Kadiri Yolu

 

Et-Tevbe Suresi 1-11. Ayetlerin Tefsiri

Et-Tevbe Sûresi 1-11. Ayetlerin Tefsiri


Tarih: 15. 04. 2025

 ﷺ



بَرَٓاءَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ اِلَى الَّذ۪ينَ عَاهَدْتُمْ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۜ ﴿١﴾ فَس۪يحُوا فِي الْاَرْضِ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۙ وَاَنَّ اللّٰهَ مُخْزِي الْكَافِر۪ينَ ﴿٢﴾ وَاَذَانٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ اِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الْاَكْبَرِ اَنَّ اللّٰهَ بَر۪ٓيءٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ وَرَسُولُهُۜ فَاِنْ تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۜ وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ ﴿٣﴾ اِلَّا الَّذ۪ينَ عَاهَدْتُمْ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ثُمَّ لَمْ يَنْقُصُوكُمْ شَيْـًٔا وَلَمْ يُظَاهِرُوا عَلَيْكُمْ اَحَدًا فَاَتِمُّٓوا اِلَيْهِمْ عَهْدَهُمْ اِلٰى مُدَّتِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ ﴿٤﴾ فَاِذَا انْسَلَخَ الْاَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُوا لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍۚ فَاِنْ تَابُوا وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ فَخَلُّوا سَب۪يلَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٥﴾ وَاِنْ اَحَدٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ اسْتَجَارَكَ فَاَجِرْهُ حَتّٰى يَسْمَعَ كَلَامَ اللّٰهِ ثُمَّ اَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْلَمُونَ۟ ﴿٦﴾ كَيْفَ يَكُونُ لِلْمُشْرِك۪ينَ عَهْدٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعِنْدَ رَسُولِه۪ٓ اِلَّا الَّذ۪ينَ عَاهَدْتُمْ عِنْدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۚ فَمَا اسْتَقَامُوا لَكُمْ فَاسْتَق۪يمُوا لَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ ﴿٧﴾ كَيْفَ وَاِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ لَا يَرْقُبُوا ف۪يكُمْ اِلًّا وَلَا ذِمَّةًۜ يُرْضُونَكُمْ بِاَفْوَاهِهِمْ وَتَأْبٰى قُلُوبُهُمْۚ وَاَكْثَرُهُمْ فَاسِقُونَۚ ﴿٨﴾ اِشْتَرَوْا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَنًا قَل۪يلًا فَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ اِنَّهُمْ سَٓاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٩﴾ لَا يَرْقُبُونَ ف۪ي مُؤْمِنٍ اِلًّا وَلَا ذِمَّةًۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُعْتَدُونَ ﴿١٠﴾ فَاِنْ تَابُوا وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ فَاِخْوَانُكُمْ فِي الدّ۪ينِۜ وَنُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿١١﴾



Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla hamd yalnız Allah’ındır. Salat ve Selam ise Allah’ın Resulüne onun aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen duaları işitensin herşeyi bilensin.


TEVBE SÛRESİ


Kur'an-ı Kerim'deki sıralamaya göre 9. Enfal suresi ile birlikte et-Tival kısmının 7 suresi olarak kabul edilir ve sonuncudur. Medine'de inmiştir. 129 âyettir,


Sûreyi Takdim


Nesefi bu sûre hakkında şöyle demektedir: "Bu sûreye birçok isim verilir. Bunlar Berâe, Tevbe, Mukaşkışe, Mübasire, Müşerride, Muhziye, Fâ­dıha, Müsîra, Hâfira, el-Münekkile, el-Müdemdime ve Azâb isimleridir. 


Berae ve Tevbe suresinde müminlerin tevbelerinin kabul edildiği bildirilmiştir. Bir diğer adı Mukaşkışa(Süpürüp atan)’dir. Çünkü bu sûre nifaktan uzaklaştırmaktadır. Bir diğer adı Muba'sira'(Saçıp döken)dır. Çünkü münafıkların sırlarını ortaya koymakta ve bunları araştırmaktadır. Müşerride (def eden), Muhziye (perişan eden) ve Fadiha (Rezil eden) bu surenin diğer isimleridir. Bir başka ismi el-Musîre(Ortaya Çıkaran, deşen)'dir. Münafıkların sırlarını yaymaktadır, el-Hafira (Kazan) da bu surenin isimleri arasında olup bu ismin ona veriliş sebebi, onların sırlarının üstündeki şeyleri kazarcasına açığa çıkarmakta ve onları adeta rezil rüsvay etmekte oluşudur. Bir başka adı el-Münekkile'dir. Çünkü bu süre onları azarlamaktadır. Onları uzaklaştırdığı için el-Müşerride, rezil-i rüsva ettiği için el-Muhziye ve onların yaptıklarını başlarına kakarcasına anlattığı için de el-Müdemdime adlarını alır. 


Zemah­şerî der ki: Çünkü bu sûrede mü'minlerin tevbelerinin kabul edildiğin- den söz edilir. Bu sûre nifaktan uzaklaştırır. Münafıkların sırlarını ortaya çıka­rır, onları inceleyip araştırır, münafıkları rezil eder, başkalarına ibret ola­cak şekilde onları rüsvay eder, onları dağıtır ve helak olacaklarını bildirir.


Tevbe Sûresinin Sûreler Arasındaki Yerinin Belirlenişi


"Başlangıcında besmelenin yer almaması konusunda birkaç görüş vardır. Hz. Ali, İbn Abbâs (r.a) dan gelen rivâyete göre; Bismillah bir emandır. Berae ise bu emânı kaldırmak için nazil olmuştur, demişlerdir. Hz. Osman (r.a.)'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (ﷺ) üzerine herhangi bir süre veya bir âyet nazil olduğu zaman; "Bunu şu şu hususların sözkonusu edildiği yere koyunuz" derdi. Rasûlullah (ﷺ) vefat ettiğinde bize onu nereye koyacağımızı beyan etmiş değildi. Onun konusu Enfâl sûresinin konusuna benzemekte idi. Çünkü Enfâl sûresinde antlaşmalardan, Berâe sûresinde de antlaşmaların bozulmasından söz edilmektedir. Bu sebepten her iki süreyi birlikte koydum. Bu iki sûre "el-Karinetân" (yani birlikte olan iki sûre) diye adlandırılır ve yedi sureden meydana gelen yedi uzun surenin yedincisi sayılırdı. Rasûlullah (ﷺ)'in ashâbı arasında -bu konuda- ihtilaf bulunduğu da söylenmiştir. Onlardan kimisi: "Enfal ve Berãe bir tek süre olup savaş hakkında nazil olmuştur" dediği gibi, kimisi de: "Onlar iki ayrı süredir, Bismillah'ın (Tevbe'nin) başına yazılmayışının sebebi, bazı kimselerin onların bir tek sure olduğunu söylemeleri sebebiyledir."


İbn Kesir de bu sürenin mukaddimesinde şunları söylemektedir: 


"Bu şerefli sûre Buhârî'nin de rivayet ettiği üzere, Rasulullah (ﷺ)'a son nazil olanlardandır... Buhârî'de yer alan rivayete göre el-Berá' (b. Azib) şöyle demektedir: Kur'ân-ı Kerim'de nazil olmuş olan son âyet: "Senden fetva

isterler. De ki Allah size babası ve çocuğu olmayan (Kelâle) in mirası hakkındaki hükmü şöyle veriyor..." (en-Nisa, 4/176) âyetidir. Son nazil olan

süre ise Beráe sûresidir. Baş tarafına besmele konulmamasının sebebi, Ashab-ı kiramın, İmam Mushaf'da bu surenin başına besmeleyi yazmamış olmalarıdır. Daha doğrusu bu konuda mü'minlerin emîri Osmân b. Affân (r.a.)'a uymuşlardır. Nitekim Tirmizi'nin rivayeti de böyledir. İbn Abbas'dan dedi

ki: Osman b. Affân'a şöyle dedim: 

- Mesânî'den olan el-Enfâl'i ne diye Miûn(Kur'ân-ı Kerîm'de es-seb'u't-tuvel dışında âyet sayısı yüzün üzerinde olan sûrelere verilen addır.)'dan olan Berâe'den öne aldığınız ve bunları bir araya koyup, aralarına da Bismillahirrahmanirrahim yazmayarak her iki süreyi es-Seb'u't Ti'vâl arasına koydunuz. Bunu yapmanıza iten sebep nedir? Hz. Osman şöyle dedi:

- Rasûlullah (ﷺ)'in üzerinden uzun bir zaman geçer ve yine de birçok sûre üzerine nazil olmaya devam ederdi. Ona herhangi bir şey nazil olduğu zaman, vahiy yazanlardan birisini çağırır ve: "Bu âyet-i kerimeyi şundan şundan söz edilen sûreye koyunuz" derdi. Enfâl sûresi Medine'de ilk nazil olanlardandı, Berâe ise Kur'ân-ı Kerim'den son nazil olanlardandır. Onun konusu ötekinin konusuna benzemekte idi. Hatta onun ötekinden bir parça olduğunu bile düşünür oldum. Rasûlullah (ﷺ) vefat ettiğinde Enfâl'in Berâe'den olduğunu bize beyan etmemişti. İşte bu bakımdan ben de onları bir araya koydum, ikisinin arasına Bismillahirrahmanirrahim satırını yazmadım ve onu yedi uzun süreler arasına koydum.


"İmam Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâî, Sahih'inde İbn Hibbân, Müstedrek'inde Hâkim de bunu böyle rivâyet etmişler, Hâkim "İsnadı sahihtir" demiştir. Bu âyet-i kerimenin baş tarafları Rasûlullah (ﷺ)'a Tebükten dönüp hacca gitmek isteyince nazil olmaya başlamıştır. Daha sonra müşriklerin bu sene hac mevsiminde âdetleri üzere geleceklerini ve Beytullah'ı çıplak tavaf edeceklerini düşünerek onlarla karışmaktan hoşlanmadığından, Ebû Bekir es-Sıddık (r.a.)'ı o sene hac emiri olarak göndermiş, böylelikle insanların hac ibadetlerini düzenli bir şekilde eda etmelerini ve müşriklere de bu yıldan sonra hac edemeyeceklerini bildirmesini sağlamış, insanlar arasında da: "Allah ve Rasûlünden ilişkilerin kesildiğini bildiren bir ahtar”ı açıkça ilân etmesini sağlamıştır. Hz. Ebubekir yola koyulduktan sonra arkasından Ali b. Ebi Tâlib'i de Rasulullah (ﷺ)'ın adına tebliğde bulunmak üzere göndermiştir. Çünkü ileride de açıklanacağı Hz. Ali Peygamber (ﷺ)’in asabesi (yakını, akrabası, ehl-i beyti) durumunda idi.


Nesefî ve İbn Kesir'in açıklamalarında şunlar görüyoruz: Tevbe sûresi de yedi uzun sûredendir. Onun yedi uzun süreden olabilmesi, ancak Enfal ile birlikte tek bir süre durumunda olması halinde sözkonusudur. Çünkü Enfâl tek başına uzun sürelerden değildir. Tevbe suresi dışında ve Enfal den sonra gelen sûreler arasında ondan daha uzun olanlar vardır. O halde Enfâl ve Tevbe sûreleri bir tek sûre durumundadır. Nitekim Ashab-ı Kiramın imam Mushaf'da iki sûre arasında besmeleyi yazmamak üzere icma’lar bunun delilidir.


Her iki sûre de Bakara suresinin çokça zikretmiş olduğumuz üç âyet-i kerimesine dair geniş açıklama mahiyetindedir. Enfal suresi ile birlikte Tevbe sûresinin de bütünüyle anlaşılması sonucu, Bakara suresinde yer alan savaşa dair üç âyet ile alakalı açıklamaları da kavramış oluruz. İlmen ve amelen savaş farîzasını gerçekleştirmek isteyen kimsenin Enfal ve Tevbe surelerini iyice anlaması gerekir. Bu iki sürede ele alınan konulara iyiden iyiye bağlanması ve bunlara göre amel etmesi, bunlarda yer alan hususları gerçekleştirmesi, bütün müslümanlar ile birlikte bu iki surede yüce Allah'ın emirlerini gerçekleştirmek üzere çalışması gerekmektedir.


Bu sûre üç kısımdan meydana gelmektedir:


Birinci kısım ilk âyetle başlamakta 37, ayetin sonuna kadar devam etmektedir.

İkinci kısım 38. âyet en başlayarak 122. ayetin sonuna kadar devam ediyor.

Üçüncü kısım ise sürenin sonuna yani 129, ayetin sonuna kadar sürüyor,


Sûrenin birinci kısmında, müşriklerle ilişkilerin kesildiğinin ilanı, kafirlere vela (Âzat olmaktan veya muvâlât sözleşmesinden doğan hükmî akrabalık bağı.) vermenin haram kılınması ve genel olarak bütün müşriklerle savaşma emri ile Kitap ehliyle savaşma emri vardır. Bu cihadın hareket noktasının üzerinde odaklanmış olduğu büyük ve temel mukaddimeleri zikretmektedir. Bu bakımdan bu kısım, yakından başlayarak savaş emrini veren kısmından önce yer alan genel seferberliğe çıkılmasını isteyen kısımdan önce gelmektedir.


1. -“Müşriklerden anlaşma yaptıklarınıza Allah ve resulünden ilişkilerin kesildiğini bildiren bir ihtardır.” 


Bazı müşrik kabileler Resulullah (ﷺ) ile yapmış oldukları anlaşmalarını bozmaya başlamışlardı. Bunun üzerine Allahu Teala Resulullah (ﷺ)'ın da müşriklerle olan anlaşmalarını bozmasını ve kendilerine dört aylık bir süre tanıdıktan sonra savaş açacağını ihtar etmesini emretmiştir. Burada ahitleri bozularak kendilerine savaş açılacağı İhtar edilenler Resulullah (ﷺ)’in aleyhine başka kafirlere yardım edenler ve tek taraflı olarak Resulullah (ﷺ) ile olan antlaşmaları bozanlardır.


2. -“Yeryüzünde dört ay rahat rahat dolaşın. Ve biliniz ki siz, Allah'ı aciz bırakamazsınız ve Allah gerçekten kafirleri rüsvay edendir.”


Ey müşrikler yeryüzünde dolaşın bu topraklarımızda sizin için herhangi bir korku olmaksızın emin olarak 4 ay daha gezip dolaşın denilir ki müşriklere verilen bu müddet; 20 günü Zilhicce ayından ayrıca, Muharrem, Safer ve Rebulevvel aylarının tamamını ve 10 günde Rebiülahir ayından olmak üzere toplam 4 aydır. Bu müddet zarfında hazırlanın ve savaş hazırlıklarınızı yapın değişir üzere şiddetle ısrar edenler iyi bilin ki her ne kadar siz kardeşlerimizin arka çıkmasıyla kavmine ve aşiretlerinizin yardım etmesiyle bize galip geleceğinizi zannetseniz de siz Allah'a aciz bırakacak değilsiniz. 


Ey müşrikler azamet ve kibriya (ululuk, azamet) elbisesiyle mutlak güç ve kudret sahibi olan şeref ve cemal de tek olan Allah'a galip gelecek değilsiniz ve muhakkak ki Allah kullarından isyan üzere bulunanlardan intikam alıcıdır. Kafirleri rezil ve perişan edecektir ne kadar zorbalardıklarına ve büyüklenmelerine fırsat tanımak suretiyle onlara belirli bir müddet mühlet verse de sonunda onları alçaltacak ve rezil kılacaktır. 


Müfessirler kendilerine dört ay serbest dolaşma izni verilen müşriklerden kimlerin kastedildiği hususunda farklı görüşleri vardır. Bu müşrikler Resulullah (ﷺ) hiç antlaşması olmayan müşriklerdir.


3. -“Hacı ekber günü insanlara Allah ve resulünden bir ilandır: Muhakkak ki Allah da müşriklerden artık uzaktır, Resulü de. Eğer tevbe ederseniz bu, sizin için daha hayırlıdır, yok eğer yüz çevirirseniz bilin ki siz, Allah'ı aciz bırakabilecek değilsiniz. Küfür edenlere elem verici bir azap müjdele.” 


Bu ayet büyük hac gününde Allah ve Resulü'nün bütün müşriklerden beri olduklarına onlardan uzak olduklarına dair ve yine Allah ve Resulü tarafından yapılan bir tebligattır. Ey Müşrikler eğer tevbe ederseniz bilin ki bu sizin için çok hayırlıdır. Şayet bu ikazları dinlemez, bu iftarlardan yüz çevirirseniz bilin ki Allah'ı aciz bırakamazsınız. O, size layık olduğunuz cezayı mutlaka verir. onun vereceği cezaya kimse engel olamaz. 


Ey Resulü, o kafirleri, acıklı bir azap ile müjdele onların azap ve müjdelenmesi, kendilerini alçaltıcı bir ifadedir. Zira müjdelenmek, sevinçli bir haber için söz konusudur. Bu ifade ise onların çok acıklı bir azaba düşecekleri belirtilmektedir. Bu sebeple onlar müjdelenmiş değil, alay edilmiş küçük düşürülmüş oluyorlar.


Müfessirler ayette zikredilen büyük hac gününden neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Büyük hac günü denilmesinin sebebi bugün de asıl haccın yapılmasıdır. Küçük hac ise umre yapmaktır. Bir başka görüşe göre o gün yapılan hacc’da Arefe günü cuma gününe rastlaması nedeniyle Hacc-ı ekber isimlendirilmiştir. 


Resulullah (ﷺ) Ebubekir b. Ebu Kuhafe’yi insanların başına hacca eda etmek üzere emir olarak gönderdi. Hz. Ali (ra)’da onunla birlikte Tevbe suresinin 40 ayetini tebliğ etmek üzere gönderdi. Arafata gelince arefe günü insanlara bir konuşma yaptı. O konuşmasını bitirdikten sonra Hz. Ebubekir bana yöneldi ve dedi ki:

-  Kalk ey Ali, Rasulullah (ﷺ)’in mesajını ilet. Ben de kalktım onlara Berae suresinden 40 ayet okudum. Ondan sonra oradan ayrılıp Mina'ya geldik. Cemre taşladığı ve devemi boğazladım. Daha sonra başımı tıraş ettim ve bildim ki Mina'da bulunanların hepsi arefe gününde Ebubekir'in hutbesinde bulunmamışlardı. Bu sefer çadırları tek tek dolaşıp onlara bu ayetleri okudum işte bu bakımdan sizler her halde haccı ekber gününün kurban bayramının 1. günü olduğunu sanmış olmalısınız. Haberiniz olsun ki o gün arefe günüdür. İbni Cerir 


Yine Hz Ali Ebu b. Talib'in Resulullah (ﷺ)’den kendisine emrettiği şeyleri insanları açıkladı ve dedi ki: “Ey insanlar cennete hiçbir kafir girmeyecektir. Bu seneden sonra hiçbir müşrik hac edemeyecektir ve hiçbir çıplak kabe-i tavaf edemeyecektir. Resulullah (ﷺ) ile anlaşması bulunan kişinin anlaşma süresi, bitinceye kadardır. Bu seneden sonra hiçbir müşrik kaç yapamayacak ve çıplak hiçbir kimse beyti tavaf edemeyecektir. Daha sonra Resulullah(ﷺ)'ın yanına geri döndüler. İşte bu, müşrikler arasından genel olarak anlaşması olan ile belirli bir süreye kadar Anlaşması olan kimseler hakkında Berae suresinin ilgili olan kısımları idi.  

4. -“Yalnız antlaşma yaptığınız müşriklerden (antlaşma eden) sonra (hükümlerinizde) size karşı bir eksiklik yapmayan ve aleyhinize kimseye yardım etmeyenler müstesnadır. Onlarla yaptığınız anlaşmayı sonuna kadar tamamlayın. Muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.” 


Anlaşma sonrası anlaşmasını bozmayan, anlaşmanın şartlarında en ufak bir eksiklik yapmayan ona bağlı kalıp onu bozmayan ve aleyhinizde kimseye yardım etmeyenler size karşı hiçbir düşmana yardımcı olmayanlar bundan müstesnadır. Onlarla yaptığınız anlaşmayı sonuna kadar tamamlayın. Anlaşmaların süresi bitene kadar anlaşmanın gereğini onlara karşı eksiksiz olarak yerine getirin. Muhakkak ki Allah ahidlerine vefa gösteren takva sahiplerini sever.


5. -“Haram olan aylar çıkınca artık müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. onları yakalayın ve alıkoyun. Her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe ederler, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. Muhakkak ki Allah gafurdur rahimdir.”


Burada zikredilen haram aylar Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem ayları mı yoksa müşriklere mühlet olarak verilen dört aylık süre mi olduğu konusunda İki görüş vardır. İbni Kesir’in tercih ettiği görüş haram aylardan maksadın müşriklere mühlet olarak verilen dört aylık süre olduğudur.


Artık sizinle aralarında belirli bir süreye dayalı anlaşma bulunmayan müşrikleri bulduğunuz yerde ister helal, ister haram beldesinde olsun öldürün. Onları yakalayın esir alın, hapsedin. Zincirlere vurun ve ülkede dolaşıp tasarrufta bulunmalarını engelleyin ve böylece alıkoyun. Her geçitte ve geçecekleri yerlerde onları gözetleyin kontrol altında tutun ve gelişlerini bekleyin. 


Eğer şirkten vazgeçip “Tevbe ederler” ikisi İslam'ın alametinde olan “Namaz kılar ve zekat verirlerse” esirlik ve gözetim kayıtlarını üzerlerinden kaldırarak “Yollarını serbest bırakın” veya onlara elinizi uzatmayın, onlara herhangi bir şekilde taarruz etmeyin. 


“Muhakkak ki Allah” İslam'dan önce sizde görülen küfür ve anlaşmalara riayetsizliği örten, serreden “Gafur’dur.” İslamdan sonra öldürülme cezasını kaldıran merhametli “Rahim’dir.” Burada şanı yüce Allah'ın Rahim adının gelmesi, müşriklere bu şekilde davranmayı emreden rahmet sahibi Allah'ın olduğunu hissettirmek içindir. “Sakın ha rahmetin bu hükümlere aykırı olduğunu zannetmeyesiniz” demektir. 


İmam Ahmed rivayet etmektedir; Enes (ra) Resulullah (ﷺ) buyurdu ki: “Ben insanlarla, Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığını, Muhammed'in Allah'ın resulü olduğuna şehadet edinceye kadar savaşmakla emrolundum. Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığını Muhammed'in Allah'ın resulü olduğuna şahit eder, kıblemize döner, kestiklerimizi, kıldığımız namazı kılarlarsa, o zaman onların kanları ve malları bize haram olur. Onun hakkıyla olması müstesna, müslümanların lehine olan onların da lehine, aleyhine olan onların da aleyhinedir.


Özellikle çağımızda insanların çoğunluğu islam hükümlerinin uygulanmasını reddetmekte, namaz kılanlar azınlıkta, zekat verenler ise çok azdır. Bu devirde Hz. Ebubekir gibi duruş gösteren kimselere ihtiyacı vardır. İslam'ı reddeden, namaz kılmayan ve zekat vermeyen kimsenin -aslında müslüman olsa veya ataları müslüman olsalar dahi- kanını ve malını helal görmüştür. Çağımızda zimmet ehli ise açıktan açığa İslam'a boyun eğmeyi reddedecek olurlarsa, o vakit bunlarla bizim aramızda hiçbir anlaşmanın varlığı söz konusu olamaz.


Allah resulu Asiler, Kafirler, Ehl-i Kitab ve Münafıkların boyunlarına inen dört kılıçla gönderildi. Müşrikler Tevbe/5, Kitap Ehl-i Tevbe /29, Münafıklar Tevbe/73, Bağiler (Asiler) Hucurat /9


6.- “Eğer müşriklerden birisi senden eman dilerse ona eman ver. Ta ki Allah'ın kelamını dinlesin, sonra onu emin olacağı yere kadar ulaştır. Bu hüküm böyledir. Çünkü onlar bilmeyen bir kavimdir.”

“Eğer” bu 4 aydan sonra ve seninle onun arasında bir anlaşma bulunmayan “Müşriklerden” herhangi “Birisi” senin yanına gelip kendisine davet etmiş olduğun Tevhid ve Kur'an'ı dinlemek maksadıyla “Senden eman dilerse” Allah'ın kelamını dinleyip onun üzerinde düşününceye kadar meselenin hakikatini öğrensin diye “Ona eman ver. Ta ki Allah'ın kelamını dinlesin.” 

Bundan “Sonra onu emin olacağı yere kadar ulaştır.” Yani müslüman olmayacaksa güvenlik dayacağı yurduna kadar ulaştır sonra dilersen onunla savaş. Bu ayeti kerimede muhtemel kimseye rahatsızlık verilmeyeceğine ve onun yurdumuzda ikamet edebileceğine geriye dönme imkanının da verileceğine delil vardır. 

“Bu hüküm” bu emanet verme emri “Böyledir. Çünkü onlar” İslam nedir, senin kendisine davet ettiğin şeyin gerçek yüzü nedir “Bilmeyen” cahil “Bir kavimdir.” Dolayısıyla hakkı dinleyip anlamaları için onlara eman vermek, kaçınılmaz bir durumdur. İlişkilerin kesilmiş olduğunun ilan edilmesinden öldürmenin ve savaşmanın farz kılınmasından sonra, Aziz ve Celil olan Allah, bundaki hikmeti şöyle açıklamaktadır: 

7. - “Müşriklerin Allah yanında ve Resulü yanında nasıl bir ahdi olabilir ki? Mescid-i haram'ın yanında antlaşma yaptıklarınız müstesnadır. Onlar size doğru davrandıkça siz de onlara karşı doğru davranan. Muhakkak ki Allah Takva sahiplerini sever.


Ey müminler! Rablerine ortak koşan insanların Allah ve Resulü yanında muteber ve kabul görecek kendilerini himaye edebilecek nasıl bir anlaşmaları olabilir ki bunların anlaşmaları bitmiştir. Zira onlar kendilerine küfürlerine ve sapkınlıklarına iyice kaptırmış olmalarından dolayı Allah ve resulüne yönelik bakmazlar. Bu sebeple de onların ahidleri ve sözleri kabul edilmez. Aksine onlar için İslam ya da kılıçtan başka bir durum söz konusu değildir. Ancak bu müşriklerden Bekiroğlu kabilesinden mensup bazı insanların mescid-i haram yanında sizinle yapmış oldukları anlaşmaları bunun dışındadır. Onlar size karşı anlaşmalarında dürüst davrandıklarını müdetce siz de onlara dürüst davranın. Şüphesiz ki Allah verdiği sözü yerine getirerek emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak kendisinden korkanları sever. 


8. - “Nasıl olabilir ki, şayet size üstün gelselerdi hakkınızda hiçbir yemin ve hiçbir vecibe gözetmezlerdi. Sizi ağızlarıyla hoşnut etmeye çalışırlar, ama kalpleri reddediyor. Ve onların çoğu fasıklardır."


Ey Müminler! Nasıl olurda, bu müşriklerin, Allah ve Resulü katında ahitleri nasıl geçerli olabilir ki eğer bunlar, siz müminlere galip gelecek olsalar, ne akrabalık bağını, ne Allah'ın hakkını, ne yaptıkları yeminleri ne de verdikleri sözü gözetirler. Sizlere dilleriy­le tatlı sözler söyleyip, kalelerinde bulunanın aksine, size şirin görünmeye çalı­şırlar. Halbuki aslında onların kalpleri, böyle davranmalarını kabullenmemekte­dir. Onlann çoğu ahitlerini bozan, rablerini inkâr eden ve Allaha itaatten ayrılan insanlardır. Onlara nasıl güvenirsiniz! ,


Ve onlar, size olan öfkelerinin çokluğundan ve size karşı gösterdikleri direncin şiddetin dolayı size galip gelselerdi, size karşı bir zafer kazansalardı sizin hakkınızda ne bir anlaşma ve söz gözetirlerdi ne de bir zimmet. Yani, karşılıklı anlaşmaya varanlar arasında cari olan hukuk gibi riayet edilmesi gerekli  olan kesin bir hakkı da gözetmezlerdi. Bilakis onların hali şudur ki; onlar ağızlarıyla sizi razı ediyorlar, hile ile ve yağcılık yaparak sizinle anlaşma yapıyorlar, halbuki anlaşma kabilinden olmak üzere dillerinden dökülenlere kalpleri karşı çıkıyor. Bilakis onların çoğu anlaşma hükümlerinden mutlak olarak uzaklaşıp kaçan, söz dinlemez fasıklardır. Aslında onlar ahdi ağızlarına bile alamazlar, böyle olmalarına rağmen nasıl anlaşma yapabilirler?  


Evet, Allah teala müminleri işte bu çeşit insanlardan sakındırmakta ve bunlara karşı savaşmalarını tavsiye etmektedir. 


9. - “Onlar Allah'ın ayetlerini az bir değeri değiştirip onun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapa geldikleri şey ne kötüdür!” 


Onlar, Kuranı bırakıp, karşılığında dünyanın değersiz şeylerini aldılar. Hem kendileri hemde insanların islama girmelerine engel oldular. Yaptıkları bu alışveriş ve bu davra­nış ne kötüdür. Müşrikler, Resulullah ile yaptıkları anlaşmayı, Ebu Süfyan’ın kendilerine yedirdiği bir yemek karşılığında bozdukları için anlaşmalarını boz­muşlar ve böylece az bir değer karşılığında Allah'ın ayetlerini satmışlardır. 


10. - “Onlar hiçbir mümin hakkında hiçbir yeminle vecibe gözetmezler. İşte onlar haddi aşanların ta kendileridir.” 


Herhangi bir mümin hakkında öfke duymaları da aynı şekilde onların kötü fiillerinden ve yaptıkları çirkin işlerdendir. Öyle ki onların sevgisini, kardeşliğini kazansalar, ahitlerini ve karşılıklı himaye anlaşmalarını muhafaza etseler bile onlar yine de aşırı şekilde dik kafalı olup direnmelerinden, öfkelerinin ve kinlerinin şiddetinden dolayı asıl itibariyle bir mümin hakkında ne bir ahit tanırlar gözetirler, ne de bir anlaşma onlara yakın davransalar bile  ehl-i imandan tek bir kimseye karşı dahi anlaşmalarını gözetmezler. Çünkü onlar bu eşkiyaların, bu hakikatten uzaklaştırılıp kovulmuşların hepsi haddi aşanların ta kendileridir. Mizaçlarının murdar oluşu, fıtratlarının çirkinliği yüzünden kendilerini, Allah’ın hudutlarına ve insanlık mertebesi için gerekli olan mürüvvetin gereklerine tecavüz etmeye hasretmişlerdir.


11. - “Eğer tövbe ederler, namaz kılarlar ve zekat verirlerse artık dinde kardeşlerinizdir. Biz ayetleri bilen bir kavim için açıklıyoruz.”


Eğer küfürden vazgeçerek tevbe ederler, namaz kılarlar ve zekatı verirlerse artık dinde kardeşlerinizdir. O vakit onlar sizin din kardeşlerinizdir. Yani onlar islamı hem ilmen hem de amelen elde ederseler, böyle olurlar. Biz ayetleri bilen bir kavim için açıklıyoruz. Bilen bir kavim ayetleri anlayıp üzerlerinde düşünen kimselerdir. Biz, ayet ve delillerinizi, anlamayan canilere değil, onları idrak edebilen bir topluluğa geniş bir şekilde açıklarız. 


Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar