varlığı halinde bile esas olduğuna delil olacak ifadeler yer almaktadır. O halde raşid halifeden sonra aslolan, mecbur itaati halifeliğe vermemiz, ihtiyari itaati de peygamberlerin mirasçılarına vermemiz gerekmektedir.

Bu ayeti kerimenin nüzul sebebi olarak İbn Cerir, İbn Merduye ve başkaları aşağıdaki rivayet edecek etmektedirler:

Resulullah 
(ﷺ)’in Halid b. Velid'in komutasında aralarında Ammar b. Yasir’in de bulunduğu bir askeri birlik gönderdi. Bunlar üzerlerine gittikleri kavme doğru yol aldılar. Onlara yaklaşınca gecenin geri kalan kısmını dinlenmekle geçirmek üzere idiler. Casus gelip onlara durumu bildirdi. Sabah olduğunda kaçıp gitmişlerdi. Geriye sadece bir adam kalmıştı. O da aile halkına emir vermiş, yüklerini toplamalarını söylemişti. Sonra da gecenin karanlığında yola koyulmuştu. Nihayet Halid'in askerlerinin konakladığı yere gelip Ammar b. Yasir'i sorup yanına vardı ve şöyle dedi:
- Ya Eba’l-Yakzan (Hz. Ammar’ın künyesi) Ben Müslüman oldum, Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve resulü olduğuna şehadet ettim. Benim kavmim sizin geldiğiniz işitir işitmez kaçtılar. Geriye ben kaldım. Şimdi yarın müslüman olmamın bana faydası olacak mı? Olmayacaksa ben de kaçacağım. Ammar:
- İslam'ın sana elbette faydası olacaktır. Onun için gitme, yerinde kal. Adam da gitmeyip yerinde kaldı. Sabah olunca Halid baskın düzenledi, o adamdan başkasını bulamayınca onu yakaladı, malını da aldı. Ammar durumu öğrenince Halid'in yanına gelip şöyle dedi:
- Bu adamı serbest bırak, Çünkü o müslüman olmuştur ve benim emanımdadır. Halid:
- Sen nasıl olurda eman veriyor, himayene alıyorsun? Deyip karşılıklı olarak birbirlerine hakaret ettiler. Nihayet Peygamber (ﷺ)’in huzuruna gidip anlaşmazlıklarını bildirdiler. Hz. Peygamber Ammar’ın emanını geçerli kıldı ve emir'e rağmen ikinci bir defa eman vermesini de yasakladı. Resulullah (ﷺ) huzurunda da birbirlerine hakaret edince Halid şöyle dedi:
- Ey Allah'ın resulü, şu burnunu kesik kölenin bana hakaret etmesine nasıl müsaade edersin? Resulullah (ﷺ) şöyle buyurdu:
- Ey Halid, Ammar’a hakaret etme. Çünkü Ammara hakaret edene Allah da hakaret eder, Ammara buğz edene Allah buğz eder. Ammara lanet edene Allah lanet eder. Ammar kızarak çıktı. Halid de kalkıp peşine takıldı. Elbisesinden yakalayıp ondan özür diledi, Ammar’da ondan hoşnut oldu. Bunun üzerine şanı Yüce Allah: “Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de…” buyruğunun inzal buyurdu.

Bu ayet komutanlara itaat hakkındadır ve onlara itaat farzdır. Farz olan bir hususta onların önüne geçmemek gerekir. Hanefi fukahası bundan sadece bir hali istisna etmişlerdir. O da şudur: Komutan çoğunluğun zararlı gördüğü bir emir verecek olursa, o takdirde çoğunluğun görüşüne uyulur. Bunu İbn Abidinin Cihad bölümünde baş taraflarında zikredilmektedir.


اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَع۪يدًا

60. -“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmedin mi? Tağutun hükmüne başvurmak isterler. Halbuki onu inkar etmeleri emrolunmuştur. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla saptırmak istiyor.”

“Sana indirilene” Sana indirilen vahye ve hak ve batılı birbirinden ayırıcı olarak sana indirilen Kur’an’a ve senden önceki peygamber kardeşlerine inzal olunan kutsal kitaplara inandıklarını iddia eden münafıkları görmedin mi? Onlar kitap ve sünnete aykırı düşen (Tağutun) batılın emrine başvurmak isterler. Halbuki onlara tağutu inkar etmekle ve tağuta çağıran şeytanı reddetmekle emrolunmuşlardı.

İbn Abbas şöyle söyler: tağut azgın yahudilerden biri olan Ka’b b. Eşref’tir. Aşırı derecede azgın ve Resulullah'a düşman olduğu için kendisine bu isim verilmiştir. Yahudi bir kişinin hakkında nazil olmuştur. Yahudi: “Benimle senin aranda Muhammed hüküm versin” diyorken, öteki; “Benimle senin aranda Ka’b b. el-Eşref hüküm versin” diyordu.

Halbuki onlara, Allah'a iman etmeleri ve onun dışındakileri inkar etmeleri emrolunmuştu. Başka bir ayeti kerimede şöyle buyurulmuştur “Kim tağuta küfür edip Allah'a iman ederse, o, muhakkak en sağlam kulpa yapışmıştır.” Bakara 256 Şeytan ise hak ve hidayetten sapmalarını güzel göstererek onları büsbütün saptırmak Haktan uzaklaştırmak istiyor burada kastedilen ölüme kadar sürecek olan sapkınlıktır.


وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُودًاۚ

61. - “Onlara: ”Allah'ın indirdiğine ve Peygambere gelin” denilince, münafıkların senden büsbütün yüz çevirdiklerini görürsün.”

Ey Muhammed! Sana indirilen Kur'an'a iman ettiklerini zanneden şu münafıkları ve senden önce indirilen kitaplara iman ettiklerini iddia eden şu kitap ehlini görmez misin onlara: “Allah'ın kitabında indirdiği hükme ve peygamberinin hükmüne gelin” denildiği zaman onların senden şiddetle yüz çevirdiklerini, başkalarının da sana gelmelerine engel olduklarını görürsün. Çünkü sen herkese eşit muamele yapar, maddi menfaatler gözeterek kimseyi kayırmazsın. Tağutlar ise bunun aksine hareket ederler.


فَكَيْفَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ثُمَّ جَٓاؤُ۫كَ يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّٓا اِحْسَانًا وَتَوْف۪يقًا

62. - “Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldikten sonra sana geldiler de, “gayemiz sadece bir iyilik etmek ve ara bulmaktan ibaretti” diye Allah'a yemin ettiler.”

Allah’ın ve Resulünün hükmüne başvurmamak ve buna benzer yaptıkları işler sebebiyle başlarına bir takım musibetler gelecek olursa “nasıl hemen sana geldiler.” Yalan yere Allah’a yemin ediyor ve "Ey Muhammed, biz hakeme başvur­makla ancak birbirimizin iyiliğini ve aramızı bulmayı istedik." diyorlar. Münafıklar güzel bir şeyler yaptıklarını ve değişik bakış açılarını bir araya getirdiklerini zannederler. Burada içlerinin bilindiğinin unutulmaması gerektiği gibi bir tehdit olarak anlaşılmalıdır. Pişmanlığın fayda vermeyeceği bir zaman dilimi yaklaşmaktadır.


اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَعْلَمُ اللّٰهُ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُلْ لَهُمْ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَوْلًا بَل۪يغًا

63. - “Onlar öyle kimselerdir ki, kalplerindekini Allah bilir. Sen onlara aldırma da öğüt ver. Haklarında tesirli sözler söyle.”

Kalplerindeki münafıklığı Allah bilir. Sen onların sana sundukları özürlerini kabul etme, sen onlara öğüt ver onları yaptıklarından dolayı azarlayarak tutumlarını beğenmeyerek öğüt ver. Onlara tesir edecek manalı sözler söyle. Allah’tan korkmalarını emret.


وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَوَّابًا رَح۪يمًا

64. - “Ne kadar Resul gönderdiysek Allah'ın izniyle ona itaat edilsin diye gönderdik. Onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve peygamber de onlara mağfiret dileseydi, elbette ki Allah'ı Tevvab ve Rahim olacaklardı.”

Gönderdiğimiz bütün resuller, Allah’ın tevfiki ve kolaylaştırması ile ona itaat edilsin diye gönderdik. Ya da ona itaat edilmesine Allah’ın izin vermesi sebebiyle gönderdik, demektir. Çünkü onlara kendilerine gönderilen resule itaat etmelerini emretmiştir. O’na itaatin sebebi ise, Allah’tan almış olduğu buyrukları yerine getirmesidir. O halde Resule itaat, Allah’a itaattir.

Onlar Tağutun hükmünü başvurmak suretiyle, kendilerine zulmettikleri zaman münafıklıktan tevbe ederek, işlenmiş oldukları ve çıkartmış oldukları bu ayrılıktan dolayı özür dileyerek, sana gelip Allah’tan mağfiret dileseler münafıklıklarının ve çıkardıkları ayrılıkların bağışlanmasını dileseler ve peygamber de onlara mağfiret dileseydi Allah katında onlara şefaatçi olarak ve onlara dua ederek bunu yapsaydı elbette Allah'ı tevvab ve rahim bulacaklardı.

Burada “ ve peygamberde onlara mağfiret dileseydi” Rasulun karinin yüksekliğine ve büyüklüğüne, hemde Allah’ın Rasulü diye bilinen kimsenin şefaat istemesinin ne kadar büyük ve kadri yüksek olduğuna dikkat çekilmiş oluyor.

Bazı İslamcılar Rasulullah (ﷺ)'in duası ile vefatından sonra ona hitap edilmesi arasında fark görmemektedirler. Ancak hakikatte bizim onun duası ile -ki dua ancak Allah'a yapılabilir ona hitap edene Allah'a dua etmesi için hitap edilmesini birbirinden ayırt etmemiz gerekmektedir. Bu âyet-i kerimeyi açıklarken İbn Kesir şöyle bir olay nakletmektedir: "Aralarında eş Şeyh Ebû Mansûr es-Sabbag'ın "eş-Şamil" adlı eserinde el-Utbi'den meşhur olan şu hikâyeyi bir grup kişi daha zikretmektedir. el-Utbi söyle diyor;

Peygamber 
(ﷺ)'in kabri yakınında oturuyor idim. Bedevi bir Arap gelerek:
- Selâm sana ey Allah'ın Rasûlü, ben Yüce Allah'ın: "Onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler..." diye buyurduğunu işittim. Şimdi günahım için mağfiret isteyerek senin, Rabbimin yanında bana şefaatçi olmanı dileyerek gelmiş bulunuyorum. Daha sonra şu beyitleri okumaya koyuldu:
"Ey düzlükte kemikleri gömülmüşlerin en hayırlısı;
O kemiklerin hoş kokusu ile düzlükler de tepelikler de hoş oldu.
Senin yattığın kabre canım feda olsun.
Edep vardır orada, cömertlik vardır, kerem vardır."
Sonra o bedevi Arap çekip gitti. Derken uyku bastırdı ve uyudum. Rüyamda Peygamber 
(ﷺ)'i gördüm, bana şöyle dedi:
"-Ey Utbî, o bedevî Araba yetiş ve Allah'ın kendisine mağfiret ettiğini müjdele."

İbn Kesir'in bu olayı zikredip onunla ilgili herhangi bir açıklama yapmadığını görüyoruz. Bunun anlamı ise şudur: İbn Kesir, bu ayetin hükmünün Rasûlullah 
(ﷺ)'a mağfiret dilemesini istemek üzere hitap edilmesinin câiz olduğunu, ayetin hükmünün hâlâ geçerli olduğunu kabul ettiğini göstermektedir.

فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا

65. - “Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sana verdiğin hükümden dolayı İçlerinde bir sıkıntı duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”

"Hayır, Rabbine andolsun ki"; Rabbine yemin olsun "aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip" aralarındaki her türlü anlaşmazlık ve kargaşada senin hükmüne başvurup, "sonra verdiğin hükümden dolayı İçlerinde bir sıkıntı duymadan”; herhangi bir daralma veya tereddüt duymaksızın… Çünkü şüphe eden bir kimse, yakını bulununcaya kadar daralma ve tereddüt içerisinde kalır. şanı yüce Allah, resulünün emrine başvurmayı bizlere farz kılmış olduğu gibi Onun verdiği hükümden dolayı içimizde herhangi bir sıkıntının yer etmesini de haram kılmıştır. “Tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” Senin vermiş olduğun hükme zahirlerinde de batınlarında da herhangi bir tereddüt bulunmaksızın tam anlamıyla bağlanıp uymadıkça iman etmiş olmazlar yani razı olmadıkları müddetçe mümin olamazlar.

Buhârî, Urve'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: ez-Zübeyr ile bir kişi arasında Medine'nin vadisindeki suların birisi ile ilgili olarak anlaşmazlık çıkmış, Rasûlullah(ﷺ)'ın huzurunda davalaşmışlardı. Peygamber (ﷺ) şöyle buyurdu:
"-Ey Zübeyr, sen önce sula, sonra da suyu komşuna bırak." Ensar'dan olan kişi:
- Ey Allah'ın Rásûlü; halanın oğludur diye mi böyle söylüyorsun? Rasûlullah (ﷺ)'ın yüzünün rengi değişti, sonra da şöyle dedi:
"- Sula ey Zübeyr, sonra da su, duvarların dibine dönünceye kadar salıverme. Ondan sonra komşuna bırak." Böylelikle Ensâr'dan olan kişi onu kızdırınca Peygamber (ﷺ) açık hüküm ile Zübeyr'e hakkının bütününü vermiş oldu. Halbuki daha önce her ikisine de kendisinde genişlik bulunan bir hükmü işaret buyurmuştu. Zübeyr diyor ki: Şu: "Hayır, Rabbine andolsun ki... iman etmiş olmazlar" âyetinin bundan başka bir olay ile ilgili olarak nazil olduğunu zannetmiyorum."

Hâfız Ebû İshâk b. Abdirrahman, Tefsirinde Hamza'dan şunu rivayet etmektedir: İki kişi Peygamber (ﷺ)'in huzurunda davalaştılar. Hz. Peygamber haklının lehine ve haksızın aleyhine hüküm verdi. Aleyhinde hüküm verilen kişi:
- Hayır, bunu kabul etmiyorum, deyince arkadaşı ona;
- Peki ne istiyorsun? diye sordu. Adam şöyle dedi:
- Ebû Bekir'in yanına gidelim. İkisi de Hz. Ebû Bekir'in yanına gitti.
Lehine hüküm verilen kişi şöyle dedi:
- Peygamber (ﷺ)'in huzurunda davalaştık o da benim lehime hüküm verdi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir:
- Rasûlullah (ﷺ)'ın hükmü ne ise, onu öylece kabul etmelisiniz, deyince yine arkadaşı kabul etmedi. Bu sefer:
- Haydi, Hattab'ın oğlu Ömer'e gidelim dedi. lehine hüküm verilen kişi şöyle dedi:
- Peygamber (ﷺ)’in hakemliğine başvurduk, Onun önünde davalaştık. benim lehime onun aleyhine hüküm verdi, bu hükmü kabul etmek istemedi. bu sefer Hz. Ömer, ona durumun böyle olup olmadığını sordu, o kişi de:
- Evet öyledir dedi. Hz. Ömer eve girdi ve kanından çekilmiş haliyle elinde kılıcıyla dışarıya çıktı. hükmünü kabul etmek istemeyenin kafasını uçurup öldürdü. Bunun üzerine şan'ı Yüce Allah: “ Hayır, Rabbini andolsun ki… iman etmiş olmazlar.” ayeti İnzal buyurdu.



وَلَوْ اَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ اَنِ اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِه۪ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتًاۙ

66. - “Şayet onlara: “Kendinizi öldürün” yahut: “Yurdunuzdan çıkın” diye emretmiş olsaydık, pek azı müstesna bunu yapmazlardı. Kendilerine verilen öğütleri yerine getirseydiler, elbette bu haklarında çok hayırlı ve payidar olma bakımından daha sağlam olurdu.”

Şayet biz o tağutu hakem tayin edenlere kendi kendilerini öldürmelerini ve yada vatanlarından hicret etmelerini farz kılacak olsaydık pek azı hariç onlar bunu yapmazlardı. Bunu ancak Allaha ihlasla teslim olanlar gerçekleştirebilirlerdi. Eğer bu münafıklar kendilerine öğütlenen Allah'a itaati ve Resulüne tabi olmak, onun hükmüne bağlanmayı yerine getirecek olsalardı, elbette ki dünya ve ahirette onlar için daha hayırlı olurdu. Bu onların imanlarını sağlamlaştırır ve kararlılıklarını arttırırdı.
Süddi diyor ki: "Sabit b. Kays b. Şemmas ve Yahudilerden bir adam övündüler. Yahudi dedi ki: "Allah´a yemin olsun ki daha önce Allah bize birbi­rimizi öldürmemizi emretti. Biz de o emri yerine getirdik." Sabit de dedi ki: "Şimdi Allah bize. kendinizi öldürün diye emredecek olsa mutlaka onu biz de yaparız." İşte bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Bu ayeti kerime nazil olunca Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ashabından bazı kimseler; “ Rabbimiz bunu yapmış olsaydı, biz de bunu yapardık” dediler. Durum peygamber (ﷺ)'e ulaşınca şöyle buyurdu: “Şüphesiz ki iman, ehlinin kalbinde yüksek ve sapasağlam dağlardan daha sağlam ve sarsılmazdır. Yine (ﷺ) efendimiz şöyle buyurdu: “Şayet böyle bir emir nazil olsaydı, İbn Ümmi Abd (yani Abdullah B. Mesud) Onlardan birisi olurdu.” Yine şöyle buyurmuştur: “Şayet Allah bunu emretmiş olsaydı bu kişi bu az sayıdaki kişilerden birisi olacaktı.” Bunu da Abdullah b. Revaha hakkında söylemiştir.



***


وَاِذًا لَاٰتَيْنَاهُمْ مِنْ لَدُنَّٓا اَجْرًا عَظ۪يمًاۙ

67. - “O takdirde onlara katımızdan büyük bir mükafat da verirdik.” 


Kesintisiz büyük bir ecir de verirdik.

وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًا


68. - “Ve şüphesiz onları doğru yola eriştirirdik.”

Allah Teala, tağutu hakem tayin edenlerin akıbetlerini belirttikten sonra, Allah’a ve peygambere itaat edenlerin ne gibi derece ve makamları olduğunu da belirterek buyurdu ki;


وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقًاۜ

69. - “Kim Allah'a ve peygambere itaat ederse, işte onlar Allah'ın nimetine eriştirdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle birliktedirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar!”

Kim Allah'ın ve peygamberin emirlerine boyun eğip hükümlerini rıza göstererek Allah'a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine itaat etmeni nimeti verdiği peygamberlerle peygamberlerin izinde giden Sadık insanlarla, Allah yolunda öldürülen şehitlerle ve Allah'ın Salih kullarıyla beraber olacaklardır. Bunlar ne güzel cennet arkadaşlarıdır.

Ayeti kerime de geçen ve “Doğru olanlar” kelimesinden maksat bazı alimlere göre “peygamberlere uyanlar” demektir. Bunlara “Doğru olanlar” denilmesinin sebebi, peygamberlerin yollarını izlemeleri, onlardan sonra da yollarından ayrılmadan devam etmeleridir. Diğer bir kısım alimlere göre ise bu kelimeden maksat, “Çokça sadaka verenler” demektir.

Bu hususta Mikdat b. el-Esved´’in şunları söylediği rivayet edilir. "Dedim ki Ey Allah´ın Resulü, ben senden bir şey işittim ve o konuda şüpheye düştüm. "Resulullah da buyurdu ki: "Sizden biriniz bir mesele hakkında şüpheye düşecek olursa onu bana sorsun." Bunun üzerine ben de dedim ki: "Senin, hanımla­rın hakkında "Ümit ederim ki benden sonra onlar için sıddıklar olur." diye söy­lediğin sözdür." Resullullah(ﷺ) buyurdu ki: "Hayır bu o değildir. Fakat sıddıklar, sadaka verenlerdir.

Âyette geçen ve "Şehitler" Allah yolunda Öldürülenlere "Şehit" denilmesi ise onların, ölünceye kadar, Allah’ın haklı olduğuna dair doğru bir şahit­likte bulunmalarındandır.

Âyette geçen "Salihler"den maksat ise hem gizli amelleri hem de açık amelleri salih olanlardır.

Bir kısım müfessirler, bu ayet-i kerimenin, Resulullah(ﷺ)’´ın vefatından son­ra, derecesinin yüceliğinden dolayı âhirette onu göremeyeceklerine üzülen in­sanlar hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.

Bu hususta Said b. Cübeyr diyor ki: "Ensardan bir adam, Resulullah'a geldi. O üzgündü. Resulullah ona: "Ey filan ne oluyor ki seni üzgün görüyo­rum " dedi. O adam da dedi ki: "Ey Allah'ın Peygamberi, senin hakkında dü­şündüğüm bir şeyden dolayı üzgünüm." Resulullah: "Nedir o " dedi. O kişi de: "Şimdi biz, sabah akşam senin yanına geliyoruz, yüzüne bakıyoruz. Seninle bir­likte oturuyoruz. Yarın sen Peygamberlerle birlikte yüce makamlara çıkarıla­caksın. Artık biz sana ulaşamayacağız." dedi. Peygamber efendimiz hiçbir ce­vap vermedi. Bunun üzerine Cebrail (a.s.) "Kim, Allah'a ve Peygamberine itaat ederse işte onlar, Allah'ın, kendilerine nimet verdiği Peygamberler, doğru olan­lar, şehitler ve salih kimselerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar." ayetini indirdi. Resulullah da adamı çağırıp onu müjdeledi. Resulullah şöyle buyurdu: “Kişi sevdiği ile beraberdir.”

İmam Ahmed, Amr b. Murre el-Cuheni'nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bir adam Peygamber (ﷺ)'in yanına gelerek şöyle dedi:
- Ey Allah'ın resulü Allah'tan başka ilah olmadığına senin de Allah'ın resulü olduğuna şehadet ettim, beş vakit namazı kıldım, malımın zekatını tamamen verdim, Ramazan ayı orucunu da tuttum. Resulullah (ﷺ) şöyle buyurdu:
- Bu hal üzere ölen kimse, kıyamet günü peygamberlerle, sıddıklarla, şehit anne babasına asi olmadıkça iki parmağını göstererek bu şekilde olacaktır.”

Bu izahlardan da anlaşıldığı gibi cennetin yüksek derecelerinde bulunan kimseler, daha aşağı derecede bulunanların yanlarına gidip gelebilecekler, cen­netin bahçelerinde bir araya gelerek, Allah'ın, kendilerine verdiği nimetlere ka­vuşacaklar ve onu göreceklerdir.


ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَل۪يمًا۟

70. - “Bu büyük lütuf, Allah'tandır. Allah, her şeyi bilen olarak yeter.”

İtaat edenlere vermiş olduğu büyük ecir ve bununla birlikte kendilerine nimet verilmiş olanlarla beraberlik, şanı yüce Allah’ın kendilerine bağışlamış olduğu bir lütfudur. Her şeyi bilen olarak Allah yeter! Kullarını da fazilet ehlini de ondan daha iyi bilen olmaz. Bu ayet-i kerime, Yüce Allah’ın kullarına yaptıklarının, onlara ihsan ettiği başarılarının, O’nun lütfundan olduğuna delalet etmektedir. Aynı zamanda bu ayeti kerime, “Fiillerin halk edilmesinin reddedilmesi” konusunda mutezilenin aleyhine delildir.





Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs