Kadiri Yolu

 

Bakara Suresi 40-48. Ayetlerin Tefsiri


Bakara Suresi 40-48. Ayetlerin Tefsiri

Tarih: 05.01.2024

بِسْمِ ‬‮اللّٰهِ ‬‮الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم

Adem Aleyhisselam'ın kıssasından sonra 40. ayetten başlayarak 123. ayete kadar devam eden israiloğulları ile alakalı bilgiler aktarılmaktadır. Adeta bizlere örnek ve ibret olacak bir ümmetin kıssası anlatılmaktadır. Kendilerine hidayet indirilmiş olduğu halde, hidayete karşı israiloğullarının takındığı tavrı Allah zikretmektedir. Muhammed ümmetinin de bunların hallerinden hangi dersleri alması gerektiğini açıklar gibidir.

Karşımızda bizden önce kendilerine hidayet indirilmiş aralarında Resuller gönderilmiş bir ümmet bulunmaktadır. Bu ümmete önce semavi bir kitap (Zebur) sonra bir başka semavi kitap (Tevrat) daha indirilmiş ve bu ümmet Allah'tan gelen bir bilgi üzerine bulunmaktaydı. 

Allah onlardan bir takım ahitler almış bu ahitler hidayet ve Resuller konusunda başka ümmetlerin bilmediği şeyleri bilmeleri ile alakalıdır. Bu bakımdan bu ümmetin Allah'ın son hidayetine, son kitabına ve son peygamberine uyması çağrısına olumlu cevap vermesi gerekirdi. 

Bilhassa israiloğulları kitaplarında Hz. Muhammed (ﷺ) hakkında bilgiye de sahiptiler. İşte bu nedenle bütün insanlara hitap edildikten sonra bu surede İsrailoğullarına özellikle hitap edilmektedir.  İsrailoğulları ehli kitap oldukları için insanlar, onların bilgilerine güvenme ve gelen hidayete karşı takındıkları tavra göre hareket etmeleri söz konusuydu. 

Yine hidayet ve imamet önderliğinin bir ümmetten alınıp başka bir ümmete verilmesi anlamını taşıdığından yeni ümmetin bunu bilmesi ve hak konusunda başkasına herhangi bir şekilde tabi olmak konusuna hataya düşmemesi gerektiği vurgulanmaktadır. 

Bu önceki ümmet kendisine indirilen hidayetin gereğini yerine getirmeyip düşmüş oldukları hataların tekrarlanmaması için, yeni ümmetin de bir takım dersler alması için tescil edilip sunulması gerekiyordu. Eski ümmetin bizim ümmetimize karşı bir takım tutumları ve tartışmaları olacağına göre yine bu ümmetin bu tartışma ve konumlara karşı koymak üzere yapması ve söylenmesi gerekenleri bilerek yönlendirilmesi gerekiyordu.

İşte bütün bunlar, üzerinde yürümemiz gereken Sırat-ı Müstakim'e daha bir açıklık kazandırdığı gibi, kendilerine gazap edilmiş ve sapmış olanların yolları da daha bir açıklık kazanıyor ki, bu yolu izlemekten uzak kalabilelim. Bütün bunlar sadece bir kısmıdır. Fakat bunların sunulması insanları hayrete düşürecek şekilde mucizevî tablolar sergilemektedir. 

40. “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, Ben de size olan sözümü yerine getireyim ve yalnız Benden korkun.


“Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın.” Burada bahsedilen İsrailoğulları, Hz. İbrahim'in oğlu Yakub ve onun soyundan gelen oğullarıdır. Hz. Yakub’un bir adıda “israil”dir. Bahsedilen nimet ise yüce Allah'ın israiloğulları'nın atalarını firavunun zulmünden kurtarması, Kızıl denizi yarıp içinden geçirmesi, çölde taştan su çıkartılması, gökten kudret helvası ve bıldırcın eti indirmiş, soylarından birçok resullerin gönderilmesi, (Zebur ve Tevrat) kitapların indirilmesi ve ileride göreceğimiz diğer nimet ve hususlardır. 

“Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de size olan sözümü yerine getireyim”


Allahu Teala israiloğullarından aldığı ahit, Tevrat'ta Hz. Muhammed(ﷺ)'in  geleceğini ve hak peygamber olduğuna bildirmesi, geldiğinde de ona iman etmelerine dair kendilerine söz almasıdır. 

Andolsun ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. (Kefil olarak) içlerinden on iki de başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: Ben sizinle beraberim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah'a güzel borç verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızası için faizsiz borç verirseniz) andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr yolunu tutarsa doğru yoldan sapmış olur. ” Maide/12 

Not: Allah Teâlâ İsrailoğullarını Firavun’dan kurtarınca, Hz. Musa vasıtasıyla onları Kudüs’e yöneltmiş, orasını kendilerine vatan kıldığını bildirmiş, orada hüküm süren Ken’ânîlerle mücadele etmelerini emretmiş, kendilerinden söz almış ve her kabileden bir kişi olmak üzere on iki önemli kişiyi de bu sözleşmeye kefil kılmıştı. Topluluk Kudüs’e yaklaşınca Hz. Musa bu on iki kişiyi keşif için göndermiş, gördüklerini halka açıklamamalarını da tenbih etmişti. Keşifçiler döndükleri zaman ikisi müstesna, diğerleri Kudüs’tekilerin güçlü ve hazırlıklı olduklarından bahsetti, halkı korkuttu ve verdikleri sözü bozdular.

Tevrat'ta bahsedildiği gibi Hz. Muhammed (ﷺ) resullerdendir. Onun geleceği tevratta müjdelenmiş o halde ona uymaları, ona yardımcı olmakla görevlendirilmişlerdi. Bunu yaptıkları takdirde aziz ve celil olan Allah ise kendilerine vereceğini vadetmiş olduğu, günahlarının bağışlanması ve cennete girmeleri sözünü yerine getirecektir. 

“ve yalnız Benden korkun.” 

Göndereceğim peygamberlere ve kitaplara iman edeceğinize dair söz aldığım İsrailoğulları bu akdinizi bozdunuz. Peygamberimizi yalanlayan atalarınız gibi sizin de başınıza azabımın inmesinden korkunuz ve yalnız benden çekinin başkasından değil. Şunu da bilin ki ahiret azabı daha büyüktür.

41. “Yanınızdakini (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indirdiğim (Kur'ân-ı Kerim)’e iman edin. Onu inkar edenlerin ilki olmayın, âyetlerimi az bir paha ile satmayın ve yalnız Benden sakının.”

“Yanınızdakini (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indirdiğim (Kur'ân-ı Kerim)’e iman edin.

Hz. Peygambere (ﷺ) indirilen Kur'an-ı Kerim'den bahsedilmektedir. Yüce Allah'tan gelen hakkı kapsamakta, kendisinden önce indirilmiş bulunan Tevrat ve İncil'i tahrif ve değiştirilmeden önce asli semavi halleriyle tasdik etmektedir. 

“Onu inkar edenlerin ilki olmayın,”

İbni Abbas'tan bu konu şöyle der: “Yani başkalarının sahip olmadığı bilgiye sizler sahip olduğunuz halde “Onu” inkar edenlerin ilki olmayınız” Bu ifade bu kitabı ve niteliklerini bilmeleri sebebiyle ilk iman etmeleri gerekenlerin kendileri olduğuna işarettir. “Onu” da işaret edilen Kur’an-ı Kerimdir.

“âyetlerimi az bir paha ile satmayın”

Ayetlerimi az bir paha (dünyalık) karşılığında şehvetlerinize uyarak değiştirmeyin. Allah’ın rızası karşılığında alacağınız mükafatın yanında, basit bir dünya metaı için sattığınız ayetler karşılığında aldığınız oldukça az ve basittir. Başkanlık, Bakanlık, Müdürlük, Mevki ve statü vb. şeyler bu kapsamın içine girmektedir. Çünkü Yahudiler Allah’ın ayetlerini satmaları kendi dinlerinde olan insanların liderleri olma karşılığında kitaplarında yazılı olan Hz. Muhammed(ﷺ)'i ve sıfatlarını gizlemeleridir. Halbuki onların kitaplarında Hz. Muhammed(ﷺ)'in Ümmi bir peygamber olacağı yazılıdır.

“Ve yalnız benden sakının” 

Sizi emirlerimi yerine getirmek, yasaklarımdan da sakınmak noktasına ulaştıracak şekilde benden korkun. Talk b. Habib şöyle söyler: “Takva Allah'ın rahmeti ümidiyle Allah'tan gelmiş nur ve hidayet üzere Allah'a itaat ile amel etmen, yine Allah'ın cezalandırılması korkusuyla Allah'tan gelmiş nur ve hidayet üzere Allah için masiyeti terk etmendir.” 

42. “Bile bile Hakkı batıla karıştırıp da gerçeği gizlemeyin.”

Hz. Muhammed (ﷺ) efendimizin peygamberliğini tasdik ediyorlar, gizli olarak da onu inkar ediyorlardı. İleri gelenleri ise şöyle diyordu: “O gönderilen birisidir. Fakat bizim dışımızdakilere gönderilmiştir.” Bu şekilde hareket etmek suretiyle bile bile hakkı batıla karıştırıyorlardı. Maksatları kendi statülerinin bozulmaması içindi çünkü; Medineli bazı Yahudi bilginlerine fakir halktan hediyeler geliyor Onlar bu hediyelerden mahruk kalacakları korkusuyla islam'ı kabul etmekten kaçınıyorlardı. Hz. Peygamber(ﷺ)’in peygamberliğini ve ona indirilen vahyin Allah tarafından gönderilmiş olduğunu bildikleri halde menfaatleri gereğince böyle yapmaktaydılar. Kitab ehli olarak bunların hak olduğunu bildikleri halde insanlardan gizlemişlerdir. Ayeti kerime, onların bu hallerini dile getirmektedir.  

43. “Namazı kılın zekatı verin rüku edenlerle birlikte rüku edin."

Onlara Müslümanlar gibi namaz kılmaları Müslümanların yaptığı gibi mallarının zekatını vermeleri, onlarla birlikte ve onlardan olabilmeleri için de namazlarını Müslümanlarla birlikte kılmaları emredilmektedir. 

Burada “rüku edenlerle birlikte rüku edin” buyruğu cemaatle namaz kılmanın vücuduna delil gösterilmiştir.

Buraya kadar geçen buyruklar da Yüce Allah’ın onlara nimetini hatırlamalarını, ahdine vefa göstermelerini, kendisinden korkmalarını, İslama ilk inananlardan olmalarını, İslam'ı dünyaya değiştirmemelerini, Allah'tan korkmalarını, Hakkı batıla karıştırmamalarını, Bile bile Hakkı gizlememelerini, namaz kılmalarını, zekat vermelerini, Müslümanlarla birlikte onların cemaatleri arasından namaz kılmalarını emretmektedir. Bütün bunları yaptıkları takdirde iyi kimselerden olurlar. Halbuki onlar iyiliğe davet ettiklerini ileri sürüyorlar. İyilik ise bu saydıklarımızdan başka bir şey değildir. Çünkü iyilik Allah'a, meleklerine, kitaplarına, resullerine ve meleklerine imandır. İyilik namaz kılmaktır, zekat vermektir, ahde vefa göstermektir.  

44. “Siz kitabı okuyup durduğunuz halde insanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz? Hiç aklınızı başınıza almayacak mısınız?”


"Siz kitabı da okuyup durduğunuz halde insanlara iyiliği "Birr'i" emreder de kendinizi unutur musunuz? Hiç aklınızı başınıza almayacak mısınız?" İnsanlara Allah'a itaat etmeyi, O'ndan sakınmayı, Kitabının emirlerine bağlanmayı, hidâyetine uymayı, ahidlerine vefa göstermeyi emrederler. Şu Kur'ân-ı Kerim de Onun kitabıdır, Muhammed(ﷺ) Onun rasûlüdür. Gerçekten Allah yoluna davette samimi ve doğru kimseler olsalardı, Allah'ın indirdiklerine ve bu buyrukların kendisine indirildiği kimseye iman ederler ve bunlara bağlı kalırlardı. Fakat onlar bu dava ve davetlerinde yalancıdırlar. Bu bakımdan onlar iyilikten uzaktırlar. Çünkü davasında doğru olan bir kimse her şeyden önce bu daveti kendisine yöneltir. Bunlar ise daveti başkalarına yöneltirken üstelik (Burada Tevrat'ın kastedildiği) kitabı okuyup durdukları halde kendilerini unuturlar. Halbuki Tevrat hakiki iyiliği onlara emretmekte ve öğüt vermektedir.

Buna göre âyet-i kerimenin manası şöyle olur: Ey kitap ehli! Bütün hayırların ifadesi olan iyiliği insanlara emredip durduğunuz halde kendinizi unutuvermeniz size yakışır mı? Nasıl olur da insanlara emrettiğiniz hususları siz yerine getirmiyorsunuz? Halbuki Kitabınızı da okuyup durmakta ve Allah'ın emirlerini yerine getirme konusunda bu kitapta neler olduğunu da bilmektesiniz. Yapmış olduğunuz bu işin (Emirleri yerine getirmeme) çirkinliğini fark etmiyor musunuz? Ta ki sizin bu farkedişiniz sizi bu kötülüğü işlemekten alıkoysun. Kendinize yaptığınız bu kötülüğün farkına varmıyor musunuz? Niçin uykunuzdan uyanmıyor ve körlüğünüze son verip hakkı görmüyorsunuz? Bütün bu gerçeklere ulaştıracak aklınız nerede?

Burada maksat, yerine getirmedikleri halde iyiliği emrettikleri için kınanmaları değildir. İyiliği yapmayı terk ettikleri için kınamaktır. Çünkü marufu emretmek âlimin görevidir. Ancak âlimin bundan önceki görevi başkalarına emretmekle birlikte öncelikle kendisinin yapması ve onlardan geri kalmamasıdır. Çünkü hem mârûfun emredilmesi hem de yapılması bir görevdir, vacipdir. Birinin terk edilmesi ile öbürü sakıt olmaz. Kabul edilen sahih görüşe göre kendisi yapmasa dahi bilen kişi mârûfu emreder, kendisi işlese dahi münkeri yasaklar. Bununla birlikte bu konudaki kusur ve eksikliği dolayısıyla da günahkâr olur. Buna göre âyet-i kerime ikinci hususu ihmal etmekten dolayı kınamakta ve birincinin yapılmasını (iyiliğin emredilmesini) de red etmemektedir. Bu sebepledir ki Saîd b. Cübeyr şöyle demektedir: "Şayet kişi kendisinde olumsuz bir şey bulunmayacak hale gelene kadar mârûfu emretmekten münkeri de nehyetmekten geri duracak olursa, hiçbir kimse mârûfu emretmez münkerden de nehyetmez."

İmam Mâlik de şöyle der: "Peki böyle olan bir kimse bu yaptığı işinde samimi olabilir mi?" Fakat durum şudur: İtaatin terk edilmesi ve bildiği halde de masiyeti işlemesi, bile bile muhalefet etmesi zem edilmiştir. Çünkü bilen bilmeyen gibi değildir. Bu sebepten dolayıdır ki böyle bir davranış sahiplerini tehdit edici hadisler ve eserler gelmiş bulunmaktadır: 

İmam Ahmed, Buhârî ve Müslim Rasûlullah (ﷺ)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmişlerdir: "Kıyamet günü adam getirilir, ateşe atılır, bağırsakları karnından dışarıya fırlar. Dolap beygirinin dönmesi gibi o da ateşte döner durur. cehennemlikler etrafını çevirerek:

-Ey filan, sana ne oldu? derler. Sen (dünyada iken) bize mârûfu emredip münkeri yasaklamıyor muydun?

-Evet, size marufu emreder fakat ben onu yapmazdım, Size münkeri yasaklar fakat ben onu yapardım, diye cevap verecektir." (Bu, İmam Ahmed'in rivâyetidir).

Yine imam Ahmed Rasûlullah (ﷺ)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

"Allah Kıyamet Gününde âlimlere bağışlayıp terk etmeyeceği pek çok şeyi ümmîlere bağışlayıp terkedecektir."

Seleften gelen rivayetlerin birinde de şöyle denmektedir: "Âlime bir defa mağfiret edilinceye kadar cahile yetmiş defa mağfiret edilir. Çünkü bilen bilmeyen gibi değildir."

Yine imam Ahmed Rasûlullah (ﷺ)'dan şunu rivayet eder: "İsrâ Gecesinde dudakları ateşten makaslarla kesilen bir topluluğun yanından geçtim. Bunlar kimdir? dedim. Bana şu cevabı verdiler:

-Senin dünya ehlinden olan ümmetinin hatipleridir. Kitabı okuyup durdukları halde insanlara iyiliği emredip kendilerini unutan kimselerdir. Böyle olanlar akıllarını başlarına almayacaklar mı?"

Şanı yüce Allah onlara emirler verip nehiylerde bulunup azarladıktan sonra yaptıkları takdirde bütün bu geçenleri kolaylıkla yerine getirebilecekleri bir yol göstermektedir:

45. “Sabır ve namazla (Allah'tan) yardım isteyin. Gerçi bu ağır gelir ama huşu duyanlara değil.”


"Sabırla ve namazla yardım isteyin." Allah'a olan ihtiyaçlarınız, belâ ve musibetleriniz, Allah'ın bütün emirlerini yerine getirebilmeniz, ahidleri yerine getirmek, hakkı açıklamak, iyiliği emredip ona bağlanmak gibi geçen bütün bu emirleri yerine getirebilmeniz için sabırla ve namazla Allah'tan yardım dileyiniz. Bütün bunları kolaylıkla yerine getirebilmeniz için de sabrı ve namazı birlikte yaparak yardım isteyiniz..

Burada sabır oruç ile açıklanmıştır. Çünkü Peygamber (ﷺ) şöyle buyurmaktadır: "Oruç, sabrın yarısıdır." Ayrıca Ramazan ayına da, "Sabır ayı" adı verilmiştir. Bazıları da buradaki sabrı "inna lillahi ve inne ileyhi raciûn" demekle açıklamışlardır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Sabredenleri müjdele ki, onlara bir musibet geldiği zaman: "Biz Allah içiniz ve yine O'na döneceğiz." derler." (el-Bakara, 2/156)

Âyet-i kerimede geçen "salât", namazın sözlük anlamı olan duâ ile tefsir edildiği gibi, bilinen şekliyle, namaz ile de açıklanmıştır. Rasûlullah (ﷺ) herhangi bir sıkıntı ile karşılaştığında namaza sığınır idi. Şüphesiz ki namaz, Allah’a boyun eğenlerden başkasına ağır gelir ayetini okurlardı. 

"Gerçi bu" tercih edilen görüşe göre namaz yahut yardım dilemektir; “büyüktür (ağır gelir)"; yani yorucu ve ağırlık vericidir.

Ahmet Bin Hanbel, Huzeyfe b. el-Yeman’ın şöyle dediğini rivayet eder: “Ahzab gecesi Peygamber(ﷺ)'in yanına, örtüsüne bürünmüş halde namaz kılarken yanına vardım. Zaten zor bir durumla karşılaştığında namaz kılardı.”

Hz Ali radıyallahu an şöyle demiştir Bedir gecesi Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin dışında hepimizin uyuduğunu gördüm O ise sabaha kadar Namaz kıldı ve dua etti.”

"Ama huşû' edenlere değil."

Şüphesiz ki namaz, Allah için ruhları tertemiz olmuş itaatkar ve mütevazi kimselerin dışındakilere ağır ve meşakkatli gelir. 

İbn Cerir şunu rivayet eder: İbn Abbas'a yolculukta olduğu sırada kardeşi Kusem’in vefat ettiği haberi geldi. İstirca’da bulundu “Inna lillâhi ve inna ileyhi raciun” dedi. Sonra yolun bir kenarına çekildi, bineğini çöktürdü uzunca oturdu İki rekat namaz kıldı sonra ayağa kalkıp bineğine doğru yürürken şu ayeti okudu: “Sabır ve namazla Allah'tan yardım isteyin. Gerçi bu ağır gelir ama huşu duyanlara değil.” 

Kamil bir namaz kulun namaz kılarken dikkat etmesi gereken ihlası şeytani vesveseleri savunması nefsi vesveseleri bir kenara itmesi namazın adabına ve huşuna riayet etmesi göklerin ve yerin hakimiyetinin huzurunda ayakta durduğunu kişinin bilmesidir. 


46. “(Çünkü) Huşu duyanlar Rablerine kavuşacaklarını, O’na döneceklerini kesinlikle bilirler”


"Huşû' duyanlar Rablerine kavuşacaklarını, O'na döneceklerini kesinlikle bilirler."

Ahirette amellerin karşılığını göreceğine kesinlikle inanan kimselerin, gözlerinin önünden pas alınmış ve ikilikten kurtulmuşlardır. Hak’tan sabır ve namaz konusunda yardım dileyenler, gönülden teslim ve ikan (kesin bilgi ve inanç) sahibi olmuşlardır ve onlar rablerine kavuşacaklarına ve ona döneceklerine inanırlar.  

İbni Kesîr şöyle der: "Zahire göre bu âyet her ne kadar İsrâiloğullarını uyarmak sadedinde bir hitap ise de, sadece onlar kast edilmemektedir. Aynı zamanda bu âyet, hem onlar hakkında hem de başkaları hakkında umumidir."


47. “Ey İsrailoğulları size verdiğim nimetimi ve sizi alemlere üstün kıldığımı hatırlayın.”


İsrailoğullarına burada ikinci defa hitap edilmektedir. Yani Yakub'un torunları geçmişlerinize, ecdadınıza verdiğim nimetlerimi ve sizi bir zaman alemlere üstün kıldığımı hatırlayın. Sizi alemlerden üstün kıldım aranızdan resuller gönderdik onlara kitap indirmek suretiyle çağdaşınız olan diğer ümmetlere üstün kılış hatırlatılmaktadır. Burada kullanılan alem o dönemin bir alemi olmasındandır.

“Üstün kılma” Zahir anlamını bazı müfessirler şu şekilde anlatmışlardır. Başkalarıyla aynı ortak özelliklere sahip olmalarına rağmen, israiloğullarının üstün kılınmaları Allah'ın onlar üzerindeki en büyük nimetidir. 

Yahudi akıl yapısı kendilerine hatırlatılanları hatırlamamak ve zikretmemekle birlikte onlara göre Yahudiler Allah'ın seçilmiş kavmidir. Ne yaparlarsa, ne kötülük işlerlerse ne fesat çıkarırlarsa çıkarsınlar onlar yine seçkindirler. İstedikleri kadar küfre sapsınlar, isyan etsinler bu nitelikleri ebedidir. 

Bu sebeple Yüce Allah sapma dolayısıyla azarlamayı da ihtiva eden bir üslupla üzerlerindeki nimetlerinin sayılmasından önce bu nimeti hatırlatmaktadır ki, şayet ümmeti merhumenin çerçevesi içerisinde yer almak suretiyle kendilerine gelmeyecek olurlarsa, ebediyen cezalandırılacakları gerçeği kafalarla iyice yerleşsin. 

   


48. “ Ve öyle bir günden korkun ki o günde kimse kimseye bir şey ödeyemez. Ondan şefaat kabul edilmez. Fidye alınmaz ve onlara yardım edilmez.”


“Ve öyle bir günden korkun ki…” Hesaba çekilip yaptıklarınızın karşılığını göreceğiniz o günden korkun ki o gün ister itaatkar olsun isterse Asi olsun. 

O gün de kimseye kimse için bir şey ödeyemez” yani kimsenin kimseye faydası olmaz. Mü’min hiçbir nefis yerine getirmesi gereken haklar konusunda kafir hiçbir nefse faydalı olmaz. 

“Ve ondan şefaat kabul edilmez” Yani Mümin nefsin, asilere, arkadaşlarına, ahbabına, dostuna yardım ve desteğine, kafirleşmiş nefse şefaatinin kabul olunmayacağı anlamındadır. 

Bu ifadeler ataları peygamber oldukları için kendilerine şefaat edeceklerini ileri süren Yahudilere, Hz. İsa'nın kendilerinin yerine günahlarını yükleneceğini sanan Hristiyanlara ve bir zamanlar Müminken sonraları kafir olanlara gayet belagatlı bir reddiyedir. Mutezilenin İsyankar müminlere şefaatin reddedilmesi konusunda delil diye bu ayete sarılması, göreceğimiz gibi naslarla reddedilmiştir. Çünkü burada nefyedilen kafirlerin şefaatidir. 

“Ve ondan hiçbir fidye alınmaz” Fidye vermek istese de kabul olunmaz. 

“Onlara yardım da edilmez.” Kıyamet günü hiçbir günahkar bir başkasından yardım ve destek alamayacak o gün Her nefis yaptığı ile baş başa kalacaktır kefili kendi amelleri olacaktır. O gün hüküm Adil ve cebbar olan Allah’a ait olacaktır. O’nun yanında şefaatçilerin, yardımcıların faydası olmaz. O gün günaha dengiyle ceza verecek, iyiliğe de kat kat karşılık verecektir. 

   




Post a Comment

İçinizde olan güzellik her zaman yazılarınıza ve dilinize aşkla dökülsün...

Daha yeni Daha eski

Öne Çıkanlar

Nefs